Yalçın Doğan

Savaş suçuyla yargılanan ilk Afrika lideri

20 Ocak 2008
Hollanda’nın başkenti Lahey’de 7 Ocak günü, mahkemede yargıç Ugandalı Julia Sebutinde, bordo renkli ipek kravatlı, ipek kaşmir ceketli Taylor’a soruyor: "Bu suçlamalara karşı ne söyleyeceksiniz?" Timsah suratlı katil, elleri önünde, başı eğik: "Masumum. Bu suçların hiçbirini işlemedim." Bütün diktatörler gibi, aynı yanıt, aynı üslup, benzer pişkinlik...

Kısa kol mu olsun, yoksa uzun kol mu? Bu sıradan soru, Liberyalı bir erkek için dehşet verici. Ürpertici. Hayatın yarısı gibi./images/100/0x0/55eb1760f018fbb8f8aa76c5

Soru, Birleşik Devrimci Cephe (RUF) adını taşıyan terör örgütüne ait. Liberya’da masum insanları öldüren, önüne gelene işkence yapan teröristler, şan olsun diye, bir kılıç darbesiyle erkeklerin kollarını kesiyor. Kısa olursa, bilekten hemen sonra, uzun olursa kollar dirsekten kesiliyor. Sanki kıyamet.

Terör örgütünün arkasında müthiş bir destek var. 1989’da yönetime karşı ayaklanma başlatan, 1997’de "seçimle" başkanlık koltuğuna oturan Charles Taylor.

Charles Taylor bugün bir başka koltukta oturuyor. Lahey’de Sierra Leone Özel Mahkemesi’nde sanık sandalyesinde. İlk kez bir Afrikalı devlet başkanının yargılandığı savaş suçları davasında.

Geçen hafta başlayan mahkemeye giden yol, Taylor’un başkanlık yaptığı Liberya ve komşu ülke Sierra Leone savaşıyla başlıyor.

Taylor’un 2003’e kadar süren başkanlık döneminde, kendi ülkesinde, normal bir insanın aklına gelemeyecek cinayet yöntemleri, Sierra Leone’deki kan ve barutla birleşiyor. Altı yıllık başkanlık dönemindeki bilanço yüz bin, evet tam yüz bin ölü.

Kendi şahsi bilançosu ise, 450 milyon dolar gibi, bir siyasetçi için hatırı sayılır bir servet.

Liberya gibi, kuş uçmaz kervan geçmez denilen, insanlığın kıyısındaki bir ülkede başkanlığını iki payandaya oturtuyor. İçeride teröristlerle el ele vererek, kendi yurttaşlarını hizaya getirmek, dışarıda da Sierra Leone’deki elmas tarlalarını ele geçirmek.

BEYNİ YIKANAN ÇOCUKLAR

RUF, Liberya’da 8-9 yaşındaki erkek çocuklarını topluyor. Onları önce eroine alıştırıyor, sonra silaha ve gaddarlığa. O kadar ki, çocuklar birkaç yıl aradan sonra, bir tesadüf, kolları kesilmek üzere bekletilen babalarını görünce, tanımıyorlar bile. Gerçekten tanımıyorlar.

Kız çocukları ise, birer seks makinesi. Kitlesel cinayetler, soygunlar, ırza geçmeler, ev ve işyeri yağmaları. Hırsızlık ve sokak kavgaları basit kalıyor. Her iki ülkede, altı yıl boyunca. Cehennem bu olsa gerek.

Sierra Leone elmas zengini bir ülke. Taylor oraya savaş açıyor. Elmas tarlalarına konuyor. Elmasların nasıl çıkartıldığı, o tarlalarda çalışmanın ne olduğu ise, cehennemin öteki yüzü. Elmas ararken, nehirden çıkartılan sulu toprağı elekten geçirirken, en küçük bir harekette beyinlere sıkılan kurşunlar. Karın tokluğu bile değil, kırbaç ve dipçikle çalıştırılan elmas köleleri.

İki ülke, dünyada en geri kalmış ıssızlıkta. En yoksul, açlık sınırının en altında, her türlü bulaşıcı ve öldürücü hastalıkla iç içe.

Taylor, RUF ve yardakçıları için ise, hayat cennetten farksız. Bir elleri yağda, öteki balda. Alışveriş çok kárlı. Elmaslar Taylor’a gidiyor, karşılığında bir miktar para, ama asıl modern silahlar, toplar ve tüfekler RUF’a veriliyor. Bu insanlık trajedisini bile bile, oraya silah satan ülkeler var.

