Yalçın Doğan

Patroniçenin gözyaşları

5 Nisan 2009
Maria Elisabeth Schaeffler, Opel’e ara malı üreten bir fabrikanın sahibi. Ekonomik krizde hem General Motors, hem de Opel zor durumda kalınca 60 yaşındaki patroniçenin fabrikası da tehlikeye girdi. Başbakan Merkel yardıma yanaşmıyor. Fabrikanın önündeki gözyaşları bunun için. “He-pi-miz- Schaeff-le-riz, he-pi-miz Schaeff-le-riz...”
Sekiz bin kişinin çalıştığı fabrikada, sekiz bin kişi işi aynı anda bırakıyor. Sekiz bin kişi hep birlikte fabrikanın önünde toplanıyor. Sekiz bin kişi hep bir ağızdan Maria Elisabeth Schaeffler’e alkış tutuyor. Yağmur altında ve soğukta.
Maria Elisabeth Schaeffler onların patroniçesi. Her patrona böyle bir alkış ve sevgi gösterisi kolay kolay nasip olmaz. Schaeffler’in tılsımı, çalışanlarıyla birebir yakınlığından. Birini diğerinden ayırmadan, ama hepsine kucak açmaktan. O fildişi kulesine çekilmiyor, tersine onların arasına katılıyor.
60’ını birkaç yıl önce devirmiş, güzelliğinden hâlâ birşey yitirmemiş. Derler ya, cami yıkılmış ama mihrap yerinde, öyle işte.
Oysa, kişi olarak değil ama, iş olarak cami çoktan yıkılıyor. Öyle bir yıkılma ki, Avrupa’dan Amerika’ya, Avrupa’nın hükümet merkezlerinden Beyaz Saray’a, bütün başbakanların ve devlet başkanlarının önünde o yıkımın bilançosu duruyor. Dünya aylardır o yıkıma çare aramakla meşgul.
Kriz, ekonomik kriz.
Bankalar ve büyük sanayi firmaları tek tek devletin kontrolüne giriyor. Arka arkaya yıkılan dünya çapında firmalara devlet yardım ediyor. Bir yardımı diğeri izlerken, müthiş bir tartışma başlıyor. Kapitalizm sona mı eriyor, sosyalizme mi geçiyoruz.
Son sallanan devlerden biri de, General Motors (GM). Pek çok otomobil markasının arkasındaki dev. GM, dünyada pek çok markayı emziriyor, onlara analık ediyor. Onların motorlarını üretiyor.
JÖNLERİN ARABASI
Emzirdiği arabalardan biri de, Almanya’daki Opel. Opel dosyası hem Alman Başbakanı Merkel’in, hem ABD Başkanı Obama’nın önünde. Opel’in kurtarılması, aynı zamanda GM’in yeniden soluk almasını sağlayacak.
Opel çok uzun yıllar Almanya’nın temel araba markalarından biri. İkinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak, bazı Alman devlet ve hükümet başkanları makam arabası olarak Opel’i tercih ediyor. Halkın yüzde 17’si Opel kullanıyor. Sadece reklamlarda değil, filmlerde genç kızların gönlünü çalan yakışıklı jönler Opel’e biniyor.
2001’de Opel, BMW’nin CEO’sunu transfer ediyor. Bu transferle birlikte, Opel’de teknik ve model yenileniyor, kalite artıyor.
Ancak, GM’in çöküşü ve genel kriz nedeniyle, Opel şimdi masaya uzanmış, neşter atılmasını bekliyor.
Geçen ay başında Opel ve GM’in direktörü, birlikte Beyaz Saray’a gidiyorlar. Opel kurtarılırsa, 70 bin kişinin işi kurtuluyor. Aileleriyle birlikte, 200 bini aşkın insan.
O ikisi Obama’nın ekonomik danışmanlarıyla pazarlığa otururken, aynı günlerde Berlin’de bir başka pazarlık sürüyor. Opel yetkilileri Merkel ile görüşüyor. Ancak, Merkel, eski bir Doğu Alman, devletin ağır bastığı sosyalist Almanya’da yetişmiş biri olarak, devlet denetimine karşı. Merkel’de “devlet ekonomiyi yönetirse, ekonomi çöküyor” mantığı egemen. Yani, yetiştiği iklimin soğuk kadını.
RAKİPLER KURT GİBİ
O soğukluk, bir başka kadının, patroniçe Schaeffler’in gözyaşlarına yol açıyor. Çünkü, Opel Dosyası ile Schaeffler çok yakından ilgili. Pek çok sosyal ödül ve fahri doktora ünvanı taşıyan Schaeffler, sahip olduğu fabrikada Opel’e ara malı üretiyor. Çeşitli araba aksamı.
Dosya kapansın mı, yardım mı edilsin, görüşmelerini Schaeffler yakından izliyor. İlk izlenim, yardıma isteksizlik. Çünkü, birine yardım ettin mi, gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Zaten rakipler, kurt gibi bekliyor, iyi durumda olanlar ise, yardıma şiddetle karşı.
Bütün bunların öğrenen Schaeffler fabrikadan hüzünlü biçimde ayrılırken, bir de işçiler ona “yaşa, varol” diye haykırınca, o yeşil gözlerden yaşlar boşalıyor.
Yağan yağmur gibi.
Yazının Devamını Oku

Obama geliyor Aliyev diken üstünde

4 Nisan 2009
"TÜRKLER bizi satacak, Türkler bize verdikleri sözde durmayacak." Devamında Türkiye’deki iktidara yönelik kuşku dolu sözlerden çeşitlemeler. Güvensizlik diz boyu.

ABD Başkanı Obama Türkiye’ye geliyor. Bu en çok Azerileri rahatsız ediyor.

Rahatsızlık Azeri basınında çok açık. Son zamanlarda hemen her gün, bir Azerbaycan gazetesinde birileri Tayyip Erdoğan’a mutlaka giydiriyor. Azerbaycan gibi bir ülkede, basın kardeş Tayyip’e böyle giydiriyorsa, bunun arkasında mutlaka oradaki iktidar var, demektir. Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev var demektir.

Sıkı fıkı görüşen dostlar arasına, şimdi kara kedi giriyor.

BULUTLAR VAR

Uzun süredir hem AB, hem Amerika Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesini istiyor.

Düzelmenin pratik yollarından biri, Türk-Ermeni sınırının açılması. AB ve ABD bu yönde ısrarlı.

İlişkilerin düzelmesini Ankara da istiyor, Erivan da. Bu yönde atılan adımlar zaten ortada. Abdullah Gül’ün, futbol maçı bahanesiyle de olsa, Erivan’a gitmesi bunun göstergesi.

Türk-Ermeni ilişkileri düzelmeye doğru giderken, Türk-Azeri ilişkilerini bulutlar kaplıyor.

Azeriler Türk-Ermeni ilişkilerinin düzelme yoluna girmesinden rahatsız, çünkü onlar önce Dağlık Karabağ’da çözüm istiyor. Orada çözüm olmadan, Türk-Ermeni ilişkilerinin düzelme ihtimalinin, oradaki çözümü geri bıraktıracağına inanıyorlar.

Ve akla hayale gelmez tehdit:

"Türkler Ermenilerle, Dağlık Karabağ’ı çözmeden anlaşırlarsa, Türkiye’ye doğalgazı keseriz."

Bu tehdidin sahibi, iddiaya göre, Devlet Başkanı İlham Aliyev.

Haber Ankara’ya ulaşınca, telaş başlıyor. Dört koldan yapılan araştırmanın sonucu, Ankara’nın canını sıkacak türde.

Bu söz doğrudan Aliyev’e mi ait, orası meçhul, ama Türkiye’ye kızgınlıkta en küçük bir gerileme yok.

HEMEN ARAMAK


Obama’nın Ankara’ya gelmesi Azeri kaygısını iyice arttırıyor.

Azeriler, Obama’nın gelişine Türkiye’nin ABD ile el ele vererek, Ermeni ilişkilerinin düzeleceği bir ziyaret olarak bakıyor. Azeri senaryosu şu:

Obama, Ermenilerle ilişkileri normalleştirme yolunda Ankara’dan söz alacak ki, adımlar zaten var, 24 Nisan’da da Ermeni soykırımından söz etmeyecek.

Abdullah Gül’ün ya da Tayyip Erdoğan’ın ya da her ikisinin, bir an önce İlham Aliyev’i aramaları gerek. Yoksa, işler daha da karışacağı benziyor.

Genelkurmay’a soru sormak

HER cuma Genelkurmay Başkanlığı basına brifing veriyor, gazeteci arkadaşlarımız sorular yöneltiyor.

Dün sorulardan biri de, DTP’nin aldığı oylar, Genelkurmay ne düşünüyor?

Soruyu soran hangi arkadaşımız ise, kusura bakmasın, böyle soru olmaz. DTP’nin aldığı oyla Genelkurmay arasında nasıl bir ilişki var? DTP nerede, ne kadar oy almışsa almış, bundan Genelkurmay’a ne?

Hem sürekli olarak, askerin politikanın dışında kalması gerek, diye yırtınan bir medya var, hem de Genelkurmay’a siyasal sorular soran medya var.

Askeri, politikaya zorla biz siviller itiyoruz, sonra da, "asker politikaya karıştı" diye yayın yapan, yine biz siviller.

Seçim için har vurdu harman savurdu

PARK, yol, kavşak, geçit, kaldırım gibi, gözle görünür ne varsa, AKP’li belediyeler yerel seçim öncesinde, bu yatırımlara yükleniyor.

