Yalçın Doğan

O çocuklar artık öfke küpü

18 Şubat 2009
GÖSTER bakalım elini, aç avucunu. Açıyor. Elinde taş izi var. 14-15 yaşlarında. Avuç kontrolü yapan polis, çocuğu gözaltına alıyor. Polise taş attı, gerekçesiyle. Hatta, örgüt üyeliği gerekçesiyle. Şırnak, Diyarbakır, Batman ve birkaç Güneydoğu ilinde hafta sonunda yasa dışı gösteriler var. Gösterilerde avuç ve taş izi üzerinden gözaltına alınan çocuk sayısı iki yüz elliyi buluyor.

Aslında bütün inşaat işçilerini göz altına almak gerek. Mermerciler dahil. Hepsinin elinde taş izi var.

Türkiye 23 Nisan’ı Dünya Çocuk Günü ilan ediyor. Ama, Terörle Mücadele Yasası çocuk kavramını dikkate almıyor.

BATMAN’DAKİ SAHNE

Gösterilerden biri Batman’da.

Polis kalabalığa müdahale ediyor. Kalabalık arasında çocuklar var. Analar, babalar çocukları zarar görmesin diye, çocukların üzerine kapanıyor. Bu sahne etki yaratıyor. Devlet katında bile.

Bunun da etkisiyle, örneğin Diyarbakır’da gösterilere müdahale eden polislere, her yarım saatte bir, emniyet telsizinden aynı anons yapılıyor:

"Çocuklara hassasiyetimizi biliyorsunuz, müdahale etmeden önce, çocuk ve yaşlıları o guruplardan ayırın".

Çocukları o guruptan ayırıyorlar, ama daha sonra avuç içi üzerinden taş izi kontrolü ile çocuklar gözaltına alınıyor. O zaman o anonsun anlamı ne? Madem öyle iyi niyetli ve hukuka yakışır bir anons var, o zaman çocuklara avuç kontrolü ne?

HANGİ HUKUK

Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesine ilk imza atan ülkelerden biri. Taş izi üzerinden çocukları gözaltına alan ilk ülkelerden biri yine Türkiye.

Eline bakıyor, taş izi görüyor ve sen suçlusun, yargısıyla, gözaltına alıyor. Bütünüyle hukuka aykırı:

1-Şüpheli olandan kanıta gidiyorsun, kanıttan şüpheliye gitmek yerine. Taş izi eşittir örgüt üyeliği, gibi hukuk dışı bir denklem kuruyorsun.

2-Çocukları gözaltına alamazsın. Doğrudan savcıya götüreceksin. Bir psikolog eşliğinde.

3-Çocuk suçlu ise, Çocuk Mahkemelerinde yargılayacaksın.

4-Oysa sen, Terörle Mücadele Yasası kapsamında, özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılamaya götürüyorsun.

Bu hukuk dışı uygulamaların sonucunda, 12-18 yaş arasındaki çocukları suç işlemek için örgüt kurmak kapsamında, gözaltına alarak, belki tutuklayarak, daha bugünden devlet karşıtı haline getirdiğini hiç düşünmüyor musun?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay? Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin? Şırnak, Diyarbakır, Batman ve gösterilerin yapıldığı illerin valileri?

KARARLIYIZ

PKK lehine gösterilerde çocukların kullanılması yeni değil.

Ama, senin görevin, "o aileler PKK’lı, çocuklarını bilerek öne sürüyorlar" mazereti arkasına saklanarak, çocuk avına çıkmak değil.

Mitingler yasaya ve hukuka aykırı. Polisin müdahale biçimi de, yine hukuka aykırı. Hele de, taş izinden örgüt üyeliğine atlamak, insan hakları ihlali.

Ama huzur içindeyiz. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülkelerden biri biziz. 23 Nisan’ı dünya çocuklarına armağan eden yine biziz.

Ve kararlıyız. Çocuk avcılığı üzerinden Kürt sorununu çözmek için kollarımızı çoktan sıvamış bulunuyoruz.

İdrardan karakter tahlili, taş izinden örgüt üyeliği. Yakışıyor bize.

Skor dün 9-0 oldu

SABAH Ankara’da birkaç toplantı, o arada çeşitli telefon görüşmeleri ve kendine göre kararlar.

Öğle saatlerinde Türkiye’nin herhangi bir ilinde miting. Akşam İstanbul’da ya da Ankara’da yabancı bir devlet başkanı ile bir araya gelme. Arada kim bilir, kaç görüşme.

Tayyip Erdoğan’ın temposu müthiş. Siyasi hırsına denk bir tempo. Yerel seçimler nedeniyle düzenlediği miting sayısı dün dokuza yükseliyor. Hedefi yetmiş ilde miting.

Ya muhalefet? Henüz sıfır. Muhalefet meydanlarda henüz yok. TV’lerde demeçler, grup toplantılarında nutuklar, ayak üstü laflarla idare ediyor.

Oysa, meydanlara asıl çıkması gereken muhalefet değil mi? Ben böyle tembellik, başıboşluk ve sorumsuzluk bilmiyorum.

Başta CHP’si, MHP’si ve devamıyla sıfıra sıfır elde var sıfır.
Yazının Devamını Oku

İlan etsin küfür mü yesin

17 Şubat 2009
ZOR ilan eder. Çalışma Bakanlığı ekonomik kriz var, diye zor açıklama yapar.<br><br>Tayyip Erdoğan başından beri, "Kriz bize teğet geçer" diyor. Kızdığı anda ise, Sinop’taki gibi, "Şimdi beni küfür ettireceksiniz" diye gürlüyor. Sıkı mı, Çalışma Bakanlığı kriz ilan etsin? Var mı öyle babayiğit? ..............

İşsizlik Fonu’ndan çok az kişi yararlanıyor. Örneğin, ocakta sadece 651 kişi. Yılda 8 bin, hatırınız için 10 bin kişi yararlanıyor olsun.

Oysa, dün açıklanan rakamlara göre, işsiz sayısı üç milyona dayanmış durumda. İşsizlik oranı yüzde 12.3. Daha vahimi, genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 23.9 gibi, ürkütücü bir oran.

Artan işsizlik karşısında, AKP İşsizlik Fonu’nda değişiklikler yapıyor. Yandaş medyadaki gürültü bir yana, sözüm ona bazı ciddi haber kanallarına göre bile, AKP işsiz kalanlara elini uzatıyor. Palavra. Yok öyle bir şey.

Değişiklik var da, işsizlere çare değil.

KOŞULLAR AĞIR

İşsizlik Fonu dokuz yıldır var.

Fonun şu an varlığı 35 milyar TL. Faiz geliri ayda 5 milyon TL. Fondan işsizlere ödenen miktar yılda 450 TL dolayında. Yani, fonun bir aylık faiz geliri, bir yıllık işsizlik giderini karşılıyor.

Bu kadar para varken, fon neden bu kadar az ödeme yapıyor? Neden işlemiyor?

Çünkü, fondan yararlanma koşulları ağır.

İşsiz kalan kişinin daha önce 600 gün prim ödeme zorunluğu, son dört ay içinde prim ödemiş olması gibi koşullar. İşsiz kalma riski yüksek olanlar için, bu koşullar ağır.

Oysa, CHP Trabzon milletvekili Akif Hamzaçebi’nin verdiği önergeler var, "fondan yararlanma koşullarını hafifletelim" yolunda. Ama, AKP dinlemiyor.

ASIL MESELE

Yeni tasarıda iki değişiklik var.

1-İşten çıkartılan kişiye halen üç aylık kısa çalışma ücreti ödeniyor. Bu tasarıda altı aya yükseliyor.

2-Ödeme miktarı yüzde elli artıyor. O miktar hemen hemen asgari ücrete denk.

Asıl bir başka koşul var. Sistemin işlemesi için, Çalışma Bakanlığının, ekonomik kriz ilan etmesi gerek.

İlan etsin de, Erdoğan’ı kızdırsın da, küfür mü yesin? O bakanlık krizi zor ilan eder. Tasarı, dostlar alışverişte görsün, vaziyetinde.

2002 şimdi tersine işliyor

2002 seçimlerine giderken, iki vahim durum var.

Biri, her kafadan farklı sesin çıktığı, karmaşık bir siyasal iktidar. Herkesi bıktıran üçlü koalisyon. Öteki, ekonomik kriz.

AKP bu iki durum üzerinden iktidara geliyor.

Şimdi tek başına bir iktidar var. Halkta bıkkınlık faktörü bu kez farklı işliyor. Kamplaşma ayyuka çıkıyor. Yolsuzluk iddialarından geçilmiyor. Dış politikada öyle bir gelgit ki, neredeyse İsrail’le savaşa tutuşacak gibiyiz.

Ve asıl ekonomik kriz. Kriz ve yoksulluk ve işsizlik artıyor.

2009’da Türkiye 2002’yi yaşıyor. 2002’de kriz iktidar değiştiriyor.

Çeşitli illerde pek çok belediye başkan adayı ile konuşuyorum, halk en çok ekonomik krize duyarlı.
Yazının Devamını Oku

Ayıların nasıl oynadığını şimdi kendine anlatıyor

15 Şubat 2009
Pekin sonrasında Phelps yaşam öyküsünü kaleme alıyor: Sınırı Yok, Başarıya Özlem. Kitabı “Ben temiz bir insanım. Hep temiz kalacağım” diye bitiriyor. Ne yazık ki kalamıyor. Matematik hocası üçgenin açılarını soruyor, o Hudson Nehri’ni gösteriyor. Tarih hocası Amerika’nın kuruluşunu soruyor, o ayıların nasıl oynadığını anlatıyor. İngilizce hocası okuduğu son öyküyü soruyor, o izlediği son basket maçının skorunu veriyor.
İlkokul öğrencisi Michael Phelps’in, öğretmenlerinin sorularına verdiği yanıtlar, onları çıldırtıyor. Hepsinin ortak kanısı, “bu çocuk geri zekalı.”
Aynı okulda müdire olan annesinin teşhisi ise çok gerçekçi. “Dikkat eksikliği, konsantrasyon noksanlığı. Ama bunu gidermenin yolu var”.
23 yaşına geldiğinde, bütün dünyanın alkışlayacağı, yüzmede kırılmadık dünya ve olimpiyat rekoru bırakmayan şampiyon Phelps’in kaderi, annesinin teşhisi ile büyüleyici bir makas değiştiriyor. Annesinden söz ederken, “O benim için her şeyi yaptı” demek cömertliğini gösteriyor.
Annesi, oğluna uzun uzun testler uyguluyor. Dikkat eksikliği, kendisi ve çevresi tarafından tanınma sorunundan kaynaklanıyor. Kendisini tanımıyor, kimse de onu tanımıyor. Bunun verdiği aşırı özgüven kaybı.
Dikkatini kazanmak, dikkat üzerinden tanınma kompleksini aşmak için, annesi testlere devam ediyor. Düz çizgiler, kontrol altında emin kulvarlar, her türlü sürprize kapalı, belli bir ısıda ve derinlikte yerler. Su ve havuzlar. İşte, kendini bulabileceği en sakin liman. Manevi özrü ortadan kaldırmak için, fiziki farklılık yaratmak. O farklılığın üstünlüğü ile hayata yeniden başlamak.
“Annem bana suda ne kadar güvenli olabileceğimi öğretti”.
2008 Pekin Olimpiyatlarında bir daha erişilmesi çok güç rekora imza atıyor. Bir seferde sekiz altın madalya. Daha önce katıldığı şampiyonalarda elde ettiği madalyalar da eklendiğinde, olağanüstü bir başarı resmi. Toplam 37 madalya.
Pekin sonrasında Phelps, yaşam öyküsünü kaleme alıyor. Geçenlerde yayınlanan kitabı, “No Limits, The Will to Succeed” adını taşıyor. “Sınırı Yok, Başarıya Özlem”.

KİTABIN SONUNDA YAZDIĞI CÜMLE

Phelps kitabında hayatından ince anekdotlar aktarıyor. Kazandığı müthiş motivasyonu (başarıyı) birkaç bilinen kurala oturtuyor:
“Kendine çok yüksek hedefler belirle. Onlara ulaşmak için, bıkmadan, her gün ve sistemli çalış.”
İnsanı şaşırtan başarılarını bu basit ilkeleri uygulayarak elde ettiğini yazıyor. “Kararlılık, kendine güven, cesaret.” Hayata karşı hiç kaygısı kalmıyor. İç dünyasında her türlü kuşkusunu yeniyor.
Kitabın sonunda yazdığı birkaç cümle, beni çok düşündürüyor:
“Ben temiz bir insanım. Hep temiz oldum ve hep temiz kalacağım. Gerçek gerçektir ve bunlar gerçektir.”
Ne yazık ki, temiz kalamıyor. 23 yaşındaki muhteşem dünya ve olimpiyat şampiyonu, rekorlar ve madalyalar fatihi, şimdi gölgeler diyarında.
Phelps’in, o temiz çocuğun, çok kötü bir fotoğrafı yayınlanıyor. Esrar içerken yakalanıyor. O Phelps. O, temiz kalacağına söz veren şampiyon, örnek sporcu.
Hayatı boyunca yüz milyon dolara uzanabilecek sponsorluklar anında iptal rayına giriyor. En başta, dünyanın en büyük tahıl üreticisi Kellogg firması, Phelps ile yaptığı anlaşmayı uzatmayacağını açıklıyor.
Zirvenin de zirvesinden uçuruma yuvarlanma süreci. Göz kamaştıran altın madalyaların tenekeden farksız hale gelmesi.
Neden, neden bu pislik, bu arayış?
Galiba doyumsuzluk. Kendine olağanüstü yetmenin sınırında, sınırın bir adım sonrasında kahreden boşluk duygusu.
Phelps şimdi yeniden Hudson Nehri’ni, son basket maçı skorunu ve ayıların nasıl oynadığını anlatıyor. Bu kez, kendi kendine.
Yazının Devamını Oku

Son şarkı, her yer aydınlık

14 Şubat 2009
ŞİMDİ örnek proje seçiliyor. Türkiye çapında uygulanmak üzere. İçişleri Bakanlığı kararıyla, bakanlıktaki Stratejik Daire Başkanlığı önerisiyle. ............

Çatıda iki tinerci çocuk var. Hem de valilik binasının çatısında. İn, inmiyorlar. Çık, çıkmıyorlar. Sabahın köründe kafaları iyi mi, iyi.

Sokaklarda dolaşan madde bağımlısı iki bini aşkın çocuk, aynı zamanda kapkaç için kullanılıyor. Günde ortalama 75 kapkaç.

Kentin öte yakasında hırsız pazarı kurulu. İkinci el satış yapılıyor. Cep telefonlarından çantalara, elektrikli ev eşyalarından sehpalara, halılara kadar, her şey satılıyor.

Gece-gündüz vur, kır, dağıt, parçala, önüne gelenin istediğini yaptığı, gözleri korkuttuğu, saçak altında yürürken, insanların başına ne geleceğinin belli olmadığı kentlerden biri.

Beş-altı yıl önce Antalya.

PIRIL PIRIL

Şimdi örnek proje seçiliyor. Türkiye çapında uygulanmak üzere.

............

Antalya’da, üstelik turizmin merkezinde, eski Teksas vari kol gezmeye, kolpa çekmeye, üçkağıt atmaya, rulet çevirmeye, adam çarpmaya son vermek için vali Alaaddin Yüksel farklı bir yaklaşım sergiliyor.

Goethe usulü, ışık, biraz daha ışık, felsefesinin daha ilerisi, ışık, daha çok ışık projesi.

Her yer karanlık şarkısının tam tersine, her yer aydınlık bestesi. Çok ve pek çok aydınlık.

Antalya’yı aydınlatmak için seferberlik başlıyor. Şu kadar yeni elektrik direği dikiliyor, şu kadar bin ampul takılıyor. Antalya kısa sürede pırıl pırıl aydınlık bir kent.

SUÇUN İKİ KORKUSU

Suç iki şeyden korkuyor, ses ve aydınlık.

Suçlar karanlıkta işleniyor, suç sessiz mekanları tercih ediyor. Suç ve aydınlık arasında, suç ve ses arasında matematiksel ilişkin var.

Antalya’da neresi aydınlatılmışsa, suç orada ortadan kalkıyor. En aydınlık yerlerden biri hırsız pazarı, şu anda o pazarda in cin top oynuyor. Sokaklar aydınlık, kapkaç artık çok geride. Tinerci çocukların mekanı ışıklar altında, tinerci ve madde bağımlısı çocuklar artık çok az.

Aydınlatma başka güvenlik önlemleriyle destekleniyor. Ve bugün Antalya güvenli kentlerin başında gelen bir il olarak karşımıza çıkıyor.

Vali Alaaddin Yüksel’in bu girişimi İçişleri Bakanlığı tarafından örnek proje olarak seçiliyor. Türkiye çapında uygulanmak üzere.

Ama, yerel seçimlere giderken, benim dikkatim başka yerde.

Hangi partiden olursa olsun, tek bir belediye başkan adayı, daha çok aydınlatma üzerinde durmuyor.

Antalya’da bunu bir vali yapıyor. Belediye ile işbirliği halinde.

Sen yarın belediye başkanı seçileceksin, sen neden her yer aydınlık şarkısını söylemiyorsun?

Topbaş irtifa kaybında

TAYYİP Erdoğan’ın çocukları bir firmada ortak, onların yerine birileri imza atıyor.

Erdoğan, "Ben o adamı tanımam" diyor. Ama, çocuklarının ortaklığına ses çıkarmıyor, "Siz gidin o adama sorun" diyor.

Kadir Topbaş’ın dünürü bir arsa satın alıyor, yeşil alan statüsünde. Plan daha sonra değiştiriliyor, yeşil alan kalkıyor, imar izni çıkıyor. Dünür arada arsayı satıyor. Kadir Topbaş, "Beni ilgilendirmez, ona sorun" diyor.

Doğru, biz Kadir Topbaş’a, örneğin Amerikan uzay uçuş planını, Çin dış ticaret stratejisini, Küba yeni puro reklamlarını soralım. Büyükşehir imar plan değişiklikleri ile Büyükşehir Belediye Başkanı olarak ne de olsa, ilgilenmiyor.

Tayyip Erdoğan’ın hemen her konuşmasında CHP İstanbul adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alması boşuna değil. Çünkü;

1 - Kılıçdaroğlu vurduğu yerden ses getiriyor. Her ses, ona yeni bir oy olarak geri dönüyor.

2 - Kadir Topbaş, Kılıçdaroğlu ile baş edemiyor, zayıf kalıyor. Hele de, arsa ve imar planları arasında, yanıtı zor sorular, onun dilini kilitliyor.

DSP’nin sefaleti

BİRİ çarşafa rozet takıyor, olmuyor Kuran kursundan medet umuyor. Bu sosyal demokrat anlı şanlı CHP. Bir adım sonrasında rozetler yerde, kurslara veda.

Öteki, dört kez seçim kaybetmiş, çeşitli partilerde dolaşmış, MHP’den aday olmuş birini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday gösteriyor. Bu da, söylendiğine göre, yine sosyal demokrat anlı şanlı DSP.

Muhalefetin sefaleti. Bir değil, birkaç kez sefaleti.

1 - Yıllardır birbirlerini oymakla meşgul. Biri yüzde 20 alıyor, öteki yüzde 21 alıyor, aradan fırlayan RP, FP, AKP artık ne ise, yüzde 23 ile seçim kazanıyor. Yıllardır düşman kardeşler ve düşmanlık her yerde diz boyu.

2 - Şimdi de, savundukları felsefeye ihanet dönemi başlıyor. Biri eski MHP’liyi, öteki eski BBP’liyi aday göstermekte tereddüt etmiyor.

CHP ile DSP el ele veriyor, AKP’nin yolunu açıyor.
Yazının Devamını Oku

Üşüyorum, sisler içinde ürperiyorum

13 Şubat 2009
KEMİKLERDE kurşun izi var. Bir bölümü yanık. Kemikler bugün değil, dün değil, beş yıl önce bulunuyor. Diyarbakır, Kulp İlçesi, Bağcılar Köyü kırsalında. Bağcılar Köyü’nde oturan Bulut Ailesi Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına başvuruyor. Yakınlarının gözaltında iken kaybolduğunu öne sürüyor. Bulunan kemikler için DNA testi istiyor.

Test yapılıyor, sonuç önceki gün açıklanıyor.

Kemikler gözaltında iken kaybolan Bulut Ailesi’nin beş üyesinden Ekrem, Ramazan ve Ali Bulut’a ait.

AİLE ANLATIYOR


DNA testi sonrasında Bulut Ailesi’nden Abdülbaki Bulut konuşuyor:

"Askerler köyümüze geldi, eşyalarınızı çıkarın, yakacağız, dediler. Ben dahil yedi kişiyi götürdüler. Üç akrabamla beni serbest bıraktılar. Üç akrabamı bırakmadılar, ne yapmışlarsa onlar biliyor."

Dehşet veren manzara. Önceki akşam NTV haberlerinde yayınlanıyor.

Taraf gazetesi günlerdir benzer yayın yapıyor. Büyük cesaretle üzerine gidiyor. Peşini bırakmıyor. Taraf’ı ve Ahmet Altan’ı bu cesaretinden dolayı kutlamak gerekiyor. Israrlı yayın, gerçeği arama tutkusu.

Gerçeği aramanın hukuki ve resmi boyutu ise savcılığın görevi.

HAYATİ SORU

DNA testi ve Abdülbaki Bulut’un sözlerinden sonra hayati bir soru var:

Abdülbaki Bulut’un anlattıkları doğru mu?

Bunu araştırmak için, o köyde başkalarının ifadesine başvurmak gerek.

Köye gelenler kimler? Kendi iradeleriyle mi geliyor, başkasının emriyle mi? Köyü neden yakmak istiyorlar? Üç kişiyi neden öldürüyorlar?

Hiçbir zaman yanıtı bulunamayan, tipik faili meçhul cinayet soruları.

Eğer anlatılanlar doğru ise, gözaltında iken başka kimler ve neden öldürülüyor?

Eğer anlatılanlar doğru ise, PKK terörünün 25 yıldır neden sürdüğüne ilişkin ipuçlarına ulaşmak mümkün mü?

Eğer anlatılanlar doğru ise, Kürt sorununun neden kangrene dönüştüğünü anlamamız kolaylaşabilir mi?

Buna karşılık, eski bir PKK’lı Abdülmuttalip Tuncer de, "Faili meçhul cinayetlerin yüzde yüzünü PKK yaptı" diyor. Bu da, tam ters ifade.

HUKUK DEVLETİ

Ters, düz, kitaplarda yazıyor, başta siyasiler, her meslekten insanın nutuklarında geçiyor, burası hukuk devletir, diye. İşte, fırsat. Hukuk devletini hepimizin gözüne sokmanın tam sırası.

Biraz ötesi, ben iktidarım, nutuklarını kanıtlamak zamanı.

Her an, herkesin başına, nelerin gelebileceğinin bilinmediği bir ülke. Telefonların hayásızca dinlendiği bir ülke. Kendi kampındaki insanlara kıyak çekme cennetine dönüşen bir ülke.

Onca faili meçhul cinayet sonrasında, hiçbir şey olmamış gibi, olağan bir günü yaşamaya devam eden bir ülke.

Bu demokrasi ve hatta hukuk devleti ve icabında ve döne dolaşa hem demokrasi, hem hukuk devleti.

Şimşek söylemiyor çünkü voltaj düşük

RAKAM sabıkası ayyuka çıkmış olan TÜİK’in yetkilisi TV’de, "Büyüme rakamları yazılırken voltaj düşmüş, oranlar yanlış yazılmış" diyerek muhteşem teknik bir açıklama yapıyor. Bunu söylerken yüzü hiç kızarmıyor.

Demek ki, bir şey yazarken, önce elektrik idaresine sormak gerek. Eğer voltaj düşecekse, yazıya çiziye paydos. Olur a, voltaj düşüklüğü normal sözcükleri bir anda küfür haline getirir, insanın başına iş açılır.

Önceki gün Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplantısında voltaj yine düşük. TÜSİAD yetkilileri "IMF ile pürüz nerede" diye soruyor. Çok normal, çünkü ortada hálá krize karşı önlem yok.

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı, kabinenin belki en sevimsiz bakanı Mehmet Şimşek bu çok normal soruya, "söylemem" karşılığını veriyor ve mikrofonunu kapatıyor. Voltaj düşüyor.

