Yalçın Doğan

Sırada hangi Fransız şirketi var

14 Aralık 2007
ALSTOM/Doğuş/Marubeni. Bu üçlü arasında Alstom, bir Fransız şirketi. İstanbul’da Gebze-Halkalı arasındaki Marmaray projesi. Bu tren hattı, bu üç firmadan oluşan gruba veriliyor. 830 milyon Euro. Aynı ihaleye katılan diğer öneriler arasında en ucuz fiyat bu üçlüye ait. İhalenin bu gruba verilmesi, mali açıdan çok normal.

Normal olmayan ilk nokta burada, ihalenin zamanlaması. Fransa ile ilgili, tıpkı bugünkü gibi, ülkeyi yönetenler, işadamları, değişik çevreler ayakta. Fransa Parlamentosu Ermeni tasarısını kabul ediyor. Tepkinin bini bir para. Fransa’dan aldığı devlet madalyalarını geri verenlerden Fransız mallarına boykota kadar uzanan tepkiler içinden seç seç al. Bu tepkiye hükümet de katılıyor. Hatta, Genelkurmay askeri ihalelerde Fransa’yı gözden çıkartıyor.

Bununla birlikte, hükümet Maramaray’ı yine de, içinde bir Fransız şirketinin yer aldığı gruba veriyor. O günkü tepkiler tıpkı bugün gibi, ayyuka çıkmış durumda. Ama, ihale yine de Fransız şirketinin bulunduğu gruba.

70 MİLYON PEŞİN

Sözleşme imzalanıyor. Devlet bu üçlüye peşin 70 milyon Euro ödüyor.

Normal olmayan ikinci nokta burada. Peşin ödemeye rağmen, Marmaray’da gecikme var.

Normal olmayan bu noktadan normal bir soru çıkıyor: Gecikmeden dolayı bir ceza, bir yaptırım var mı? Varsa, bu ceza ne ve hangi koşullarda, nasıl ödenecek?

Ermeni tasarısıyla ayağa kalktığımız bir sırada, bir Fransız şirketine bu kıyağı çekiyoruz.

ÜÇ GÜN BAĞIRMAK

Fransa bakıyor ki, "bu Türkler duygusaldır, üç gün bağırır, dördüncü gün unutur ve işler yine bizim istediğimiz gibi gider", bildiğini okumayı sürdürüyor.

Bizim için en önemli amaçlardan birinde, AB tam üyeliğinde, Fransa bize çelme takmayı sürdürüyor. Çelme, hükümeti ve iş dünyasını ve diğer çevreleri yine ayaklandırıyor, yine fena halde kızdırıyor.

Kızdırıyor da, Türkiye somut olarak, pratikte ne yapıyor? Bu sorunun yanıtı yok.

Olmaz olur mu? Üç gün sonra, bir başka büyük ihale yine Fransızlara gider, onlar bize yine çelme takmayı sürdürür, biz yine bağırmaya devam ederiz.

BOŞ SANDALYELER

AB hedefinde, bize çelme atan sadece Fransa değil. İçerde de, vaziyet parlak değil.

AB’den sorumlu Dışişleri Bakanı Ali Babacan AB bağlantılı sorular karşısında, hep aynı yanıtı tekrarlıyor. "Hedefte sapma yok, çalışmalarımız çok iyi gidiyor".

Hayır, gitmiyor. O kadar gitmiyor ki, en basit bürokratik bir atama bile, aylardır sürünüyor. Örneğin, AB Genel Sekreterliği bir genel sekreter ki, bu bir büyükelçi, dört de genel sekreter yardımcısından oluşuyor. Dört yardımcılıktan üçü aylardır boş.

Atama olmuş, olmamış, ne fark ediyor? Üç yardımcılığın boş tutulması, idrardan karakter tahlili gibi değil. Atama o kadar büyük bir iş değil. Ancak, boş tutulması bile, AB’ye ilginin ölçüsü.

AB işlerini yürüten kuruluşa ilgisiz kalarak, AB’ye ilgi duymak nasıl mümkün olabiliyor?

Fransa’ya diş gıcırdatmak kolay, üstelik çok haklı. Ama, devamında ne var?

Şimdi hangi ihaleyi, hangi Fransız firmasına veriyoruz?
Yazının Devamını Oku

Şeriat iyi para edecek

13 Aralık 2007
HELAL uçak, helal ruj, helal ekmek, helal turşu, helal otel, helal etek, helal masa, helal sandalye, helal peynir, helal oje, helal tarak, helal kola, helal ayakkabı, helal pantolon, helal oyuncak, helal banka, helal, helal... Giyimden turizme, gıda ürünlerinden oyuncaklara, kozmetikten bankacılığa kadar uzanan değişik sanayi dallarında, o ürünün markasından önce gelen bir başka kavram var artık: Helal standardı.

Nasıl olacak bu standart? Örneğin, helal uçakta kadın-erkek ayrı oturacak, koltuklara Kuran konulacak.