Yüklenmeleri hepimize pahalıya patlıyor. Çünkü, o paralar bizim cepten çıkıyor. Yol, kaldırım, geçit iyi de, bunlar tam seçim öncesine denk geliyor. Ayıp, ama bu ayıp bizde hep var.

Seçim öncesinde, 2008’de kamu yatırımları bir önceki yıla göre, yüzde 15.9 artıyor. Harcanan para, 11 milyar lira. (Eski parayla 11 katrilyon lira).

2008’de yüzde 15.9 artan kamu harcamaları (yatırımları), ondan önceki yıl sadece yüzde 1.8 artıyor. İşlenen ayıbın rakamları.

IMF ile tıkanma konularından biri de, bu harcamalar.

Seçimden önce Tayyip Erdoğan meydanlarda IMF’ye esip savuruyor. Şimdi Londra’da, iki ara bir derede, G-20 Zirvesi molasında IMF ile masaya oturuyor. Anlaşmak için.

Seçim zamanı öküz ölüyor, IMF ile ortaklık bozuluyor. Şimdi, aman IMF, canım IMF pozisyonu.
Yazının Devamını Oku

Zemberek boşaldı

3 Nisan 2009
BAŞBAKAN sinirli, bakanlardan birine fırça atıyor:"Çek şu tasarıyı geri, herkes ayağa kalktı." Bakan sakin:

"Çekmiyorum."

Başbakan’da ampul patlamak üzere:

"Çek diyorum sana, partiye ve hükümete zarar veriyorsun."

Çekersin, çekmezsin, sonunda bakan istifa ediyor. Bugün değil, geçmişte yaşanmış bir olay. Ama kapalı kapılar arkasında.

Başbakan bastırıyor:

"Şu boş kararnamelere imza at."

Bakan diretiyor: "Boş kararname imzalamam." İmzalarsın, imzalamam, bakan sonunda istifa ediyor. Bugün değil, geçmişte yaşanmış bir olay. Ama kapalı kapılar arkasında.

YİĞİT DAVRANIŞ


Bazı bakanların istifa edebileceklerine ilişkin haber, Tayyip Erdoğan’ı çıldırtıyor.

Hızını alamıyor, "toplantıyı deşifre eden bakanı kolundan tutar atarım" diyerek, gazaba geliyor. Bakanlara gözdağı veriyor, herkesin gözü önünde.

Ayrıca, o insanlar sanki babasının evinden geliyor, "bakanım, valim, müsteşarım" ne demek? Kişiye özel bakan, vali ve müsteşar sanki.

Bu tavrını dün bazı AKP’lilerle konuşuyorum. İsim vermiyorum, çünkü kolundan tutup atabilir, onlar:

"Sayın Başbakan yiğit davranmıştır, açık konuşmuştur. Belli ki, bazı bakanlardan şüphe etmektedir, şüphesini de halkla paylaşmıştır. Eskisi gibi, kapalı kapılar arkasında kalmamıştır."

AKP tipi bir yorum.

DAHA KAVGACI

Tersi yorum da mümkün.

Siz bakan olsanız, bu sözler üzerine hálá o koltukta oturmaya devam eder misiniz, yoksa basar istifayı çeker gider misiniz?

TV’lerde var ya, "öyle düşünüyorsanız bu numaraya, böyle diyorsanız, şu numaraya mesaj gönderin" diye. Bence iyi bir anket.

Seçim sonuçlarının Erdoğan’ı makul bir ruh alemine çekeceğini sanmak yanlış. Tersine, çok daha sinirli, çok daha kavgacı. Seçimden ders alacağını söylüyor ama, almadığı belli. En azından şimdilik, belki yara çok taze.

"Kolundan tutar atarım" ne demek? Buna karşı susmak ne demek?

1-Şef odur, şef ne derse, o olur.

2-Bizler şefin kulu, kölesiyiz.

Kolundan tutup atmak. Hırs ve öfke dolu, karşıdaki insanı hiçe sayan bir söylem.

Zemberek bir kez boşalmayagörsün, saat artık bir daha onarılmıyor.

Şeker, un, kömür dahil 121 katrilyon

KÖMÜR. Yetmiyor şeker, un, ekmek, makarna. Yetmiyor, beyaz eşya. Bunlar seçim öncesinde halka yardım paketleri adı altında dağıtılıyor.

Belediye başkanları ve hatta bazı valiler dağıtılan yardımı can siperane savunuyor. Asıl savunan Tayyip Erdoğan. Sosyal devlet diyor ve her nutukta yardımları bir daha tekrarlıyor.

Ancak, bunlar bize pahalıya mal oluyor. Ekonomi geçen yılın son çeyreğinde yüzde 6.2 küçülürken, yardımlar anormal büyüyor.

TÜİK verilerine, yani resmi rakamlara göre:

2007’de devletin tüketim harcamaları 107.8 milyar TL, (eski birimle 107.8 katrilyon lira). Bir önceki yıla göre artış yüzde 2.7.

