Bununla birlikte, bazı gazeteler (Hürriyet dahil) haberin içeriğine sadık kalıyor.
Uluslararası değerlendirme kuruluşu Standard and Poors (S&P) Türkiye’nin kredi notunu BB’den BB+’ya yükseltiyor. “Kürt sorununda atılan adımların
yansıması” olarak. Bir kademe yükseltiyor ancak, “Gidin Türkiye’ye yatırım yapın” demiyor. Hâlâ yatırım düzeyinin altında tutuyor.
Açıklamanın devamını okumak, sarhoşluğa kapılanların işine gelmiyor.
UYARILAR VAR
Açıklamanın devamında S&P uyarılarını sıralıyor:
TPAO’nun bulgularına göre, Karadeniz’de üç trilyon metreküp doğalgaz, on milyar varil petrol rezervi var. TPAO bunları çıkarmayı planlıyor. Ancak, o planlar artık hayal. Onları artık başkaları çıkaracak.
Önceki gün TPAO’nun devlet adına petrol ve doğalgaz arama ruhsatları iptal ediliyor, işletme hakkı elinden alınıyor.
Meclis’te ilgili komisyon AKP oylarıyla ulusal petrol şirketi TPAO’nun köküne kibrit suyu ekiyor. AKP petrol ve doğalgaz arama ve üretmede kapıları sonuna kadar yabancı şirketlere açıyor. Komisyondan geçen yasa tasarısı birkaç gün içinde Meclis Genel Kurulu’na iniyor.
DIŞA BAĞIMLI
Türkiye geçen yıl petrol ve doğalgaz ithalatına 55 milyar dolar ödüyor. Kullanılan doğalgazın yüzde 98’i, petrolün yüzde 93’ü ithal ediliyor. Zaten dışa bağımlı. Şimdi dışa bağımlılık iyice pekişiyor.
Bununla kalmıyor. Pek çok ülkede üretilen petrol ve doğalgazda devlet payı yüzde 50’lerden 90’lara kadar çıkarken, bizim devlet bu payı yüzde 31’e indiriyor.
Ayrıca, yüzde 55 olan vergi yüzde 40’a çekiliyor.
Daha bitmedi, yetmez ama evet. Şirketler ülke içinde ürettikleri petrolden devlete belli bir pay veriyor, gerisini ihraç ediyor. Devlete verilmesi gereken pay yüzde 65 iken, şimdi yüzde 55’e iniyor, “Sen bizim toprağımızda çıkardın, sana helal olsun” ödülü.
Ankara’daki Alman Büyükelçiliği bizim Dışişleri’ne yazıyor, Dışişleri RTÜK’e yazıyor, devrede Genelkurmay Başkanlığı da var. Hepsi birden, “Radio Andernach” peşinde koşuyor.
Alman askerleri Kahramanmaraş’a geliyor, Patriot füzelerini gerektiğinde Suriye’ye karşı kullanmak üzere. Füzelerin başında nöbet tutan Alman askerleri bir süre orada kalacak.
Kalırken adamlar hiç mi memleketten haber almayacak, hiç mi kendi müziklerini dinlemeyecek, hiç mi buralardan eşine, dostuna seslenmeyecek.
Bu ihtiyaçları göz önünde tutan Almanlar bizimkilere başvuruyor. “Ya doğrudan bize radyo kurma izni verin ya da sizin Genelkurmay’a izin verin, gerisini biz hallederiz.”
Radyonun adı hazır, “Radio Andernach”.
ABD DE İSTEMİŞTİ
Geçmişte de, burada radyo kurmak isteyenler var, özellikle Amerika.
80’li yıllarda Özal Başbakan iken, bir Amerika gezisinde Başkan Reagan Ağrı’da radyo kurmak istediklerini bildiriyor. Amaç, Ağrı üzerinden Sovyetlere yayın yapmak. Sovyetler daha çökmemiş, o yıllarda bu tür bir yayın önemli.
Buna rağmen mahkeme, demokratik toplumun gereği, çoğulculuk ve hoşgörünün parçası olan açık fikirliliğin koruma altına alındığını belirtir. İletişimin parçası olarak üslup, bir ifade şeklidir ve içeriği ile birlikte koruma altındadır”.
Birgün gazetesinde Erbil Tuşalp iki makale yazıyor. Başbakan Erdoğan o yazılarda kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle tazminat davası açıyor ve kazanıyor.
Yargıtay kararı onaylanıyor. Tuşalp’in avukatı Fikret İlkiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruyor.
Erdoğan’a karşı üslubu kaba, saldırgan, rencide edici bulan AİHM karar veriyor:
“Mahkeme Başbakan Sayın Erdoğan’a karşı kişisel saldırı olmadığı kanaatindedir”.
TAKDİR YETKİSİ
AİHM, Tuşalp’i ve Birgün gazetesini mahkûm eden bizim mahkemelere sesleniyor:
“
“Misak-ı Milli’ye aykırı olarak parçalanmış, bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Türkleri, Kürtleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir Milli Dayanışma ve Barış Konferansı temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya ve bilinçlenmeye çağırıyorum”.
