“Sanki iki farklı insanla konuştum. Biri, ülkesine büyük katkı sağlayacak vizyon sahibi bir lider, diğeri tarihe despot olarak geçecek bir hayalperest”.
Chavez’in yaşamı bu tespiti doğruluyor. Bir yanda darbeyle iktidarı ele geçirmek isteyen yarbay olarak bir despot, ama iki yıllık hapis sonrasında siyasete atılıp Güney Amerika kıtasına sosyalizmi aşılayan vizyon sahibi bir lider.
Chavez başkan seçilince ilk kararlarından biri, Amerikan karşıtlığının göstergesi olarak, NBA basket maçlarını halkına ücretsiz olarak izletme olanağı sağlıyor.
GÜNEY AMERİKA’DA
İşçi bir aileden gelmenin hakkını veriyor. Toprak reformu, işçi kooperatifleri, petrolü millileştirme, kilit sanayi kurumlarını kamulaştırma Chavez ile birlikte, sadece Venezuela’ya değil, 2000’lerin başından itibaren bütün kıtaya sosyalizmi yayıyor.
Rusya’da sosyalizm çökerken, Güney Amerika ülkeleri arka arkaya sosyalizme geçiyor. Güney Amerika tek sesle inliyor, “Somos sosyalistas”, “Hepimiz sosyalistiz”. Milyonlarca insan serbest seçimlerle sosyalist liderlere umut bağlıyor. Öncüsü Chavez.
Ülkesinde gerçekleştirdiği reformlarla yoksullukla mücadele ederken, uluslararası arenada Amerikan karşıtlığının en önemli temsilcisi oluyor. Fidel Castro’nun mirasını o devralıyor.
SON BAKIŞ GRANMA’YA
Hak ve hukuk ve hukuk ve hak. Elhak AKP döneminde en çok duyduğumuz sözlerden biri “hukukun üstünlüğü”, devamında hukuk üzerine güzellemeler.
Yurtiçindeki hukuk uygulamalarını bir yana bırakıyorum, onun hali pür melali ortada. Avrupa’da ise hukuk denilince akla ilk gelen kurum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM).
Durum şu. AİHM’de açılan davalarda Türkiye’nin mahkûm olduğu dava sayısı 2.400. Türkiye bu davaların 1.241’ini uygulamıyor. Yani, yarısının üstüne yatıyor. Örneğin, tazminata mahkûm olduğu halde ödemiyor. AİHM bir mahkeme, AKP mahkeme kararlarını uygulamıyor.
YAPTIRIMLAR
AİHM kararlarına uymamanın belli yaptırımları, sonuçları var.
1- En basiti, Avrupa Konseyi “Neden uygulamıyorsun” diye soruyor. Soru diplomatik nitelikte olsa bile, insanın canını yine de acıtıyor. Uygula baskısı artıyor.
2- AİHM kararlarını dışlamak devam ederse, Avrupa Konseyi’nde başkanlık sırası geldiğinde Türkiye pas geçiliyor ya da konseyin diğer birimlerinde Türk üyelere başkanlık verilmiyor. Türkiye yavaş yavaş dışlanıyor.
O sırada Cumhuriyet Ankara temsilcisiyim. Haberi yakalıyorum. Haber manşete taşınıyor. O da ne? Özal Başbakan ama, 12 Eylül artığı sıkıyönetim hâlâ devam ediyor. Dönemin Sıkıyönetim Komutanı “Batsın sizin gazeteciliğiniz” lafını etmeye gerek duymadan, “Batsın gazeteciliğiniz” mantığıyla haberi yasaklıyor. Askeri rejim mantığı.
Yine 1984, Bülent Ecevit’le 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın onuncu yıldönümü nedeniyle röportaj yapıyorum. Özal Başbakan ama, 12 Eylül artığı sıkıyönetim hâlâ devam ediyor. Dönemin Sıkıyönetim Komutanı “Batsın sizin gazeteciliğiniz” lafını etmeye gerek duymadan, “Batsın gazeteciliğiniz” mantığıyla, haberi yasaklıyor. Askeri rejim mantığı.
‘HATTA AHLAKSIZLIK’
İmralı tutanaklarının Milliyet’te yayınlanması üzerine, Başbakan Erdoğan küplere biniyor, “Batsın sizin gazeteciliğiniz” diyor. Tipik askeri rejim mantığı.
O yetmiyor, Erdoğan’ın bakanları uygun adım marş, aynı mantıkla haberin yayınlanmasını kınıyor. Sıkıysa, aksini söylesinler.
O da yetmiyor, üstüne sanki vazife, İmralı ve Kandil görüşmelerinde yer alan Ahmet Türk kalkıyor, “Bunları yayınlamak ahlaksızlıktır” diyor. Ve çok ayıp ediyor.
Son yıllarda her önüne gelenden “ahlak dersi” almaya alışmış aziz medyada birkaç ses dışında, herkes pısıyor. Hatta, haberin sahibi Milliyet bile, cesur duruş sergilemekte ikircikli.
“Mustafa Kemal düpedüz ırkçıdır. Cumhuriyet her bakımdan yanlış kurulmuştur”.
Hazretin düşünceleri çok parlak, “Millet-i İslamiye” kavramına vurgu yaparak, Müslüman ülkeleri diğerlerinden daha üstün görüyor. Atatürk’e “ırkçı” diye dil uzatırken, asıl ırkçılığı kendisi yapıyor.
Önce Atatürk’ün o ünlü sözleri:
“Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacak, yerini milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı alacaktır”.
