Yalçın Doğan

DTP: Kábus gibi, ya evden ya yoldan

23 Mayıs 2009
YOKSA, 1994 usulü benzer tatsız sahneler mi? O tarihte DEP milletvekillerinin Meclis’ten yaka paça götürülmeleri gibi. Ya da beş DTP milletvekili kendi iradesiyle gidip ifade mi verecek?

Geçenlerde bir bakanla özel sohbetimizde sorduğum soruya şu yanıtı alıyorum:

"Kürt sorununa çözüm için, içerden ve dışarıdan çok çaba var, ancak ortaya çıkmış net bir formül henüz yok."

Aynı bakan yüzünü ekşitiyor:

"Ne yazık ki, şu anda başka bir sorun var. Haklarında dava açılan DTP milletvekilleri ifade vermeye gitmiyor, bu nasıl çözülecek bilmiyorum."

SAVCININ İTİRAZI


Seçimden önce bazı DTP’liler propaganda ya da 1 Eylül Dünya Barış Günü konuşmaları yapıyor.

O konuşmalar suçu ve suçluyu övme iddiasıyla, ceza yasası kapsamına giriyor. Sonradan milletvekili olan beş DTP’li hakkında soruşturma açılıyor.

Mahkeme, dokunulmazlıkları bulunduğu gerekçesiyle, davayı dönem sonrasına bırakıyor. Ama, savcılık itiraz ediyor. DTP’lilerin ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğüne dönük suç işlediklerini iddiasıyla, Anayasa’nın ilgili maddelerini (madde 83 ve 84) gösteriyor. Ve ifadelerinin alınmasını istiyor.

Yargıtay savcılığın görüşüne katılınca, hukuk süreci yeniden başlıyor. Yani, ifade vermeleri gerekiyor.

İFADE VERMEK YOK

İfadeleri alınmak istenen DTP milletvekilleriyle konuşuyorum. Onların itirazı var:

1-Bu karar politiktir.

2-Bizim dokunulmazlığımız var, ifade alamazlar.

3-Üstelik eylem yok, örgütsel bağ yok.

Sonuç, dramatik olaylara gebe olacak türde:

"İfade vermeye gitmiyoruz."

Savcılık ifade istiyor, DTP’liler gitmiyor. Tam da, Kürt sorununa açılım ve çözüm için fırsat var, sözlerinin her yerde uçuştuğu bir sırada.

Yine dar bir alan, yine nefes alma güçlüğü.

ARA FORMÜL

Ne kadar geçerli, derde ne kadar deva bilemiyorum, şimdilik kaydıyla bir formül üzerinde çalışılıyor.

Mahkeme dokunulmazlıkların kaldırılması için Meclis’e bir yazı gönderecek, Meclis bu yazıyı tutacak.

Savcılık ifade için, bugüne kadar üç, dört kez çağrıda bulunuyor. Meclis hukuk açısından ne kadar tutabilecek, tartışmalı.

Zaten hukuk açısından Türkiye’de tartışmalı pek çok konu var. Her sefer bir tıkanıklık. Cumhurbaşkanlığı seçiminde aranan 367, Cumhurbaşkanı’nın yargılanıp yargılanmayacağı, ceza yasası madde 301, pratikte gözaltı uygulamaları, yolsuzluk iddialarına karşı elden bir şey gelmeyişi, dokunulmazlık tanımı ve işleyişi vs. Sürekli sorun, sürekli çıkmaz. Demek ki, sistem arızalı. DTP’lilerin olayı bu arızanın sonuncusu.

Burası Türkiye, bulunmuş gibi belirtilen ara formüle rağmen, bir sabah kalktığımızda, TV’lerde yine "son dakika" haberleriyle karşılaşmak mümkün. Örneğin:

"Haklarında soruşturma açılan DTP milletvekilleri bu sabah evlerinden alınarak ifade vermek için savcılığa götürüldü."

Kábus gibi. Ama, evden alınıyorlar, ama yoldan çevriliyorlar.

Bu kábusu yaşamamak için, dokunulmazlık kavramını kişi ve kurum olarak yeniden düzenlemek gerek. Hiç zaman kaybetmeden.