2008’de, seçime giderken bu harcamaların toplamı 121.8 milyar TL, (eski birimle 121.8 katrilyon lira). Bir önceki yıla göre artış yüzde 6.1.

Laf karışık, devletin tüketim harcamaları gibi teknik bir laf. Ama, arkasındaki gerçek seçim öncesinde halka dağıtılan şeker, un, kömür.

AKP yine de, güüümmm. 
Yazının Devamını Oku

Yaşanmış bir kaçan fırsat

2 Nisan 2009
YAŞAR Okuyan neredeyse can havliyle telefona sarılıyor. Bir yandan Deniz Baykal’a, diğer yandan Devlet Bahçeli’ye ulaşmaya çalışıyor. Elinde İstanbul ve Ankara anketleri var. Seçimden üç, beş gün önce Okuyan beni arıyor ve bana anketleri gönderiyor. Anlattığı öyküyü ise siyasal tarihe not düşmek gerek.

Yaşar Okuyan bir zamanlar MHP’li. 12 Eylül’de MHP davasında idamla yargılanıyor. Sonraları ANAP’tan milletvekili ve çalışma bakanı.

Birara parti kuruyor, başka partilerle teması eksik değil. Eski ideolojik katılığı bir yana bırakıyor. Öyle ki, son seçimde kim nerede güçlü ise, MHP ya da CHP, ona çalışıyor. AKP’ye açtığı bayrak öylesine bilinçli.

ANKETTE İSABET

Elimde Okuyan’ın seçimden birkaç gün önce gönderdiği anket var. Buna göre:

İstanbul, AKP yüzde 44.3, CHP yüzde 38.9, MHP yüzde 6.5.

Seçim sonuçları ankete denk. AKP aynen öyle, CHP 2 puan, MHP 1 puan daha az. İsabet tam.

Ankara, AKP yüzde 38, CHP yüzde 31.7, MHP yüzde 27.2. Seçim sonuçları 3 parti için de, yarım puan farklarla aynı. İsabet yine müthiş.

Yayınlanmış olsaydı, A&G ile birlikte, seçimi bir de bu şirket en doğru tahmin eden kurum olacaktı.

SÜRPRİZ YOK

Yaşar Okuyan anketi alınca, CHP’den Onur Öymen’i, MHP’den Cihan Paçacı’yı arıyor. Önerisi şu:

"Ankara ve İstanbul’da AKP başkanlıklarına son vermek için fırsat var. CHP Ankara’da MHP adayını, MHP İstanbul’da CHP adayını desteklesin, Ankara’yı MHP, İstanbul’u CHP alır. Yeter ki, Baykal ile Bahçeli anlaşsın."

Batı tipi, geçici bir siyasal uzlaşma önerisi. Öymen ve Paçacı öneriyi liderlerine götürdüklerini söylüyor.

Ancak beklendiği gibi sürpriz yok. Baykal’da, Bahçeli de böyle bir uzlaşmaya yanaşmıyor. Sonuç malum, İstanbul ve Ankara yine AKP’nin.

Türkiye’de kimse kimseyle uzlaşmıyor. Bizdeki siyasette öyle bir kültür yok. Ancak, genel seçim sonrasında arasıra karşıt görüşler ıkına sıkına koalisyonda buluşuyor.

Yoksa seçim öncesi uzlaşma bizde nanay. O kadar ki, aynı siyasal görüşü paylaşan partiler bile, birbirlerine düşman muamelesi çekiyor.

Halk bunları yola getirmeye çalışıyor. Bazen oylarıyla sopa atarak, bazen oylarıyla okşayarak.

Anlamaları yine de, uzun zaman alıyor. Hatta anlamıyorlar bile.

Seçime güvensizlik diz boyu

İSTANBUL’da pek çok ilçede insanlar seçim sonuçlarına itiraz ediyor. Bu arada birbirine giriyor.

Van, Amasya, Hatay, Ankara, Adana, Bitlis, İzmir, Kırşehir, Muğla, Balıkesir, Ağrı, Bursa, Sakarya il ve çeşitli ilçe merkezlerinde seçim sonuçlarında itirazlar var. Türkiye baştan başa itirazlarla ayaklanıyor.

İtiraz eden sadece muhalefet değil, AKP’nin de itiraz etiği yerler var. Sinirler geriliyor, itiraz taşlı sopalı kavgalara dönüşüyor. Yanan, sağa sola savrulan, çöplüklerde bulunan oylar var. Kavga gereksiz ama itirazlar haklı.

Hatırladığım kadarıyla, bir seçim sonrasında bu çapta güvensizliği ve itirazı ilk kez görüyorum. Bu aslında AKP’ye güvensizlik. Kavga hariç, insanların oylarına sahip çıkması yerinde bir davranış.

Selem senedinden makul çizgiye

ÜÇ beş bin kişilik kalabalık.

Birkaç kişi Erbakan’ın koluna giriyor, o ancak öyle yürüyebiliyor, bir koltuğa oturtuluyor ve önündeki mikrofondan Saadet Partisi mitinginde konuşuyor. Eksiksiz 40 yıldır (gerçekten 40 yıldır) aynı nakarat:

"Şu gördüğünüz muhteşem kalabalık, yüz binler gelmiş bizi dinliyor..."

Üç beş bin kişi, Erbakan’ın ağzında bir anda yüz binlere çıkıyor. Erbakan bildiğiniz gibi. Bir yandan da, kendi üslubu içinde Tayyip Erdoğan’a giydiriyor.

Geçen akşam CNN Türk’te seçim sonuçları ile ilgili programda Saadet Partisi’nin yeni başkanı Numan Kurtulmuş da var. Aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteci Kurtulmuş’la reklam aralarında sohbet ediyoruz. Ben, Erbakan’ın partideki etkinliğini soruyorum. Kurtulmuş:

"O bizim manevi liderimiz."

Ben devam ediyorum, partiye, size karışıyor mu? Kurtulmuş, büyük saygıyla:

"Hayır, çok dikkat ediyor ve karışmıyor."

Umarım öyledir. Erbakan vazgeçilmez tutkusu adil düzeni savunurken bir ara selem senedi diye bir saçmalık atıyor ortaya. "Atom bombası gibi etkili" dediği bu senet, faizsiz kredi. Kurtulmuş, 90’lı yıllarda adil düzenle ilgili bir kitapçık yayınlıyor. Orada selem senedi de var.

Geçen akşamki sohbette bakıyorum, Numan Bey’in ayakları artık yere basıyor. Adil düzen yine var ama çizgi daha makul.
Yazının Devamını Oku

Köşeye sıkışan parti oradan çıkabilir

1 Nisan 2009
LULU, lulu, lulu temposu ardından "Biji Apo" sloganı. Kalabalık salonda seçim konuşması, Kürtçe. Bu birinci perde, kampanya perdesi. İkinci perde, seçim günü. Güneydoğu’da herhangi bir yer. Köyün ortasında bir sandık. Orta yaşlı bir adam geliyor, sekiz-dokuz seçim pusulasını alıyor, ailesi adına hepsini kullanıyor, arkasındakiler gelip, parmak basıyor, imza yerine.

Üçüncü perde, Türkiye haritasında sağda en alt köşede kalmış bölgede tek bir parti var.

Türkiye’nin Güneydoğusu’na sıkışıp kalmış bir parti, DTP. O parti zaten başka yerde yok.

DTP yerel seçimde Bitlis, Şanlıurfa, Muş, Bingöl, Mardin hariç, Güneydoğu’yu ele geçiriyor. Bölgede katılım oranı yüzde 90’larda. DTP bu kez seçime müthiş asılıyor.

Ancak, "çok başarılı" diye nara atanlara katılmıyorum. DTP’nin oy oranı 2004’te yüzde 4.9, bu kez 5.56. Bir puan bile artmayan oranla hangi başarı?

İMRALI

Daha kuruluş aşamasında, "Türkiye’nin partisi olacağız" iddiasıyla ortaya çıkan DTP, şimdi sadece belli bir bölgenin partisi. Sadece etnik siyasete dayalı görüşün temsilcisi.

Kürt sorununun çözümü için senin formülün nedir sorusuna, verdikleri ortak yanıt, demokratik çözüm. Nedir o, belli değil.

Oysa, şu anda kazandığı belediyeler ve 20 milletvekili ile DTP Kürt sorununun çözümünde ciddi rol oynayabilir. Ama, coğrafi olarak nasıl ki, Güneydoğuya sıkışıyor, siyasi olarak da, İmralı ile dağdakiler arasında sıkışıp kalıyor.

AŞIRI VE SİVRİ

Diyarbakır ve kazandığı diğer iller, DTP’nin gözünde kurtarılmış bölge. Orada etkin.

Kendisini başarılı görüyor, bu DTP’yi başka yerlere sürükleyebilir. İsteklerinde daha aşırı, söyleminde daha sivri. Türkiye’yi daha da gerebilecek bir tavır.

Ayrıca, kazandığı il ve ilçelerde, halkın ihtiyaçları mı ön planda gelecek, yoksa sadece siyaset mi? Belediyeler üzerinden hizmet mi, yoksa belediye kozu ile siyaset mi?

Belediyeleri elde tutmak, elbette siyasal bir güç ve koz. Ama, o kozu tek başına ve sadece belli bir amaçla kullanmak yerine, birlikte yaşamak formüllerini zenginleştirmek, Kürtler dahil, hepimizin yararına.

DTP şimdi Güneydoğu’ya sıkışıyor. Oysa, oradan çıkabilir. Çıktığı anda, özlediği çözümlere kavuşmak daha kolay.

Burada bir sorumluluk da, AKP’ye düşüyor. Barzani ve Talabani ile al takke ver külah AKP’nin de, DTP’nin elini artık sıkması zamanı.

Ah Beyoğlu, vah Beyoğlu

SALAH Birsel’in bu başlıkta nefis bir denemesi var. O deneme yerel seçimde bir başka anlam kazanıyor.

Beyoğlu’nda CHP adayı Mustafa Dolu. Gecenin bir saatinde önde. Gecenin yine bir saatinde belediye başkanı ve AKP adayı Misbah Demircan adamlarıyla ilçe seçim kuruluna geliyor. Kapanan oda kapıları, itiş, kakış. Ve Misbah Demircan yeniden seçilmiş görünüyor.

CHP seçim sonucuna haklı olarak itiraz ediyor. Bana göre, oyların yeniden sayılması yetmez. İddialara göre, orada yaşananlar oy sayımına itirazı aşıyor.

Beyoğlu’nda seçimin yenilenmesine kadar gitmek gerek. İstanbul’un orta yerinde böyle bir seçim gecesi yaşamak, dağa çıkmak gibi.

İl ve ilçe seçim kurulu sadece önüne gelen kağıtlara, ekrandan akan bilgilere bakarak değerlendirme yapsa bile, yetmez. Kurullar orada ne olup bittiğini tanıkların ağzından dinlemek zorunda.

Beyoğlu değil, sanki dağ başı.

Kıyıların isyanı

HERKESİN kendi bölgesi var. Biri Güneydoğu’yu alıyor, öteki Orta Anadolu’yu, bir başkası, neyse ki, her yerde var, CHP’ye kıyılar kalıyor. Parçalı bir siyasal harita. Az bulunur. Her yerde bir itiraz ve isyan var.

Kıyılar dayatılmak istenen yaşam tarzına isyan ediyor.

İsyanın ilk nedeni, ekmek parasından geçiyor. Turizmle birlikte, daha rahat bir yaşam, içki yasağının olmadığı bir ortam kıyılarda geçerli. Ne var ki, bazı yerlerde AKP bazen açık, bazen örtülü içki yasağı uyguluyor. Bu iç ve dış turizmi baltalıyor. Yerel ve fiili zorlama.

Kıyılar buna hiç elverişli değil. Hem yaşam biçimi, hem "AKP kazanırsa, dükkanı kapatacağız" inancı yaygın.

Seçim kampanyası boyunca, belki hiç dile getirilmeyen dinsel baskı ve ona karşı tepki, sessiz biçimde sandığa yansıyor. AKP’ye bu yönden duyulan güvensizlik, kıyılarda CHP’ye yeşil ışık yakıyor.
Yazının Devamını Oku

1989 Özal, 2009 Erdoğan

31 Mart 2009
RACON kesmek, önüne geleni azarlamak, iş dünyasında ayrım yapmak, en büyük medya gurubu Doğan Medya Gurubu’nu siyasi rakip bellemek, kısaca her alanda "sizden ve bizden" ayrımının faturasını Tayyip Erdoğan fena ödüyor. AKP on beş il kaybediyor, buna karşılık, dört il kazanıyor. 2007’ye göre, kendi içinde yüzde yirmi oy kaybına uğruyor.

Tıpkı Özal çizgisi. 2002 seçimlerinde Erdoğan birinci, 1983 seçimlerinde Özal gibi. 2007’de Erdoğan oy oranını artırıyor, 1987’de Özal gibi.

2009 yerel seçimlerinde Erdoğan inişe geçiyor, 1989 yerel seçimlerinde Özal gibi.

Sonrası malum, 1989 yenilgisi ANAP için sonun başlangıcı. Sürekli oy kaybı ve bugünkü hazin son.

Buna karşılık, AKP oy kaybediyor, ama hálá birinci parti. Halk AKP’ye tokat atıyor, ama genel seçim olsa, yüzde 39.1, yine tek başına iktidar, bunu unutmak yanlış.

HABER AJANSLARI

Seçim gecesi Skytürk’de yaklaşık beş saat katıldığım canlı yayında unutamayacağım bir olaya tanıklık ediyorum.

İki haber ajansından akan seçim sonuçları, özellikle İstanbul ve Ankara için birbirinden çok farklı. Skandal denilecek ölçüde farklı. Bu nasıl habercilik, anlamak güç. Bir ajans, oyları olduğundan düşük ya da yüksek gösteriyorsa, orada haberciliğin sorgulanması gerek.

Benzer biçimde, AKP ve CHP siyasetçilerinin de, sonuçları dağlar kadar farklı ilan etmeleri, skandalın öteki bölümü. Kendini başarılı gösterme hastalığı. Oysa, sonuç sonuçtur, basın toplantılarıyla değişmiyor.

ADAYLAR

Yerel seçimde adaylar ön planda. Partiler daha sonra. Özellikle CHP ve MHP adaylarının aldığı oylar ile il genel meclis oyları bunu net gösteriyor.