Misak-ı Milli (Ulusal Yemin) Kurtuluş Savaşı sonrasında hedeflenen coğrafyayı kapsıyor. O coğrafyada Musul ve Kerkük, yani Kuzey Irak var. Ancak, Lozan’da Milli Misak gerçekleşmiyor, Kuzey Irak, Türkiye Cumhuriyeti dışında kalıyor.
Öcalan bölge halkına bunu hatırlatıyor ve Milli Misak çağrısında bulunuyor. O söylemiyor ama bunun anlamı başta Türkiye, bölge halkları bu çağrıyı kabul ederse, Türkiye’nin dahil olacağı yeni bir harita hayali.
NASIL HARİTA
Belli ki, harita Türkiye’den başlayacak, hiç olmazsa, Kuzey Irak’ı kapsayacak. Aslında, Suriye de olsa iyi olacak. Bu coğrafyada insanlar nasıl yaşayacak?
“Milli Misak sınırlarında demokratik cumhuriyette.”
Bu geniş coğrafyada, pek çok farklı etnik kökenden gelenler hangi “demokratik cumhuriyette” buluşacak? O söylemiyor ama muhtemelen federatif bir cumhuriyette.
İmralı ile arka arkaya görüşmeler, mektuplar ve devamını PKK’nın Kandil’deki lideri Murat Karayılan Fırat Haber Ajansı’na değerlendiriyor. Savaşı PKK için “avantaj” görüyor, aynı anda iki cümlesinde bir Öcalan’a tam destek çıkıyor:
“Önderliğin çözüm perspektifinin doğru olduğuna karar kılmış bulunuyoruz. Hareketimizin tüm bileşenleri Önder Apo etrafında yek vücut duruşu sergilemektedir Onun görüşüne katılmak oybirliği ile gerçekleşmiştir”.
Apo PKK içinde tek ve tartışılmayan, her söylediğine mutlak itaat edilen konumunu koruyor. PKK Apo’nun her önerisine uyacak ve ona göre davranacak.
ÇERÇEVE
Neden? Çünkü, “Apo Kürt Halkının geleceğini tayin eden çerçeve çiziyor”.
Palas pandıras giyiniyorum, zaman zaman aldığım telefonlardan biri. İstikamet Mamak Sıkıyönetim Komutanlığı. 12 Eylül’ün esip savurduğu günler, Cumhuriyet Ankara temsilcisiyim.
Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Recep Ergun her zaman olduğu gibi, bana bir kâğıt uzatıyor, imzalamak zorundayım, Cumhuriyet’teki şu ya da bu haber nedeniyle gazete iki gün, üç gün, bazen bir hafta kapatılıyor.
Ya da yine telefondaki Albay aradığı zaman, “Şu haber yayınlanmayacak” diye, sansürü önceden bildiriyor.
Ama, ne o Albay, ne o Sıkıyönetim Komutanı askeri yönetim boyunca bir kez bile rahmetli Nadir Nadi’yi arayıp ya da bana söyleyip, “Şu haberi, bu köşe yazısını yazan gazeteciyi işten atın” diyerek tek bir uyarıda bulunmuyor, tek bir, tek.
Askeri darbe döneminde.
HASAN CEMAL
Hasan Cemal ile lafın gelişi değil, gerçekten öyle, kırk yıldır arkadaşız. Yıllarca aynı gazetede birlikteyiz. Cumhuriyet’te o benim genel yayın yönetmenim, Milliyet’te ben onun genel yayın yönetmeni.
Kişisel ya da mesleksel nedenlerle birbirimizi kırdığımız, birlikte sevinçle koştuğumuz günler var. Ama birbirimizin menzilinden çıktığımızı hiç sanmıyorum.
Üç BDP milletvekilinin önceki gün Öcalan ile görüşmesinde hiç beklenmeyen bir öneri ortaya çıkıyor. Öcalan “Meclis’te grubu bulunan dört siyasi parti temsilcisinin yer alacağı bir komisyon kurulması” üzerinde duruyor. O komisyonu Öcalan “PKK’nın geri çekilmesini denetleyecek ve izleyecek” kurul olarak tanımlıyor. Oysa, arkasında çok farklı bir gerekçe var:
Savaş hukuku.
CENEVRE SÖZLEŞMESİ
CNN Türk’ün dün sabah haber toplantısında emekli büyükelçi Yalım Eralp konuyu gündeme taşıyor. Kimsenin üzerinde durmadığı, farkına varmadığı konuya dikkat çekiyor, çok hayati.
Öcalan, Meclis’te komisyon kurulsun, önerisiyle Cenevre Sözleşmesi’ne gönderme yapıyor. Cenevre Sözleşmesi, yani savaş hukukunu belirleyen sözleşme. Buna göre: