Yalçın Doğan

Ben yine sizin babanızım, ama artık...

8 Mart 2009
Linda iki gözü, iki çeşme. Kendini aldatılmış hissediyor ve boşanmaya karar veriyor. James itiraz ediyor. Çok büyük bir sorun daha var. Çocuklarına nasıl anlatacak? Mektup yazmakta karar kılıyor... “Sevgili oğlum, sana yazmayı uygun buldum, kardeşlerine sen daha iyi anlatırsın umuduyla.”
Neyi anlatacak?
“Ben senin baban olarak, bil ki, sana bu satırları yazarken derin acı çekiyorum.”
Neden acı çekiyor?
“Bu bir hastalık, cinsel dysphoria deniyor. Bizim ülkemizde, Amerika’da 12 bin erkek ve 37 bin kadın aynı derdin sahibi. Bu hastalık, doğuştan. Nedenleri üzerinde henüz doyurucu açıklama yok.”
Ne ilgisi var bunların?
“Oğlum, nefret ediyorum, ama gerçeği itiraf etmek zorundayım. Kendimi bir süredir kadın gibi hissediyorum, ben artık erkek değilim.”
Üç kardeşin başına dünya yıkılıyor. Babalarından aldıkları bu mektubu okurken, babaları Bangkok uçağında, kadın olmak üzere, ameliyat için.
Mektubun sahibi James, New York’a yakın bir kasabada mutlu bir aile babası. Elektronik eşya satan bir dükkan işletiyor.
Okulu bitirdikten sonra, bir partide Linda ile tanışıyor. Kısa süren arkadaşlık, evlilik getiriyor. James ile Linda’nın bir oğlu, bir kızları dünyaya geliyor. Sonradan kimsesiz bir çocuğu daha aileye kabul ediyorlar. Dirlik, düzen var, sevgi var, dostluk var. Mutlu bir aile.
James bir akşam internette dolaşırken, eskiden genç bir erkek iken, ameliyatla kadın olmuş birinin hayatına rastlıyor. Okuduğu hayat, sanki onun hayatı. Aniden, benzer duygular James’i de sarıyor.
Ertesi sabahtan itibaren, davranışında gariplikler başlıyor. Sesinde yumuşaklık, gülmesinde ton farkı, ayak ayak üstüne atmasında hafif sallanmalar. Kendi kendine, “bana neler oluyor” diye sormaya zaman kalmadan, karısı Linda da aynı soruyu soruyor. Oysa, James kendini çoktan yeni bir kimliğe hazırlamış:
“Ben artık erkek değilim.”

ESKİ JAMES, YENİ JACKIE

Linda iki gözü, iki çeşme. Kendini aldatılmış hissediyor ve boşanmaya karar veriyor. James itiraz ediyor. Çok büyük bir sorun daha var. Çocuklarına nasıl anlatacak? Mektup yazmakta karar kılıyor:
“Ben ameliyat sonrasında döndüğümde, yine sizlerle beraber olmayı deneyeceğim. Bu hepimiz için çok zor. Ama sizi kaybetmek istemiyorum. Bana, yine ‘baba’ demenizi istiyorum. Çünkü, ben sizin babanızım ve öyle kalacağım.”
Bangkok’ta altı saat süren ameliyat sonrasında, James, Jackie adını alıyor. Oradan yazıyor:
“Oğlum, hayatımın geri kalan bölümü artık kadın olarak sürdüreceğim. Ama, hayata bakışımda ve değerlerimde hiçbir değişiklik yok.”
Eşi Linda, eski James’i, yeni Jackie’yi havaalanında karşılıyor. Derin bir sessizlik. Eve gelinceye kadar, ikisi de gözyaşları içinde.
Evde çocuklar yok. Linda, çocukları bir süre anneannelerine yolluyor.
Linda ve Jackie ayrı odalarda yatıyor. Bir gece müthiş bir fırtına, ikisi de korkuyor ve aynı yatağı, birbirlerine sarılarak paylaşıyor.
Bir-iki hafta geçiyor, bir sabah Jackie tüm gücünü topluyor ve elektronik dükkanına iniyor, dükkanı yeniden işletmek üzere.
Kasaba şöyle bir çalkalanıyor. İlk günlerde herkes garip garip ona bakıyor, sonra hafiften bir alışkanlık başlıyor.
Çocuklara gelince, öz çocukları eve dönüyor, aileye kabul ettikleri çocuk ise dönmüyor ve kimseyi görmek istemiyor. Kendi yolunu kendi çiziyor.
Öz oğlu ve kızı kasaba halkı kadar anlayışlı olamıyor. “Babalarına” uzak.
Evet, olmuyor, hayır yürümüyor. Jackie evden ayrılmak zorunda kalıyor, hatta bu kez bir erkek bularak, evlenmek üzere.
Geçen hafta Frankfurter Allgemeine Zeitung’da (28 Şubat tarihli) Martin Wittmann imzasıyla okuduğum bu gerçek olayda kendinizi adı geçen herkesin yerine ayrı ayrı koyun. James, Linda, oğlu, kızı ve diğer çocuk. Ve hatta kasaba halkı yerine.
Ne hissediyor, ne düşünüyorsunuz? Çok çapraşık ve içinden kolay çıkılır gibi değil. Size de öyle gelmiyor mu?
Yazının Devamını Oku

Dolarda ali cengiz oyunu

7 Mart 2009
HEPSİ, giriş-çıkış, bir hafta içinde, şubat sonunda.<br><br>Senin paran var, kaynağını kimse sormuyor. Kimse sormayacak. Bir şartla, Maliye’ye bildireceksin, "şu kadar param var" diyerek, Maliye o paradan vergi alacak ve seni unutacak. Sen sağ, maliye selamet. Vergi alacak ama, karşılığında senin paran aklanmış olacak. Hele de, getirdiğin parayı, şirketine sermaye olarak yatırırsan, o zaman başka avantajların da olacak.