Oysa, Şimşek yanıt verse, belki ortaya farklı bir fikir çıkabilir, katkıda bulunmak mümkün olabilir. Ama, voltaj düşük.
Yazının Devamını Oku

Beyaz eşya kalmadı size korucu verelim

12 Şubat 2009
TUNCELİ’ye hücuuuum.Ankara’dan verilen bu emir doğrultusunda Tunceli seferberliği başlıyor. Harıl harıl Tunceli. Varsa, yoksa Tunceli. Tunceli bir anda AKP’nin gözbebeği.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu var gücüyle Tunceli’ye çalışıyor. Buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrikli süpürge ve devamında ne varsa, anılan fon çerçevesinde Tunceli’ye akıyor. Nedeni var.

Tunceli, Türkiye’de AKP’nin milletvekili çıkartamadığı tek il.

Tunceli’nin iki milletvekilinden ikisi de, bağımsız. Biri Kamer Genç, diğeri daha sonra DTP’ye geçen Şerafettin Halis.

Halis 11.515 oy, Genç 7.306 oy alırken, AKP 5.275 oyda kalıyor.

AKP suyuyla, yoluyla, fonuyla şimdi Tunceli’ye yükleniyor.

YSK VİRAJI

Tunceli okuma-yazma oranı en yüksek illerden biri.

Aynı zamanda solun kalelerinden biri. Sol partilerin kolaylıkla örgütlenebildiği ve tabanda güçlendiği illerin başında geliyor. Yıllardır ideoloji orada önde geliyor. Beyaz eşya dağıtımının AKP’ye istediği yararı sağlaması, uzak olasılık.

AKP beş ay önceden Tunceli’de nabız yokluyor. Sosyal Yardımlaşma Fonu’nu çalıştırmak için ortam hazırlıyor.

Valilik üzerinden beyaz eşya dağıtımı başlıyor.

Dağıtım başladığı zaman, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) önce oralı değil. Geçen hafta bu sütunda YSK’nın en yetkili ağızlarından birinin açıklaması yer alıyor, "bizi ilgilendirmez, her şey yasal".

İki gün sonra YSK sıkı bir viraj alıyor. "Her şey yasal" diyen yetkili de aynı yönde oy kullanıyor, YSK Tunceli Valisi hakkında suç duyurusunda bulunuyor.

KÖYE DÖNÜŞ

Savcılık Vali hakkında soruşturma açıyor.

Ama, ülkenin Başbakanı, Tayyip Bey seçim meydanlarında Vali Beyi kutluyor. Hakkında soruşturma açılan valiye, seçim kürsüsünden kutlama gönderiyor. Vali Bey genel seçimde AKP’den aday olmazsa, yazıklar olsun Tayyip Bey’e.

Beyaz eşya gürültüsü arasında, gözden kaçan bir gerçek var. Boşaltılan köylere geri dönüş.

Terör nedeniyle Tunceli’de geçmiş yıllarda boşaltılan köy sayısı hayli fazla. Şimdi o köylere dönüş var. Dönüşte para gerek. Ev yok, ahır yok, tohum yok.

AKP, köye dönen insanlara harcayacağı parayı, il ve ilçe merkezlerinde beyaz eşyaya harcıyor.

Kırsal kesime başka bir kıyak çekiyor. Şimdi oralara bol bol korucu alıyor.

Kentlere beyaz eşya, kırsal kesime korucu. Kent ve kırsal kesimde beklentiler farklı. Seçim yardımı bu beklentiye göre.

Tayyip Bey Vali Beyi, ben de Tayyip Bey’i kutluyorum, Tunceli için kendini bu kadar paraladığı için.

Tersanede adalet

YİNE tek bir denizci. Yine bilirkişiye gönderilen davalar.

Denizcilikle ilgili davalar için Deniz İhtisas Mahkemeleri kuruluyor. Denizcilik özel alan. Özel alanda adaletin yerine gelmesi için, ihtisas, yani uzmanlaşmış mahkemeler kuruluyor. Düşünce iyi.

Denizcilikle ilgili özel alanda davalar, örneğin Tuzla Tersanelerinde arkası kesilmeyen kazalar, bu mahkemelere gidiyor.

Ne var ki, o mahkemeler davaları bilirkişiye gönderiyor. Oysa, mahkeme uzmanlaşmış olmalı, ama değil ve dava yine bilirkişiye gidiyor.

Daha da ters olan, üç kişilik bilirkişi heyetinde bir kişi denizci, diğerleri hukukçu, iktisatçı ya da bir başka meslekten. Mahkeme bu heyetin raporuna göre karar veriyor.

Teknik bilgi gerektiren bir olayda, denizcilik dışında farklı bir meslek sahibinin bilirkişi olarak bakış açısı mahkemeyi belki de, yanlış yere sürüklüyor. Kararlar da, ona göre.

