Yalçın Doğan

Kürt sorununa yap-işlet-devret

11 Ocak 2008
ÇOK teknik. Ekonomik kavramlarla dolu bir tasarı. Oysa, arkasında siyasal bir amaç, Güneydoğu’ya yatırım hedefi var. Terörle mücadelede belli bir eşik aşılmış gibi. Fiziki ve psikolojik üstünlük var. Tamam, dağa çıkmayı önlemek, dağdan inişi kolaylaştırmak için şimdi ne yapılacak?

Bu soru akla önce hukuki önlemleri getiriyor. Bunun dışında ekonomik girişim var. Yap-işlet-devret (YİD) modeli üzerinden yeni bir makyaj.

TAKSİTLE ÖZEL SEKTÖR

AKP’nin hazırladığı tasarı YİD modelini genişletiyor.

YİD ile yapılacak yatırımlara trafiği yoğun karayolları, sınır kapıları, limanlar ve gar kompleksi dahil ediliyor. Ancak, önemli bir değişiklik var.

Yap, yine özel sektöre ait. Yani, yatırımı özel sektör yapacak. Ama, bu para özel sektöre taksitlerle devlet tarafından ödenecek.

Neden? Devletin teknik birimlerinden ve bir hükümet üyesinden aldığım bilgi şu:

Güneydoğu’ya yatırım çekmek.

Terör nedeniyle, özel sektör Güneydoğu’da yatırıma isteksiz. Oysa, öncelikle dağa çıkışı önlemek gerek. Bunu önlemenin temel araçlarından biri, işsizliğin giderilmesi, ekonomik hayatın canlanması. Onun için, yatırım.

HAMZAÇEBİ’NİN İTİRAZI

CHP Trabzon milletvekili Akif Hamzaçebi teknik açıdan itiraz ediyor. Karşıoy yazısında:

"Devletin yapmak zorunda olduğu bir kısım yatırımların özel sektöre yaptırılması, bedelinin bütçeden taksitle ödenmesi, bir tür borçlanmadır. Bu uygulama kamu borçlarının, olduğunun altında görünmesine yol açacaktır. Bunun anlamı kamu yatırım harcamalarının bütçe dışına çıkartılmasıdır."

Hamzaçebi
teknik olarak haklı. Yeni YİD modeli harcama disiplinine ve bütçe saydamlığına uzak. Buna karşılık hükümet, "özel sektörü Güneydoğu’ya çekmek için başka çare yok" diyor.

Yeni YİD ile, yatırımı özel sektör yapıyor gibi görünüyor, oysa aslında devlet yapıyor. Çünkü, parayı taksitlerle ödeyen devlet.

Neden böyle dolambaçlı bir yol? Neden doğrudan devlet yapmıyor?

Çünkü devletin parası yok. Çünkü, Güneydoğu’da bekleyecek zamanı yok. Ayrıca karayolu, gar, liman derken, özel sektörü başka alanlarda özendirmek istiyor.

Güneydoğu için bugüne kadar 17 ya da 18 ekonomik paket açılıyor. Yeni YİD modeli bu arayışın sonuncusu. Umarım, bu kez başarılı olur.

Süper salı kader günü

AMERİKAN başkan adaylığı yarışında önseçimlerde, Demokrat adaylardan Hillary Clinton ile siyahi aday Barack Obama arasındaki çekişme çok ilgi çekiyor. Çünkü, büyük olasılıkla, yeni başkan bu kez Demokratlardan.

Ön seçimlerde Iowa’da Obama, New Hampshire’da Clinton önde. İkisi de, belirleyici değil. Belirleyici olan süper salı. Eyaletlerin birbirini etkilemesini önlemek için, 20-22 eyalette seçim aynı günde, bir salı günü yapılıyor. Buna süper salı deniyor. Bu yıl 5 Şubat’ta. New York, Illinois, California, Teksas, Miami gibi büyük eyaletler dahil buna.

Başkan adayını süper salıdan çıkacak sonuç belirleyecek.
Yazının Devamını Oku

’In the name of Allah’

10 Ocak 2008
İRAN’la yapılan doğalgaz anlaşması da, İran’la yapılan diğer anlaşmalar gibi, başlıkta yer alan bu sözle başlıyor. Allah’ın adıyla, Allah’ın izniyle. Altında Türk ve İran bakanlarının imzaları. İran böyle yazıyor, ancak yazdığı gibi davranmıyor. Hatta inancına ters, anlaşma koşullarını yerine getirmiyor. Son bir kaç yıldır, bize sattığı doğalgazı kesiyor, sonra vanaları yeniden açıyor.

Geçen hafta Türkiye yine doğalgaz kabusu yaşıyor. Kabus Türkiye’ye çok pahalıya patlıyor. Serbest piyasadan bin metreküpü 300 doları aşan fiyatla doğalgaz satın almak zorunda kalıyor.

EN PAHALI ANLAŞMA

Doğalgaz anlaşması 12 Ağustos 1996, Refahyol döneminde. Anlaşmayı Refah Partili Enerji Bakanı Recai Kutan imzalıyor.

İran-RP arasında su sızmıyor ya, anlaşma bir çırpıda imzalanıyor. O günkü dinci basın manşetleri zafer türküleri havasında.

Oysa, o sırada dünyada en pahalı enerji anlaşması. Türkiye bu anlaşmayla büyük kazık yiyor.

Kazık fiyatla sınırlı değil. Yılda on milyar metreküp verecek. Verdiği kendi doğalgazı değil. Belki bir miktarı kendisinin, ama asıl Türkmen gazı. Kendisi sıkıntıya düştüğünde, bize kesiyor.

CEZASI NEREDE

Allah’ın adına
rağmen, İran anlaşmaya uymayınca, Türkiye bir buçuk yıl önce uluslararası tahkime gidiyor, yani hakeme. İran’ı hakeme şikayet ediyor. Paris’te ICC’ye, Cenevre’de Birleşmiş Milletler’e.

Tam mahkemelik demek doğru değil, onun bir öncesi. Şu anda, durum bu. Aradan bir buçuk yıl geçiyor, hakemden henüz ses yok.

İkinci kazık burada. Anlaşma koşullarını yerine getirmediği, söz verdiği doğalgazı vermediğinde, bunun cezai yaptırımı askıda.

İşte, yine vermiyor, karşılığında İran bize tazminat ödüyor mu? Bizim elimizde İran’ı zorlayacak ne var? Hiç. Kaderine razı, büyük paralar ödeyerek, serbest piyasadan doğalgaz alma telaşından başka ne var?

Bu acı dersten sonra, bugün benzer anlaşmalar imzalandığında, Allah’ın adına emanetten başka ne var? Yaşadığımız sıkıntı var.

29 PROJE

AKP kendisinden önceki iktidarlardan 29 santral projesi devralıyor. Masada, her şeyi hazır, ihaleye çıkılacak ve yapılacak.

Ancak, bugüne kadar 29 proje tıss, ses vermiyor.

İki yıl önce, güzel bir fikirle rüzgar tarlaları haritası çıkartılıyor. Türkiye’de en çok nerede rüzgar var, orada rüzgar santralları kurmak. Çok iyi. Dışa bağımlılığı azaltacak. Üstelik çok ucuz. Hani nerede o rüzgar santralları?

Uzun süre Tuz Gölü altına doğalgaz deposu yapılmasından söz ediliyor. Çok iyi. Üstelik, bu iş için Dünya Bankası’ndan 360 milyon dolar kredi var. Hani, depo nerede?

Orta ve uzun dönemde enerji sıkıntısından başımız çok ağrıyacak.

ROJ TV’de PKK talimatı

DİYARBAKIR alçaklığından sonra, PKK sözüm ona özür diliyor, "Biz talimat vermedik" diyor.

Yalan ve iğrençliğin son örneği.

PKK özür açıklamasını ROJ TV’de yapıyor. Oysa, iki hafta önce aynı ROJ TV’de aynı PKK:

"Herkes kendi bulunduğu yerde, kendi imkanlarını kullansın, elinden ne geliyorsa, onu yapsın".

Diyarbakır’daki katiller de, bu emri yerine getiriyor. Ne özrü!
Yazının Devamını Oku

Meclis mi o da ne

9 Ocak 2008
"Burada kanunları hükümet çıkartır, kanunları AKP Parti Grubu çıkartır." 27 Aralık 2005 Salı. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantısı. Bir yasa tasarısı görüşülüyor. AKP iktidarı ile muhalefet arasında görüş farkı var. Fark, hafif sinirli havaya dönüşüyor. Karşılıklı söz atmalar.