Peki, helal et? Kesimde İslam kuralları uygulanacak. Helal ruj? Katkı maddesinde boya araştırması yapılacak. Genel olarak, her malın üretiminde sağlık ve temizlik koşullarına dikkat aranacak. Sanki o koşul yokmuş gibi.

Hangi mal ve hizmet üretilirse üretilsin, her şey şeriat kuralları dahilinde. Bir malın helal olması, TSE damgası gibi, helal sertifikaya bağlanacak. Sadece helal sertifikaya sahip olanlar, helal mal satabilecek.

DÜNYA HELAL FUARI

Başını Malezya ile Birleşik Arap Emirlikleri çekiyor. 9-11 Aralık, dört gün önce, Abu Dabi’de Dünya Helal Fuarı düzenleniyor.

Fuarın ilkeleri var, adama soruyorlar: "Malın helal sertifikaya sahip mi? Şeriata göre üretilmiş mi? Müslüman kardeşlerimizin ihtiyaçlarına uygun mu? İslam, malın kalitesinden önce geliyor.

Helal üzerinden oluşan İslam pazarı bugün 500 milyar dolar. Önümüzdeki on yıl içinde pazarın üç trilyon doları bulması bekleniyor. Dünyada yaklaşık bir milyar 600 milyon Müslüman yaşıyorsa, demek ki, geniş bir pazar var.

Demek ki, şeriat iyi para edecek.

İyi para etmesinin planları hazır. Örneğin, Coca-Cola’ya karşı, Mecca Cola var. Tunus asıllı bir işadamı tarafından Fransa’da kuruluyor. Sloganı tam helallik. Aptalca içme, davan için iç. Bir alışveriş, İslam’a bir fiş. Başkalarına para kaptıracağına, Müslüman kardeşin kazansın, fena mı olur? Üstelik, bu kola helal kola.

HELAL KONFERANSI

Abu Dabi fuarı dünyadaki helalcileri bir araya getiriyor. Cümle Müslüman ülkeler bu fuarda hazır. Teorisi eksik değil:

Batı kapitalizmine karşı Müslümanların ezilmesini önlemek. Gerçek anlamda, İslam kapitalizmi.

Bizimkiler boş durur mu? Bir dernek, İstanbul’da Uluslararası Helal Gıda Konferansı düzenlemek amacıyla, gece gündüz çalışıyor. Muhtemelen, büyüklerimizin desteğini arkasına alarak. Abu Dabi’de böyle bir fuar düzenlenirken, bizim bundan geri kalmamız Müslümanlığa sığar mı?

Bu konferanstan daha önemli olan gelişme ise, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın tüketim malları ihracatında helal sertifika verilmesi için yaptığı çalışma. Gerekçe çok masum: İslam ülkeleri helal sertifikası olmayan malı satın almıyor.

Abu Dabi fuarı Ankara’da sertifika çalışmasını hızlandırıyor. Helal sertifikası için aranan koşul şu:

"Helal sertifikaya sahip olan firma için aranan şart, İslamilik’tir. Hammaddesinden mamul ürüne kadar, ürünün ve üründe kullanılan katkı maddelerinin üretim aşamalarını ve yöntemlerini, paketleme malzemelerini ve sağlık ve temizlik uygulamalarını kapsayan tüm işlemlerin İslami yiyecek kurallarına aykırı bir nitelik taşımaması halinde, o ürüne helal sertifika verilir."

Bu İstanbul’da helal konferansı düzenlemek isteyen derneğin sertifika tanımı.

HARAM-HELAL

Atılan her adımda, ortaya konulan her gerekçe masum.

Eh, sen 1.6 milyar Müslüman nüfusa mal satacaksan, helal sertifikası şart.

Devlete vergi toplayacaksan, haram ikazı şart. Konya Vergi Dairesi’nin, vergini ver devletine, haram katma servetine, sloganı gibi.

Vergiye haram kavramı, ihracata helal kavramı. Liberal ekonomiyle uzak-yakın ilgisi olmayan İslam kavramları.

Eğitimle, törenle, türbanla, atamayla değil, laiklik şimdi ekonomiyle çiğneniyor. Alıştırarak ve masum görünen gerekçelerle.

Helal olsun size.
Yazının Devamını Oku

Son düşen kale Türk-İş

12 Aralık 2007
"AKP’yi biz TES-İŞ salonlarında kurduk."<br><br>Bu açıklama Başbakan Tayyip Erdoğan’a ait. Erdoğan, bu cümleyi enerji sektöründe örgütlenmiş olan TES-İŞ’in geçen yıl yapılan kongresinde söylüyor. Salonlarında AKP’nin kuruluşuna izin veren TES-İŞ’in Genel Başkanı Mustafa Kumlu ise, üç gün önceki kongrede Türk-İş Genel Başkanlığına seçiliyor.

Bir siyasal parti ile bir işçi örgütünün birebir örtüşmesinin çarpıcı bir örneği. O siyasal parti iktidarda ise, bu durumda, iktidarla işçi örgütünün iç içe geçmesinin örneği. Böyle bir ilişki içinde, o işçi örgütü, o siyasal iktidardan artık hangi talepte bulunabilir? Bulanamayacağı gibi, zaten bulunmak istemesi de, söz konusu değil. Çünkü, onlar özdeş, onlar birbirinin aynısı.