Kanlı elmaslara gelince, onlar New York Beşinci Cadde’de dünyanın en pahalı ve gözde kuyumcularının vitrinlerinde. Gerdanlıklar, yüzükler, küpeler...

AYNI ÜSLUP, AYNI PİŞKİNLİK

2003’ten itibaren Liberya’da bu kez başkaları aynı elmaslara konmak istiyor. Terör örgütünde isyan çıkıyor, daha fazla pay alma meselesi. Bu haydutların isyanı, asıl haydut Taylor’un hayatını tehdit edince, onun hayatı çok değerli ya, herif Nijerya’ya kaçıyor.

Dünya olaya bu noktada el koyuyor. Neden o kadar sabır? Tatlı silah satışlarından mı, elmasların göz kamaştırmasından mı, bilinmez. Taylor Nijerya’da tenis oynarken yakayı ele veriyor.

Ve doğru savaş suçluları mahkemesine.

Altı aylık ertelemeden sonra nihayet Hollanda’nın başkenti Lahey’de başlıyor dava. 7 Ocak günü, mahkemede hakkındaki iddianamenin okunmasından sonra, Ugandalı yargıç Julia Sebutinde, bordo renkli ipek kravatlı, ipek kaşmir ceketli Taylor’a dönüyor: "Size yöneltilen bu suçlamalara karşı ne söylüyorsunuz?"

Timsah suratlı katil, elleri önünde, başı eğik: "Masumum. Bu suçların hiçbirini işlemedim."

Bütün diktatörler gibi, aynı yanıt, aynı üslup, benzer pişkinlik.

144 görgü tanığı sırada. Çalınmış hayatlarını, on binlerin ölümünü anlatmak üzere...
Yazının Devamını Oku

Kızıl elma kan ağlıyor

19 Ocak 2008
BÜYÜK koalisyon. CHP-MHP koalisyonu. Seçimden önce anlı-şanlı devrimcilerin, usta solcuların önerdikleri ittifak bu. "CHP’ye ya da MHP’ye oy verin" öğütleri. Bu öğüt sosyal demokratlar arasında öyle tutuyor ki, bir de bakıyorum, kırk yıllık solcu bildiğim biri, "benim oyum MHP’ye" teranesinde.

Gerçi, bazı politikalarına bakıldığında, doğruluk payı yok değil, ha MHP, ha CHP. Ama, o bugün için, geçici bir talihsiz kesişme. Yoksa, ne ilgisi var.

Bu palavranın yedi-sekiz yıllık tarihi var. En devrimci, en solcu kesim en militan milliyetçilerle iş tutuyor. Marksist solun bir bölümü, ırkçılığın simgesi kızıl elmada buluşuyor. Ortak dergileri bile var.

FATİH’İN YORUMU

Fatih
İstanbul’u fethettiği sırada, Ayasofya karşısında Bizans İmparatoru Justinianus’un heykeli dikili. İmparator elinde bir elma tutuyor, kızıl elma. O elma Batı’yı gösteriyor. Fatih öyle yorumluyor. Bizim Türkçüler "o kızıl elma, Orta Asya’yı gösteriyor" diye tutturuyor. Yanılgı orada başlıyor.

Günümüzde o elma nereyi gösteriyor?

Hazar Denizi’ni mi, Hindikuş Dağları’nı mı, Gobi Çölü’nü mü, sosyalist enternasyonali mi derken, ortaya çıkıyor ki, kızıl elma AKP’yi gösteriyor. En sıkışık zamanda, AKP Anayasal çoğunluğu MHP’ye borçlu.

BAHÇELİ ARKA BAHÇE

Devlet Bahçeli’
nin unutulmaz üç vukuatı var.

1- MHP 2002’de erken seçimde AKP’nin iktidar yoluna ipek halı döşüyor.

2- 22 Temmuz seçimlerinden sonra, Meclis açılmadan, MHP açılıyor. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı turuna başlaması için, gerekli "367’yi ben sağlarım" diyor.

3- Şimdi, türban tartışmasında en büyük kolaylık yine MHP’den.

Bu MHP, yoksa örtülü AKP mi? Bahçeli, AKP’nin arka bahçesi mi? Kritik kararlarda, AKP yalnız kaldığı anda, kırmızı alarma ilk koşan Bahçeli.

CHP-MHP ittifakı için, MHP’ye oy verenler, aslında AKP’ye oy verdiklerini görüyor. Son sızlanma için vakit çok geç.

Tarihsel yanılgıda kızıl elma nereyi gösterdiğini, kendisi de şaşırıyor.

Türban dayatmasında Fransa

ÖZEL yaşamı ya da siyasal çıkışları. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy her sefer ortalığı birbirine katıyor.

Geçenlerde Papa’yı ziyareti sonrasında, müthiş bir laf eriyor: "Hıristiyanlık, Fransa birliğinin bir parçasıdır".

Bu sözü üzerine, Fransa’da günlerdir kıyamet kopuyor. Sarkozy yerden yere vuruluyor. O Cumhuriyetçi değil, suçlamalarıyla. Haklı bir suçlama.

Laik ve demokratik cumhuriyetin beşiği bir ülkede, birliği din mi sağlayacak? Din, bir ülkede alt kimlik mi? Belki de, üst kimlik mi? O zaman laiklik nerede?

İnsanların dini inancı siyasetin aracına dönüşürse, neler olabileceği Fransa’da her tartışmada söyleniyor:

-Savaşlar din nedeniyle çıkıyor.

-Bir din ön plana çıkarsa, diğerleri için, bu dışlanma anlamına geliyor.

-Dini bu ölçüde kullanma, şiddet doğuruyor.

-Din ülke birliğinin parçası ise, o zaman, o dinin simgelerini serbest bırakmak gerekiyor. Orada artık laiklikten söz etmek mümkün değil.

Bizim siyasetçilerimizde ne başka örneklerden, ne de tarihten ders çıkarmak gibi bir adet yok. Gözleri kararınca, onlar belledikleri gibi, bodoslama gidiyor.

Fransa’daki tartışmalara kulak veren çıksa, bazıları belki bir şey öğrenebilir.
Yazının Devamını Oku

Zincirin ilk halkası türban

18 Ocak 2008
"DİNİ simgedir". Nokta.<br><br>Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bütün kararlarında İslamic headscarf, religious symbol deyimi geçiyor. İslami türban, dini sembol anlamında. AİHM, İslam ve türban sözcüklerini birlikte kullanarak, din ile türban arasında vazgeçilmez bir bağlantı kuruyor.

Türbanla ilgili AİHM’in iki temel kararı var. Biri Türkiye’den Leyla Şahin, diğeri İsviçre’den Müslüman öğretmen Dahlap davası. Şahin türbanla üniversiteye gidemiyor, Dahlap okulda türbanla ders veremiyor, ikisi de bundan yakınıyor. AİHM ikisi için de aynı kararı veriyor: "Türban dini simgedir, türbanın yasaklanması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göredoğrudur."İTİRAF VARNeden doğru?

Yasak alanı sadece türbanla sınırlı değil. Musevilerin kipası, Hıristiyanların haçı da, dini sembol niteliğinde. Kamu düzenini bozacak biçimde taşımaya yasak getirmek, kipa ve haç için de geçerli. Leyla Şahin savunmasında itiraf ediyor: "Türbanı dini inancım gereği takıyorum."TÜRBAN VE DEMOKRASİAİHM kararında devam ediyor:

"Türban yasağı, laiklik ve eşitlik ilkesine dayanmaktadır. Laiklik demokratik sistemin temelidir. Türkiye’de demokratik sistemin korunabilmesi laikliğin korunmasıyla mümkündür."AİHM türbanla laiklik arasında bağ kurarak, türbanı laikliğe karşı tehdit olarak görüyor. Laiklik üzerinden demokrasiye tehdit.Karar daha da çarpıcı hale geliyor:

"Başkalarının (türban takmayanları kastediyor) hak ve özgürlükleri ile kamu düzenini korumak için, türbanı sınırlamak doğrudur. İslami inancın yaygın olduğu Türkiye’de dini semboller siyasal önem taşımaktadır."ZİNCİR KIRMAKBurada siyaset ile türban arasında zincir kuruyor. Türban-siyaset-laiklik-demokrasi zinciri.

