Yalçın Doğan

O çukurlara iki bakanlık seyirci

2 Ocak 2008
KOCA koca çukurlar. İnsan eliyle açılıyor, insan eliyle kapanmıyor. Çukur deyince, öyle küçücük fıçıcık değil. Birkaç kilometre çapında, enine boyuna on, on beş kilometrelik çukurlar. Derinlik cabası.

Karadeniz boyunca uçuyorum. İstanbul Kemerburgaz, Kilyos derken Trabzon’a kadar uzanıyorum. Kıyı boyunca çukurlar. Çöplük halinde.

Şimdi öyle. Oysa, bir zamanlar o çukurlardan maden çıkartılıyor. Linyit, vs. O çukurlar bir zamanlar para basıyor. Maden bitince, geriye çukuru kalıyor.

ÇEVREYE UYUMLU

Maden Yasası 1985 tarihli. AKP döneminde 2004 Mayıs’ta değişiklik yapılıyor.

O yasanın 32. maddesi var. Buna göre:

Herhangi bir nedenle, maden çıkartılan yerden artık vazgeçilmiş ise, ruhsat sahibi, maden sahasında en geç altı ay içinde gerekli emniyet önlemlerini almak, işletmeyi çevreye uyumlu hale getirmek ve sahanın son durumunu gösteren bir haritayı devlete vermek zorunda.

Bunun Türkçesi şu. Maden sahibi, maden çıkarttıktan sonra, eğer o sahayı kapatıyorsa, açtığı çukurları temizlemek, sahayı eski haline getirerek, çevreyle uyumlu kılmak zorunda.

Eğer yasanın bu kuralını yerine getirmiyorsa, o önlemleri valilikler alıyor. Önlem parasını da, maden sahibinden tahsil ediyor.

Hatta, yasaya göre, maden sahasının çevreye uyumlu hale getirilmesinde kullanılmak üzere, maden sahibi önceden bir para (teminat) yatırıyor.

Ama, maden sahipleri yasanın bu kuralına genellikle uymuyor. O çukurlar o nedenle.

Maden sahibi o uyumu sağlamadan alanı terk ediyor, geriye rezil çukurlar kalıyor.

İŞLEM NEREDE

Maden sahibi para yatırdığı halde, o parayı neden kullanmıyor?

Çünkü, enflasyon nedeniyle yatırdığı para eriyor. Erimese bile, teminat adı altında yatırdığı para, pek de öyle ahım şahım bir miktar değil. Çukurları eski haline getirmek, yatırdığı parayı çoktan aşıyor. O paradan vazgeçmek, sahayı eski haline getirmekten daha kárlı.

Tamam, maden sahibi kaçıyor. Bu durumda.

1- O maden sahipleri hakkında hangi yasal işlem yapılıyor?

2- Valilikler, yasada kendilerine verilen görevi neden yerine getirmiyor?

3- Enerji Bakanlığı bu çukurları neden seyrediyor?

Bu sorular şimdilik açıkta. O çukurlar gibi.

Karadeniz boyunca kapanmış özellikle linyit ocakları, orman kenarlarında. O çukurlar aynı zamanda ormanlara da zarar veriyor.

GOOGLE EARTH

Şu kadar ağaç diktik, şu kadar yıl sonra üff ne ormanımız olacak, ne ormanımız,
diye övünen Çevre ve Orman Bakanlığı da, halen seyirciler arasında. Elden çıkan ormanları seyrediyor.

Kaldı ki, adı üstünde, Çevre ve Orman Bakanlığı. Ormanlar elden gidiyor, çevre kirleniyor.

Enerji Bakanlığı ile Çevre Bakanlığı eğer hala merak ediyorsa, bir zahmet, google earth’e girsinler ve manzarayı bir de oradan seyretsinler.

Yılbaşı yarışında bir kanal

BÜTÜN TV kanalları yılbaşı gecesi tam bir yarış halinde. Her yıl var ama, TV’ler arasındaki yılbaşı rekabeti galiba ilk kez bu ölçüde hızlı ve tempolu.

Her kanalda izlenecek mutlaka bir sanatçı, bir parodi var. Farklı seviyelerde olsa bile. Bazı kanallar belli bir saatten sonra, yurtdışı kaynaklı müzik programları yayınlıyor. Onlar da, iyi.

Bu eğlence arasında tek bir TV kanalı günlük (ya da gecelik) olağan program akışının dışına pek çıkmıyor. Yeni yıla girerken, Kıbrıs eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş o kanalda Kıbrıs sorununu anlatmayı sürdürüyor. Bilinen üslubu ve tarih tezleriyle.