Türk-İş artık AKP emrinde.

MİTİNGLE KOPAN İPLER

Türk-İş eski başkanı Salih Kılıç ideolojik olarak belki sosyal demokrat değil, ama Cumhuriyet değerlerine sahip bir sendikacı. Kongrede açıklaması, yeni başkan Mustafa Kumlu ile AKP ilişkisini bir kez daha deşifre ediyor:

"Kumlu, Cumhuriyet mitinglerine karşı çıkarak, onların karşısında bir başka platform kurulmasını önerdi."

Seçim öncesindeki Cumhuriyet mitingleri AKP’ye karşı net bir tavır. Kumlu buna alternatif arıyor. Belki de, kendisini bu yönde bazı AKP büyükleri uyarıyor.

Başkan olduğu dönemde Salih Kılıç çalışma yaşamına dönük sorunlarda AKP’yi çok rahatsız etmese bile, Cumhuriyet mitinglerini savunmuş olması, AKP ile ipleri kopartıyor. AKP, Kılıç’ı hatta fazla askerci buluyor.

Kılıç’ın yerine Kumlu’yu hazırlama operasyonu beş, altı aydır sürüyor.

ORTAK PROFİL

Mustafa Kumlu Kayseri
’li. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün memleketinden. Hemşehrilik ötesinde, Gül’e ideolojik açıdan zaten yakın biri.

Bu yakınlık boşa çıkmıyor. Tarihte ilk kez bir Cumhurbaşkanı bir Türk-İş kongresine gidiyor, orada konuşma yapıyor. Kumlu’ya açıkça destek veriyor.

Kongreye Tayyip Erdoğan da katılıyor. "236 bin geçici işçiyi kadroya aldık" diyerek, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla, bizimle iyi geçinirseniz, hayat sizin için daha kolaylaşır, demeye getiriyor. Kongre bu mesajı alıyor, aylardır yürütülen hazırlık hedefine ulaşıyor ve Kumlu seçiliyor.

Kumlu inançlı bir kişi. Daha önce hacca gidiyor, yani hacı. Olabilir, bunda bir şey yok. Eşi türbanlı. Olabilir, bunda da bir şey yok.

Ancak, Türkiye’deki resmin bütününe bakıldığında, gözle görülen bir değişim var. Çankaya’dan başlayıp, kademe kademe aşağıya doğru inen kadrolarda, ister atanmış, ister seçilmiş değil, seçtirilmiş, çoğunda ortak bir profil ortaya çıkıyor. O profilin simgesi türban. Olay kendini hemen deşifre ediyor. Türk-İş’te genel başkan değişimi gibi.

Türk-İş doğrudan işçilerin kurduğu bir örgüt. Kamu kesiminde çok büyük ağırlığı var. Türk-İş’in AKP’nin eline geçmesinin siyasal önemi ötesinde, pratikteki önemi buradan kaynaklanıyor.

Kendi sermaye sınıfını oluşturan AKP, şimdi kendine bağlı işçi örgütünü oluşturmada, Türk-İş’i ele geçirerek, önemli bir adım atıyor.

Toplumda kurumlar, kaleler birer birer düşüyor, AKP’nin eline geçiyor. Son düşen kale, son örnek Türk-İş.

Son örneğe son bir not. Türk-İş genel kuruluna Cumhurbaşkanı katılıyor, Başbakan katılıyor, Çalışma Bakanı katılıyor, AKP’nin çalışma ve işçi sorunlarından sorumlu yetkilileri katılıyor, ama CHP Genel Başkanı Deniz Baykal yok. Bu yokluğa artık yorum da yok.

Safeviler’den bu yana

SAFEVİLER 16-18. yüzyıllar arasında tarih sahnesinde. İran’da Türk soyundan gelen bir imparatorluk. Şeyh Safiyyüddin Erdebili soyundan geliyor.

Osmanlılar’dan önce yakınlık görüyorlar. Ancak, Şey Cüneyd’in Şii kimliğini benimsemesi, Anadolu’da yayılmak istemesi Osmanlı ile Safeviler’in arasını açıyor.

Açılma, Yavuz Sultan Selim’in Safevi Şahı Şah İsmail’i yenilgiye uğrattığı 1514 Çaldıran Savaşına kadar uzanıyor.

Bugünlerde tarihçilerin önemli bir gözlemi var. Safeviler tarikata dayalı, tarikatın önde geldiği bir Türk imparatorluğu.

O tarihten bu yana, ne Osmanlı’da, ne de sonra Cumhuriyet döneminde tarikat bağı hiç bugünkü kadar güçlü değil.