Paranı yurtdışından getiriyorsan, yüzde iki, paran yurtiçinde ise ve onu bildiriyorsan, yüzde beş vergi ödeyeceksin.

Aradaki yüzde üçlük fark var.

Dolar hızla artıyor, artışın, dünyadaki artışa ek olarak, bizimle ilgili nedeni bu yüzde üçlük fark.

VARLIK BARIŞI


Hükümet bir süre önce, yastık altı paralarını, yurtdışındaki paraları piyasaya çıkarmak amacıyla, bir yasa kabul ediyor. Adına varlık barışı denilen bu yasa, paranın sahibi ile devleti barıştırıyor.

Yukarda özetlediğim gibi. Parayı nereden buldun, diye kimse sormuyor. Sadece, piyasayla ilk kez çıkan para olduğu için, devlet vergi alıyor.

Bu yasa şubatın son iki haftasında hızla işliyor. Çünkü, zaman sınırı var.

Son gün yurtdışından gelen para 13.5 milyar dolar. Hükümetin dışarıdan çekmek istediği paranın bir bölümü.

Acaba gelen para, gerçekten hep dışarıda olan para mı, yoksa ne?

KÁR 400 MİLYON DOLAR

Giriş-çıkış, hepsi bir hafta içinde, dediğim bu mekanizma. Adım adım şöyle:

1- Adamlar yurtiçinde piyasadan dolar satın alıyor, daha önce bildirmediği parayı, dolar olarak dışarıya çıkartıyor.

2- Aynı parayı bir hafta sonra içeriye getiriyor ve bu kez Maliye’ye bildiriyor.

3- İçeride iken bildirmiş olsa, ödeyeceği vergi yüzde beş, ama şimdi yüzde iki vergi ödüyor.

4- Bu işlemler hep dolarla yapılıyor. Ve dolar yükseliyor. Dünya ölçeğinde doların artış nedenine, bizdeki bu mekanizma ekleniyor.

13.5 milyar doları içeride gösterse, ödeyeceği vergi, yüzde beş üzerinden 675 milyon dolar, oysa şimdi yüzde ikiden vergi ödüyor, yani 270 milyon dolar.

Durup dururken, 400 milyon dolarlık kár. Hiç ama hiç fena değil.

Bu özel giriş-çıkışlar nedeniyle, dolar TL karşısında özel olarak artıyor.

Buna, dünya otomotiv devi General Motors’un iflas açıklaması eklenince, dolardaki ateş iyice yükseliyor. Bu satırlar yazılırken, 1.78 TL’yi geçiyor.

Yüksek, yüksek, yüksek, ne yüksek, yüksek filan değil. Dolar altı yıl öncesinin değerine geliyor, ortalık yüksek, yüksek diye inliyor.

Oysa, asıl inleme bu içerdeki giriş-çıkış. Hep birlikte ödediğimiz 400 milyon dolar.

Makarna var, şeker var, tehdit var

GÖZE batan birkaç yer var. Tunceli, Ankara başta. Onlar ön plana çıkıyor.

Oysa, AKP’liler her yerde aynı şeyi yapıyor. Bir ara kömür, seçim yaklaştıkça makarna, un, şeker dağıtımı hızlanıyor.

Beyaz eşya, kömür ve gıda yardımı dışında, siyasi olarak, bir başka propaganda var.

"Hizmet akışı Ankara’dan geçer, projeler Ankara’da onaylanır, oyunuzu ona göre verin."

Bunu açıktan ve resmen, önce Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin söylüyor. Eleştiri üzerine, geri adım atıyor, "yanlış anlaşıldığını" bildiriyor. Daha Şahin geri adım atarken, bu kez sahneye Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu çıkıyor, aynı sözü tekrarlıyor. Bu söylem, parti, aynı zamanda hükümet politikası. Makarna, şeker, un yetmiyor, tehdit politikası ekleniyor.

Kendi seçim bölgelerine giden AKP milletvekilleri, her konuşmalarında tehdit tezini işliyor, "hizmet Ankara’dan geçer, oyunu bize vermezsen, havada bulut, sen hizmeti unut."

Sonra kürsülerden, "biz hizmet için varız, biz millet için varız" palavraları.
Yazının Devamını Oku

Konuşan haritada çıldırtan merak

6 Mart 2009
YABANCI büyükelçiler trafiği müthiş. Ankara’da çeşitli bakanlıkların merdivenlerinde koşturan koşturana.<br><br>Mısırlı, Hintli, Yunanlı, Bulgar merak içinde. Amerika, Rusya ve AB ise, merakı çoktan aşıyor, onlar tam çıldırmış durumda. Hepsi aynı konunun peşinde. Bilgi, Nabucco bilgisi. Nabucco, Şah Deniz’den başlayarak Viyana’ya kadar uzanan doğal gaz boru hattı. Yabancı ülkeler bu boru hattına ilişkin her türlü bilginin peşinde. Soğuktan gelen casus filmi solda sıfır kalıyor.

Nabucco üzerinde hepsi şu sıralarda satranç oynuyor.

İLK AKIŞ 2014’TE

Son yıllarda her kış, özellikle aralık sonu, ocak başında, Avrupa aynı tedirginlik içinde. Acaba Rusya ile Ukrayna arasında yine hır çıkar mı, bizim doğal gazımız kesilir mi, kaygısı.

Bunu giderecek çok hayati girişim, Nabucco projesi.

Şah Deniz’den başlayan doğal gaz boru hattı, Türkiye’yi doğudan batıya geçiyor, Bulgaristan, Romanya, Macaristan üzerinden Avusturya’ya uzanıyor. Hattın en uzun bölümü 1558 kilometre ile Türkiye’de.

Boru hattına gaz verecek ülkeler Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan. İran ve Irak ile görüşmeler sürüyor, uzun vadede Mısır ve öteki çevre ülkelerin de aynı hatta gaz vermeleri planlanıyor.

Nabucco görüşmeleri 2002’de başlıyor, halen devam ediyor. Önemli adımlar geride. İlk gaz akışı 2014’te.

İNCE MANEVRALAR

Nabucco ile ilgili bir harita var. Boru hattının nereden başlayıp, nerede bittiğini, nerelerden geçeceğini gösteren renkli bir harita.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler bu haritaya, "konuşan harita" diyor. Doğal gaz satanlara da, doğal gaz satın alanlara da, hayat verecek harita.

Harita konuşuyor. Enerji üzerinden her türlü siyaset o harita yoluyla yürütülüyor. Ülkeler arasında her türlü ilişki o haritadan hareketle, ince manevralara sahne oluyor. Harita sürekli konuşuyor.

KARŞILIKLI KERTERİZ

Konuşan haritayı herkes biliyor. Buna rağmen, Ankara’da büyükelçiler bakanlıklarda cirit atıyor. Neden? Şundan:

Haritaya ilişkin en ince ayrıntıları öğrenmek amacıyla. Boru hattı tam olarak nerelerden geçecek, kim, ne kadar gaz verecek, Türkiye’nin rolü ne olacak, Bakü ve Tahran’dan Kahire ve Şam’a kadar düzenlenen toplantılarda alınan gizli kararlar neler?

Elin oğlu çıldırtan merak içinde. Kim, ne yapıyor, kim, neyi amaçlıyor, herkes birbirini kontrol ediyor. Karşılıklı kerteriz alma vaziyeti. Cirit atan büyükelçiler, tango yapan uzmanlar.

Bu ortamda Türkiye’nin rolü belli. Ucuz doğal gaz elde etmek. Rekabetçi ortamı oluşturmak. Arz güvenliğini sağlamak.

HILLARY’NİN ÇANTASI

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton yarın Türkiye’ye geliyor.

İlk anda herkes Clinton’ın yok İsrail, yok İran, yok Filistin, yok Irak üzerine, daha çok siyaset konuşacağını tahmin ediyor.

Tamam, o konular da var, ama onun asıl derdi, çantasındaki enerji dosyası. Petrol ve doğal gaz ve Nabucco dosyaları.

Türkiye’nin kırk yılı

HER zaman olduğu gibi, gırtlağımıza kadar siyasete battığımız için, çok önemli bir haber gazetelerin ötesinde, berisinde bilemediniz iki-ikibuçuk sütunda kalıyor.

Türkiye’de petrol ve doğal gaz kaynakları bulunuyor.

Doğal gaz rezervi 1.5 trilyon metreküp, petrol rezervi 10 milyar varil.

Enerji tüketimi açısından, bu miktarlar Türkiye’nin kırk yılllık ihtiyacını karşılıyor.

Bu arada Türkiye içinde 2002’de dört bin kilometre olan doğal gaz boru hatları, şu anda onbir bin kilometreye ulaşıyor. Dokuz ile giden doğal gaz şu anda 64 ili kapsıyor.
Yazının Devamını Oku

Dört bin gönüllü Karayalçın’a çalışıyor

5 Mart 2009
PROJE var, halkın katılımını sağlamak var, şeffaflık var, yoksulluk ve istismara meydan okuma var. Bunların hepsi, CHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Murat Karayalçın’ın çantasında var. "Bu sefer kazanacağım" diyerek, iddialı konuşan Karayalçın, ara sıra Melih Gökçek’in sataşmalarına cevap verse de, asıl kendi hedeflerini anlatıyor. Kendi deyimiyle, "iki radikal sosyal projesini" şöyle özetliyor.

1-Kadın, genç ve engelli öncelikli, 25 bin kişiye iş imkanı.