Yoksa... Düşünmek bile istemiyorum.
Yazının Devamını Oku

Çakal Carlos’un avukatı istanbul’da

22 Mayıs 2009
“MAHKEME salonunda mıyım, yoksa suikast toplantısında mı?” Fransa’ya karşı Cezayir’i savunduğu için, kendi yurtdaşları, yani Fransızlar, onu hain ilan ediyor. Mahkemede linç tehditleri. O fütursuz:
“Mutlak diye bilinen güce meydan okurum, her koşulda ölümüne savunma, imkansız diye bir şey yoktur.”
Efsanevi avukat Jacques Verges bu sözleriyle, aldığı davalarda insanların başını döndüren, hukuk tarihine geçen savunmalar yapıyor.
Verges 28 Mayıs’ta bir konferans vermek üzere, ıstanbul’a geliyor.

DOSTLARI

83 yaşındaki Verges mesleğinde duyduğu heyecanı yaşamına taşıyor. Meslek aşkı, zaman zaman gerçek aşkla buluşuyor.
Tayland’da Fransız bir babayla Vietnam’lı bir anneden dünyaya geliyor. 17 yaşında, 1942’de eğitimini yarıda bırakarak, De Gaulle önderliğindeki Fransız direnişine katılıyor. 21 yaşında Fransız Komünist Partisi üyesi.
ıkinci Dünya Savaşı sonrasında hukuku bitiriyor, avukat oluyor. Bir oluyor, pir oluyor. Müthiş bir serüven, muhteşem bir savunma gücü.
Avukatlığı kısa sürede uluslararası üne kavuşuyor. O ün, dünyanın ünlüleriyle dostluk kapılarını açıyor. şu listeye bakın.
Mao, Bin Bella, Yaser Arafat, Miloseviç, Saddam Hüseyin, George Habaş, Pol Pot, Lumumba.

DİKTATÖRLER

Savunduğu isim ve örgütler ise dudak uçurtan türde.
En ünlü teröristlerden Çakal Carlos, Irak Dışişleri eski Bakanı Tarık Aziz, ünlü silahçı Enis Nakkaş, sosyalist filozof Roger Garaudy, “Lyon Kasabı” olarak anılan Nazi Klaus Barbie, Baader-Meinhoff ile Kızıl Ordu gibi terörist örgüt üyeleri ve Afrika’da yirmiyi aşkın diktatör.
Diktatörleri neden savunduğu sorusuna Verges soruyla karşılık veriyor:
“Kapitalist ülkeler Afrika’yı yıllardır sömürüyor, onların diktatör olmasında Afrika’yı sömürenlerin hiç mi suçu yok?”
Saddam’ı savunması söz konusu olduğunda, ona yine soruyorlar, “Üç yüz bin insanın ölümüne sebep olan Saddam’ı neden savunmak istiyorsunuz?”
Verges’in yanıtı hazır:
“Bu sayı beni şaşırttı, ben ambargodan dolayı Irak’ta beş yüz bin çocuğun öldüğünü biliyordum. Kaldı ki, bir köpekle bir kurt arasında tercihte bulunsam, kurtun avukatlığını alırım, hele de o kurt yaralı ise.”
Katılırsınız, katılmazsınız, ama Verges bu.

CEMİLE VE AŞK

Roman gibi bir yaşam.
Verges Cezayir’de. O Fransız, ama Cezayir’in Fransa’ya karşı yürüttüğü bağımsızlık savaşını destekliyor.
Direnişçiler arasında yirmi yaşında, güzel bir kız var, Cemile. Polis Cemile ile birlikte üç yüz kişiyi yakalıyor.
Avukat elbette Verges. Aşk kapıyı çalıyor. Verges, Cemile’ye, Cemile, Verges’e aşık.
Sanıklardan yüz kişi ve bu arada Cemile idamla yargılanıyor. Müthiş bir savunma, hiç kimseye idam cezası verilmiyor. Arap Dünyasının “direniş çiçeği” dediği Cemile, uzun süre sadece Verges’in çiçeği.
Cezayir bağımsızlığa kavuşuyor, Cemile özgür. Verges aşkı uğruna Müslüman oluyor, Cemile ile evleniyor. Birlikte Mao’yu ziyaret ediyorlar.
Ama, evet ama, çeşitli özel ve siyasal nedenlerle bir süre sonra Verges Cezayir’i ve Cemile’yi terkediyor, Fransa’ya dönüyor.

TANIDIK BİRİ   

Savunduğu kişiler arasında tanıdık bir isim var, Alaattin Çakıcı.
Savunma deyince, onun için akan sular duruyor. Filistin, ısrail, Fas, Suriye, Lübnan, Yunanistan , Mısır, Kamboçya’da pek çok kanun kaçağının avukatlığını üstleniyor.
Savunmalarını ve mahkeme maceralarını “Savunma Saldırıyor” isimli bir kitapta topluyor.
28 Mayıs’ta ıstanbul’da vereceği konferans bu başlığı taşıyor.
Verges’i davet eden Hukukçular Derneği, muhafazakar hukukçuların derneği.
Filmi çevrilecek bir yaşamın kahramanını merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Erenköy beyazı

21 Mayıs 2009
ONAY üç yıldır bekliyor. Hatta, üç yılı aşıyor. İçişleri Bakanlığı halkın kararını üç yılı aşkın süredir sümenaltında bekletiyor. Çanakkale’ye bağlı İntepe Beldesi. Truva döneminden kalan yerleşme yeri. Bir ara önemini yitiriyor, ama İstanbul’un fethinden sonra, kentten göç eden Bizanslı beş aile, 1456’da köyü yeniden kuruyor.

Beldenin iki adı var. Biri, kuruluşundan bu yana kullanılan Erenköy, Renköy, Erenköy. Hektor’un mezarının olduğu yer.

Hektor, hani Truva savaşına neden olan Paris’in kardeşi, hani Aşil tarafından kentin önünde öldürülen Truvanın efsanevi savaşçısı.

REFERANDUM

Beldenin ikinci adı, İntepe.

1947’de yerleşim yerlerine Türkçe isim veriliyor. Bu yönde resmi bir kampanya açılıyor. Erenköy, o kampanyada İntepe adını alıyor. Çanakkale Savaşı sırasında deniz kıyısındaki tabyalardan birinin adı. 1947’den sonra İntepe, ama halk 60 yıldır oturduğu beldeye Erenköy diyor.

2004 yılında yerel seçimlerde İntepe’de tarih öğretmeni Alaaddin Özkurnaz (CHP) belediye başkanı seçiliyor. 2009’da yeniden seçiliyor.

Özkurnaz, 2005 Aralık ayında beldede referandum yapıyor.

Beldenin adı ne olsun, İntepe olarak mı kalsın, Erenköy olarak mı değişsin?

Referandumda İntepe’ye 325’e karşılık, 1013 oy Erenköy için çıkıyor.

Referandumun sonucu belde belediye meclisinden geçiyor, onay için İçişleri Bakanlığı’na gönderiliyor.

2005 Aralık, bugün 2009 Mayıs, onay için hálá bekleniyor.

Olay günümüze çok denk düşüyor.

Bir süre önce Tayyip Erdoğan aslen Kürtçe ve fakat bugün Türkçe olan yerleşim yerleri isimlerinin değiştirilebileceğini söylüyor. Çok değil, on gün önce söylüyor.

Bıraktık Türkçe’den Kürtçe’ye, işte önümüzde farklı örnek var. Ve üç yılı aşkın süredir onay bekliyor.

Referandum, halkın isteği, kimseyi rahatsız etmeyecek, ideolojik hiçbir yanı bulunmayan bir örnekte, isim değiştirmek bu kadar tıkanıyorsa, Kürtçe isimlerin değişmesinde, kimbilir, neler olacak.

Erenköy’de halkın geçim kaynaklarından biri de şarapçılık. Yüzü aşkın aile şarap üretiyor, Erenköy Beyazı.

Belediye şimdi Çanakkale Üniversitesi ve köy koop ile birlikte, üç ortaklı bir plan yapıyor. Şarap üretimini merkezileştirmek için.

HEKTOR ANITI

Bir başka plan, Hektor Anıtı.

Beş yıldan beri, ağustos ortasında burada festival ve sempozyum düzenleniyor. Geçenlerde İntepe’ye Kültür Bakanı Ertuğrul Günay gidiyor, anıt için söz veriyor.

Bugün Kültür Bakanlığı’ndan sorumlu bir müdür İntepe’de, anıt için.

Hektor mitolojik bir kahraman. Mezarı çoktan mitolojide. İntepe’deki isim değişikliği mitolojiye girecek kadar bekler mi, dersiniz.