Denizde adalet, tersanede adalet, zor mu zor. 
Yazının Devamını Oku

Nafile yardıma son anda serum

11 Şubat 2009
GÖZLERİ görmüyor, kampanyadan etkileniyor, "beş yüz liram var" diyerek, cebindeki son parayı Gazze için bağışlıyor. Benzer özverilerin başka örnekleri de var. Türkiye’nin dört bir yanında mitingler, gösteriler, bağırmalar, çağırmalar. Bunların üstüne Tayyip Erdoğan haftalardır ağzını her açtığında, "Gazze de, Gazze" diye tepiniyor.

Onca tepinmeye ve özveri örneklerine rağmen, Gazze için toplanan para sadece dokuz milyon TL.

Doğan Gurubunun önceki akşam girişimi hariç. Ama,bakın o girişim öncesi ve sonrası kampanya tablosu, aynı zamanda güven ve itibar tablosu.

TSUNAMİYE 21 MİLYON

Türkiye ya da dünyada herhangi bir doğal yıkım ya da belli bir amaçla para toplamak, bağışta bulunmak Kızılay üzerinden.

2004 ile 2009 arasında Kızılay dört büyük bağış kampanyası açıyor. Bunların dökümü AKP iktidarına belli bir mesaj aktarıyor.

2004’te Endonezya ve Sri Lanka’da korkunç bir deprem yaşanıyor. Ağaçlar kökünden sökülüyor, ters dönüyor. İnsanlar tarlalara karışıyor. Tsunami deprem tarihinin ender gördüğü bir felakete yol açıyor.

Endonezya için Türk Halkı 18 milyon dolar bağışta bulunuyor.

Kızılay dışında Başbakanlık da yurt dışında üç milyon dolar topluyor ve kampanya 21 milyon dolarla kapanıyor.

PAKİSTAN REKORU

Deprem 2005’te bu kez Pakistan’ı vuruyor.

AKP Hükümeti ve Kızılay yine bağış kampanyası için devrede. Bu kez toplanan para 30 milyon dolar. O paralar Pakistan’da yatırıma dönüşüyor, Türk Köyü yapılıyor. Türk Halkı cömert bir halk.

2007’de Güneydoğuda beş ilimizde sel felaketi yaşanıyor. Belli bir kampanya yapılmıyor, ama bazı büyük şirketler Kızılay’a bağışta bulunuyor. Toplanan para pek büyük değil.

KADERİN CİLVESİ

Akılda kalan son kampanya Gazze için. Dokuz milyon TL toplanıyor, çok düşük.

Pakistan ve Endonezya kampanyaları ile karşılaştırıldığında. Türk Halkı, Gazze diye yatıp kalkan Tayyip Erdoğan’a, aynı desteği vermiyor.

Demek ki, dünyanın öteki ucundaki tsunami ya da Asya’nın göbeğindeki bir deprem, Türk Halkını savaştan daha çok ilgilendiriyor.

Son beş yılda büyük bağış kampanyaları arasında Gazze geride kalıyor. Bir yetkili "ciddi çıkış yakalayamadık" diyerek, durumu özetliyor. Bu AKP’de moral bozukluğu yaratıyor. Öyle ya, sen sabahtan akşama kadar Gazze diye çırpın, halk seni sallamasın.

GÜVEN VE İTİBAR

Nereye kadar? Kaderin cilvesi. Doğan Gurubu önceki akşam devreye giriyor ve haftalardır toplanan paranın yarısını birkaç saat içinde topluyor. 9 milyon TL’ye 4.5 milyon TL ekliyor.

O Doğan Gurubu ki, Erdoğan’ın neredeyse yeminli düşman ilan ettiği, her fırsatta, "bunların gazetelerini almayın" dediği gurup. İnsanlar gazeteleri daha çok aldıkları gibi, Gazze için açılan bağış kampanyasına da, daha çok ilgi gösteriyor. Birkaç saat içinde toplanan para bunun kanıtı.

Mitinglerde sen istediğin kadar yırtın, senin yandaş medyan ve TeReTen sana her fırsatta çanak tutsun, bağış kampanyası için senin yandaş TV’lerin sabahtan akşama kadar banka hesap numaraları yayınlasın, nafile.

Güven ve itibar farklı bir olay.

Bunların 25 sabıkası var

BİR, üç, beş değil, tam 25 sabıkası var.

Kısa adı TÜİK, Türkiye İstatistik Kurumu hakkında, rakam çarpıtma nedeniyle dava açılsa, yöneticileri çoktan kodesi boylamış olur.

Sözüm ona, istatistikler üzerinden ekonomik durumumuzu öğreniyoruz. Ama, TÜİK bize sürekli yalan söylüyor. AKP’ye yaranmak için, ekonomiyi olduğundan parlak gösteriyor. Belki de, bunu birilerinin emriyle yapıyor.

Son olarak, 2008 sanayi üretimindeki küçülmeyle ilgili olarak rakamları çarpıtıyor. Sanayideki küçülme ekonomik krizin bize teğet geçmediğini gösteriyor.