Yazının Devamını Oku

Eroğlu: Balık çiftlikleri taşınacak

17 Ocak 2008
EN büyük balık çiftlik sahiplerinden biri, Bodrum AKP ilçe başkanı olmak istiyor mu? Bu yönde bir girişimi var mı? Balık çiftliği sahibi olmakla siyasete fiilen katılmak arasında ne gibi ilişki var? Çok büyük ilişki var. İlçe yönetimi, parti kankalığı üzerinden balık çiftliklerine dokunulmazlık zırhı.

Oysa, o vatandaşın siyasete verebileceği ne var? Hiçbir şey. Ama, siyasetten alacağı çok şey var. Balık çiftlikleri.

Bodrum Güllük’te balıkların kitle halinde ölümü, kaçınılmaz gerçekleri sergiliyor. Balık çiftlikleri, balık ölümleri sonunda turizmi vurmaya başlıyor. Yakında başka şeyleri de vuracağı belli.

GÜLLÜK SORULARI

Balık çiftlikleri deyip, geçmek yanlış.

Bunların her yerde adamları var. Sözüm ona, bilimsel verilerle, balık çiftliklerini savunan profesör ve doçentler mi ararsınız, ağzı bozuk mafya bozuntuları mı, yoksa Ankara bağlantıları mı?

Yasalar vız geliyor. Kimin eli, kimin cebinde bunu herkes biliyor. Balık çiftliklerine kimse onun için dokunamıyor.

Oysa, atılan her adım Güllük’e dokunuyor. Şimdi Güllük soruları:

- Evsel atıklar Güllük’te nereye atılıyor? Yoksa, Güllük dalyanına mı?

- Bu suçtan dolayı Güllük Belediyesi ceza alıyor mu? Yoksa, almış mı?

- Dışardan gelen gemiler balast denilen atıklarını körfeze mi bırakıyor? Yoksa, körfez bir de o balastla mı kirleniyor?

BAKAN SÖZ VERDİ

Çiftlikler, balıklar, ölümler ayyuka çıkıyor. Ve dün sabah Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu bakanlıkta toplantı yapıyor. Kendisine telefonla ulaşıyorum. Bakan Eroğlu önemli bir açıklama yapıyor:

"Biz bu sorunu çözmeye kararlıyız. Bu sabahki toplantıda önce hukuk açısından baktık, evet yayınlanan tebliğ geçerli. Biz bunu uygulayacağız."

Ne demek uygulamak? Bakan Eroğlu:

"Şimdi, belli bir takvim hazırlanıyor, yaz gelmeden balık çiftliklerini bulundukları yerden taşımaya kararlıyız, yaz gelmeden bitecek bu iş".

Bakan Eroğlu’na balık ölümlerini soruyorum, nedeni araştırıldı mı? Eroğlu:

"Ölümler oksijen yetersizliğinden. Bu yetersizliğin sebebi, balık çiftliklerinde balıklara verilen yemler".

Sonra ekliyor:

"Balık ölümlerine zaman zaman sıcaklıktaki ani düşüşler de yol açabiliyor. Geçen yıl Bafa Gölü’nde yaşadık, ama Bodrum’daki balık ölümleri oksijen yetersizliğinden".

Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun bu açıklamalarını senet kabul ediyorum. Söz veriyor, sözünde duracağına inanmak istiyorum.

Abdullah Gül ne söylüyor

ABDULLAH Gül
geçmişte iki cumhurbaşkanına benziyor. Demirel ve Özal gibi aktif. Özellikle dış politikada. Tamam, güzel.

Ancak, önemli görüşmelerden sonra, yaptığı açıklamalar sade suya tirit. Çok şey söylüyormuş gibi, aslında hiçbir şey söylemiyor. O sözler açıklama filan değil, bir araba genel laf.

Çok konuşup, hiçbir şey söylememek, bir sanat. Ama, millet o sanata tok. Zaten onun için, Gül konuşmaya başladı mı, TV’lerde herkes başka kanallara geçiyor. Gazetelerde, eğer yayınlanırsa, kimse okumuyor.

Kendisi farkında mı acaba? Ya da yanındakiler?
Yazının Devamını Oku

İhale varken ’olay yeri’ geride kalır

16 Ocak 2008
POLİSİYE dizinin adı "Olay Yeri". Alman TV kanalında yayınlanan dizi, genellikle Türkleri hedef alıyor. Filmin adı, "Kızgınlık". Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde gösterilen film, genellikle Türklere karşı sahnelerle dolu.

Avrupa’da şiddet denildiğinde, bunu işleyen dizi, film ve benzeri gösterilerin vazgeçilmez aktörleri hep Türkler.