Derken kürsüye AKP Giresun milletvekili Nurettin Canikli çıkıyor ve parlamenter demokrasi kuralını altüst eden bir cümle söylüyor:

"Burada kanunları hükümet çıkartır, kanunları AKP Parti Grubu çıkartır."

Bu sözler muhalefeti ayaklandırıyor, hatta oturumu yöneten başkan Canikli’yi uyarıyor. Ama, Canikli devam ediyor:

"Kanunların çıkartılmasında muhalefetin hiç bir şekilde etkisi olamaz, aksini söylemek, Meclis’in işleyişini bilmemek anlamına gelir."

Ya müthiş bir cehalet ya da "benim çoğunluğum var, istediğimi yaparım" gibi çok tehlikeli bir mantık.

HAZİN OLAN

Meclis’te yasaları sadece iktidarın çıkartacağını savunmak, muhalefeti hiçe saymak, Anayasa Hukuku ve demokrasi ile ilgili bütün teorilerin ya tamamını bilmemek anlamına geliyor ya da onlara sırt çevirmek. İkisi de talihsizlik.

AKP her fırsatta, milli iradeye dayandığını söylüyor. Her fırsatta, egemenlik milletindir, diyerek, sürekli Meclis’i gösteriyor. Her demokraside olduğu gibi, çok doğal ve doğru.

İki yüz yılı aşkın bütün Anayasa ve demokrasi teorilerinde, yasaların meclisler tarafından yapıldığı yazılıyor. İktidar Meclis çoğunluğuna dayanıyor, ama yasaları iktidar gurubu değil, Meclis yapıyor.

Canikli o tarihte sade bir milletvekili. 22 Temmuz seçiminden sonra terfi ediyor ve bugün AKP Grup Başkan Vekili.

Hazin olan, parlamenter demokrasiye teğet bile geçmeyen bu sözlerin sahibi bir milletvekilinin bir dönem sonra grup başkan vekilliğine getirilmesi.

MENGÜ’NÜN DİLEKÇESİ

İki yıl önce Meclis tutanaklarından aktardığım bu mantık, bugün bir başka biçimde sürüyor.

CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü geçen hafta Meclis Başkanlığına bir dilekçe veriyor:

"Bakanlar, milletvekilleri tarafından verilen soru önergelerine eksik, yanlış cevap vermekte ya da hiç cevap vermeyerek, soruları geçiştirmektedir. Soru önergelerine gerekli ciddiyeti göstermeyen bakanlar, Meclisin Bakanlar Kurulu üzerindeki anayasal denetim yetkisini hiçe saymaktadır."

Aynı mantık. Meclis’i sadece kendisinden ibaret saymak. Mengü, dilekçesinde yanıtlanmayan soru önergelerinden hem örnekler veriyor, hem de Meclis Başkanlığı’nın bakanları uyarmasını istiyor.

"Demokrasiye gölge" sözü geçti mi, akla hep asker geliyor. Tek gölge askermiş gibi, dar ve tek boyutlu bakış. Alın size sivil gölge. Yukarıdaki örneklerin hangisi demokrasiyle bağdaşıyor?

Demokrasi yalnızca siyasal bir sistem değil, bir zihniyet sorunu. Altmış yıldır peşinde koşuyoruz, inanıyorum, demokratik zihniyet günün birinde bizim mahalleye de gelecek.

Ayaküstü YÖK başkanı

YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan tembel bir öğrenci, ev ödevlerini yapmıyor, bilmediği konularda ayaküstü konuşuyor. Pot üstüne pot kırıyor:

"Üniversiteler bizde bedava, hiç bir yerde görülmemiştir."

Üniversiteleri yönetmek üzere gelen birinin, üniversite konusunda biraz bilgi sahibi olması gerek. Yusuf Ziya Bey Avrupa, Asya ve Afrika’dan habersiz.

Bu üç kıtanın pek çok ülkesinde üniversiteler bedava, bizdeki gibi. Paralı vakıf ve devlet üniversiteleri de var, bedava devlet üniversiteleri de. Ama, sistem asıl bedava üniversiteler üzerine kurulu.