CHP ve MHP adayları partilerini geride bırakıyor, aynı anda partilerini yukarıya taşıyor. CHP ve MHP’nin, oylarımız arttı, sevincinde hafif frene basmaları, kendileri için iyi olabilir.

TEK PARTİYE SON

Altı yılda Tayyip Erdoğan kendini padişah görmeye başlıyor. Çevresi de, ona bu muameleyi çekiyor.

Sadece partilileri değil, medyadaki eski yandaşları ve sonradan olma liboşlarının, sen neymişsin be abi, avazeleri arasında, Erdoğan kendine tahtlar kuruyor. En ufak karşı düşünceye şimşekler yağdırıyor.

Üç seçimde yükselen oylarla kendine sağladığı güven Türkiye’ye yayılıyor ve Türkiye sanki tek parti yönetimine doğru yol alıyor. 29 Mart, bu gidiş iyi gidiş değil, diyerek, kırmızı olmasa bile, sarı ışık yakıyor.

Erdoğan, "sonuçtan ders çıkaracağız" diyor. Çıkaracağı ilk ders, "sizden-bizden" ayrımına son vermek. Halkta, devlette ve medyada bu ayrımı noktalamak, normale dönmek. Kim olursa olsun, insanlara düzgün davranmak.

Yoksa, örnek ortada. 1989 Özal ve sonrası.

Bir anda ekonomik kriz

AKP yanlısı Sabah ve Yeni Şafak ekonomik krizi bir anda keşfediyor.

Sabah manşette, Krizin Etkisi derken, Yeni Şafak, Krize Rağmen Güvenoyu, diyerek, sözüm ona, yürekleri serin tutmaya çalışıyor. Diğerleri de genel olarak krizi vurguluyor.

AKP’li medya seçim gecesi Tayyip Erdoğan’dan aldığı işaretle, oy kaybını ekonomik krize bağlıyor. Kampanya boyunca krizi yok sayan, hatta krizden söz edenlere fena halde çıkışan Erdoğan, seçimden bir kaç saat sonra, krizi kabul ediyor. Hatta, sonuçlar üzerinde etkili olduğunu bile teslim ediyor.

Ancak, bu kabul çok geç. Seçim geride kalıyor. Şimdi, krize karşı daha sıkı önlemler ve IMF ile anlaşmaya oturmak ilk işlerden biri.

Darbe alan bakanlar

KAYBEDEN adayların yanı sıra, talihsiz yedi kişi daha var. Bölgelerinde seçim kaybeden bakanlar.

En dramatik kayıp, Tarım Bakanı Mehdi Eker’de. Bırakın Diyarbakır’ı, bırakın geldiği ilçeyi, Mehdi Eker kendi beldesinde bile kaybediyor.

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin Antalya’da, Devlet Bakanı Mehmet Aydın ile Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Erdoğan’ın çok istediği İzmir’de, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik Van’da, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, AKP’nin her yola başvurduğu Eskişehir’de ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen Mersin’de seçimi kaybediyor.

Kaybın faturası çıkar mı? Tayyip Erdoğan kaybedenlerle ilgili ağır konuşuyor. Son iki hafta Bakanlar Kurulu’nu sırf bu nedenle toplamıyor.

Yüzde 100’ü aşan katılım

GENELDE katılımın en yüksek olduğu bir seçim. Ama, üç il müthiş.

Hakkari toplam seçmen 30 bin 916. Kullanılan oy 30 bin 916. Katılım yüzde yüz. Kütahya toplam seçmen 144 bin 954. Kullanılan oy 144 bin 954. Helal olsun. Herkes oy kullanmış.

Anlamadığım il Yozgat. Toplam seçmen 48 bin 268. Kullanılan oy 48 bin 313. AKP kazanıyor. Kullanılan oy, seçmen sayısından fazla. Bu nasıl oluyor?
Yazının Devamını Oku

Bırak güneş içeri girsin

29 Mart 2009
Dünyanın her yerinde kırkıncı yılını dolduran Hair müzikalinin son sahnesi. Askerler birlikler halinde uçağa biniyor. Vietnam’a gitmek üzere. Gidiyorlar ve dönmüyorlar.

Ölmeye uçuyorlar.Burnuna düşmüş miğferini parmağının ucuyla yukarı kaldırıyor:
“Artık ben de Amerikan vatandaşıyım.”
Yanındaki öteki siyah asker, “ne var bunda” gibilerinden bakıyor. Diğeri devam ediyor:
“Savaşa katıldın mı, nereden gelirsen gel, seni hemen Amerikan vatandaşı yapıyorlar.”
Doğuştan Porto Rico’lu, taze Amerikalı asker, cebinden banka cüzdanını çıkartıyor. Savaşa gittiği için, bankaya ekstra para yatıyor. O, paranın hesabında.
İki Amerikan askeri arasındaki bu diyalog Amerika’dan Afganistan’a giden uçakta geçiyor. Tam o sırada uçak hava boşluğuna düşüyor. Müthiş irtifa kaybı. Uçakta Amerikan askerleri arasındaki konuşmaya, hava boşluğu ara veriyor.
250 kişilik dev askeri uçağın Afganistan’a sefer sayısı belli değil. Bu kim bilir kaçıncı uçuş. Asker dolusu her uçuşta bu sahneler sık sık tekrarlanıyor.