Almanya iyi ki dostumuz

ALMAN İçişleri Bakanlığı geçen yıl ROJ TV’ye Almanya’da yayın yasağı getiriyor. ROJ TV’nin PKK nın yayın organı olduğu gerekçesiyle.

Türkiye ROJ TV ile ilgili AB ülkelerine defalarca bilgi veriyor, örnekler ve belgeler eşliğinde. Her düzeyde, her resmi görüşmede. Sonuçta Almanya ROJ TV’yi kendi ülkesinde yasaklayan birkaç AB ülkesinden biri oluyor.

Geçenlerde Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile Almanya Başbakanı Merkel ortak açıklama yaparak, "Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği yerine imtiyazlı ortaklık" tezini yeniden pişiriyor.

Açıklamanın henüz dumanı tüterken, Alman Federal İdari Mahkemesi çarpıcı bir kararla, bizi şaşırtıyor.

Mahkeme ROJ TV’nin Almanya’daki yayın yasağını kaldırıyor, ROJ TV’yi serbest bırakıyor.

Ankara, Berlin’de diplomatik girişimle, "ne oluyor" diye soruyor. Diplomatik olarak, elbet soracak. Ancak ortada somut bir durum var.

Merkel, AB çerçevesinde Türkiye’nin aleyhine konuşuyor, Alman Mahkemesi Merkel’i anında destekliyor, PKK’nın kanalını serbest bırakıyor.

Klasik söz var, "Ben düşmanımdan çok, dostumdan korkarım".

Bir kez daha doğrulanıyor.
Yazının Devamını Oku

Mardin’in beldesinde salsa dansı

20 Mayıs 2009
BELDE halkı okul bahçesinde U biçiminde diziliyor. U’nun ortasında ilköğretim okulu öğrencileri. Beldede 19 Mayıs töreni teypten dinlenen ve hep birlikte söylenen İstiklal Marşı ile başlıyor.

Mardin’in uzak beldelerinden biri, dün, 19 Mayıs’ta.

Dün Türkiye’de 19 Mayıs törenleri var. İstanbul’da ek olarak, Türkan Saylan için düzenlenen cenaze töreni.

Mardin’in uzak beldesindeki ilköğretim okulu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) tarafından yaptırılıyor. Kürtlerin yaşadığı bir belde. O okulda 19 Mayıs töreni.

SALSA VE FOLKLOR

19 Mayıs kutlaması "halkla birlikte olsun" diyen öğretmen, okulun bahçesini bir gün önceden ona göre düzenliyor.

Tören İstiklal Marşı ile başlıyor. Ardından Türkan Saylan için saygı duruşu. O okul, onun eserlerinden biri.

Törene geçildiğinde, önce şiirler okunuyor. Şiirleri kızlı-erkekli dans ve folklor gösterisi izliyor. Giysiler renk renk. Öğretmen onlara dans ve folklor öğretmiş. 6-14 yaşları arasındaki çocuklar da, belli ki iyi öğrenmiş, gayet güzel oynuyor.

Derken, teypte Latin Amerika müziği. O hararetli müzik temposunda salsa. Çocuklar hep birlikte salsa yapıyor. Mardin’in o uzak beldesinde salsa.

Salsa Karayip kökenli bir müzik ve dans. Latin Amerika’dan önce Amerika’ya, sonra bütün dünyaya yayılıyor. Sözcük anlamı, çeşitli baharatların karışımıyla elde edilen sos. Müzikte farklı kültürlerin karışımını dile getiriyor.

ÇYDD’nin yaptırdığı okullardan birinde, Mardin’in uzak beldesinde, 19 Mayıs şöleninde salsa. Kızlı, erkekli bütün çocuklar salsa yapıyor. Büyükler el çırpıyor.

Böyle bir sahneyi aklınız alıyor mu? Çağdaşlık ve eğitimin sahnedeki hali.

’AH ŞU BÜYÜKLER’

Dans sonrasında bir sürpriz var. Sırada şimdi tiyatro gösterisi.

Oyunu beldenin çocukları hep birlikte yazıyor, öğretmen yardım ediyor.

"Ah şu büyükler" tam hiciv. Çocuklara yapılan haksızlıkları anlatıyor. Anne ve babaların çocuklarına uyguladığı baskıyı eleştiriyor. Hiç bir ideolojik yanı yok. Safça, çocukça. Sekiz yıllık eğitimde öğrenim gören çocukların ailevi ilişkileri, büyüklere mesajlar.