Yusuf Ziya Bey hızlı bir militan olabilir, tersine, kendi siyasal görüşüne sadık bir hoca olabilir. İlk işaretler olumlu görünmüyorsa da, bunu henüz bilmiyoruz.

Ama, böyle giderse, Yusuf Ziya Bey’le epey eğleneceğiz.
Yazının Devamını Oku

Seksek oyunuyla içki yasağı

8 Ocak 2008
ANLAYAN beri gelsin:<br><br>"Tütün mamullerinin zararlarının önlenmesine dair kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin çerçeve altıncı maddesi ile değiştirilen 4207 sayılı kanunun beşinci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, "ikinci maddenin birinci" ibaresinin "ikinci maddenin (a) bendi hariç birinci" olarak değiştirilmiştir". Yasa böyle mi değişir? Ne, nasıl değişiyor, kimse anlamıyor. Bunun kadar karmaşık değil, bir başka değişiklik şu:

"31.12.1960 tarihli 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 41. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendinde belirtilen ilan ve reklam giderleri gelir ve kurumlar vergi matrahının tesbitinde gider olarak gösterilemez".

Bu ne demek? Bunu anlayan beri geliyor.

ARTIK VERGİSİ VAR

Sigarayı yasaklayan yasa görüşülürken, AKP, el çabukluğu marifet, bu maddeyi getiriyor.

Tütün reklam harcamalarından artık vergi alınacak. 41. madde, 7 numaralı bend derken, alkollü içkilerin reklam harcamaları da, vergi kapsamına alınıyor.

Bu harcamalar şimdiye kadar vergiden düşülürken, bundan böyle vergisi verilecek. Pratikte, alkollü içkilere reklam sınırı. Daha da pratikte, dolaylı yoldan içki yasağına doğru seksek oyunu. AKP’ye yakışır.

SPORA DARBE

Bu değişikliğin çok başka yansıması var. Spora darbe. İlk etkilenecek olan, Efes Pilsen.

Efes Pilsen bir yandan bira, yani alkollü içki üretiyor, bir yandan da, basket takımı var. Bugüne kadar formasında yaptığı Efes Pilsen reklamını giderlerinden düşüyor, ama bundan böyle vergi ödeyecek. Bu da, Efes’in spora verdiği desteği, dolayısıyla basket takımını etkileyecek.

Efes Pilsen aklıma ilk gelen örnek. Genel olarak, içki reklamlarının vergi kapsamına alınması, bu firmaların spor kulüplerine verdiği desteği kıracak. Destek spor için tamam, ama, bir anlamda da, reklamı var.

Asıl hedef içki ve sigara yasağı üzerinden, düzen değişikliği. AKP’li belediyelerde içki yasağı zaten var. Şimdi yok ilan, yok sağlık derken, yasak kapsamı genişliyor.

Anlaşılmaz maddelerle, anlaşılır bir yere gidiyoruz.

Moritanya’dan bir sonra

26 NATO ülkesinin davetli olduğu bir seminer. Washington Defance University düzenliyor. ABD Savunma Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı ile bazı sivi toplum örgütlerinin katıldığı seminere NATO ülkelerinin ilgili parlamanterleri de davet ediliyor. Türkiye’den AKP milletvekili Vahit Erdem katılıyor.

Konu, Amerika’nın dünyadaki imajı. Tahmin edilebileceği gibi, çok kötü. Dünyada bir araştırma yapılıyor, çıkan sonuç, Amerika’nın sadece kendi çıkarları için, tek taraflı hareket ettiği yönünde. Sürpriz değil.

Araştırmadan çıkan bir başka sonuç daha var. Ülkelere göre Amerika’nın imajı. Bu sıralama bizi yakından ilgilendiriyor.

Amerikan imajının en kötü olduğu ülke Moritanya. Onun hemen arkasından gelen ülke Türkiye.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şimdi Türkiye’deki Amerikan imajını düzeltmek için Amerika’da. Eminim düzeltecek. Ayrıca, Türk-Amerikan ilişkilerinde muhteşem bir sayfa açacak, buna da eminim.