Atamalar, işe almalar, iş halletmeler, cenaze törenleri tarikat bağının güçlü göstergeleri.
Yazının Devamını Oku

Sağlık Bakanı Akdağ’a armağan

11 Aralık 2007
5 ARALIK 2007, geçen çarşamba gecesi, saat 23.00-23.30. Haydarpaşa Numune Hastanesi, Acil Servis. Feci bir trafik kazası sonucu, dünya çapındaki heykeltıraş Prof. Tankut Öktem ne yazık ki, hayata veda ediyor. Kazada eşi Semra Öktem beyninden ağır yaralı, ayrıca vücudunda kırıklar var. Kızı Pınar Doğan’ın burnu kırık.

Numune Hastanesi’nde Acil Servis’te yerler pislik içinde. Acile gelen hastalar hayati tehlike ile karşı karşıya, inliyor ve sedyelerde bekliyor.

Bir hastabakıcı hastalardan kan alıyor. Kan alınan hastanın adını en ez beş ayrı kişi gelip tek tek soruyor. Onlardan biri, hasta yakınına, "al bu tüpü git, şuraya kayıt yaptır" diyor.

Hastalar sedyelerde inliyor, kayıt bürosu önünde, "sen şöyle geç bekle" azarını işiten hasta yakını, ne yapacağını şaşırıyor, hastanın yanına dönüyor.

TAM TEŞEKKÜLLÜ

Yakınları, doktora yaralının durumunu soruyor, "beyin kanaması galiba, sırası gelince tomografi çekilecek" deniyor.

Tomografi sırasına kadar, yaralı hasta acıdan kıvranıyor. Kimse oralı değil. Orada herkes acıdan kıvranıyor. İki hastabakıcı "yardım edin, şunu tomografi için sedyeye taşıyalım" diyor. Beyin kanaması geçiren, acil müdahale gerektiren, vücudunda kırıklar bulunan "şunu", kamyona yük yükler gibi, sedyeye atıyorlar.

Hasta yakınları, "burada kalırsak, hasta ölecek" telaşıyla, bir başka hastaneye gitmek için, ambulans istiyor. Nöbetçi doktor, "burası tam teşekküllü hastane, ambulansı kendiniz bulacaksınız" diyor. Gece saat 01.00.

Tam teşekküllü ölümden kurtulmak amacıyla, hasta yakınları dışarı fırlıyor. Bahçede tesadüfen ambulans var. O ambulansla ağır yaralı hasta, bir başka hastaneye taşınacak. Soru şu: "Yaralıyı ambulansa kim taşıyacak?". Çünkü, herkes geri çekiliyor.

Sonunda ambulansla yola çıkılıyor, ambulans da içler acısı. Şoför yolu bilmiyor, ambulanstaki bakıcı yaralıya oksijen veriyor, yaralı çırpınıyor, nefes alamıyor. Sanki o bakıcıları pazar yerinden toplamış, getirmişler.

MUCİZE KURTULUŞ

Mucize gerçekleşiyor. Ağır yaralı hasta, Haydarpaşa’da acil serviste ve ambulansta ölmeden, özel hastaneye ulaşıyor. Kazadan üç saat sonra.

Acıbadem’de özel bir hastanede profesyonelce kabul ve bakımla, hemen beyine ameliyatına alınıyor.

O hasta yakınları, yitirdikleri babaları Tankut Öktem için gözyaşları dökerken, annelerini kurtarmak için çırpınıyor. Diğer hasta yakınları gibi.

Bir devlet hastanesi acil servisi, üstelik İstanbul’da ve adı, sanı bilinen bir hastane.

Seçimlerde ve sonrasında hastalara sağlanan kolaylıklar ve hastaneler üzerine pek çok nutuk dinliyoruz.

Birebir yaşanan bu olayı, o nutuklarla birlikte Başbakan Tayyip Erdoğan ile Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a armağan ediyorum.

Öte yandan, Öktem’i yitirdiğimiz trafik kazası, tam cinayet. Baştan sona ihmal ve Türkiye’deki düzenin aynası. Tıpkı, hastanede yaşananlar gibi.

Büyükanıt: Tankut kardeşimi kaybettim

CUMHURİYET döneminin en büyük heykeltıraşı, yüzlerce heykele imzasını atmış olan Tankut Öktem Türkiye’nin dört bir yanını eserleriyle donatıyor.

Harp Okulu’na yaptığı heykel, Atatürk ve tam yedi yüz asker portresinden oluşuyor. Yedi yüz askerin hiçbiri diğerine benzemiyor. Heykeli yaparken, Tankut Öktem yedi yüz ayrı askerle tek tek görüşüyor ve onların portrelerini çiziyor. O sırada Harp Okulu Komutanı olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt:

"Atatürk’ün siyah-beyaz bir fotoğrafı vardı. Tankut Hoca o fotoğraftaki resmin de, heykelini yapmak istiyordu. Fotoğrafta, Atatürk’ün potinleri var, Tankut Hoca, potinin bağcıklarını sordu. Çünkü, aynen yapmak istiyordu. O kadar titiz bir sanatçıydı."

Tankut Öktem
’i yakından tanıyan Büyükanıt’la geçen akşam Ankara’da karşılaşıyorum. Büyükanıt acısını, "Tankut kardeşimi kaybettim", sözüyle dile getiriyor. Sanatını ve kişiliğini uzun uzun övüyor.