TÜİK’in rakam çarpıtması yeni değil. Açıkladığı rakamları 2006’da on dört kez, 2007’de 11 kez sonradan düzeltiyor. Bunlar çeşitli sektörlerdeki büyüme oranları ile genel büyüme oranı.

Bu kadar suç işlemek teknik hata ötesi. Adamlar ya bu işi bilmiyor ya da birilerinin emrinden dışarı çıkamıyor. Ya cehalet ya suç. Belki, ikisi birden.
Yazının Devamını Oku

Bir ırgat boşaldı öteki ırgat can verdi

10 Şubat 2009
GEMİNİN ambar kapakları açılıyor. Gemi eski. Tatil günü. Ambarda üç işçi çalışıyor. Ambar kapaklarını tutan bir zincir var. O zincire ırgat deniyor. Irgat bir anda boşalıyor. Boşalmayla birlikte, ambar kapakları domino taşı gibi arka arkaya devriliyor. Her bir kapak altı-yedi ton ağırlığında.

Devrilen kapaklardan biri, izinli olduğu halde, tatil günü çalışan üç işçiden birinin kafasına çarpıyor. Selim Sevgili adındaki işçi hayatını kaybediyor.

Bir ırgat boşalıyor, öteki ırgat can veriyor.

119. CİNAYET

Tuzla’daki ölüm tersanelerinde 119. işçi, yine bir kaza sonucu hayata veda ediyor. Kaza değil, Tuzla tersanelerinde bu 119. cinayet.

Önceki gün 119. cinayetin yaşandığı Dentaş Tersanesi ile ilgili Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin verdiği rapor var. "Burada ölüm riski var."

Geçen haziranda verilen rapor sonucunda, bu tersane beş gün kapatılıyor. Sonra ne oluyor? Beş gün sonra açılıyor. Beş günde bütün riskler ortadan kalkıyor mu?

Kalkmadığı önceki gün belli oluyor. Rapor ne yazık ki, doğrulanıyor ve bir işçi daha ölüyor.

BOZUK DÜZEN

Ölüm tersanelerinde her bir kazadan, hayır her bir cinayetten sonra, ölüme çeşitli gerekçeler gösteriliyor.

Yok emniyet kemeri takılı değildi, yok baret yoktu, yok bilmem ne. Oysa, temelde yatan sorun, yapısal. Bunu da en iyi dile getirenlerden biri Limter-İş Sendika Başkanı Cem Dinç.

Tuzla tersanelerinde düzen taşeronluk üzerine kurulu. Hiçbir çalışan gerçek patronu tanımıyor. Çünkü, gerçek patron gerçekten ortada yok. Sistem şöyle çalışıyor:

Gerçek patron bir taşerona, o taşeron bir diğer taşerona, o taşeron da daha altında, götürücü denilen başkalarına devrediyor.

Sorumluluk başkasına atılıyor. Bu arada pek tabii ki, ucuz işçilik. Çalışanları daha iyi sömürmek. Hak aramada işçileri yetersiz bırakmak. İşçilerin sendikalı olmasını engellemek.

DÖRT NEDEN

Ölüm tersanelerinde cinayetleri dört ana nedene bağlamak mümkün.

Yüksekten düşmek, patlama, sıkışma ve elektrik çarpması. Sendika, tersaneleri defalarca uyarıyor. Müfettişler nedenleri defalarca sıralıyor. Hatta, son ölümün yaşandığı tersanede olduğu gibi, belli süreyle kapatıyor.

Ama, hiçbir şey değişmiyor. Taşeronluk ve götürücülük devam ediyor.

AKP iktidarı şu sıralarda çok meşgul. Gazze ve seçimle.

Bir tatil günü bir ırgat boşalıyor, öteki ırgat can veriyor. Geriye bir kadın ve iki çocuk kalıyor.

AKP meydanlarda, CHP nerede

22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden üç hafta önce.

Konya’da seçimin nabzını tutmaya çalışıyorum. Sohbet ettiğim insanlar genellikle "AKP" diyor. Nedenine, her beş kişiden üçü aynı yanıtı veriyor:

"Beş yılda Tayyip Erdoğan Konya’ya dokuz kez geldi, Deniz Baykal iki kez geldi. O da, Mevlana törenleri ve bir CHP milletvekilinin cenazesi için."

Konya 16 milletvekili çıkartıyor. 22 Temmuz’da 16 milletvekilinden sadece bir CHP’li seçiliyor. 16’da bir.

Seçim-örgüt-çalışma denildiğinde, iki yıldır aklıma Konya örneği geliyor. İşte, Tayyip Erdoğan yerel seçimlere elli gün kala, yine meydanlarda. İlk mitingini Kocaeli’nde yapıyor.

Ya Baykal? Çarşafla Kuran kursları arasında dolaşmakla meşgul. İktidar filan istediği yok. Tembel. Salıdan salıya CHP Grubu’nda vaaz veriyor. Ara sıra, bu ya da şu TV’de boş nutuklar.

29 Mart’ta AKP bir tokat daha indirirse, Baykal’ın aklı başına gelecek mi? Hiç sanmıyorum.
Yazının Devamını Oku