Yazının Devamını Oku

Kamil Vazo

28 Mart 2009
EL üretimi. Camdan vazo. Üzerindeki desenlerin tümünde 24 ayar altın yaldız kullanılıyor. Paşabahçe Mağazaları zaman zaman yeni ürünleri sunuyor piyasaya. Çoğu kapış kapış gidiyor. Ürün iyi ve kaliteli, fiyatları makul.

Bunlardan biri de, Kamil Vazo adını taşıyor. Resimde gördüğünüz modelde. Neden kamil vazo? Açıklaması yine Paşabahçe Mağazalarının web sitesinde var.

YEDİ KELİME

Açıklama şöyle başlıyor:

"Müslümanlıkta dinin kelimesi anlamındaki, Kelime-i Tevhid yedi kelimeden oluşur. Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir".

Vazonun neden bu isimle anıldığı daha sonra şöyle anlatılıyor:

"Kamil Vazo, Allah’ın birliğine inanmak ve Yaradan’la bir olmak kavramlarını birlikte sembolize eden ’Kamil İnsan’ kavramından esinlenerek tasarlanmıştır".

Kamil Vazo, Allah’ın birliğini simgeliyor. Vazo derin bir anlam içeriyor.

VAZO ÖZEL

Açıklamaya göre:

"Tüm insani değerlere ulaşmış ve ruhsal gelişimini tamamlamış ’Kamil’ insanı simgeleyen Kamil Vazo’nun insan biçimli formu üzerinde, Celi Sülüs yazı stilinde Kelime-i Tevhid yazılmış, Mevlana’nın kaftanı üzerinden alınan motifler ve desenler kullanılmıştır".

Yani, vazonun üzerindeki eski yazıda, Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir, yazıyor.

Vazo, belli ki özel ve özenerek bezenerek tasarlanıyor. Dinsel motifler eşliğinde.

Bu bir sanat eseri. Sanatın her türüne ve her ürününe saygıyla eğilmek gerek.

Yine de, insanın aklına şöyle bir soru geliyor:

Bir başka siyasal iktidar olsaydı, insanlar vazo üretirken bile, dinsel motiflere acaba bu kadar sarılır mıydı? Bir sanat ürünü dinden bu kadar etkilenir miydi?

İktidar, bu olsa gerek. İlgili, ilgisiz kurumları ve insanları kendi rayına sokmak demek. Onların tercihlerini yeniden ayarlamak demek. Zor kullanmadan. Kendi istekleriyle.

Rüzgar nasıl esiyorsa, o tarafa eğilmek, aslında çok görülen, genel bir tavır. Sürpriz yok.

Kamil Vazo üretimi sınırlı, sadece iki bin tane üretilmiş. Almak isterseniz, geç kalmayın. Fiyatı 990 TL.

One minute Ergenekon çarşafa rozet

YARINKİ yerel seçimlerden yüzde 99.99 olasılıkla AKP birinci parti çıkıyor. Altı yıllık iktidar sonunda neden hálá birinci parti?

Her yönden araştırmaya değer. Altı yılın sonunda, toplumda yeni bir sınıf doğuyor. Farklı bir kesim. Farklı değerlerle birlikte. AKP, sosyolojik olarak o taban üstüne oturuyor.

Bunun ötesinde, seçimlerde AKP’ye çalışan üç olay var.

1-Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta one minute çıkışı.

2-Ergenekon.

3-CHP’nin çarşafa rozet takma girişimi.

AKP’ye muhalefet eden kesim, Davos’taki çıkışa dudak büküyor, Ergenekon’a inanmıyor, CHP’nin çarşaflı kadınlara rozet takmasını yadırgıyor.

Oysa, toplum geneli Davos çıkışını alkışlıyor, Ergenekon’da darbe girişimlerine inanıyor, üzerine gidilmesini doğru buluyor ve CHP’nin çarşaflı kadınlara rozet takmasıyla alay ediyor.

Bu üç olay, seçim sürecinde ortaya çıkan üç özel olay. Bunun ötesinde, muhalefetin yetersizliği AKP’ye çalışan asıl büyük etken.

Buna karşılık, AKP aleyhine çalışan tek bir olay var. Ekonomik kriz ve işsizlik. O da, AKP’ye gidecek oyları çok fazla etkilemiyor.

Çünkü, insanlar AKP’ye alternatif bulamıyor. Temel ve acil sorun bu.
Yazının Devamını Oku