Okul bahçesinde U biçiminde sıralanan büyükler, oyunu izlerken kahkaha içinde, aynı zamanda kendilerini görerek, düşünceli.

Önemli bir ayrıntı:

Oyunda okulun bütün öğrencileri rol alıyor. Hiç biri dışarıda kalmıyor.

Salsa ile kültür çeşitliliği ve hep birlikte dans. Oyunla büyüklere uyarı ve hep birlikte gösteri, kenarda kalan kimse yok. O bütünlük, o kaynaşma.

Dün 19 Mayıs. Dün aynı zamanda Türkan Saylan toprağa veriliyor.

Dün Mardin’in uzak bir beldesinde, bir ÇYDD okulunda 19 Mayıs töreninde salsa var, sahnelenen bir oyun var.

Gençlik Bayramı bu olsa gerek. Çağdaşlık bu olsa gerek. Eğitim bu olsa gerek. ÇYDD bu olsa gerek.

Meclis’te bugün mayın var

CHP Grup Başkanvekillerinin açıklamasından bir bölüm. Buna göre:

11 Şubat 2008’de Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, "Mayınlı arazilerin temizlenmesine ilişkin tasarı mevcut haliyle uygun değildir" görüşüyle Başbakanlığa yazı gönderiyor.

Milli Savunma Sözcüsü Mecliste komisyonda tasarıya karşı olduklarını söylüyor. Bakanı destekliyor.

Ancak, 7 Mart 2008’de yine Vecdi Gönül, bir ay önce karşı çıktığı tasarının "yanında olduğunu" söylüyor.

CHP Gurup Başkanvekilleri bu çelişkiyi dile getiriyor, tasarıyı da eleştiriyor.

Suriye sınırımızda 50’li yıllarda kaçakçılığı önlemek üzere devletçe döşenen mayınların temizlenmesi gündemde. Bunun için bir tasarı hazırlanıyor. Geçen hafta Meclis genel kurulunda başlayan görüşmeler bugün devam ediyor.

Tasarıya göre, araziyi mayından temizleyecek firma ki, temizlemeye yabancı firmalar talip, temizlediği toprakları 44 yıl süreyle kullanacak.

Neden yabancı firma, neden 44 yıl, neden kullanım hakkı, neden birbiriyle çelişen açıklamalar gibi pek çok soru, milletvekillerinin aklını karıştırıyor.

Aklı karışanlar arasında AKP milletvekilleri de var.

Akıl karışıklığını gidermek için, AKP bakanları devreye giriyor. CHP ve MHP tasarıya karşı. İleri sürdükleri gerekçeler mantıklı. Bunun sonunda, bir ara AKP cenahında "üzerinde yeniden çalışmak için, tasarıyı acaba geri mi çekelim" sorusu ortaya atılıyor.

Mayınlı tasarı geçen görüşmelerde Mecliste ciddi gerginlik yaratıyor. Bugün yine herkes tam kadro ve hazırlıklı.
Yazının Devamını Oku

Cindoruk rüzgárında ’boşluk dolar’ umudu

19 Mayıs 2009
İLK kutlama telefonlarından biri ANAP Genel Başkanı Salih Uzun’a ait.İki gün önce Demokrat Parti (DP) Genel Başkanlığına seçilen Hüsamettin Cindoruk’u arıyor Salih Uzun. Daha ilk telefonda Cindoruk’a:<br><br>"Biz görüşmeye hazırız." Cindoruk DP Genel Başkanlığına adaylığını koyarken, ilk adımda, "merkez sağda bütünleşme, ANAP’la birleşme" diye yola çıkıyor. Gazete ve TV’lerde her konuşmasında birleşmeden söz ediyor.

ANAP Genel Başkanı’ndan gelen telefon, bu hedefe doğru yolculuğun başladığını gösteriyor.

BAYKAL’DAN KUTLAMA

Cindoruk’un seçilmesiyle birlikte, AKP’den CHP’ye ve küçük partilere kadar herkesin gözü DP kongresinde.

AKP, "bu, bizi nasıl etkiler" merakında.

