Paylaş
Çiti, ufku, büyüklüğü, cürmü çok da önemli değil, değerini bilene...
Yeter ki, "bahçe" olsun, olabilsin.
Otuz-kırk metrekare bir "bahçe", bazen ağacıyla, çiçeğiyle, çimeni, yoncası, toprağı, dört ayrı mevsimiyle, her gün korulara, ormanlara açar insanı.
Yağmur yağar başkadır, karda, kırağıda başka...
Her "bahçe", yüzölçümünden, göründüğünden büyüktür.
Bakmasını bilene...
* * *
Eğer, Çayyolu, Bahçelievler-Emek gibi "artakalan/eldekalan" güzelliklerin ara sokaklarında yaşıyorsanız, kuytusunda betona direnen bir "bahçe"nin kokusu, esintisi yakalayacaktır sizi.
Mesela şimdilerde, tren penceresinden baktığınızda ağaçların arasından bir kaybolup-bir görünen güneş gibi, ıhlamur kokusu yakalayacaktır sizi. Dolaşırken, ara ara...
Mevsimine göre iğde, gül, nerkis, leylak.
Ya, meyve ağaçları?
* * *
Bundandır Londra'nın, dünyadaki bir milyon canlı türünün yok olma tehlikesine karşı bahçe atağına kalkması.
Bahçe önlemleriyle, doğayı korumaya çalışması...
* * *
Ankara Hürriyet'de yarın yayınlanacak "Bahçeli Mekanlar Özel Dosyası"nı, bu nedenle de önemsiyorum.
Pencere pervazında menekşeyi, balkonun kıyısında sardunyayı yeşertmek bile bu denli kıymetliyken, bir toprağı, -isterse bir avuç olsun- "bahçe" yapabilmek önemli.
Herkes, herşey, doğa, insan, hatta şehir içe kapanırken...
Caddeye, sokağa değen bahçeler/bahçeli mekanlar, "dışavuran hayat"lar, kıymetli.
Geçimsiz olmayın o "bahçe"lerle...
Varsın, mekanındaki "insan"ın, kahkahanın, hayatın sesi, müziğinin sesi, taşsın biraz dışarı.
Belki deva olur, pas tutan kulağımıza...
Paylaş