AB’de Türk karşıtlığı gözle görülür biçimde yükseliyor. Günlük yaşamda ve sosyal ilişkilerde. Seçim dahil, bir siyasal etkinlik varsa, o zaman Türklere mutlaka bir sataşma var. Hangi ülkede olursa olsun.

Depreşen ırkçılıkta tek istisna İspanya. Diğerleri aynı yolun yolcusu. Geçenlerde Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı Prof. Dr. Faruk Şen bu durumu özetleyen güzel bir yazı yayınlıyor.

AÇIL SUSAM AÇIL

Avrupa bizi dışlamak üzere, artık polis karakolları, işkence, miras hukukunun şu maddesi, vakıfların bu kuralı diye sıkıştırmaktan bıkıyor. Hıncını polisiye diziler, filmler ve afişlerle alıyor.

Ya da Brüksel’de uzayıp giden tren yolları gibi, bitmek bilmeyen görüşmeler. Şu chapter (bölüm) açılıyor, o chapter bir türlü kapanmıyor. Açıl susam açıl, ne açılan var, kapan susam kapan, ne de kapanan.

AB ile tam üyelik görüşmelerinde, iki yılda bir arpa boyu ilerleme. Çözüme kavuşan tek bölüm, bilim. O da, zaten teoriden ibaret.

YOLSUZLUK KAYNAĞI

Bütün bunlara rağmen, AB’nin peşini hala bırakmadığı, Türkiye’nin gözüne soktuğu bir konu var:

Kamu ihaleleri.

AB’nin iddiasına göre, Türkiye’de:

-Kamu ihaleleri şeffaf değil.

-Kamu ihalelerinde rekabet eksik.

-Kamu ihalelerinde siyasal iktidar etkin.

Bu durumda yolsuzluk kapıları sonuna kadar açık. Türkçesi, elin oğlu AKP’ye şunu söylüyor:

"Kamu ihalelerini, sen istediğine, istediğin gibi veriyorsun, burada yolsuzluklar olabilir, o da bize ters düşer".

Kamu ihale yasasının AB ölçülerine göre, yeniden düzenlenmesi gerek.

Türkiye tam üyelik diye ağzını açtığında, önüne konulan her reçetede artık, "kamu ihalelerini adam gibi yapın" uyarısı var.

AKP YAN ÇİZİYOR

Uyarı bir yana, bastırıyor.

AKP ne yapıyor? Şaşırmayacaksınız, yan çiziyor, kamu ihale düzenini değiştirmeyi askıya alıyor.

Neden? Çok basit. Büyük ve önemli ihaleleri istediği kişi ve kurumlara vermek için.

O zaman, AB’li olunmuyor. Adamlar senin çevreni, tarımını, sanayiini zaten biliyor, şimdi ihale düzenine şöyle bir bakıyor, "yok olmaz" diyor.

Tayyip Erdoğan hevesle Avrupa’ya koşuyor, Merkel ve Sarkozy ile buluşmak için. Adamlar, "yok olmaz, bu sefer buluşmayalım" diyerek, görüşmeyi bahara atıyor.

Çünkü, genel lafların, nutukların ötesinde, Türkiye aylardır ev ödevini yapmıyor.

"Olay Yeri" solda sıfır kalıyor. İhaleler polisiye dizilere taş çıkartıyor.
Yazının Devamını Oku

Özbudun: Türban yasağı kalkıyor

15 Ocak 2008
PROFESÖR Dr. Ergun Özbudun şu sıralarda dünya basınının gözdesi. Dünyanın en saygın gazeteleri onunla röportaj yapıyor ya da yazı istiyor. New York Times, Le Monde, Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) örneklerden bir kaçı. Özbudun yeni anayasa taslağını hazırlayan ekibin başı. Röportajlar o nedenle.

10 Ocak 2008 tarihli FAZ’da Prof. Özbudun’un kaleme aldığı bir yazı var. Özbudun İngilizce yazıyor, yazı Almanca’ya çevriliyor. Dün Ergun Hoca’ya soruyorum, kendi kaleme aldığı başlık "Yeni Anayasa üzerindeki tartışmalar ve laiklik sorunu." FAZ’daki başlık ise, "Almanya’dan örnek alınarak hazırlanmış bir anayasa."

