Başlığımız kafiyeli olsun diye aynen koruduğumuz şinâr (veya şenâr) ise çok çirkin davranış, ahlaksızlık, erdemsizlik anlamlarında.
Kelimeler, Hz. Peygamber'in sahabîlerinden birisi tarafından, kamu malından bir şeyler aşırmaya kalkanları azarlarken kullanılan bir sözde geçiyor.
Kamunun hakkı olan ve ancak devlet başkanı sıfatıy
“Yerine koyun o iğneleri! Halka ait mallardan bir şeyler aşırmak ar, nâr ve şinârdır.” (bk. İbn Hemmâm; el-Musannef, 5/243)
Büyük bir sahabînin sözündeki estetiği bozmamak için sözcüklerin Arapçalarını aynen korudum.
Tîyn (Türkçe'deki T ile yazılan ve incir anlamına gelen tîn değil); toprak, çamur ve bunlardan yapılan maddeler anlamında bir kelime. Hicrî 150, Miladî 767 yılında vefa eden İmamı Âzam'ın da bağlı olduğu akılcı fıkıh ekolünün babası sayılan ünlü sahabî İbn Mes'ud (ölm. 32/652) bu kelimeyi, muhteşem bir Kur'ansal hikmeti vermek için yine muhteşem bir benzetmede kullanmıştır.
İbn Mes'ud'a göre, Kur'an'ın dini, toprak ve duvar saltanatının yerine insan onurunu ve insan haklarını getirmekle seçkinleşir. Böyle düşündüğü içindir ki, bu büyük fıkıh devi sahabî, dinin duvara teslimini, din adına duvar yükseltme tutkusunu bir çöküş ve çürüyüş olarak görmüş ve sonraki kuşakların dikkatini bu noktadan gelecek yıkımlara çekmiştir.
Irak fıkıh ekolünün temellerini attığı Kûfe'ye ilk geldiğinde, nakışlı-süslü bir cami gördü ve dedi:
Şöyle inanıyorum: Düşünmeyi sürdürmenin yani insan olarak kalmanın ‘hücre yenileyici’ gıdası, okumaktır.
Fransız filozofu Descartes (ölm.1650) “Düşünüyorum, o halde varım!” (Je pense donc je suis) demiş ve bu söylem felsefe tarihinde bir devrim sayılmıştı. Descartes’ın söylediğinin kısa anlamı şuydu:
İnsanım diyorsan düşüneceksin, düşünmüyorsan insanım demeyeceksin!
Ben, Descartes’ın söylediğine alt yapı oluşturan bir söyleme dikkat çekmek istiyorum: Kur’an’ın ilk sözü ve ilk buyruğu olan “Oku!” emri. “Oku!” emri hem düşünmeyi hem de okumayı gerektirir. Yani okumak düşünmekten daha geniştir.
Başlığımız, tasavvuf düşüncesinde, sonsuzluk adamının yalnızlığını ifade için kullanılan ‘Bâ heme vo bî heme’ farsça sözünün Türkçesidir. Yaratıcı ruhun yalnızlığını, birbaşınalığını dile getiren en güzel söz bence budur...
Bu sözde ifade bulan yaşama şekline ‘halvet der encümen’ (kalabalıkta yalnızlık) diyor sûfî düşünce...
Kur’an düşüncesinin ölümsüz ismi Muhammed İkbal (ölm.1938), yaratıcı ruhlara özgü bulduğu bu yaşam şeklini yeğlemekle birlikte kalabalığa katılmak zorunda kalanlara şöyle sesleniyor Câvidname’sinde:
“Ey kervana katılan! Herkesle yürü, fakat yalnız ol!”
Açlık, yoksulluk, ahlakî sefalet, ekonomik dengesizlik ve nihayet terör artarak devam etmektedir.
Avrasya, tek kutupluluğun yarattığı bu ağır olumsuzluk sürecinin frenlenmesinde, insanın yeniden dengelerine kavuşmasında çok hayatî bir güç ve birlik olabilir.
ABD ve AB Türkiye'yi oyalayarak yanlarında tutup Türkiye'den istediklerini alıyorlar, Türkiye'yi istedikleri yere getirip istedikleri kıvamda şekillendiriyorlar.
Türkiye'nin çevresi, Türkiye'yi çökertecek bir harita yaratmak üzere şekillendiriliyor. AB bir tür mavi boncuk gibi kullanılarak Türkiye Kıbrıs'tan çıkarılmak isteniyor. Kuzey Irak'ta, ikinci İsrail olabilecek bir Kürt devleti oluşturuluyor.
Türkiye, laik-Müslüman bir ülke olarak bulunduğu coğrafyada çok anlamlı ve önemli birliktelikler geliştirebilir. Bir büyük diplomatımızın ne güzel söylemiş:
"Batı tercihi, açılan diğer ufuklara bakmaya mani değildir."
Türkiye'nin tercihi, Batı ile birlikteliktir. Buna bir itirazımız yok. Elverir ki, bu tercih bizi esir veya sömürge durumuna getirmesin.
Batı ile birlikteliğin onurlu bir beraberlik olarak vücut bulması için başka birlikteliklerin de devrede tutulması gerekirdi. Basîretli, dirayetli bir politikanın gereği buydu.
Türkiye en büyük yenilgiye, en büyük hüsrana kültür savaşında mâruz kaldı.
Yüz yıllar boyu, Allah ile aldatılarak ‘İslam'a saygı’ adı altında Arap kültür emperyalizminin kahrını çektik. Şimdilerde ise bu Arap kültür emperyalizmine ilaveten Hıristiyan Batı kültürünün tasallut ve kahrı altına sokulduk.
Müslümanlaşmak adına Araplaşmak, uygarlaşmak adına Hıristiyanlaşmak talihsizliği belki de sadece bizim toplumumuzun kaderi oldu.
Bu yabancı tutsaklığı bizi taklit batağına soktu. O bataktaki çürümüşlük yüzünden, bin yılı aşkın bir geçmişin mirasına sahip olmamıza rağmen akıl ve bilim coğrafyası içine bir türlü giremiyoruz.
Biz patlayan falan kimseye rastlamadık, herkes kemali edeple bekliyordu. Sayın Erdoğan neden bu kadar öfkelendi acaba?
Her neyse, herkes biraz bekledi ve yargı, kararını verdi. On yılı aşkın süreli hapis cezalarının kesinleştiği (temyiz hakkı yok) karar, Deniz Feneri dinci soygunu üzerine yazılıp çizilenlerin tümünü haklı çıkaran bir karar oldu.
Şimdi halk, haklı olarak soruyor:
“Biz patlamadan bekledik, karar çıktı ve AKP’nin savunduğu kişilerin suçu sabit oldu; yıllarca hapis cezası aldılar. Peki, bu durumda onları savunanlar çatlayack mı?”