Tankut Hoca’nın heykellerini yaptığı atölyesi Gemlik, Kumla’da. Devlet sanatçısı Öktem’e devlet sahip çıktığını kanıtlamak için örneğin, Kumla’daki atölyenin müzeye dönüştürülmesini düşünecek mi?
Yazının Devamını Oku

Türkiye yasalarını değiştirdi ama uygulama pek değişmedi

9 Aralık 2007
27 Kasım-6 Aralık arasında, yani geride kalan iki hafta boyunca, İsviçreli hukukçu Prof. Luzius Wildhaber (70) İstanbul’da Bilgi Üniversitesi’nde insan hakları dersi verdi. Wildhaber 1998-2007 arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başkanlığını yürüttü. Bu yılın başında emekliye ayrıldı. Türkiye’yle ilgili birçok davayla karşılaştı. İstanbul’da bulunmasından yararlanarak Wildhaber’le bir söyleşi yaptım.

Türkiye dışardan nasıl görünüyor?
/images/100/0x0/55eacb94f018fbb8f8973615
- Türkiye son yıllarda çok değişti. Büyük bir ülke. Batılılaşma adına, yasalarını değiştirdi, ancak uygulama aynı ölçüde değişmedi. Yasalar tam olarak uygulanamıyor. Eksikler var. Buna rağmen, Türkiye ile Batı birbirini daha iyi tanımaya başladı, birbirine daha çok yaklaştı.

Bu yakınlaşmanın ölçüsü ne?

- AİHM penceresinden bize gelen davalara bakıyorum. Türkiye ile ilgili dava türleri artık değişmeye başladı. Bu da, Türkiye’deki değişimi gösteriyor.

Bu ne anlama geliyor?

- Belki şimdi Türkiye daha çoğulcu. Çoğunluk demokrasi istiyor, aşağılanmak istemiyor. Seçimde çok farklı partiler seçtiniz. Demokrasi farklılık demek, farklı yönelimler demek. AKP bunu kabul etmeli ve kabul ettiğini göstermeli.

22 Temmuz seçiminin sonuçlarına ne diyorsunuz?

- Rusya’daki seçim gibi oldu, çok ilginçti. Biz sonuçları çok az tahmin edebildik. Türkiye’de İslam hep güçlü oldu. AKP’yi İslam partisi olarak görüyorduk. Amerikalılar, AKP’ye ılımlı İslam, diyor. Bu ne kadar doğru bilemem. AKP’nin yapması gereken, seçimden çıkan çoğulculuğu benimseyerek, bunu hayatın her alanında yaygınlaştırmak.

ERDOĞAN HÁLÁ ÖYLE Mİ DÜŞÜNÜYOR, SORMAK GEREK

AİHM, türbanı kamusal alanlarda yasaklayan bir karar aldı. O kararın altında sizin de imzanız var mıydı?

- Vardı. Türban davasına bakarken, Türk mahkemelerinin kararlarına baktık. Dayanağımız o kararlardı. Laiklik demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru. Bizim de temel ölçümüz. Bu nedenle, kararımız demokrasiye ve insan haklarına denk düşüyor.

Başkanlığınız sırasında Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’la özel görüşmeler yaptınız. İzleniminiz nasıldı?

- İkisi de güçlü kişiler. Ülkeyi harekete geçirmek istiyorlar. Onlarla açık konuşmak mümkün. AİHM Başkanı her ülke yöneticisiyle belli bir mesafede durur. Bu duruş politik değildir. O nedenle, o ülke yöneticilerinin belki de hoşlarına gitmeyecek eleştirilerde bulunur. AİHM’de, Türkiye benim için güçlük çıkartan ülke değildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AİHM’nin türbanla ilgili kararına isyan etti. Böyle demokrasi olmaz, dedi.

- Erdoğan acaba hálá öyle mi düşünüyor, sormak gerek. Sosyal çatışmalarda hukuki çözümler, herkesi her zaman memnun etmeyebilir. AKP, elde ettiği çoğunlukla istediğini yapabilir. Ama, acaba türbanla ilgili nasıl bir değişikliğe gidecekler, görmek gerek.

AİHM’nin türban kararını Erdoğan’la görüştünüz mü?

- Konuştuk. Türban kararına şaşırdığını söyledi. Ben de, biz politik davranmıyoruz, cevabını verdim.

Hatırlıyorum, o zamanki cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le de görüştünüz.

- O da güçlü bir kişilik. Çok olumlu etki bıraktı bende.

TÜRKİYE’DEN GELEN TERÖRLE İLGİLİ DAVALAR AZALDI

Refah Partisi’nin kapatılma davası da AİHM’ye geldi ve 2003’te kapatma kararını onayladınız. Bunun demokrasiye aykırı olduğunu iddia edenler çıktı.