LİBERAL DEMOKRAT

Bu başlıktan hareketle, "Alman Anayasasını mı örnek aldınız" soruma, Özbudun:

"Hayır, çeşitli ülke anayasalarını ve bu arada Alman Anayasasını da inceledik."

Telefonda söylediği, FAZ’daki yazısında da var:

"Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan temel hak ve özgürlükler ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlar dikkate alınmış, ortaya liberal-demokrat bir taslak çıkmıştır."

BAZI SATIR BAŞLARI

Prof. Özbudun yazısında bazı temel açıklamalarda bulunuyor.

-82 Anayasası’nda bireye karşı devlet güçlü. Özbudun, bunu haklı olarak, otoriter anlayışa bağlıyor. Yeni taslak, devlet karşısında bireyi güçlü kılıyor.

-82 Anayasası’nda devlet güçlü, Cumhurbaşkanı güçlü. Özbudun, bunu şöyle açıklıyor:

"Cumhurbaşkanlığına yine asker kökenli ya da ordunun onay vereceği kişilerin seçilmesi düşünülüyordu. O nedenle Cumhurbaşkanı yetkileri çok geniş tutulmuştur. Yeni taslakta parlamenter demokrasi gereği, Cumhurbaşkanı yetkileri azaltılmaktadır. Yargıda ve YÖK’teki atamaları kalkmaktadır."

-Yüksek Askeri Şura kararları yargıya açılıyor.

-Yüksek Askeri İdare Mahkemesi kaldırılıyor.

-Anayasa Mahkemesine iki asker kökenli yargıç seçilmesine son veriliyor.

-YÖK sadece planlama ve eşgüdümden sorumlu tutuluyor, üniversitelere özerklik geliyor.

GÜÇLENEN LAİKLİK

Özbudun yazısında, "laisizmin güçlendirildiğini" belirterek, iki örnek veriyor:

-Din dersi zorunlu olmaktan çıkartılarak, seçmeli ders haline geliyor.

Ve, kendisinin de belirtiği gibi, en tartışmalı konu:

-Üniversitelerde türban yasağı kalkıyor. Anketlere göre, halkın yüzde 76’sı tüban yasağının üniversitelerde kalkmasını istiyor.

Toplumda dine dayalı devlet (şeriat) isteğinin yüzde 8-9 olduğunu, 90’lı yıllara göre, bunu isteyenlerin gerilediğini savunan Özbudun, türbanla ilgili olarak, "halkın yüzde 76’sı türban yasağının kalkmasını istiyor" diye yazıyor.

Türkiye’deki radikal laiklik anlayışını savunanların daha çok Fransız ekolüne yakın, Jakoben görüşte olduklarını, buna karşılık, muhafazakar çoğunluğun din-devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak gördüğünü belirtiyor. Yazısının sonunda:

"Bu iki karşıt gurup arasındaki çelişkiyi çözebilirse, AKP Türk demokrasinine büyük hizmet vermiş olacaktır".

Bilim heyeti tarafından hazılanan taslak, AKP tarafından gözden geçiriliyor, önümüzdeki günlerde açıklanması bekleniyor.

Özbudun dün telefonda bana, "taslakta ne gibi değişiklikler yapıldı, ben de bilmiyorum" diye ekliyor.
Yazının Devamını Oku

Köylülerle İngilizler çimento fabrikasına karşı

13 Ocak 2008
Fethiye’ye bağlı Üzümlü ile İncirköy yakınındaki orman arazisine kondurulan taşocağı köylünün huzurunu bozuyor. Ormanın tadını kaçırıyor. Geçen yıl köylüler işin peşini bırakmıyor. O bölgede yaşayan İngilizler ise işi İngiltere Büyükelçiliği’ne mektup yazmaya kadar götürüyor...

Dinamitle uyanıyor köy halkı. Adeta deprem gibi... Yer yerinden oynuyor. Taşocağı kurmak için atılan dinamit sadece uykuya değil, Üzümlü Köyü’ne, İncirköy’e, ormana, İngilizlere ve Türkiye’ye.

Bir araba dolusu köylü Muğla valisinin kapısına dayanıyor. Geçen perşembe günü vuku buluyor bu olay.

Fethiye’ye bağlı Üzümlü ile İncirköy yakınındaki orman arazisine kondurulan taşocağı köylünün huzurunu bozuyor. Ormanın tadını kaçırıyor.