Bu mu ırkçılık, bu mu yanlış Cumhuriyet? Atatürk devam ediyor, tam bugün için söylenmiş gibi:
“Politik ve sosyal bağlarla Türk milletine ait olan tüm vatandaşlarımızı biz kendi insanımız olarak düşünürüz. Aralarında ‘Kürtçülük’, ‘Çerkezlik’, hatta ‘Lazlık’ gibi fikir ve duygular yerleşmiş olsa bile, onlar bize aittir. Bunun dışındaki anlayışlar ancak mutlakıyet yönetimlerinin, uzun süren tarihsel baskıların ürünüdür ve biz en içten çabalarımızla bunları ortadan kaldırmayı görev sayıyoruz”.
Irkçılık, bir grubun diğer gruplara üstün olma iddiasını taşıyan sosyal ayrımcılık, olarak tanımlanıyor. Bu mu ırkçılık, bu mu yanlış Cumhuriyet?
UNESCO’YA GÖRE
“Üzgünüm ama Irak savaşı büyük oranda petrol içindi”.
O dönemin komutanı General John Abizaid Ekim 2007’de verdiği konferansta savaşın içindeki en yüksek rütbeli asker olarak gerçeği perçinliyor:
“Irak savaşı, elbette ki petrol içindi”.
Günümüzde Ankara-İmralı-Kandil trafiğinde en önemli sözlerden biri Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı, Mesut Barzani’nin yeğeni Neçirvan Barzani’ye ait. 21 Aralık 2012 tarihli Time dergisinde kendisine soruluyor:
“Vatana ihanet suçlamasını kabul etmiyorum. Önceki savunmalarımda da belirttiğim gibi, vatanın birliği ve özgür vatan için mücadele ettiğime inanıyorum. Bundan sonra da, Cumhuriyet ekseni etrafında onurlu bir barış ve kardeşlik için çalışacağıma inanıyorum. İnsanlığın geleceğinin savaşta değil, barışta olduğuna inanıyorum. Herkesi selamlıyorum”.
Sanki yemin töreni, daha ne desin. 1999’da yargılandığı mahkemede son savunmasında söylediklerini Öcalan bugün yerine getiriyor. “Barış ve kardeşlik” için bütün gözler onda, planı o çiziyor, “onurlu barış ve özgür vatan” için canını dişine takmış, o çalışıyor.
RAY-BAN VE ZENIT
Aktardığım mahkeme tutanaklarının devamında, duruşma sonrasında Öcalan’a Zenit marka saati, Ray-Ban marka gözlüğü ve kılıfı, deri kemeri ile kravatının iade edildiği, üzerindeki 19.500 doların PKK’ya ait olduğundan zoralımına karar verildiği belirtiliyor.
Son savunmasındaki sözleri Kenya’dan Türkiye’ye getirilirken uçakta söylediklerinin aynısı. On dört yıl sabırla bekliyor, kırk bin insanın ölümünden sorumlu olduktan sonra, “geleceğin barışta olduğunu” görüyor. Kolları barış için sıvıyor.
İBRET BELGESİ
İki partinin Anayasa Uzlaşma Komisyon çalışmalarında anlaşmış göründüğü başlıklar şöyle:
Vatandaşlık: AKP ve BDP Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramında buluşuyor. Vatandaşlık tanımı yapılırken, anayasa taslağından Türklük çıkarılıyor.
Anadilde Eğitim: AKP de, BDP de, resmi dilin Türkçe olmasında sorun görmüyor. Ancak, BDP ek olarak anadilde eğitimi isterken, AKP buna evet ya da hayır demiyor, kapıyı açık bırakıyor.
Laiklik ve Diyanetin Yapısı: AKP anayasanın başlangıcında yer alan laikliğin bir başka maddede tekrarlanmasına karşı çıkıyor. Diyanetin yapılanmasında, CHP’nin “Devlet inanç guruplarına karşı tarafsızdır” önerisine gerek görmüyor. BDP ise, “Laikliğin vurgulanması gereksizdir” diyor, Diyanetin anayasal kurum olmasına karşı çıkıyor.
Oğlu polis. Bir süre önce PKK’nın kaçırdığı insanlardan biri. Birkaç kez yetkililerle görüşüyor, oğlunun kurtarılması için girişimde bulunuyor, nafile.
Tam o günlerde trafik kazası geçiriyor, hastanede tedavi altına alınıyor, ne yazık ki kurtarılamıyor, oğluna kavuşamadan, aramızdan gözleri açık ayrılıyor.
BDP heyetinin üç gün önce İmralı’da Öcalan’la görüşmesi sırasında, Öcalan Kandil’e haber gönderiyor, rehin tutulan kamu görevlilerinin serbest bırakılmasını istiyor.
PKK’nın kaçırdığı kamu görevlileriyle en çok ilgilenenlerden biri CHP Kırklareli Milletvekili Mehmet Kesimoğlu. Birkaç kez, son olarak on beş gün önce basın toplantısı düzenliyor. İktidarın dikkatini yeniden çekiyor.
GÜL’E İKİ MEKTUP
Kesimoğlu Kırklarelili, kaçırılan Astsubay Başçavuş Abdullah Söpçeler ve ailesi, Kesimoğlu’nun hemşerisi, Babaeskili. Kesimoğlu onlarla sık sık görüşüyor.
Söpçeler’in beş yaşında kızı var, aylardır babasını bekliyor, evde büyük dram yaşanıyor.