Gül’ün gazetecilerle yaptığı soru-cevap, izlenen ilk yüz programa giremiyor. Ama, Amerika gezisi ilk yüz haber arasında.

Onun için, bu geziden umutluyum.
Yazının Devamını Oku

Beşinci Beatles Yevtuşenko

6 Ocak 2008
Yevtuşenko’nun 75. doğumu yıldönümü etkinlikleri Moskova’da başladı. Rusya’daki 40 şehirde ve ABD’nin aralarında bulunduğu 6 ülkede sürecek. Alnında derin çizgiler, ne gam, yine de kareli kırmızı pantolon. Saçlar iyice ağarmış, hiç fark etmiyor, yine de mor alacalı bir gömlek.

Eskisi gibi değil, artık daha yavaş yürüyor, umrunda bile değil, kırmızı puanlı şapka ve sarı makosenler.

Moskova Olimpiyat Stadyumu’nda renkli ışıklar bir yanıyor, bir sönüyor. Ramp ışıkları sahneyi tararken, gitar ve davula binlerce kişi hep bir ağızdan eşlik ediyor.
/images/100/0x0/55ea4ac8f018fbb8f8766b8e
Ünlü Rus şairi Yevgeni Yevtuşenko 12 Aralık’ta 75. doğum günü şerefine sahnede. Idut belye snegi (Kar Beyaz Yağıyor) isimli rock opera için sahnede. Çoğu kendi şiirlerinden yazılmış şarkılara eşlik ediyor.

HEM KIZDI HEM AĞLADI

Kırmızı, yeşil kıyafetlerle, değil yaşıtlarına, gençlere bile taş çıkartan 75’lik delikanlı sahnede tuttuğu tempoyla orkestraya öncülük ediyor. Şarkılar hiç yabancı değil: "She loves you yeee, yeee, yeee."

O bitiyor Moskova Olimpiyat Stadyumu’nda bir başka unutulmaz hit: "Yellow submarine." Derken, "Don’t let me down" ve elbette "And I love her".

1960’lı yılları sarsan Beatles rüzgarı birkaç hafta önce Moskova’yı sarsıyor. Ama asıl sarsan sahnedeki 75’lik delikanlı. Kimseye yabancı değil.

Stalin sonrası kuşağın önde gelen temsilcisi. Sanatsal özgürlüklerin genişletilmesi için mücadele verenlerden. Şiirlerinin yayınlanmasına ancak Stalin’in 1953’teki ölümünden sonra izin veriliyor.

Ama, Stalin öldüğünde, o yine de gözlerinden akan yaşlara engel olamıyor.

Stalin sonrasında değişen fazla bir şey yok. Baskılara dayanamıyor ve Rusya’dan ayrılıyor. Temelli bir ayrılık olmasa da, Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde Rus Edebiyatı ve sinema tarihi üzerine derslerle hayatını kazanıyor. Özgürlüklere inancını hiç yitirmeden... Amerika eleştirileri onun yapıtlarında hiç eksik değil. "Özgürlük Anıtının Derisi Altında" oyunu 1970’lerin ilk yarısında Moskova’da sahneleniyor.

Olimpiyat Salonu’nda toplanan her yaştan Rus, Yevtuşenko’nun okuduğu şiirlerle coşarken, 75’lik delikanlı Beatles şarkılarıyla onlarla bütünleşiyor.

Bu gece onun gecesi. Eserleri Rus klasikleri arasında yer alan Yevtuşenko, stadyumda toplananları bir kez daha ikna etmeye çalışıyor: "Eğer seviyorsak, hayat değişir, sevgiyle her şey değişir."

Yuppiii, "she loves you yeee, yeee, yeee", ardından Yevtuşenko: "Yetmez, içinizdeki şiir sevgisini yeniden ateşlemek istiyorum."

BEŞİNCİ BEATLES

1933’te Sibirya’da Zima’da doğan Yevtuşenko çok görmüş geçirmiş. Bir ideolojiye bağlanıyor, sonra o ideoljinin çöküşünü yaşıyor.

Yine de, ideoloji-özgürlük denkleminin birbiriyle çelişmediğini anlatmaya çalışıyor.

Aradaki bağ sevgi, edebiyat ve müzik. Bunu kanıtlamak üzere, sahnede şiir okurken, Beatles’tan şarkılar söylüyor. Gecenin sonundaki sürpriz müthiş.