Ne de olsa, hayat devam ediyor.
Yazının Devamını Oku

Babalar gibi satışlara yağmur gibi davalar

1 Ocak 2008
7.400, evet yedi bin dört yüz dava. 30 milyar dolarlık özelleştirmeye 7.400 dava açılıyor. Bu yirmi yıllık özelleştirmenin hukuk bilançosu. Yirmi yılda 30 milyar dolarlık özelleştirme yapılıyor ve buna karşı 7.400 dava açılıyorsa, özelleştirmelerde hukuk artık guguk oluyor. Başka anlamı yok.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın ünlü sözü herkesin kulağında. "Babalar gibi satarım". Özelleştirmeler eleştirildiği zaman, bakanın bu eleştirilere karşı verdiği yanıt bu.

Babalar gibi satarım, ne demek. İstediğim gibi satarım, kimseyi takmam, bana kimse karışamaz, demek. Karışan bir kurum var. Yargı.

İSMMMO DOSYASI

Ben özelleştirmelere karşı değilim. Ekonomiyi yıllarca sırtında taşıyan KİT’ler hızla kural dışına kayıyor. Onların işlevi değişiyor:

1-Devlet eliyle fert zengin etmek.

2-Verimsiz işletme nedeniyle, enflasyona kaynaklık etmek.

Bunların verimli hale getirilmesi, ekonomiye yük olmaktan kurtarılması gerek. Bunun için özelleştirme kaçınılmaz. Ama, hukuk ve ekonomi kuralları çerçevesi içinde. Bir yandan rekabete dayalı, açık ihaleler, öte yandan orada çalışanların haklarının güvence altına alınması. Özelleştirme sonrasında verimli işletmelere dönüşmesi.

Bu amaçlar kağıt üstünde kalıyor. Pratik çok farklı.

Geçenlerde İstanbul Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) yayınladığı "Özelleştirme Dosyası", babalar gibi satmanın, hukuki sonuçlarını yayınlıyor.

İncelenen dönem yirmi yılı kapsıyor. Ama, son yıllardaki çarpıklık çok daha belirgin.

BU BİR SKANDAL

Açılan 7.400 dava Türkiye’nin aynası. Şu gerekçelerle açılıyor:

Görevi ihmal, görevi kötüye kullanma, kamu kaynaklarına zarar verme, arsa spekülasyonu, rant yaratma, tekel ve kartel oluşturma, haksız rekabet ortamı yaratma, vergi kaybı.

Bu lafların Türkçesi, bu özelleştirmelerde, bir bit yeniği var, demek. Kendi keyfine göre peşkeş çekmek, o kurumu gözüne kestirdiğine vermek, gibi.

Dünyanın her yerinde özelleştirme var. Ancak, hiçbir ülkede, bu kadar çok dava açılmıyor.

7.400 dava demek, hemen her özelleştirmenin mahkemelik olması demek.

Benzer örnekte bir başka ülke var mı? Bu bir skandal.

Açılan 7.400 davanın dört bini sürüyor. Sonuçlananların önemli çoğunluğu, hukuk diliyle, idare aleyhine. Yani, olmadı baştan.

Dosyayı hazırlayan İSMMMO yetkililerine, lehte ve aleyhte sonuçlanan dosya sayısını soruyorum, "onun üzerinde henüz çalıştıklarını" söylüyorlar.

2008 yılında öngörülen büyük özelleştirmeler var.

Halk Bankası, Karadeniz Bakır İşletmeleri, SEKA, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş., Tekel, Türkiye Denizcilik İşletmeleri bunların bazıları.

Hepsi de yağlı kuruluş. Siz şimdi seyredin gümbürtüyü.

Yeni yıla onlar nasıl girdi

12 milyon 930 bin kişi. Nüfusa oranı yüzde 17.81.

Türkiye İstatistik Kurumu çalışmasına göre, Türkiye’de 12 milyon 930 bin kişi yoksulluk sınırı altında. Türkiye’de yaşayan her 5.4 kişiden biri yoksul.

Ne demek yoksulluk? İnsanın temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olması. Açlık sınırının bir üstü. Açlık, gıda harcamasının insana yetmemesi, açlıktan ölmesi. Yoksulluk, gıda ve gıda dışı harcamaların yetmemesi.

Dünyanın 17. büyük ekonomisi diye övünülen, her yıl şu kadar büyüyoruz, diye yere göğe konamayan Türkiye’de her beş kişiden biri yoksulluk sınırında. Bu genel bir rakam.

Kırsal kesimde durum daha vahim. Kentlerde yoksulluk oranı yüzde 9.31 iken, kırsal kesimde yüzde 31.98. Yani, kırsalda her üç kişiden biri yoksul.