2-Hemşehrilik geliri. Ankara’da dört kişilik ailenin yoksulluk sınırı ayda 600 TL. Ankara’da doksan bin aile yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Gıda, ulaştırma ve diğer yardımlarla, Karayalçın, doksan bin aileyi yoksulluk sınırı üstüne çekmeyi öngörüyor.

Bu iki sosyal yardımın belediyeye maliyeti 500 milyon TL. Birinin harcaması, ötekinin geliri, 500 milyon harcayarak, 2.5 milyar TL gelir yaratmayı planlıyor.

ANKARA HAKEMLİĞİ

25 yüksek emekli yargıç. İsimleri Karayalçın sunacak, Belediye Meclisi o yargıçlardan birini hakem olarak seçecek.

Belediye ile halk arasındaki anlaşmazlığı bu hakem giderecek, mahkemeye düşmeden. Halkı mahkemelerde sürünmekten kurtarmak amacıyla.

Belediye başkanları arasındaki anlaşmazlıklar ya da kendi iç sorunları ise, Başkanlar Kurulu’nda ele alınacak. Bu kurul ayda bir toplanacak ve son beş yılda örneğini gördüğümüz, Gökçek-Turgut Altınok (Keçiören belediye başkanı) türü anlaşmazlarını çözecek.

TOPLUMSAL KONSEY

Murat Karayalçın Ankara Ekonomik ve Toplumsal Konseyi kurmayı öngörüyor.

Yılda iki kez toplanacak bu konsey işverenler, işçi sendikaları, meslek odaları, kooperatifler ve üniversitelerden oluşacak. Ankara’nın sanayi, sağlık, eğitim politikaları masaya yatırılacak.

Bu çerçevede Mamak’ta bir üniversite, elektronik sanayinde atılım, ikinci otobüs terminali ile özel ve belediye projelerinin gerçekleşeceği Ankara Sanayi Havzası oluşturmak hedefi var.

ŞEFFAFLIK

En çok yolsuzluklardan, imar oyunlarından şikayet ediyoruz. Bunu önlemek şeffaflıktan geçiyor. Karayalçın şeffaflık için:

1-Belediye Bütçesini önce Ankara Kurultayı’na sunacak. Sivil toplum örgüt temsilcilerinden oluşacak kurultaya.

2-Ankara’da bütün sokakların imar durumu internette yayınlanacak. Sıkı mı ondan sonra o sokaklarda imar düzenbazlığı?

3-Belediyenin bütün harcamaları onbeş günde bir internette yayınlanacak. Nereye, hangi amaçla, ne kadar harcama yapıldığını herkes görecek.

4-Belediye Meclis toplantıları TV’den canlı yayınlanacak.

5-Karayalçın ve ailesinin (eşi, oğlu, gelini) mal varlığı, belediye üst düzey yöneticilerinin mal varlıklarıyla birlikte, internette yer alacak.

Bunları özetledikten sonra, Karayalçın, dünkü sohbetimizde, "Bunlar Türk belediyecilik tarihinde ilktir" diyor. Rakipleri ile ağız dalaşına girmek yerine, projelerini anlatıyor. Bunları varoşlara anlatabiliyor mu?

Kendisinin toplantıları dışında, partili olmayan dört bin gönüllü gece gündüz, Karayalçın adına kapı kapı dolaşıyor.

Bu projelerle Karayalçın Ankara’ya umut aşılıyor.

AİHM: Bu dava özel ve önemli

BEŞ bürokrat ve bir avukat. Hükümet adına savunmada. Karşıda CHP milletvekili Atilla Kart.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dünkü duruşma iki saat sürüyor. Atilla Kart, dokunulmazlığının kaldırılmasını isterken, hükümetin avukatı zor bir işe soyunuyor. Dokunulmazlıkların sürmesini savunuyor.

Kart, örnekler vererek, yargı kararlarını uygulamayan bürokratların, daha sonra milletvekili seçilerek, korunduklarını anlatıyor.

AİHM yargıcı, "bu dava özel ve önemlidir" diyor. Türkiye’de milletvekili dokunulmazlığı bu haliyle, koruma zırhı olarak kalacak mı, yoksa bir zamanlar suç işlemiş olanlar yargı karşısına çıkacak mı?

AİHM kararı üç-beş ay sonra.

Göğüs göğüse yarış

ANKARA MHP Büyükşehir başkan adayı Mansur Yavaş dün Hürriyet’i ziyaret ediyor. Ben iki gündür Ankara’dayım. Mansur Bey’le tanışıyoruz, aklı başında sözlere tanık oluyorum.

Mansur Yavaş arka arkaya anket yaptırıyor. Onun son anketinde durum şu.

Melih Gökçek 32.5, Murat Karayalçın 29.8, Mansur Yavaş 27.7.

Gökçek 51’den hızla aşağıya inerken, Karayalçın ve Yavaş hızla yukarı çıkıyor. Aradaki fark kapanıyor, göğüs göğüse yarışa dönüşüyor.
Yazının Devamını Oku

25 yıl önceki cümleyle ipler koptu

4 Mart 2009
HERKESİN gözünün içine girecek bir slogan:<br><br>"AK mı, Durak mı, Türkiye görecek." AK, yani AKP, Durak yani, Aytaç Durak.

