Paylaş
Başlığımız kafiyeli olsun diye aynen koruduğumuz şinâr (veya şenâr) ise çok çirkin davranış, ahlaksızlık, erdemsizlik anlamlarında.
Kelimeler, Hz. Peygamber'in sahabîlerinden birisi tarafından, kamu malından bir şeyler aşırmaya kalkanları azarlarken kullanılan bir sözde geçiyor.
Kamunun hakkı olan ve ancak devlet başkanı sıfatıy
“Yerine koyun o iğneleri! Halka ait mallardan bir şeyler aşırmak ar, nâr ve şinârdır.” (bk. İbn Hemmâm; el-Musannef, 5/243)
Günümüz Türkçesiyle tekrarlayalım:
“Halka ait mal ve haklardan bir şeyler aşırmak, bir şeylere el koymak utanç, cehennem ateşi, ahlaksızlık ve erdemsizliktir.”
Bu aşırılan şey, bir iğne bile olsa, İslam vicdanına göre, durum bu.
Acaba, Mercümek olayı Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan ve benzerlerinde olduğu gibi, milyarları ve trilyonları aşırmak ne oluyor? Düşünmek bile dehşet verici...
Tüm hadisçi-tarihçiler bu ve benzeri tespitleri, eserlerinin ‘gulûl’ başlığını taşıyan bölümlerinde verirler. (Bu konunun ayrıntılı ve kaynakları için bizim, ‘İslam’da Büyük Günahlar’ kitabıma bakınız)
Din, İslam, Resul, cennet-cehennem slogan ve edebiyatıyla ortalığı kasıp kavuranlar, Kur'an dininin, bizzat Allah Elçisi tarafından altı çizilen bu yaklaşımını dikkate alarak kendilerine şunu sormalıdırlar:
“Biz bu dinin neresindeyiz?”
Bu sorunun bizi getireceği gerçek, ana başlık olarak ‘insan gerçeği’, alt başlık olarak da ‘insan hakları gerçeği’dir.
Buraya geldiğiniz zaman, kendisine ‘İslam dünyası’ diyen o koca kitlenin, Kur'an'ın elinden sınıf geçecek bir not alması mümkün değildir. Bırakın Kur'an'ı, bu ‘İslam dünyası’, insana ve onun haklarına saygı bakımından Kur'an'ın çok gerisinde kalmış bulunan çağımızdan da sınıf geçecek not alamaz. Korsan baskılarını da dikkate alırsak, Türkiye’de bir milyonun üstünde satılmış (İngilizce çevirisinin ne kadar sattığını bilmiyoruz), ‘Yeniden Yapılanmak’ kitabımın o destanlaşmış ilk cümlesini bir kez daha hatırlayalım:
“Çağ, Kur'an'ın gerisinde, biz Müslümanlarsa çağın da gerisinde.”
Dini yalan saymanın iki temel alâmetini kamu haklarına tasallut ve ibadetleri şov aracı yapmak olarak tescil eden bir kitabın iman çocuğu olduğunu söyleyenlerin, hiç değilse, dünyanın nefretle izlediği şu Deniz Feneri soygunundan sonra, durumlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor. Ve herkesin sorması gerekiyor:
“Biz bu dinin neresindeyiz?”
Gulûl suçu açısından baktığımızda, ülkemizde: “Biz bu dinin ve insan haklarına saygının neresindeyiz?” sorusunu günde birkaç kez sorması gerekenlerin başında politikacıların geldiği tartışmasız bir gerçektir. Çünkü ‘ar, nâr ve şinâr’ ithamına öncelikle çarpan fiillerin babaları onlardır.
İslam'ı övmekle yetinmeyip onu Allah'a varmanın yolu halinde (mide ve koltuk aracı halinde değil) kucaklayanlar şunun farkındadır:
Türkiye'de ar, nâr ve şinârın çürüttüğü bir siyaset hayatı var.
Bu çürümüş siyaset, Türk insanının yarınlarını karartmakla kalmamakta, muhtaç olduğumuz gerçek siyasetleri üretecek erdemli aydınların faal siyasete geçmelerini önleyerek de ülkeyi ümitsizlik ve karamsarlığa itmektedir.
Ar, nâr ve şinâr ithamı altındakilerin buna karşı insanca ve mertçe bir tavır sergilemeleri bekleniyor. İlk adım, herkesçe bilinmektedir: Dokunulmazlık denen ve halk tarafından ‘gulûl örtme zırhı’ olarak görülen şâibenin kaldırılıp atılması.
İnsana, onu Yaratan’a ve bu ikisinin haklarına saygısı olanlar! Âr, nâr ve şinâra uzaksanız, gulûlden şikâyetçi iseniz ve en önemlisi, kitlelerin önünde söylediklerinizde samimi iseniz, ilk adımı atın!
Şu, ‘dokunulmazlık’ denen dikenli örtüyü üstünüzden atın!
Hadi, buyurun!
Paylaş