Onlar acaba yeni yıla nasıl girdi?
Yazının Devamını Oku

2008 yılbaşı rüyası

30 Aralık 2007
Kişi başına milli gelirimiz tarihi bir sıçramayla bir yılda 15 bin dolar. Bir dolar artık elli kuruş. Polis kimseyi dövmüyor. Mahkeme salonları boş kalıyor. TV’lerde akşam dizileri, gündüzleri kadın programları kalkmış. Sanatçılar el üstünde tutuluyor. İktidar sahipleri hiçbir kuruluş ve gazeteciye ayrım yapmıyor. Olimpiyatlarda Türk sporcular 97 altın madalya alıyor. Uykudan sıçrayarak uyanıyorum. 2008 yılbaşı rüyam. Hayırlara vesile olsun.

Kar bütün kentlerimizde bir metre kalınlığında. Her sokakta bir kardan adam. Her sokakta çocuklar kartopu oynuyor.

Yağmur durmadan yağıyor. Barajlar öyle dolu ki, taşmayı önlemek için, baraj kapakları açılıyor. Yağmurla gelen bereket. Yılda bir veren nar, şimdi yedi veriyor.

Dünyanın önde gelen sanayi ülkeleri balkabaklarının en çok yetiştiği Japon adasında buluşuyor. Global ısınmayı durdurdukları için hepsi mutlu.

Putin tarlada balkabaklarını sayarken, "Buradan nasıl doğalgaz çıkartırım" hesabında. Sarkozy, "Hangi kabak benimle olur" hülyasında. Bush artık kimsenin yüzüne bakamadığı için, son pişmanlıkla kabaklara eğiliyor, "Yaptıklarımdan dolayı sizden başka özür dileyecek kimsem kalmadı" utancında.

Vatikan’da bir rahip, Müslüman bir kıza aşık oluyor. Mekke Camii imamlarından biri Katolik bir kadının peşinden Roma’ya gidiyor. Dinler arası diyalog bu kuartet gözcülüğünde zafere ulaşıyor.

Bu mutluluk tablosu başta El Kaide, köktendinci terör örgütlerinin çözülmesine yol açıyor. Taliban Hindikuş dağlarından vazgeçiyor, eve dönüş başlıyor. Tamil gerillaları, "dinler barışıyor, etnik farklılık varsa, var" açıklamasıyla silahları bırakıyor.

NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ TAYYİP ERDOĞAN’A

Bütün dünya hep birlikte, "The windmills of your mind" şarkısını dinlerken, Hitler’in "Kavgam" kitabı, dünyanın bütün soba ve şöminelerinde odun yerine yakılıyor.

Nobel Barış Ödülü Recep Tayyip Erdoğan’a veriliyor. Kendisini eleştiren hiçbir siyasi muhalifine ve gazeteciye dava açmayacağına söz veriyor.

İstanbul’un trafik sorunu kalmıyor. İstanbul metrosu Pendik’ten Halkalı’ya, Sarıyer’den havaalanına kadar her beş kilometrede bir duruyor. Evimizin önünden biniyor, Hürriyet’in önündeki durakta iniyoruz. Üç tarafı denizle çevrili İstanbul’un her yönüne ve bütün kıyılarına 15 dakikada bir deniz otobüsü seferi konuyor. Her semtte bir vapur iskelesi var artık.

Trafik kazaları tüm Türkiye’de sıfırlanıyor. Trafik kazasında ne ölen var, ne yaralanan.

Yıllar sonra İzmir’den bir futbol takımı süper lige terfi ediyor. Türk Milli Takımı, Avrupa Şampiyonası’nda tüm rakiplerini yenip şampiyonluk kürsüsüne çıkıyor.

MİLLİ GELİRİMİZ 15 BİN DOLAR

Pekin’deki olimpiyatlarda Türk sporcular her dalda kazandıkları altın madalya ile dünyaya parmak ısırtıyor. Masa tenisi, badmintonla yetinmiyor, atletizmde uzun atlama ve yüz metre yarışları dahil toplam 97 altın madalya toplayarak olimpiyat tarihine isimlerini altın harflerle yazdırıyor.

Kişi başına milli gelirimiz tarihi bir sıçramayla bir yılda 15 bin dolara fırlıyor. Ne cari açık, ne bütçe açığı. Bir dolar artık elli kuruş.

Polis kimseyi dövmüyor. Mahkeme salonları boş kalıyor. TV’lerde akşam dizileri, gündüzleri kadın programları kaldırılıyor. Sanatçılar el üstünde tutuluyor. İktidar sahipleri hiçbir kuruluş ve gazeteciye ayrım yapmıyor. Balık çiftlikleri kıyılardan temizleniyor.

Öyle çok ağaç dikiliyor ki, ormanlardan kimse birbirini göremiyor. Tam ben kimi göreceğim, diye telaşlanırken, uykudan sıçrayarak uyanıyorum.

2008 yılbaşı rüyası. Hayırlara vesile olsun.
Yazının Devamını Oku

Ya yemin et ya terk et

29 Aralık 2007
"MÜSLÜMANLARIN yüzde kırkı teröre yatkındır, inancını savunmak için her an teröre başvurabilir." Bu bir anket sonucu. Bu anketi Almanya İçişleri Bakanlığı yaptırıyor. CDU-SPD koalisyonundaki Almanya’da İçişleri Bakanı Başbakan Merkel’in partisinden, yani Hıristiyan Demokrat (CDU).

Anketin başlığı ve amacı masum görünüyor, İslam’la Beraber Yaşamak.

CDU iş başına geldiğinden beri, İslam’la çok haşır neşir. Özellikle Almanya’da yaşayan Müslümanlarla. Zaman zaman onlarla toplanıyor, zaman zaman onlar aleyhine ciddi kararlar alıyor. Aldığı kararları, sözüm ona, elindeki verilere dayandırıyor.

Eldeki veriler, ne hikmetse, sürekli Almanya’da yaşayan yabancılar ve Müslümanlar aleyhine.

NAZİZİM HORTLADI

Son veri, İçişleri Bakanlığı’nın yaptırdığı anket.

Önce, İslam’la Beraber Yaşamak, diye yola çıkıyor, ardından Almanya’da yaşayan Müslümanların yüzde kırkı her an şiddete başvurabilir" sonucuna varıyor. Müslümansın, o halde şiddete taraftarsın, gibi akıl almaz bir suçlama.

Bu sonuç orada kalmıyor. Bu sonuçtan bir karar çıkıyor:

"Almanya’da oturan Müslümanlar yabancılar dairesine giderek, ben şiddete başvurmayacağım, diye yemin edecek ve bunu imzalayacak."

Yetmiş yıl önce Yahudilere uygulanan Nazi davranışı gibi. Yetmiş yıl önce, Yahudilere, bugün Müslümanlara. Nazizmin hortlaması gibi.

Koalisyon ortağı sosyal demokratlar (SPD) buna karşı çıkıyor, İslam’la beraber yaşamak, tezini daha çok işliyor, ama CDU dayatıyor: Ya yemin et ya terk et.

Bu ayrımcılık çok tehlikeli tohumlar ekiyor.

DİNLER ARASI DİYALOG

Dünyada radikal İslam, terörle iç içe kökten dincilik zaten almış başını gidiyor.

Bunları önlemek üzere ve özellikle 11 Eylül New York saldırısı sonrasında, dinlerarası diyalog kavramı çok daha fazla önem kazanıyor. Bunun için, aralarında Almanya’nın da bulunduğu onca Avrupa ülkesi, üst üste toplantılar yapıyor, seminerler düzenliyor. İslam ve Hıristiyan dünyasının önde gelen din adamları dinlerarası diyalog çağrısını sürekli tekrarlıyor. Dünyada değişik kutuplaşmalar yaşanırken, bir de din üzerinden kutuplaşmaların insanlığa vereceği zararın önüne geçmek için çaba harcanıyor.

Sanki bunlar hiç yok. CDU kafasını kuma gömüyor. Ve ne yazık ki, kendi ülkesinde yaşayan önemli bir çoğunluğu karşısına almakta sakınca görmüyor. Bunun dünyada yaratacağı tepkileri görmezden gelerek.

Dinlerin kutuplaşmasını adeta körüklüyor.

Türkiye, ya yemin et ya terk, kararına giden süreci değiştirmek için ne yapıyor? AKP ne de olsa, dinine çok bağlı bir iktidar.

Pakistan İslam Cumhuriyeti

CİNAYETİN arkasında onlarca neden var. Buna rağmen, cinayet nedenlerinden biri öne çıkıyor, Benazir Butto laik bir lider.

Benazir Butto, adında İslam Cumhuriyeti olan bir ülkeye laik bir çehre kazandırmak amacıyla yola çıkıyor. Darbeyle sekiz yıl önce iktidarı ele geçiren Pervez Müşerref’e karşı ciddi bir rakip. Ama, daha önemlisi, Pakistan’da sosyal hayatı ve ekonomiyi iyiden iyiye yönlendiren kökten dinci terörist Taliban ve El Kaide örgütlerine karşı mücadelede kararlı olduğunu bildiriyor.

Sudan’dan Malezya’ya kadar laik olmayan, yönetimleri dine dayanan ülkelerin tamamı huzursuz. Çünkü, o yönetimler kökten dinci terör örgütlerinin gelişmesine, istemeden bile olsa, ortam hazırlıyor. Çoğunda yönetim karşıtı gösteriler sokaklara taşıyor. Ama, yönetim dincilerin, en azından laik olmayanların elinde. Onun için, kan ve baruttan geçilmiyor o ülkelerde.

