Yaşar Nuri Öztürk

Ar, nâr ve şinâr

8 Ekim 2008
Başlığımızdaki kelimelerin üçü de Arapça. Ar, Türkçe'de de kullanıldığı şekliyle ‘utanç’ demek. Nâr, Türkçe'de bazen kullanıldığı şekliyle ateş ve cehennem anlamında.

Baş­lı­ğı­mız ka­fi­ye­li ol­sun di­ye ay­nen ko­ru­du­ğu­muz şinâr (ve­ya şenâr) ise çok çir­kin dav­ra­nış, ah­lak­sız­lık, er­dem­siz­lik an­lam­la­rın­da.

 

Ke­li­me­ler, Hz. Pey­gam­ber'in sa­ha­bî­le­rin­den bi­ri­si ta­ra­fın­dan, ka­mu ma­lından bir­ şey­ler aşır­ma­ya kal­kan­la­rı azar­lar­ken kul­la­nı­lan bir söz­de ge­çi­yor.

 

Ka­mu­nun hak­kı olan ve an­cak dev­let baş­ka­nı sı­fa­tıy­la Hz. Pey­gam­ber'in pay­laş­tı­ra­bi­le­ce­ği mallardan, “Bu o ka­darı önem­li de­ğil” di­ye­rek bir­kaç iğ­ne al­ma­ya kal­kan­la­ra, şöy­le di­yor sa­ha­bî:

 

“Ye­ri­ne ko­yun o iğ­ne­le­ri! Halka ait mal­lar­dan bir ­şey­ler aşır­mak ar, nâr ve şinârdır.” (bk. İbn Hemmâm; el-Mu­san­nef, 5/243)

 

Yazının Devamını Oku

Din ve Tîyn

7 Ekim 2008
Başlığımızın Türkçe karşılığı, ‘din ve duvar.’

Bü­yük bir sa­ha­bî­nin sö­zün­de­ki es­te­ti­ği boz­ma­mak için söz­cük­le­rin Arap­ça­la­rı­nı ay­nen ko­ru­dum.

 

Tîyn (Türk­çe'de­ki T ile ya­zı­lan ve in­cir an­la­mı­na ge­len tîn de­ğil); top­rak, ça­mur ve bun­lar­dan ya­pı­lan mad­de­ler an­la­mın­da bir ke­li­me. Hicrî 150, Miladî 767 yılında vefa eden İma­mı Âzam'ın da bağ­lı ol­du­ğu akıl­cı fı­kıh eko­lü­nün ba­ba­sı sa­yı­lan ün­lü sa­ha­bî İbn Mes'ud (ölm. 32/652) bu ke­li­me­yi, muh­te­şem bir Kur'an­sal hikmeti ver­mek için yi­ne muh­te­şem bir ben­zet­me­de kul­lan­mış­tır.

 

İbn Mes'ud'a gö­re, Kur'an'ın di­ni, top­rak ve du­var sal­ta­na­tı­nın ye­ri­ne in­san onu­ru­nu ve in­san hak­la­rı­nı ge­tir­mek­le seç­kin­le­şir. Böy­le dü­şün­dü­ğü için­dir ki, bu bü­yük fı­kıh de­vi sahabî, di­nin du­va­ra tes­li­mi­ni, din adı­na du­var yük­selt­me tut­ku­su­nu bir çö­küş ve çü­rü­yüş ola­rak gör­müş ve son­ra­ki ku­şak­la­rın dik­ka­ti­ni bu nok­ta­dan ge­le­cek yı­kım­la­ra çek­miş­tir.

 

Irak fı­kıh eko­lü­nün te­mel­le­ri­ni at­tı­ğı Kûfe'ye ilk gel­di­ğin­de, na­kış­lı-süs­lü bir ca­mi gör­dü ve de­di:

 

Yazının Devamını Oku

Okuyorum, o halde varım!

6 Ekim 2008
Kitap okuyorum, çünkü okumadığım günler, ‘hüsrana uğramışlık’ duygusuna kapılıyorum.

Şöy­le ina­nı­yo­rum: Dü­şün­me­yi sür­dür­me­nin ya­ni in­san ola­rak kal­ma­nın ‘hüc­re ye­ni­le­yi­ci’ gı­da­sı, oku­mak­tır.

 

Fransız filozofu Descartes (ölm.1650) “Düşünüyorum, o halde varım!” (Je pense donc je suis) demiş ve bu söylem felsefe tarihinde bir devrim sayılmıştı. Descartes’ın söylediğinin kısa anlamı şuydu:

 

İnsanım diyorsan düşüneceksin, düşünmüyorsan insanım demeyeceksin!

 

Ben, Descartes’ın söylediğine alt yapı oluşturan bir söyleme dikkat çekmek istiyorum: Kur’an’ın ilk sözü ve ilk buyruğu olan “Oku!” emri. “Oku!” emri hem düşünmeyi hem de okumayı gerektirir. Yani okumak düşünmekten daha geniştir.

 

Yazının Devamını Oku

"Herkesle ve hiç kimsesiz"

29 Eylül 2008

Baş­lı­ğı­mız, ta­sav­vuf dü­şün­ce­sin­de, sonsuzluk ada­mı­nın yal­nız­lı­ğı­nı ifa­de için kul­la­nı­lan ‘Bâ he­me vo bî he­me’ fars­ça sö­zü­nün Türk­çe­si­dir. Ya­ra­tı­cı ru­hun yal­nız­lı­ğı­nı, bir­ba­şı­na­lı­ğı­nı di­le ge­ti­ren en gü­zel söz ben­ce bu­dur...