- Demokrasi içinde bir çatışma varsa, bu iç düşmanlara mı, yoksa dış düşmanlara karşı bir çatışma mı bakmak gerek. Başka ülkelerde de benzer örnekler çıktı. Türk mahkemelerinin kararlarına göre, Refah Partisi yöneticileri, sivil kurumları dinin emrine vermek istedi. Bu doğruysa, o zaman sivil kurumlar dinin denetimine giriyor demektir. Bu laiklikle bağdaşmaz. Demokratik denetim tıkanır.

Türkiye’den gelen başka ne tür davalar dikkatinizi çekti?

- Kaybolan insanlar, işkenceler, poliste kötü muamele gibi davalar.

Türkiye’nin başı etnik terörle dertte. Öcalan davası da geldi önünüze.

- AİHM’ye çok çeşitli terör davaları geldi. IRA, ETA, Kızıl Tugaylar, Çeçen davaları gibi. PKK’yla ilgili davalar da geldi. Bu örgütler demokrasi adına terör yaptıklarını söylüyor. Bu kabul edilemez. AİHM’ye terörle ilgili Türkiye’den pek çok dava geliyordu. Ama, artık azaldı. Bundan böyle demokratik kurumları işletmek gerek. İlginç nokta şu: Hükümetin tehlikeli gördüğü olaylar, önümüze dava olarak geldi. Terörün tartışılacak hiçbir yanı yok.

Türk mahkemelerinin verdiği kararlara dayandığınızı söylediniz.

- Burada şu önemli. Bir araştırmaya göre, Türk yargıçlarının yüzde 58’i AB’nin Türk Hukuku’na yapıcı katkıda bulunduğu söylüyor. Bu olumlu.

AİHM’deki Türk yargıç Rıza Türmen’in görev süresini bu hükümet uzatmadı.

- Türmen’i çok iyi tanırım. Nefis bir insan, iyi bir hukukçu. AİHM’de bulunması, Türkiye için şanstı. Ne yazık ki, süresi uzatılmadı. Oysa, iki yıl daha uzatmak mümkündü. Yeni adaylarla ilgili bir şey söylemek istemiyorum.
Yazının Devamını Oku

Ayılar üzerinden nafile siyaset

8 Aralık 2007
"ÖLDÜR" emrini biri veriyor. Diğeri, postun yurt dışına çıkmasına izin veriyor. İkisi de, yasaları ve uluslararası anlaşmaları çiğnemekte sakınca görmüyor. Öldür emrini veren Çevre ve Orman Bakanlığı. Post kararı TÜBİTAK’a ait. Her ikisi de, başkalarına ve birbirlerine karşı siyaset yapıyor. Başka birileri de, bu siyasetten para kazanıyor. Bu arada, koruma altındaki ayılar öldürülüyor.

Dünyada ayı çok. Grizly, boz ayı, beyaz ayı, siyah ayı. Bizde sadece boz ayı var. Türkiye boz ayıların Avrupa’da yaşadığı son ülke. Onun için koruma altında. Koruma lafta kalmıyor. Buna bağlı anlaşma var.

CIST VE TÜBİTAK

Kısaca CIST. Açılımı Convention on International Trade of Endangered Species. Nesli tehlikede olan türlerin uluslararası ticaretini belirleyen anlaşma.

Türkiye bu anlaşmayı imzalıyor. Dolayısıyla, nesli tükenmekte olan türleri hem koruma altına almayı, hem de onların ticaretini, bu anlaşma çerçevesinde uygulamak adına, dünyaya söz vermiş oluyor.

CIST için, ülkeler hayvan öldürme kotası alıyor. Örneğin, yılda şu kadar ayı avlanacak, gibi.

Türkiye’nin 2007’de ayı avlama (öldürme) kotası yok. Buna rağmen, Çevre ve Orman Bakanlığı ayı avlama izni veriyor.

Ayılar üzerinden ilk nafile siyaset burada.

Bakanlık bu izni, TÜBİTAK’tan aldığını söylüyor. Çünkü, CIST’in uygulanmasından sorumlu olan TÜBİTAK. Bakanlık "TÜBİTAK izin verdi, ben de avlanma izni verdim" diyor.

Ayılar üzerinden ikinci nafile siyaset burada. Kota olmadığı halde, CIST’ten sorumlu TÜBİTAK avlanma izni veriyor. Ve anlaşmayı çiğniyor.

KİM DOĞRU

Sonra işler karışıyor.

Kota olmadığı halde, nesli tükenmekte olan ve koruma altında bulunan boz ayıların avlanma izni verildiği duyulunca, Orman Bakanlığı ile TÜBİTAK topu birbirine atmaya çabalıyor.

Bakanlık, "TÜBİTAK sorumlu" derken, TÜBİTAK "verdiğimiz izni geri alabiliriz" diyor.

Ayı üzerinden üçüncü nafile siyaset burada. TÜBİTAK, sözüm ona bilimsel ve bağımsız kuruluş, buna rağmen, Orman Bakanlığı’nın ağzına bakıyor. Bir izin veriyor, bir izni iptal etmeyi düşünüyor.