Benazir Butto’nun öldürülmesi Pakistan ve insanlık için çok büyük bir kayıp. Butto’nun verdiği acı, laikliğin önemini bir kez daha hatırlattığı için, ayrıca öğretici.
Yazının Devamını Oku

Sevinç Hanım’dan vefaya teşekkür

28 Aralık 2007
"İNÖNÜ Ailesi bize her zaman öncü olmuştur. Ailenin yanı sıra, Erdal Bey özel bir insandı, kendisine her zaman saygı duyduk ve onu sevdik." Bu sözler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ait. Geçtiğimiz pazartesi günü Çankaya Köşkü’nde Erdal Bey’in eşi Sevinç İnönü’ye söylüyor.

"Erdal Bey ile DYP-SHP koalisyonunda birlikte çalıştık. Ne zaman bir sorunumuz olsa, hemen Erdal Bey’e giderdik, çünkü o hemen çözerdi."

Bu sözler Meclis Başkanı Köksal Toptan’a ait. Geçtiğimiz pazartesi günü TBMM Başkanlık makamında Erdal Bey’in eşi Sevinç İnönü’ye söylüyor.

"Erdal Bey çok sevdiğimiz, farklı ve büyük bir insandı, aramızdan ayrılması hepimiz için büyük bir kayıp oldu, kaybından çok üzüntü duyduk."

Bu sözler Başbakan Tayyip Erdoğan’a ait. Geçtiğimiz salı günü Başbakanlıkta Erdal Bey’in eşi Sevinç İnönü’ye söylüyor.

DOĞRUDAN DİREKTİF

Sevinç
Hanım, Abdullah Gül, Köksal Toptan ve Tayyip Erdoğan’ı ayrı ayrı ziyaret ediyor, teşekkür ziyaretleri.

Erdal Bey’in hastalığı sırasında ve aramızdan ayrılmasından sonra Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan düzeyinde İnönü Ailesi’ne ve Sevinç Hanım’a gösterilen ilgi, tam bir vefa. Vefa ile birlikte, insanlık örneği.

Siyasal görüş farkları ayrı. AKP yönetimi ile İnönü Ailesi’nin siyasal görüşleri arasında dağlar kadar fark var. Hiçbir yerde kesişmeyen görüşler.

Ancak, devletin tepesi Erdal Bey hastalandığında "siyasal görüş farkımız var, yok" diye, zerre kadar tereddüt etmeden, çok yakın ilgi gösteriyor.

Abdullah Gül Dışişleri Bakanı iken ve sonra Cumhurbaşkanı olarak, doğrudan direktif veriyor. Hastalık sırasında ve sonrasında, Washington Büyükelçiliği her türlü ihtiyacın karşılanması için, devreye giriyor. Aynı ilgi Başbakan’da da var. Amerika’da hastaneye Erdal Bey’in sağlık durumunu merak eden telefonlar, yine devletin tepesinden.

Gösterilen ilgi nedeniyle, Sevinç Hanım teşekkürü borç biliyor ve tek tek ziyarete gidiyor.

BAYKAL OUT

Sevinç Hanım
ayrıca Süleyman Demirel ile Murat Karayalçın’ı elbette ziyaret ediyor.

Demirel hastalık sırası ve sonrasında en çok ilgi gösteren devlet adamlarından biri. Erdal Bey’e ilişkin anıları 1960’lara kadar uzanıyor.

Karayalçın ise, yıllardır Erdal Bey ile birlikte.

Bunca ziyaret arasında bir eksik var. Sevinç Hanım, Deniz Baykal’ı ziyaret etmiyor, ziyareti aklından bile geçirmiyor. Nedeni var.

Erdal Bey
siyaset sahnesinde iken, Baykal’dan çektiğini kimseden çekmiyor. Onun siyasetten nefret etmesinde Baykal başrolü oynuyor. İkincisi, Erdal Bey’in vefatı ardından, Baykal Pembe Köşk’e başsağlığına geliyor. İlgi bu kadar. Herhalde, adet yerini bulsun türünde.

İnönü Ailesi ile Baykal aynı siyasal görüşte. AKP’liler öte yanda. Ama, burada ölçü bu değil.

Sevinç Hanım da, bu ölçüden hareketle, Baykal’ı ziyaret etmiyor. Zaten, ona teşekkür edecek hiçbir şey yok.

Bu nasıl lobi ise

AMERİKAN Temsilciler Meclisi’nden bir heyet Ankara’da. ABD Büyükelçisi Ross Wilson heyetin onuruna bir yemek veriyor.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile bazı AKP milletvekillerinin bulunduğu yemekte PKK, Kuzey Irak’a harekat, Ermeni sorunu gibi konular ele alınıyor. Bugünkü ortamda herkesin ne söyleyebileceği belli. Beklenmedik söz Amerikalı kadın kongre üyesinden:

"Ben Orta Amerika’da kırsal kesimden geliyorum. Her ay ve ayda en az bir kere, Ermeniler bana geliyor ve kendi görüşlerini anlatıyor. Bugüne kadar bana gelen tek Türk olmadı."