Aytaç Durak 1984’den bu yana, 1989 hariç, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı. İki dönem ANAP’tan, 2004’te AKP’den. Şimdi yine aday, bu kez MHP’den.

Mersin MHP mitingine giderken Adana’dan geçiyorum. Adana’dan geçerken, Aytaç Durak’la sohbet fırsatı buluyorum. Durak’ın yeniden AKP’den aday olmayışı, o süreç içinde epey ses getiriyor.

2004’den AKP’den aday olurken, Tayyip Erdoğan ile arasında sözlü bir anlaşma var. Bir dönem başkanlık için.

Durak’ın Adana’daki gücü belli. Bu nedenle, Erdoğan’ın aklından belki yine Durak geçiyor. Ama, 25 yıl önce bir gazetede yayınlanan bir manşet var.

SEKİZ AY ÖNCE

Durak’ın makam odasında koca bir gazete fotokopisi. 1 Mayıs 1984 tarihli Milliyet’in manşetinde Durak’ın sözleri yer alıyor:

"Siyasi Ayrıcalığı Belediyeye Sokmayacağım".

Belediyeyi yönetirken, parti gözetmek yok. Partizanlık yok. Siyasal kayırma yok.

Sekiz ay önce Tayyip Erdoğan Adana’da. Aytaç Durak’ı makamında ziyaret ediyor. Masanın hemen yanında Milliyet’teki manşetin resmi. Erdoğan, "bu ne" gibilerinden soran gözlerle bakıyor.

Durak, "Ben gücümü buradan alıyorum" diyor. Belediye Başkanı AKP’den, ama AKP’liler Durak’ın makamına giremiyor. Erdoğan hafif ekşi. Sohbetimizde Durak bana devam ediyor:

"AKP’nin iki kırmızı çizgisi var. Bir, radikal uçlara prim yok, iki, yandaşlarına kamu parası yedirmeyecek".

Başka bir şey eklemiyor. AKP bunlara dikkat etmiyor havasında.

BAHÇELİ İLE ANLAŞMA

Bu seçim için adaylar belirlenirken, AKP pek çok yerde olduğu gibi, Adana’da da aday yoklaması yaptırıyor. Durak itiraz ediyor. Kendisi de, anket yaptırıyor. Halk ona, "dilediğin yerden aday ol" yanıtını veriyor. Durak:

"Ben Tayyip Bey’e, sen benim liderimsin, benim bu basit kuralımı sen de uygula, sen de rahat et ve iktidar kal, demek istedim. Onu tahrik etmek için değil. Ama, olmadı".

Sonra gözlemini aktarıyor:

"Hiçbir dönemde bütün yetkileri iki dudağı arasına toplayan bir başka lider olmadı, bu çok tehlikeli".

İpler kopuyor. Durak, Devlet Bahçeli ile görüşüyor, görüşmede Bahçeli:

"Sizin ilkeleriniz, benim ilkelerimdir" diyor ve Durak MHP’den aday oluyor.

AKP ise, Durak’ın eski arkadaşı, bir zamanlar birlikte politika yaptıkları Mehmet Ali Bilici’yi Adana’da aday gösteriyor.

Ve tıpkı Kemal Kılıçdaroğlu’na yaptığı gibi, Erdoğan mitinglerinde, Sivas’ta olduğu gibi, Aytaç Durak’ı hedef alıyor.

Dokunulmazlık bugün hassas terazide

CHP milletvekili Atilla Kart dokunulmazlığının kaldırılmasını istiyor.

AKP ters yönde oy kullanıyor ve Kart’ın dokunulmazlığı kalkmıyor. Kalkarsa, yolsuzluk iddiaları içeren dokunulmazlık dosyaları gündeme gelecek.

Kart, AİHM’e gidiyor. Kart’ı haklı bulan AİHM’e göre, a)dokunulmazlıkta ölçüler çok geniş, b)objektif değil, c)Türkiye’de dokunulmazlık yolsuzlukların zırhı haline gelmiş.

AİHM Kart’ın dokunulmazlığının kaldırılması istemini yerinde bulunca, AKP itiraz ediyor.

Kart ve AKP bugün AİHM’de karşı karşıya. Açık duruşma var. Kart AİHM’in kararında ısrar etmesini, AKP kararın bozulmasını isteyecek.

Bugün Türkiye siyasetinde belirleyici bir dönemeç.
Yazının Devamını Oku

Bol Tüzmen öykülü MHP Mersin mitingi

3 Mart 2009
<b>MERSİN</b><br>DEVLET Bakanı Kürşad Tüzmen lideri Tayyip Erdoğan’a söz veriyor, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanmak için. Tüzmen, Mersin milletvekili. Söz veriyor ama, bir şart yerine gelirse. Eğer, aziz ve muhterem lideri Tarsus Baharlı’ya havaalanı yapma izni verirse.

Önceki gün, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu seçimlerde ilk mitingini düzenlediği Mersin’deyim. Sokakta kiminle konuşursam, bana bu havaalanı öyküsünü anlatıyor.

Seçimlere kadar, AKP Tarsus’a havaalanı kararı verir mi? Verirse, Mersin’i alır mı? Emin değilim. Ancak, avantaj sağlayacağı ortada.