İngilizlerin dudağı uçukluyor. Hele de, ufukta görünen çimento fabrikası, sadece köy halkının değil, bunun çok ötesinde, Türkiye’nin başını fena halde ağrıtmaya aday.

Olayın başlangıcı ise geçen yıl. Günün birinde Üzümlü’ye birileri geliyor. Orman arazisinden önce beş dönüm kapatıyor. Kıyıda köşede bir taşocağı açmak için. "Size iş, size aş" diyerek. Üstelik ocaktan çıkacak taşlar, Ölü Deniz yolunu açacak, çok turist gelecek, köylü çok para kazanacak. Yok ya, ciddi mi?

Köylünün aklı yatmıyor. Kısa sürede haklı çıkıyor. Beş dönümle başlayan orman işgali kısa sürede 260 dönümü aşıyor. Sıra, doğa harikaları arasında yer alan bölgeye çimento fabrikası dikmeye geliyor.

YÜKSEK MEVKİLERİN İZNİYLE

O yörede İngilizler de var. Hayatlarının geri kalan bölümünü, huzur içinde orada yaşamaya adamış İngilizler. Köylülerle İngilizler el ele veriyor. Ve başlıyor 32 kısım tekmili birden, muhteşem bir Türkiye filmi.

Taşocağı açan, çimento fabrikası dikmeye çalışanları köylüler ve İngilizler ortaklaşa, Muğla’dan başlıyor, kademe kademe Çevre Bakanlığı’na kadar şikayet ediyor.

İngilizler bir mektup yazıyor bakanlığa. Çimentonun çevreye verdiği zararları tek tek anlatıyorlar. Kirlilikle birlikte, ormanın adım adım nasıl öldüğünü anlatan satırlar...

Bakanlık bunu bilmez mi? Tamam, verilen izin derhal iptal ediliyor. Yaşasın! Köylülere, İngilizlere ve ormana kaybettikleri huzur geri geliyor.

Yooo, o kadar kolay değil. Film burada başlıyor. Sonraki gelişmeleri İngilizlerin geçen ay Ankara’daki İngiltere Büyükelçiliği’ne yazdığı mektuptan okumak gerek:

"Tam bu işi başardık, derken, aaa taşocağı işliyor. Üstelik çimento fabrikası kurmak için adamlar her türlü hazırlığı tamamlıyor. Buradaki yetkililer, böyle şey olmaz diyor ama öğrendik ki, fabrikayı kuracak olanların Ankara’da yüksek mevkilerde bulunan bazı kişilerle iyi ilişkileri var. İptal edilen izni, yeniden oradan koparmışlar."

BRÜKSEL’DE SORARIZ

Tam çevre cinayeti. Üç gün önce, perşembe günü Muğla Valiliği’nin kapısına dayanan köylülere, Valilik "Haklısınız" diyor. Diyor ama, şimdilik değişen bir şey yok.

Köylüler işin peşini bırakmıyor, İngilizler ise, işi başka bir çerçeveye oturtuyor. Büyükelçiliğe gönderdikleri mektubun son satırları son perdeden önceki sahneyi anlatıyor:

"Sadece çevreyle sınırlı gibi görünüyor, ama olayın farklı bir boyutu var. Olay, aynı zamanda Türkiye’deki yolsuzlukların bir örneği. Türkiye’nin önünde yolsuzluklarla ve rüşvetle mücadelede daha uzun bir yol var."

Son perde İngiltere Büyükelçiliği’nin, Üzümlü’de oturan İngilizlere yazdığı 10 Aralık 2007 tarihli yanıtı:

"Çevre konusu nasıl olsa, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği görüşmelerinde ele alınacak. Bize aktardığınız örnek bu açıdan çok yararlı oldu. Brüksel’de bunun hesabını sorarız".

Selam olsun o köylülere, o İngilizlere.
Yazının Devamını Oku

İktidarda balık çiftlikleri var

12 Ocak 2008
ZİRAAT Adası ile ana kara arasındaki boğaz. Bodrum, Güllük Körfezi karşısındaki boğazı geçince, huzurunuzda balık çiftlikleri. Balık yemlerinde azot var. Azot deniz içindeki bitkileri besliyor. Artan bitki denizdeki oksijeni tüketiyor. Oksijen bitince balıklar ölüyor. Huzurunuzda binlerce balık ölümleri.

Ve huzurunuzda yasalar çiğneniyor. Balık çiftlik sahipleri yasaya kulak asmıyor, ama asıl devlet kendi getirdiği yasaya sahip çıkmıyor.