Biz Amerika’daki lobi faaliyeti için milyon dolarlar döküyoruz. Çok iyi yere döküyoruz ki, bu konuda karar verecek kongre üyesine bile ulaşılmamış.
Yazının Devamını Oku

Sindi ve Bervari gitti Barzani kaldı

27 Aralık 2007
SİNDİ Aşireti halsiz düşüyor. Bervari Aşireti gücünü hızla kaybediyor.<br><br>Çünkü, Habur Gümrük Kapısı’nda Barzani güçleniyor. Güçlenmesine yardım ediliyor, güçlenmesi için çalışılıyor. Habur’dan geçinmesine göz yumuluyor. Barzani Habur’da güçlendikçe, Sindi ve Bervari aşiretleri günlük geçimlerini sağlamakta zorlanıyor. Oysa, bu iki aşiret Türkiye Cumhuriyeti’ne bütün kalpleriyle bağlı. Ama, Türkiye Cumhuriyeti Barzani’yi destekliyor.

Bu tarihsel yanlış, 90’lı yılların hüzünlü gerçeği. Barzani bağlantılı günümüze uzanan yanlışlıkların başlangıcı.

Barzani ve Talabani, Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğini arkasına alarak, bölgedeki aşiretleri birer birer çaptan düşürüyor. Oysa, o tarihte onlar da bir aşiret. Diğer aşiretler güçten düştükçe, Barzani ile Talabani partileşme yolunda adım atıyor. Türkiye’nin gözü önünde ve himayesinde, ikisi de partileşiyor ve Kuzey Irak nihayet onların kontrolüne geçiyor.

Bugüne böyle geliniyor.

YARASA OPERASYONU

Bu biliniyor. Bilinmeyen, bu gelişmeyi o günlerde görenler var. Gördükleri için, üstlerini uyaranlar var.

Örneğin, Şemdin Sakık’ın nasıl yakalandığını anlatan kitap. Adı Yarasa Operasyonu. Şemdin Sakık operasyonuna verilen kod adı Yarasa. Kitabı yazan Sakık’ı yakalayan özel timin komutanı, şimdi emekli albay Mithat Işık.

Mithat Işık
o bölgede görev yaparken, yaşadıklarını anlatıyor. Barzani ile Talabani’ye verilen desteğin ilerde başımıza iş açabileceğini komutanlarına iletiyor. Başkalarının da uyardığı gibi. O hatadan ne yazık ki, dönülmüyor.

Birebir olayların içinde yaşayan insanlar, Mithat Işık ve benzerleri, görüyor, duyuyor, gözlemde bulunuyor. Ama, dinletemiyor.

Demek, bölgede görev yapan yetkilileri, sivil-asker, görevi ne olursa olsun, mutlaka iyi dinlemek gerek.

Sonuç ortada. Bugün kendi ellerimizle beslediğimiz, nur topu gibi bir Barzani var kucağımızda. Bizi sürekli hançerleyen.

BABASINA BİZ BAKTIK

Kendisini büyüttüğümüz gibi, babası Molla Mustafa Barzani’ye de biz bakıyoruz.

Prof. Nihat Nirun İkinci Dünya Savaşı sırasında İçişleri Bakanlığı’nda şifre memuru. Şu anda hayatta değil. Ölmeden önce, bu konularda araştırma yapan Dr. Suat Akgül’e o yıllardan kalan kritik bir şifreyi anlatıyor:

"Molla Mustafa Barzani İran ve Irak kuvvetleri tarafından kovalanması sırasında ağır şekilde yaralanır. Yakalanmak veya ölmek üzeredir. Bu esnada yaralı Barzani’nin Hakkari’ye geçişini sağlayarak, onu mutlak ölümden kurtarırız. Bir süre tedavi ederiz. Sonra da, adamlarıyla birlikte, gitmek istediği Sovyetler Birliği’ne güvenli şekilde göndeririz."

Kaldı ki, Molla Mustafa Barzani’nin babası, yani bugünkü Barzani’nin dedesi Abdüsselam Barzani Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı’nın yıkılma döneminde, devlete isyan edenler arasında.

Bunlar bugün için tarih. Tarihe kızmak yok. Bugün Barzani’ye de kızmak yok. Çünkü, Barzani bugün orada atıp tutuyorsa, o bizim marangoz hatamız.

ŞİMDİ ZAMANI

Bugün sıcağı sıcağına düşünmenin tam zamanı.