Kiminle sohbet edersem, Tüzmen’e dönük bir öykü daha anlatılıyor. Mersin İdmanyurdu şu anda 2. Lig Yükselme Grubu’nda ve birinci durumda. Bank Asya 1. Ligi’ne yükselme çabasında.

Tüzmen, Mersin İdmanyurdu’na destek için, Mersinli işadamlarından para toplamak üzere, yemekler düzenliyor. Mersin’de Tüzmen öyküleri bol.

İŞSİZLİK YÜZDE 16

Tarsus’a havaalanı Adana’da büyük tepkiyle karşılanıyor. Adana’da şehir plancıları raporlarına göre:

Yapılması düşünülen havaalanı göçmen kuşların yolu üzerinde, tarım arazisi ve bataklık. Adana Havaalanı ile yeni havaalanı arasında 20 kilometre var. O kadar kısa mesafede iki havaalanı anlamsız.

Havaalanı tartışması sürerken, Mersin’de işyerlerine bakıyorum. Çoğu arka arkaya kapanıyor. Türkiye ortalaması işsizlik yüzde 12, Mersin ve Adana’da bu oran yüzde 16. Tarım çöküyor, tarıma dayalı sanayi çöküyor.

Kime sorsam, işsizlik en büyük sorun. Konuştuklarımın bir bölümü işsiz. AKP için söylemediklerini bırakmıyorlar. Ama, evet ama, seçimde ne olur, sorusuna, aynı işsizlerin hemen tamamı:

"Tayyip’in oyu biraz düşer. Ama, açık ara yine birinci parti olur."

Madem ekonomik kriz, madem işsizlik, neden bu tahmin? Aynı kitle:

"Karşısında kimse yok, muhalefet çok zayıf."

BAHÇELİ’NİN MİTİNGİ


Canlı bir kalabalık. Sahnede "Yüreğini Koy" yazıyor. Müzik eşliğinde. "Geliyor geliyor lider geliyor/devletin başına Devlet geliyor".

29 Mart yerel seçimleri için startı Devlet Bahçeli, Mersin’de veriyor. Mersin, MHP’nin 2004 ve 2007’de en çok oy aldığı kent. 2004’te yüzde 27, 2007’de yüzde 30 ile AKP’yi geride bırakıyor. Buna rağmen, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı CHP’de.

Mersin çevresinde Yörükler ve Türkmenler MHP’nin yanında. Mersin içinde ciddi Kürt nüfus var. Zıtlar burada hayli fazla.

Bahçeli konuşmasına sakin başlıyor, tempoyu sonra arttırıyor. Meydanlara geç inmesiyle ilgili olarak, "Bizde devletin imkanları yok, devletin uçakları yok, bizim karanlık güçlerimiz, para babalarımız yok" diyor.

Daha iyi ya, o zaman meydanlara daha erken inmek gerekiyor. Bu mazeret değil. Muhalefet bu kadar eleştiriyor, buna rağmen, AKP hálá birinci parti ise, hem de işsizlerin ağzından, bunun çaresi boş nutuklarla bulunmuyor.

HERKES FARKINDA

Kürsüde Bahçeli, onu dinleyelere ben sormadan, onlar bana soruyor:

"Abi, Kılıçdaroğlu kazanır mı? Karayalçın kazanır mı?"

Ben, buralarda ne oluyor, Bahçeli’yi nasıl buldunuz, diye merak ederken, oradaki insanların merakı CHP’nin İstanbul adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile Ankara adayı Murat Karayalçın’da. Herkes İstanbul ve Ankara’ya kilitli.

AKP, İstanbul ve Ankara’yı ya da birinden birini kaybederse, Türkiye’nin siyasal yol haritası yeniden çiziliyor. Herkes bunun farkında.

Bahçeli, AKP’yi eleştirirken ekliyor: "Ülke senin, karar senin."

Her zamanki gibi.

Cumhuriyet’e bravo

PAZAR günü Cumhuriyet çok farklı. Birinci sayfa bembeyaz, solda bir başyazı, o kadar. AKP’nin medyaya baskısına tarihsel tepki.

"Biz susarsak, kim konuşacak" direnci ile, dün de 1867’den günümüze kadar, basına uygulanan sansür, kapatma ve tehditlerden örnekler veriyor. Öldürülen, hapse atılan gazeteciler, açılan davalar dün ve bugün, değişen bir şey yok. Yüz elli yıldır aynı baskı.

İktidarı eleştiriyorsan, yandaşlarından küfür, kendisinden her türlü ceza çoktan hazır. Yüz elli yıldır böyle, ama yüz elli yıldır basın burada. Gelip geçen iktidarlar (partiler) saymakla bitmiyor.