Son şiirinin adı: "Beşinci Beatles’ın Balladı." Kim o beşinci Beatles? Yevtuşenko: "O benim! Beşinci Beatles benim."

Rus Şairi Yevtuşenko, zaman olarak aslında çok uzun olmayan yürüyüşünde bir dönemeci yaşıyor. Pür ideolojiyle başlayan zengin yürüyüş serpiliyor, çeşitleniyor, fotoğraf ve sinema tarihiyle besleniyor ve Beatles kararıyla yeniden canlanıyor. O bir Rus şairi, şimdi beşinci Beatles.

Not: Rusya’da özel bir Türk firmasında çalışan bir arkadaşım üç hafta önce izlediği bu geceyi bana ayrıntılarıyla anlattı. Ona teşekkür ediyorum.
Yazının Devamını Oku

O programlarda insan yok

5 Ocak 2008
ŞU sermaye grubu burayı alıyor, tamam bu haber. Faizler iniyor, faizler çıkıyor, tamam bu haber.

Borsa bir günde şu kadar puan artıyor, bu kadar puan azalıyor. Döviz fiyatları böyle oluyor, Amerikan Merkez Bankası şu kararı alıyor, petrol fiyatları yüz doları aşıyor, bu firmanın başına filanca CEO oluyor.

Borsa-döviz-altın üçgeninde şunlar yaşanıyor, New York Borsası, Londra Borsası, İMKB, sermaye piyasaları vs.

İyi de, bu ekonomi haberleri içinde insan nerede?

TV’lerde sabah, akşam yayınlanan ekonomi programlarında, yorumlarında insan nerede?

Ekonomi, refah ve devamı insan için değil mi? Amaç, insanın mutluluğu değil mi? Ama, TV’lerdeki ekonomi programlarında insan nerede?

ENFLASYON-ÜCRET

Önceki gün 2007 enflasyon oranı belli oluyor. Hedef yüzde 4 iken, sonuç yüzde 8.39. Hedefin iki katı üzerinde artış. Kötü haber, kötü ekonomi yönetimi.

Dün sabah TV’lerdeki ekonomi programlarına bakıyorum. Hepsi enflasyondaki artışı, hedefteki sapmayı ele alıyor, nedenlerine eğiliyor. Tamam, iyi ve güncel.

İzleyebildiğim kadarıyla, bir tanesinde bile, enflasyon-insan bağlantısı yok.

Bir tanesinde bile, enflasyon-ücret bağlantısı yok.

Gazetelerde enflasyon artışının yüksek olması nedeniyle, kamuda çalışan işçi, memur ve emeklilere, aradaki farkın yansıtılacağı haberleri var. Öngörülen artış oranı enflasyondaki artışı ne kadar karşılayacak, o ayrı. Bu kamu kesimi için.

Ya özel kesimdeki enflasyon-ücret makası? O makas açıldığına göre, özel kesimde de, ücretler enflasyona göre ayarlanacak mı?

Pek çok özel firmada 2007’de ücretler yüzde 5-6 oranında artıyor. Ama, enflasyon artışı yüzde 8.39. Yani, çalışanların refahında fiili (reel) gerileme.

Özel sektör bunu düzeltecek, aradaki farkı kapatacak mı? Hiçbir programda buna dönük tek haber, tek yorum yok. Hükümet bu yönde özel sektörü uyaracak mı? Buna dönük tek haber, tek yorum yok.

Sabah, akşam yayınlanan o ekonomi programlarına bakıyorum, o yorumlar görünmez bir el üzerinden bizi sanal bir dünyaya çekiyor. İnsanları gerçek hayattan kopartan, kafasını karıştıran bir araba laf. Üstelik tutmuyor.

İnsana yer vermeyen ekonomi programları, yorumları sizin olsun.

Sigara üzerinden düzen değişikliği

SİGARA yasağı çok iyi. Kapsamı o kadar geniş ki, lokantalarda, barlarda, içkili yerlerde de yasak. Oralarda sigara içenler için ayrı yer bile yasak.

Oysa, içki ve sigara birbirinin hemen hemen ayrılmaz parçası. İçki içince, sigara içmeyen çok az insan var.