Sınır ötesi harekat, şu kadar PKK’lı, bu kadar kamp yerle bir. Güzel. Sonra? Bu teröristle mücadele. Terörle mücadele nerede?

Oysa, şu anda en iyi zaman. Şu anda zaman Türkiye için işliyor. Dağdakileri indirmek, dağa çıkışları önlemek için geniş çaplı önlemlerin tam sırası.

Muhalefetin ve birilerinin milliyetçi kışkırtmalarına aldırmadan, cesur adım atmak zamanı.

Eve dönüş yasasını daha da genişletmek dahil, hepsinin zamanı.

Sonra dönüp, tarihe yeniden kızmak alışkanlığımızı kırmak için, şimdi yerleşmiş paradigmaları kırma zamanı.
Yazının Devamını Oku

Enerji piyasası ooooo vaaaaay

26 Aralık 2007
OĞLUNA bile Türk adı veriyor. Oysa, kendisi has bir Amerikalı. Türklere öyle yakın ki, örneğin F-16 projesinin Türkiye’de gerçekleşmesi için epey mesai harcıyor. Bu arada, mesleğini unutmuyor. Bir CIA ajanı olarak, Türkiye’de antiterör ekibinin kurulmasına öncülük ediyor. Fikir ona ait. Pratikte katkısı büyük.

Bu kadar Türk dostu olmanın, Türkiye’ye böylesine sevgi beslemenin bir karşılığı olmalı.

Bir enerji ihalesi var. İhaleye girecek şirketlerden birini işaret ediyor, bir Amerikan firmasını. Ancak, ihale öyle bir hale geliyor ki, sonunda müfettişler, teftişler derken, EPDK (Enerji Piyasasını Düzenleme Kurulu) ihaleyi iptal ediyor.

İPTAL DOĞRU

Akaryakıt kaçakçılığı üzerinden, beş milyar dolarlık vergi kaybını ortadan kaldıracak bir ihale.

İhalenin iptali son derece dürüst ve namuslu. O hale gelmiş bir ihaleyi iptal etmek, en doğru iş. EPDK da bunu yapıyor.

İptal, büyük büyük sokaklarda müthiş tepki yaratıyor. Hatta, "bu ihalenin iptali bizimle şu, şu, şu ülkelerin arasını açar" diye, sözüm ona diplomatik, ama pervasız açıklama yapan büyüklerimiz bile var.

İlginç olan, her ne kadar o Amerikalı bir Amerikan şirketini işaret etse bile, yine de akaryakıt kaçakçılığına dikkat çekiyor. Yani, doğru bir yere parmak basıyor.

Aslında enerji piyasasına dikkat çekiyor.

Günümüzde bu piyasaya dikkat ve çok dikkat gerekiyor. Hiç umulmadık yerden, hiç umulmadık işlerin altından bazı enerji kuruluşları çıkıyor. Siz deyin siyaset, ben diyeyim, terör.

AKBABALAR

İhale iptal ediliyor, ama ortada dolaşan çeşitli ülkelere ait enerji firmaları akbabalar gibi.

Onun bu firmayla, ötekinin şu firmayla, kimin kiminle ilişkisi ve hangi alanda ve ne karşılığı, çapraz bulmacalar bile içinden çıkamaz.

Orta Doğu, Kuzey Irak ve Irak, Amerika, elbette İsrail ve hatta Fransa ve mutlaka İngiltere. Orta Doğuda kimin iştahı kabarıyorsa.

Bu vahşi ormanda bir gerçek daha var. Türkiye seyirci değil. Ama, CİA ajanları, ama kendi girişimi ile.

ELEKTRİK ZAMMI

Bu kadar sisli ve puslu bir piyasanın bugün aklıma gelmesinin pratik bir nedeni var. Elektrik zammı.

Sisli ve puslu piyasanın şalını kaldırınca, ortaya Cingöz Recai öykülerine taş çıkartan senaryolar çıkıyor. Zam bir yana, asıl sorun enerji sektöründe ve yatırımlarında.

2008 yılında bazı sektörlerde kamu yatırımlar düşüyor. Üstelik en önemli sektörlerde. 2008 bütçesine göre:

Kamu yatırımları tarımda yüzde 20.87, enerjide yüzde 19.29, eğitimde yüzde 13.86, sağlıkta yüzde 10.51, ulaştırmada yüzde 9.96 oranında düşüyor.

Geriye ne kalıyor? Biraz imalat, biraz turizm.

Gelecek yıl, kamu yatırımları toplam olarak, milli gelirin sadece yüzde 1.6’sı. Bu tarihin en düşük oranı. Böyle bir yatırım oranı, ancak kriz yıllarında var.

Özellikle enerji yatırımları. 2002’den bu yana, adım adım geriliyor. Toplam kamu yatırımları içinde payı sürekli azalıyor.