Hayvan dostları bilimsel duruşa ters düşen bu zikzak tavrı protesto için, TÜBİTAK önünde gösteri düzenlemeye çalışıyor.

PARA PARA PARA

Bütün bunlar ne için? Bunca saçmalık neden? Zurnanın son deliği bu soruda. Bu soru ile birlikte, ayılar üzerinden nafile siyaset sahnesinde son perde geliyor. Son perde gerçekçi bir malzemeyle yüklü.

Av turizmi, av.

Belli firmalar yurt dışından gelecek olanlara av turizmi ayarlıyor. Boz ayı avlamak için dünyada hevesli çok. Firmalar, kişi başına 15-30 bin dolar arasında ayı avı partisi düzenliyor.

Hiç fena kazanç değil.

Bu tür turizm de ülkeye döviz getiriyor, itirazım yok. Ancak, nesli tükenen hayvanları hedef alıyor. Ve uluslararası anlaşmalara aykırı. Ve Türkiye’nin kotası yok. İtirazım onun için.

Ayı diyerek yola çıkıp, tatlı kazançlar kapısına demir atınca ve bundan dolayı ortalık karışınca, Türk usulü yönetimin, siyasetin cılkı bir kez daha çıkıyor.

Ne biçim ülke burası? Ayı avında bile işler Arap saçına dönüyor. Ayı avında bile, siyaset-ticaret hırsından göz gözü görmüyor.
Yazının Devamını Oku

Brecht’in rahipleri uykuda

7 Aralık 2007
KÜFÜR ve hedef gösterme bol. Fotoğraf yayınlayıp, üstüne çarpı işareti koymak yeni moda. Sözüm ona, dinci geçinen, din arkasına saklanarak terör yaratan bir basın grubu var. Yaptıkları yayınlar sonucunda, haklarında ağır davalar açılıyor.

Üzerine çarpı işareti koydukları önemli bir yargıç öldürülünce, bin dereden su getirme yüzsüzlüğü, onların alışkanlığı.

Yayınlarında çarpıtma, yalan, yanlışın haddi hesabı yok.

Onlardan farklı düşündüğünüzde, linç ediliyorsunuz.

İlginç yönü, ağır tazminat davaları karşısında, basın dayanışması adına, onları savunmamız için, ellerinde çikolata, bize gelip destek istiyorlar.

AÇIK OTURUM

İki ay kadar önce Washington’da bir açık oturuma katılıyorum. Konu, çok genel. Türkiye nereye gidiyor, gibi.

Mahalle baskısının gündemde olduğu, ılımlı İslam tartışmalarının yeniden alevlendiği dönem.

Oturumu Amerikan yönetiminden çok sayıda yetkili de izliyor. Onlara dönüyorum:

"Ilımlı İslam diye, sizin yere göğe koyamadığınız Türkiye artık rota değiştiriyor. Sizin, local business, diye tanımladığınız, mahalle baskısı, okullarda, sokaklarda, alış veriş merkezlerinde günlük hayatın parçasına dönüşüyor."

Çeşitli örneklerden sonra ekliyorum:

"Ramazanda Anadolu’da açık lokanta bulmak zor."

TEK CÜMLELİK ÖZET

Türkiye’ye dönünce görüyorum, vay sen misin, ramazanda açık lokanta bulmak zor, diyen.

Yalan söylüyormuşum. Küfür üstüne küfür, eleştiri değil, küfür.

Elde çikolata, ziyarete gelip destek isteyenler, ağızlarından akan salyalarla küfür ediyor. Olayın iki yönü var.

1 -İktidar desteği bu güruhu alabildiğine şımartıyor. Çünkü onlara göre, Türkiye artık İslam yolunda emin adımlarla ilerliyor.

2 -Gerçek, Milliyet’te yayınlanan Tarhan Erdem’in araştırmasıyla ortaya çıkıyor. Ramazanda lokantalar açık olsun, diyenler artık azınlıkta. Benim olduğu gibi, pek çok kişinin gözlemi araştırmayla doğrulanıyor.

Kaldı ki, hani İslamiyet’te hoş görü. Sırası geldiğinde, isteyen oruç tutar, isteyen tutmaz, nakaratı.

Ama, pratikte lokanta kapatarak, oruca zorlama. Tıpkı, isteyen türban takar, isteyen takmaz, diyerek, türbanlı sayısının hızla artması gibi.

Erdem’in dört gündür yayınlanan araştırmasının tek cümleyle özeti şu:

Türkiye hızla İslam’a kayıyor.

Bu araştırmalara bakıp, "Türkiye artık daha özgür, her şey rahatça söyleniyor" diyen Brecht’in rahibi kılıklı, saf bilim adamlarına şaşıyorum.

Su için nutuk ve gerçek

EDİRNE, Havsa, Çukurköy’de bir sulama kooperatifi var.

Kooperatifin on bir yeraltı derin sulama kuyusu var.

Beş bin dönümlük arazide çeltik ekimi yapılıyor. Çeltik, çok su gerektiren bir ürün.

Köylüler su sıkıntısının, kuraklığın farkında.