Şimdi lokantalarda ve barlarda insanlar sigara içemeyecek. Sigara ancak evde içilebilecek. Pratikte, insanlar barlardan, içkili lokantalardan elini, ayağını yavaşça çekecek, evlerine kapanacak. İçki yasağının olduğu bazı İslam ülkelerindeki gibi. Diğer taraftan, camilerde sigara içmeye yasak yok. Çünkü, camilere gidenleri rahatsız etmek istemiyorlar.

Sigara yasağı gibi, sağlıklı ve masum bir gerekçenin arkasına saklanarak, sosyal yaşamı, kendi ideolojisine göre biçimlendirme çabası. İster istemez hayat tarzı değişecek.

Yanlış anlaşılmasın, sigaranın yasaklanmasına karşı çıkıyor değilim. Tersine, yapılan doğru ve geç kalmış bir iş.

Ancak, dünyanın hiçbir ülkesinde hemen hiç görülmeyen kapsamı bu kadar geniş bir uygulamanın tek hedefinin insan sağlığı olduğunu söylemek, tam yutturmaca.

Dünya üzerinde her yasak, mutlaka güler yüzlü bir amaç için geliyor. Arkadaki sinsilik daha sonra çıkıyor ortaya.
Yazının Devamını Oku

Hırsızlık omerta ile aynı

4 Ocak 2008
ŞAKASI yok, konuştun mu, omerta işliyor. Yani, ölüm. Mafyadaki kural. Mafyanın Amerika’yı kasıp kavurduğu dönemde, mafya ile mücadele için, mafya üyelerinin konuşturulması gerekiyor. Ama içlerinden biri konuşursa, omertayı, suskunluk kuralını çiğnemiş oluyor. Sonuç, köşe başında ya da arabadan inerken, başına bir kaç kurşun.

Adamı konuşturmak, aynı zamanda ölümden kurtarmak üzere, Amerika Tanık Koruma Yasası çıkartıyor. Konuşması karşılığında, sesi dahil fiziki kimlik ameliyatla değişiyor, sosyal kimlik ortadan kaldırılıyor, kısaca, eskisi gidiyor, yerine yeni bir insan geliyor.

Terörle mücadele kapsamında şimdi AKP böyle bir yasa çıkartıyor. Biri terör örgütünden ayrılmış, konuşmak istiyor, ama konuşmaktan korkuyor. Yasa o kişiyi korumak amacıyla çıkıyor.

Doğru bir karar.

98 SUÇ TİPİ

Ancak, kapsamı öyle geniş ki, insanın midesi bulanıyor.

Cezası iki yılı aşan adi suçlar da bu yasa kapsamında. Örneğin, hırsızlık, apartmanda kavga, hatta trafik kazası suçları Tanık Koruma Yasası kapsamına giriyor.

Yasanın bu biçimde çıkmasını engellemek üzere, CHP Mersin milletvekili İsa Gök Meclis’teki görüşmelerde canını dişine takıyor, ama nafile. Eski baro başkanı olan Gök’ün Meclis tutanaklarına göre, çeşitli itirazları arasında şu da var:

"Bu yasa, 98 ayrı suç tipine uygulanabiliyor, adi suçlar dahil."

Görüşmeler sırasında, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin bunu doğruluyor:

"Evet, yasa hem terör, hem örgütlü suçlar, hem de adi suçlar için geçerlidir."

Adi suçlarda tanıklar neden korunuyor? Bu soruluyor, ama yanıtı yok. Terörle mücadele için getirilen doğru bir yasa, neden böyle eğri hale getiriliyor?

TANIK KORUMA KURULU

Ayrıca, Tanık Koruma Kurulu’nun oluşumu.

On bir kişilik kurulda sadece üç savcı ve yargıç var, gerisi bürokrat. Emniyet, jandarma, sahil koruma, gümrük muhafaza gibi. Örneğin, tanığı korumak için ameliyat gerek, parayı Maliye verecek. Ama, Maliye’den de kimse yok.

Kurul, Adalet Bakanlığına bağlı olması gerekirken, İçişleri Bakanlığına bağlanıyor. Yasa tanığı koruyor, ancak bu haliyle idareye olağanüstü yetkiler veriyor. Bir kaç adım ötesi, polis devleti eşiği.