Cumhuriyet günümüzde medyaya baskıyı, herkesin kafasına adeta çakıyor.
Yazının Devamını Oku

Son Vahşet: ‘Varoş İti Milyoneri’

1 Mart 2009
Kasılıyor, titriyor, yırtınıyor, başını taşlara vuruyor. Yardım etme telaşında kadına eğildiğimde, hırıltılı nefesi yüzüme püskürüyor. Son kasılma, son titreme. Aman Tanrım, kadın sokak ortasında doğuruyor. Sokak ortasında yatan kadın çığlık çığlığa. Hemen beş, on metre önümde. Ayaklarını bir kendine çekiyor, kasıyor, bir iki yana açıyor. Başını taşlara vuruyor, çırpınıyor.
Sabahın erken saatleri. Hava yeni aydınlanıyor. Sokaklar mahmur ama yeni bir günün tazeliğinden uzak. Üstelik, geniz yakan pis bir koku, tepeden tırnağa insana bulaşıyor.
Biraz ilerde lağım. Açıkta akıyor. Kenarında künkler var. Elli tane, yüz tane. Herhalde lağım için. Künklerden insanlar birer, ikişer sürünerek dışarıya çıkıyor. Önce bellerini şöyle bir doğrultuyor, sonra birbirlerine bağırmaya başlıyor. Yarım metre çapında, bilemediniz, iki metre uzunluğunda künkler, ev niyetine.
Gözlerimi ovuşturuyorum, rüya mı görüyorum, ben neredeyim?
Bütün bunlar on, on beş saniye içinde. Caddenin bu tarafında kadın tek başına avaz avaz. Ne olduğunu tam anlayamadığım çırpınmaları sürerken, bir çocuk ağlaması. Etrafta çocuk filan yok. Ama, evet evet, bir çocuk ağlaması.
Aman Tanrım, kadın sokak ortasında doğuruyor.
Kasılıyor, titriyor, yırtınıyor, başını taşlara vuruyor. Ben “ne yapmalıyım” şaşkınlığı içinde, nasıl edeceksem, yardım etme telaşında kadına eğildiğimde, hırıltılı nefesi yüzüme püskürüyor. Son kasılma, son titreme. Yerde cansız bir beden.
Mumbai. Dharavi Varoşları. Otuzuncu Cadde.
Otuzuncu Cadde mi? Bu, sekiz Oscar kazanan “Slumdog Millionaire” (Varoş İti Milyoneri) filminin çekildiği cadde. Ben bu caddeyi biliyorum. Yirmi yıl önce Başbakan Turgut Özal’la Hindistan’a gittiğimde, kadının çocuk doğurduğu ve can verdiği cadde.

ÇALIŞ SENİN DE OLSUN MASALI

İtirazım var, “varoş iti” nitelemesine çok fena itirazım var.
Mumbai halkı da, benzer itirazda, hatta haklı olarak isyanda. Bir yandan Ocsar’ı kutluyor, ama öte yandan filmin adı nedeniyle, “onurları kırıldığı için” Otuzuncu Cadde’de protesto miting düzenliyorlar.
Film çok gerçekçi. Yaşadığım o korkunç sahneden biliyorum. Film, işkence sahnesiyle başlıyor. İşkence, filmde başrolü oynayan Azharuddin Mohammed İsmail’in, filmdeki adıyla Cemal Malik’in o “varoş itlerinden birinin”, on sekiz yaşında bir çocuğun, nasıl olup da, onca soruyu bilmesiyle ilgili bir sorgulama. Cemal, TV’de “Kim Beş Yüz Milyar İster” bilgi yarışmasına her soruyu sular seller gibi yanıtlıyor. Beş yüz milyara son soru kala, polis gelip Cemal’i sorguya götürüyor.
Hile, sapma, katakulli yok. Cemal yeniden TV’de ve son soru.
“Varoş itlerinden” biri, kendini o koşullarda yetiştiriyor ve beş yüz milyarı kazanıyor.
Kapitalizmin altın anahtarlarından birinin insan onurunu ayaklar altına alan propagandası. “Sen de çalış, senin de olsun” masalı. Fakirin zengin olabildiği, aşılmaz gibi görünen engeller karşısında, olağanüstü bir başarı öyküsü. Diğer “varoş itlerine” örnek olmak üzere.
Doğru, Mumbai’de insanlar günde bir doların altında yaşama mucizesini gösteriyor. Dharavi dünyanın en büyük varoşlarından biri. Film o nedenle tam yerinde. Orada yaşayanlar ve o bölgede yayınlanan “Dharavi Times” gazetesi, bir yandan onurlarının kırılmasını yaşıyor, öte yandan yaşama koşullarının dünyaca öğrenilmesiyle teselli bulmaya çalışıyor.
Bir başka gerçek, benzer bir filmi, bir Hintli çekmiş olsa, Oscar filan söz konusu bile değil. Ama, bir İngiliz yönetmenin çekmiş olması, Hollywood menkıbelerine yeni bir katkı.
Tekniği, yönetimi, senaryosu, kurgusu, görüntüsü, müziği ile “Slumdog Millionaire” Oscar’ı hak ediyor.
O hak, kullandığı isimle kapitalizmin son vahşetine dönüşüyor.
Yazının Devamını Oku

Tanrı bu kez KA-DER’i korudu

28 Şubat 2009
FOTOĞRAFTA ortada Tayyip Erdoğan, solunda Deniz Baykal, sağında Devlet Bahçeli. Bu fotoğrafın üstünde, Üçümüz Aynı Fikirdeyiz, yazıyor. Fotoğraftaki yazı sürüyor. Hedefimiz yerel seçimlerde yüzde elli kadın aday.