Son bir haftada Güllük’te dört yüz bin balık ölüyor. Balık çiftliklerinde üretilen balıklar.

13 MAYIS 2007

Balık çiftlikleri denizleri kirletiyor. Balık çiftlikleri turizme büyük zarar veriyor. Balık çiftlikleri kıyıları öldürüyor. Balık çiftlikleri kıyılara köpek balığı çekiyor. Balık çiftlikleri koylarda deniz dibini çamurlaştırıyor.

Onun için, balık çiftliklerinin açık denizlere taşınması gerek. Dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi. Ama, açık denizlere taşımak pahalı. Kıyılarda balık çiftlikleri, adamların babalarının çiftlikleri.

Bunları Türkiye’de bilmeyen yok. Kıyılardan kaldırılması gerektiğini bilmeyen yok. AKP bunu bildiğini göstermek üzere, 2006’da bir yasa çıkartıyor.

"En geç 13 Mayıs 2007’de bu balık çiftlikleri kıyılardan taşınacak".

Çok muktedir, attığı her adımı çok iyi bilen ve de muhteşem kararlı bir iktidar var ya, onun getirdiği yasada, 13 Mayıs balık çiftlikleri için son tarih.

BUGÜN 12 OCAK 2008

13 Mayıs üzerine atılan nutukların haddi hesabı yok.

13 Mayıs, 13 Haziran, 13 Temmuz,v.s., bugün 13 değil ama, 12 Ocak. O çiftlikler hala yerinde. O balıklar 13 değil ama, 8-9 Ocak’ta ölmeye başlıyor.

13 Mayıs’ta kalkacak denilen balık çiftlikleri, 13 Mayıs’tan sonra daha da artıyor.

Bu tam siyasal skandal. Başbakan Erdoğan’a sormak gerek:

-Yasa neden uygulanmıyor?

-Balık çiftlik sahipleri bu pervasız tutumda, gücünü nereden alıyor?

-Balık çiftlik sahipleriyle kimlerin, ne gibi ilişkisi var?

O balık çiftlikleri, ölü balıklar hepimizi zehirliyor.

Başbakan Erdoğan önceki gün bir soru üzerine, "kusura bakmayın, ben bildiğiniz Başbakan değilim" diyor. Türkiye’nin hızla artan borçları ile ilgili olarak ise, "borç yiğidin kamçısıdır, o yiğit işte burada" diyerek, kendini gösteriyor. İkisi de, nefis. Bilmediğimiz Başbakan, aslında her konuda yiğit.

Şimdi, bilmediğimiz ve yiğit Başbakana düşen, bu sorulara yanıt vermek.

Aksi halde, ortada ne yiğitlik kalacak, ne de bilinmezlik efsanesi.

Silahçılar dört köşe

BU milletvekili, şu belediye başkanı, öteki müsteşar yardımcısı, beriki genel müdür, diğeri işadamı, hepsi silahlı. Türkiye’de her sekiz kişiden biri silah taşıyor.

Ruhsatı olsa bile, bazı yerlere silahla girmek yasak. Cezası var. Silah taşımanın sınırı var.

Üç gün önce, gece yarısı AKP-MHP-DTP silah ittifakı kuruyor ve silah taşıma genişletiliyor. O alanlarda silah taşıma cezası indiriliyor. Hatta, af çıkartılıyor. Silah affı. Silah taşımaktan ceza giymiş milletvekilleri kendilerine ve artık kimlere ise, af çıkartıyor. Pes.

Dünyada tüm ülkeler silaha sırt çevirirken, Türkiye’de bırakın dağları ve köyleri, kentlerin içinde silahlar kol gezerken, maçlardan düğünlere kadar aşka gelip silah çekenler adam öldürürken, silah taşıma genişletiliyor.

Bu nasıl bir ilişkiler ağı? Bu nasıl bir mantık?

MHP’nin silah merakı geçmişe dayanıyor. DTP’nin silah merakı dağlara dayanıyor. AKP’deki silah merakı, herhalde iktidar olma efeliğine dayanıyor. Bu üç merak birleşiyor, hepimizin yaşamını her an tehlikeye sokacak bir kararda buluşuyor.

Silahçılar zevkten dört köşe, ellerini ovuşturuyor. Taşıma genişlediğine göre, silah satışları da genişler artık.
Yazının Devamını Oku