Abartılan yetki dramatik olaylara yol açıyor.

İZMİR’DEKİ KURŞUN

Örneği var. İzmir’de polis kurşunuyla ölen Baran Tursun olayı. Gerisini İsa Gök’ün Meclis tutanaklarından okumak gerek:

"İzmir’de başından vurulan çocuk olayında. Kolluk kuvvetlerine verilen yetki abartılı bir yetki. Haziran’da direkt silah kullanma yetkisi verdik ve bu Meclis’ten tartışılmadan geçti, farkına varılmadan geçti. Aynı mantıkla şimdi tanık koruma yasası huzurlarınızda."

Silah kullanma yetkisi farkına varılmadan geçiyor. O sırada seçim telaşı var. Ama, şimdi öyle bir telaş yok. Üstelik, şimdi herkes farkında.

Hangi adi suçlarda, tanıklık üzerinden kimlerin korunması söz konusu? İlerde çok baş ağrıtabilecek bir yasa. Bu kapsama giren her olayın polisiye dizisine dönmesi işten değil.
Yazının Devamını Oku

Son Haçlı seferi

3 Ocak 2008
POPOSUNU çevirmiş Alman kızı diyor ki:
"Ali beni taciz etme."

İmza, Almanya’da neonazi akımın siyasal temsilcisi REP (Cumhuriyetçiler Partisi).

AB karşıtlığı nedeniyle, Türkiye’de çoğunluk kafayı Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’e takıyor. Oysa, iktidar partisi CDU dahil, hem AB çerçevesinde, hem insan hakları açısından, Almanya Türklere karşı haçlı seferine çıkmış gibi.

Almanya’da şu ya da bu nedenle, her an Türklere dönük yeni bir terslik, dışlama, hakaret ve benzeri bir olay eksik değil.

ANKET VE AFİŞ

Başbakan Merkel’in
partisi CDU’nun yaptırdığı anket, "Ya yemin et ya terket" kapsamında. Geçenlerde yazıyorum. İçişleri Bakanlığının (CDU) anketine göre, Türklerin yüzde kırkı şiddet yanlısı. Eyalet içişleri bakanlıkları ise Müslümanlardan, "ben şiddete karşıyım ve katılmayacağım", diye yemin etmesini istiyor. Aksi halde, ülkeyi terk et.

Bu anketin dumanı tüterken, bu kez ırkçı parti REP Hessen Eyalet seçimleri nedeniyle, yine Türkleri hedef alıyor. Ali beni taciz etme, diye bir afiş bastırıyor. Bu bir seçim afişi.

Propaganda malzemesi olduğuna göre, bu tür bir afiş iyi para (oy)ediyor ki, Hessen’de her yer bu afişlerle donatılıyor.

ÇOK TEHLİKELİ

Almanya’da yabancılarla ilgili bir sorun çıktığında, ilk hedef Türkler. Pek çok örneği var. Ancak, bu örnekler son zamanlarda artıyor.

Almanya’da Türklere karşı son haçlı seferi, Sarkozy’nin çıkışlarından çok daha etkili. Orada 2.5 milyon Türk yaşıyor.

Hükümet ve Dışişleri bunları mutlaka izliyor. Artışa bakarak, girişimde bulunuyor mu? Çünkü, nereye gideceği belli değil. Üstelik, çok tehlikeli.

Son Çankaya noteri

ABDULLAH Gül Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri ile görüşürken, herkese aynı sözü veriyor: "Ben herkesin Cumhurbaşkanı olacağım."

Dört aylık uygulama, bu sözle fena halde çelişiyor. Gazetecilere ciddi ayrım, kim el veriyorsa, onun yanında. Ama yemek, ama kahvaltı, ama yurt içi ve yurt dışı gezi davetleri.

Bundan daha önemli olan, önüne gelen yasa, atama ve diğer kararnameleri şafak vakti, gece yarısı demeden, sular seller gibi onaylıyor.

Bir zamanlar Süleyman Demirel’in, önüne gelen her kağıdı imzalayan dönemin Cumhurbaşkanı için kullandığı bir deyim var, Çankaya noteri.

Günümüze cuk oturuyor.
Yazının Devamını Oku