Su kaybını en aza indirmek için, yağmurlama yöntemi ile sulama projesi hazırlıyorlar.

Bu proje ile bir yılda iki kez ürün alacaklar. Ayrıca, çeltik yerine başka ürüne yönelerek, büyük ölçüde su tasarrufu sağlayacaklar.

Ancak, iki yıldır il özel idaresinde ödenek bulunmadığı için, proje askıda. Su tasarrufu filan da yok.

Törenlerde sık sık, "su tasarrufuna dönük önlemler alıyoruz, çiftçiyi eğitiyoruz, yeni sulama tekniklerine geçiyoruz" diye nutuk atan Başbakan ve bakanların sözleri, bu durumda havada kalıyor.

Alın size somut örnek.
Yazının Devamını Oku

CHP il meyhanesi pardon il merkezi

6 Aralık 2007
Ooo, mastika mastika, alayım kızıma bir kutu boya, boyasın kendini boydan boya, ooo mastika mastika. Oğlum, çek bir duble daha, buzu bol olsun. Kekikli domatesi de unutma.

Arkadaşlarrrrr, biz şimdi sosyal demokratlar olaraaaaak, halkla bütünleşereeek, ya dur oğlum dur ya, götürme o ciğeri. Ne diyordum ya, hay Allah. Bizim için demokraaasi önemlidir arkadaşlar, demokraaasi.

Araya, sigara dumanları altında eski gramofondan yükselen taş plak giriyor.

Ooo, mastika mastika.

Işık loş, içki hoş, kafalar bomboş. Keyifler yerinde. Benim aslan sosyal demokratlarım, kurtarın Türkiye’yi, anasını satayım, helal olsun size. Pilavı da benden, hey Allah, kaşığı da senden, hey Allah, yallah yallah.

DEVLET KİBAR

Burası CHP Manisa İl Merkezi. Evet, CHP Manisa il örgüt merkezi.

Anafartalar Mahallesi Belediye Caddesi No. 44/A, Manisa. CHP Manisa il merkezi bu adreste. Resmi kayıtlara göre ve fiilen bu adreste.

Ama, orası bir meyhane. CHP Manisa il merkezi aynı zamanda bir meyhane. CHP Manisa’da bu meyhaneden, pardon bu il merkezinden yönetiliyor. Aslan sosyal demokratlar Manisa ve havalisindeki stratejiyi bu meyhanede belirliyor.

Ancak, devlet kibar. Resmi yazışmalarda, meyhane yerine içkili lokal deyimini kullanıyor.

O ŞİMDİ İL BAŞKANI

Şimdi şu belgeye bakın. Manisa Vali Yardımcısı Sinan Akdoğan imzalı yazı.

"İçkili parti lokalinin ruhsatnamedeki adresi, Anafartalar Mahallesi Belediye Cad. No 44/A. Burada bulunan CHP il merkezinin lokal açma müracaat tarihi 31.1.2003. Müracaatı yapan ilçe yönetim kurulu kararına dayanarak, Avukat Vehbi Köse. Lokal açma izninin verildiği tarih 13.5.2003."

Resmi yazıya göre, parti il merkezinde içkili lokal açmak için, CHP ilçe yönetim kurulu hep birlikte karar veriyor. Bunun için başvuruyu yapan Avukat Vehbi Köse. Parti örgütleri genellikle "oyumuzu arttırmak için ne yapmak gerek" diye toplanırken, Manisa’daki arkadaşlar, il merkezinde içkili lokal kararı almak için toplanıyor. Canları sağ olsun.

CHP il merkezine içki ruhsatı 13 Mayıs 2003’te verildiğine göre, CHP Manisa il merkezi dört buçuk yıldır, aynı zamanda meyhane.

Başvuruyu yapan Vehbi Köse, üzerinize afiyet, halen CHP Manisa İl Başkanı.

POLİT BÜRONUN ESERİ

Facianın devamı var.

Olay CHP Merkez Yürütme Kurulu’na geliyor. Manisa il yönetiminin görevden alınması istemiyle. MYK’da kıyamet kopuyor. Zaten toprağa gömülmüş parti ilkeleri, yerini bir kez daha senin adamın, benim adamım kavgasına bırakıyor. Ve evvel Allah, Manisa örgütü halen sapasağlam yerinde, rakı masasında Türkiye’yi kurtarmaya devam.

CHP çürüyor, çürüyor, çürüyor. Şu hale bakın. Yukarıdaki belge CHP’nin, her geçen gün halktan nasıl koptuğunun resmi. Bu sefil haliyle, aldığı yüzde 20 oy çok bile. AKP’yi iktidar yapan aslında AKP değil, işte bu CHP.

Bu perişanlık Deniz Baykal’ın ve onun politbürosunun eseri.

Şimdi şarkıdaki gibi. "Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un, seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde".

Yok hayır, ben sosyal demokrat bir vatandaş olarak, CHP meyhanelerini dolaşacağım.

Kadehlerde sosyal demokrasiyi aramak üzere.
Yazının Devamını Oku