Enerji yatırımları azalan bir ülkede ne büyümesi, hangi kalkınma? Çok basit. Yapay büyüme, sahte refah.

Eğitimi, sağlığı, tarımı, ulaştırması küçülen bir ülkede hangi pembe ufuklar? Çok basit. Kara bulutlar.

Ancak ve döne dolaşa enerji piyasası. Azalan yatırımlar, artan talepler, dil yutturan manevralar. Piyasa büyük, CIA, MOSSAD, v.s. onun için fink atıyor.
Yazının Devamını Oku

Biri bize şu yüzde 17’yi anlatsın

25 Aralık 2007
ARADAKİ farkı kim ödüyor? Sen, ben, hepimiz. Durup dururken, oturduğumuz yerde ve bizim hiç kusurumuz yokken, milyar dolarlar ödüyoruz. Sırf beceriksizlik, kötü yönetim ve dünyayı algılama noksanlığından. Bir tartışma var. Merkez Bankası İstanbul’a taşınsın mı, taşınmasın mı?

Yapay ve incir çekirdeğini doldurmayan bir tartışma. Asıl sorunları arka plana itiyor. Oysa, Merkez Bankası faiz politikası bırakın tartışmayı, manşetlerden inmeyecek türde. Herkes biliyor, ama üzerine giden fazla kişi yok.

DPT eski müsteşarlarından Ali Tigrel bu konuda bir rapor yazıyor. Önemli tespitler içeren bir rapor.

184 MİLYAR DOLAR

Türkiye’nin 68 milyar dolarlık döviz birikimi var. Bu yüzde 4-5 faizle Amerikan ve Avrupa ülkelerinin hazine bonolarına bağlanıyor.

Buna karşılık:

Dışardan borçlandığımız zaman, ödediğimiz faiz yüzde 17.

Siz böyle bir faiz politikası, böyle bir Merkez Bankası biliyor musunuz? Sen faiz alırken yüzde 4-5, ama faiz öderken yüzde 17.

Aradaki kazığı hep birlikte ödüyoruz. Dolaylı vergilerle. Telefonla, benzinle.

Dış borç sürekli artıyor, artan her borca yüzde 17 faiz biniyor. Bizim hiçbir kusurumuz yokken, cebimizden faiz için çıkan para 184 milyar dolar. Milli gelirin üçte biri.

184 milyar dolar AKP iktidarında, 2002-2007 arasında ödeniyor. Dünyada en yüksek ve en çok faiz ödeyen ülke Türkiye.

Hangi Merkez Bankası, hangi borç yönetimi, hangi iktidar? Hangisi olacak, AKP’nin Türkiye’ye faturası.

KARGA VE BÜLBÜL

Bayramın ikinci günü Süleyman Demirel telefonda:

"Bunlar kargayı bülbül yaptılar. Yüzde 47 oy aldılar, ama yüzde 47 böyle bir ekonomi yönetimini halletmiyor."

Demirel devam ediyor:

"Böyle giderse, önümüzdeki yıllarda Türkiye karanlıkta kalacak. Hani nerede enerji yatırımları? Türkiye en az enerji üreten, ama onu kendi halkına en pahalı satan ülkelerin başında geliyor".

Yapay tartışmalar içinde kaybolan Türkiye, gerçeklerden kaçıyor.

Olli Rehn’in KKTC’ye ayıbı

GEÇEN pazartesi, Brüksel.

KKTC Başbakanı Ferdi Sabit Soyer AB’nin genişlemeden sorumlu komseri Olli Rehn’in konuğu.

Önceden varılan anlaşma gereği, Olli Rehn, Soyer’e Brüksel’de randevu veriyor. KKTC Başbakanı da, kalkıyor Brüksel’e gidiyor.

Görüşmeye bir saat kala, Olli Rehn’in ofisinden KKTC Başbakanı Soyer’in kaldığı otele telefon geliyor:

"Kosova’da önemli gelişmeler var, onun için sizden özür diliyoruz, şu anda görüşmemiz mümkün değil."

Randevusu son anda iptal edilen bir Başbakan. Sanki, Kosova’da yer yerinden oynuyor ve Olli Rehn sanki elindeki tılsımlı güçle, Kosova sorununu hemen o anda çözüyor.

Nezaket ve diplomatik kurala sığmayan bu davranış için, KKTC’nin yorumu: "Olli Rehn’e Rumlar baskı yaptı, o da o baskıyı kabul etti."

Kim, ne yaptıysa yapıyor, ama en büyük ayıbı Olli Rehn yapıyor.

Olli Rehn randevusunu son anda iptal ederken, Almanya eski Başbakanı Schröder yeni yılda KKTC’yi ziyarete hazırlanıyor.
Yazının Devamını Oku