 

Bu sözde ifade bulan yaşama şekline ‘halvet der encümen’ (kalabalıkta yalnızlık) diyor sûfî düşünce...

 

Kur’an düşüncesinin ölümsüz ismi Muhammed İkbal (ölm.1938), yaratıcı ruhlara özgü bulduğu bu yaşam şeklini yeğlemekle birlikte kalabalığa katılmak zorunda kalanlara şöyle sesleniyor Câvidname’sinde:

 

                     “Ey kervana katılan! Herkesle yürü, fakat yalnız ol!”

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin çevresinde yaratılan harita ve Avrasya gerçeği

26 Eylül 2008
Küreselleşme, Batı'nın büyük sermaye ve teknoloji güçleri dışında herkes için yoksulluk ve sefalet üreten bir süreç halinde işliyor.

Açlık, yoksulluk, ahlakî sefalet, ekonomik dengesizlik ve nihayet terör artarak devam etmektedir.

 

Avrasya, tek kutupluluğun yarattığı bu ağır olumsuzluk sürecinin frenlenmesinde, insanın yeniden dengelerine kavuşmasında çok hayatî bir güç ve birlik olabilir.

 

ABD ve AB Türkiye'yi oyalayarak yanlarında tutup Türkiye'den istediklerini alıyorlar, Türkiye'yi istedikleri yere getirip istedikleri kıvamda şekillendiriyorlar.

 

Türkiye'nin çevresi, Türkiye'yi çökertecek bir harita yaratmak üzere şekillendiriliyor. AB bir tür mavi boncuk gibi kullanılarak Türkiye Kıbrıs'tan çıkarılmak isteniyor. Kuzey Irak'ta, ikinci İsrail olabilecek bir Kürt devleti oluşturuluyor.

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye - Batı ilişkileri ve Avrasya gerçeği

25 Eylül 2008
Avrupa Birliği'ne üye olmak için yıllardan beri uğraşan Türkiye, gelinen bugünkü durum itibariyle ‘sürekli oyalanan ve aldatılarak elinden birçok şeyi alınan bir ülke’ manzarası arz etmektedir.

Türkiye, laik-Müslüman bir ülke olarak bulunduğu coğrafyada çok anlamlı ve önemli birliktelikler geliştirebilir. Bir büyük diplomatımızın ne güzel söylemiş:

 

"Batı tercihi, açılan diğer ufuklara bakmaya mani değildir."

 

Türkiye'nin tercihi, Batı ile birlikteliktir. Buna bir itirazımız yok. Elverir ki, bu tercih bizi esir veya sömürge durumuna getirmesin.

 

Batı ile birlikteliğin onurlu bir beraberlik olarak vücut bulması için başka birlikteliklerin de devrede tutulması gerekirdi. Basîretli, dirayetli bir politikanın gereği buydu.

 

Yazının Devamını Oku

Dil ve kültür yarası

24 Eylül 2008
Günümüzün savaşları artık ordu savaşlarından çok kültür savaşları olarak sürüyor. Kültür savaşında kazananlar, girdikleri ülkeleri örtülü bir biçimde sömürgeye dönüştürüyorlar.

Türkiye en büyük yenilgiye, en büyük hüsrana kültür savaşında mâruz kaldı.

 

Yüz yıllar boyu, Allah ile aldatılarak ‘İslam'a saygı’ adı altında Arap kültür emperyalizminin kahrını çektik. Şimdilerde ise bu Arap kültür emperyalizmine ilaveten Hıristiyan Batı kültürünün tasallut ve kahrı altına sokulduk.

 

Müslümanlaşmak adına Araplaşmak, uygarlaşmak adına Hıristiyanlaşmak talihsizliği belki de sadece bizim toplumumuzun kaderi oldu.

 

Bu yabancı tutsaklığı bizi taklit batağına soktu. O bataktaki çürümüşlük yüzünden, bin yılı aşkın bir geçmişin mirasına sahip olmamıza rağmen akıl ve bilim coğrafyası içine bir türlü giremiyoruz.

 

Yazının Devamını Oku

Yargı kararını verdi

22 Eylül 2008
Türkiye’nin başbakanı unvanı taşıyan kişi, RT Erdoğan, Almanların asrın vurgunu diye andıkları Deniz Feneri tartışmaları sırasında, bu dehşet verici olayı haber yapanları sürekli tehdit etti ve ‘temerküz kampında ders verir gibi’ esip gürledi:<br><br>“Acelen ne? Biraz bekle, yargı kararını versin!”

Biz patlayan falan kimseye rastlamadık, herkes kemali edeple bekliyordu. Sayın Erdoğan neden bu kadar öfkelendi acaba?

 

Her neyse, herkes biraz bekledi ve yargı, kararını verdi. On yılı aşkın süreli hapis cezalarının kesinleştiği (temyiz hakkı yok) karar, Deniz Feneri dinci soygunu üzerine yazılıp çizilenlerin tümünü haklı çıkaran bir karar oldu.

 

Şimdi halk, haklı olarak soruyor:

 

“Biz patlamadan bekledik, karar çıktı ve AKP’nin savunduğu kişilerin suçu sabit oldu; yıllarca hapis cezası aldılar.  Peki, bu durumda onları savunanlar çatlayack mı?”

 

Yazının Devamını Oku