Fotoğraftaki yazı sürüyor. Uyarı: Bu ilan yerel yönetimlerde yüzde 1’lik orana isyan eden ve siyasette görev almak isteyen kadınların hayallerinin ürünüdür.

Bu bir afiş. İnternette de var. Afişi hazırlatan kadın adayları destekleyen, kadın sorunları üzerinde düşünen ve çözüm üreten sivil toplum örgütü KA-DER.

Bizde tek kadın vali yok. Kadın kaymakam oranı yüzde 1.5. Kadın milletvekili oranı yüzde 9.1. Cinsiyet eşitliği açısından, Türkiye 130 ülke içinde sondan 7’inci, yerel yönetimler açısından 68 ülke arasında 62’nci sırada.

KA-DER’in afişi buna protesto.

GÜLÜNÇ GEREKÇELER

Ancak afişi protesto eden de, var. Devlet Bahçeli afişlerin toplatılması için dava açıyor. Mahkemede dile getirilen gerekçeler şunlar.

1-Afiş, Bahçeli’yi, siyasal rakibi Erdoğan’ın kolları altına girmiş gibi göstererek, onun liderliğini kabul etmiş gibi gösteriyor.

2-Bahçeli’nin kişilik haklarına saldırıyor.

3-Afiş, sanki, abi kardeşlerini kucaklamış, düşüncesini çağrıştırıyor.

4-Halkta yanlış izlenimler uyandırıyor, Bahçeli ve MHP’yi küçük düşürüyor.

5-Fotoğrafın etkisi, siyasi hayatı etkileyecek boyuta uzanıyor.

Bunlara paralel başka gerekçeler. Ama, önemli olan bunlar.

DÜNYADAN ÖRNEKLER

Davayı sadece Bahçeli açıyor. Baykal ve Erdoğan açmıyor.

KA-DER savunmasından dünyadan örnekler veriyor. Başka ülkelerde liderlerin bu gibi olaylarda duruşunu dile getiriyor. Örneğin, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy buz patenleriyle, balerin gibi gösteriliyor. Sarkozy buna gülüp geçiyor.

Avusturya’da bir parti lideri ile dalga geçen bir yazı ve karikatür var. Parti lideri dava açıyor ve hatta kazanıyor. Ama o da AİHM’den dönüyor.

Değerli hukukçu Fikret İlkiz, kaderin cilvesi, benim yakın dostum, davada AİHM’den örnekler veriyor. AİHM Sözleşmesinin ilgili maddelerini dile getiriyor.

Ve afişlerin toplatılması istemini mahkeme geri çeviriyor. Bahçeli davayı kaybediyor.

SİYASETÇİ PROFİLİ


Müthiş isabetli bir karar. Ancak olay başka. Olay, bir Türk siyasetçisinin bakışı, hoşgörüsü, değerlendirme ölçülerindeki tık nefeslikle ilgili.

Hiç bir esneklik yok. Bir gerçeği vurgularken, başkasının kendisiyle dalga geçmesine tahammülü yok. Böyle biri, bırakın başkasını, kendisiyle de dalga geçmeyi bilmez. Katı, dar görüşlü. Sınırları belli. Ciddiyet adına, suratı sürekli asık.

Tipik Türk siyasetçi profili. Bütün Doğu aleminde olduğu gibi. Yeri geldiğinde, ne bileyim, dans etmezler. Espri yapmaktan kaçınırlar.

Espri odağı olmaktan uzak dururlar. Rüzgarda yuvarlanan konserve kutusuna tekme atmazlar. Her hareket kontrollü. Aman, dikkat bir pot kırarsın şimdi. Kır be, bir kere de sen kır, görelim. Politik arenaya dik ve keskin çizgiler hakim. Üfff, çok sıkıcı.

Tanrı Türkü korusun bunlardan. Şimdilik KA-DER’i koruyor.

Kazada 135’inci yolcu

AMSTERDAM’da düşen THY uçağında, bizimkilerin açıklamalarına göre, 134 yolcu var.

Ancak, Hollanda yetkililerine göre, uçakta 135 yolcu var. Oysa, listelerde resmen görünen 134. THY’nin açıklaması ve elindeki belgeler doğru, evet 134.

Ama Hollandalılar da, 135 yolcu var, diyor. O diyor 135, THY diyor, 134. Demek ki, bir yolcu listelerde görünmüyor. Yani, biletsiz bir yolcu daha var gibi. Hollandalılar doğru söylüyorsa, 135’inci yolcu kim? Ve THY bunu neden saklıyor? Listelerde gösterilmeyen biri var. Örneğin:

1- Bir THY personeli, belki bir pilot.

2- Gizli bir görev üstlenmiş bir devlet görevlisi.

3- Akla gelmeyen bir başka uygulama.

Sırlarla dolu kazada, son sır 135’inci yolcu.

Sırrı dün tv kanalları açıklıyor. 135’inci yolcu bir THY çalışanı. Peki, THY neden 134’te ısrar ediyor. Kendi çalışanını yolcu listelerinde neden göstermiyor.
Yazının Devamını Oku