Sosyal demokratlar iyimser. Cindoruk’la esen rüzgar Deniz Baykal’ı da etkiliyor. CHP Genel Başkanı Baykal, Cindoruk’u kutlamak için arıyor ve:

"Türkiye’yi rahatlattınız."

Cindoruk
’u arayan bir başka isim Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk. O da, benzer havada, iyimser. DP ile bir araya gelmek ve belki birleşmek için, kapılarını açmaya hazır.

DEMİREL-YILMAZ

DP Kongresi öncesinde perde arkasında kalmış bir görüşme var. Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel’i ziyaret ediyor.

DP Genel İdare Kurulu için aklında önerebileceği bazı isimler var. Demirel:

"Hele kongreyi geçelim, göç yolda düzülür, isimlere sonra bakarız."

Bu anekdotlardan ortaya çıkan gerçek var. DP’ye duyulan ilgi, merkezdeki boşluktan kaynaklanıyor. Cindoruk’la birlikte, o boşluğun dolabileceği umudu beliriyor.

O boşluk dolar ve ilk genel seçimde DP yüzde 10 barajını aşarsa, AKP’nin tek başına iktidarı geride kalabilir. Dikkatler o nedenle DP’de.

Bir açıdan, bu kongre Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’in dokuzuncu dönüşü. Yedi kez başbakanlık, sekizincisi Cumhurbaşkanlığı ve şimdi dokuz. Demirel’in bu işte çok tuzu var.

Türkan Saylan’a jest gerek

YUNAN mitolojisinde bir söz var. Tanrılar sevdiklerini erken alır. Bu sadece yaşla ilgili değil, daha yapacak işleri olanları da kapsıyor.

Gandi Ödülü’nden Ergenekon’a uzanan hayat çizgisinde Türkan Saylan ömrüne pek çok şey sığdırıyor. 80’li yıllardan hatırlıyorum. Ne zaman karşılaşsak, vurguladığı hep çağdaşlık ve eğitim.

Kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ilk büyük sivil toplum örgütlerinden biri. Sivil toplum örgütlenmesindeki önemi bize ilk gösteren kurum.

Türkan Hanım başkalarına yardım üzerine bir hayat kuruyor. "Aman onlar cüzamlı, yanlarına sakın yaklaşmayın" tabusunun geçerli olduğu bir dönemde, cüzamlılara kucak açıyor ve onların tedavisiyle, bu anlamda, Türkiye’ye çağ atlatıyor.

Okutmak ve tedavi yoluyla topluma binlerce insan kazandırıyor. Buna rağmen, son günleri hayal kırıklığı. Ancak Türkiye gibi ülkelerde aydınların başına gelebilecek bir dram. Son sözleri "iftira ettiler". Ergenekon’da evinin ve ÇYDD’nin aranmasını ve sorgulanmasını kastediyor.

Hayatta iken olmuyor, Türkan Hanım’dan hiç olmazsa cenazesinde devletin özür dilemesi gerek. Merakla bekliyorum, böyle bir jest için, cenazeye Cumhurbaşkanlığını ve hükümeti temsilen birileri katılacak mı?

Türkan Saylan
’ın anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Nur içinde yatsın.

Ümit Pamir karışıklığı

DP Genel İdare Kurulu listesinde emekli büyükelçi Ümit Pamir’in adını görüyorum. Benim için sürpriz.

Çok eski arkadaşım Ümit’in anlattığı garip:

"Benim hiç haberim yok, önceden beni kimse aramadı. Böyle bir olayla uzak-yakın ilgim yok. Ama, adım Genel İdare Kurulu listesinde. Sanıyorum bir yanlışlık olmuş, emekli büyükelçi Umut Arık ile beni karıştırmışlar ve benim adımı yazmışlar. Toplantıya filan katılmam. Ortada maddi bir hata var".

Ümit Pamir
ile DP’nin yan yana gelmesi söz konusu değil.
Yazının Devamını Oku

Türkan Saylan: İftira ettiler

16 Mayıs 2009
HABER kötü. Türkan Saylan ne yazık ki... Kötü. Uzun süredir görmekte olduğu kemoterapi tedavisi kesiliyor. Ve uyutuluyor. Doktorlarıyla konuşuyorum dün. Doktorlar sözcükleri dikkatle seçiyor ama, verdikleri yanıt yine de çok tatsız:

"Bugünden yarına bir şey olabilir, beklentisi bir haftadır var. Bitti, zaten çoktan bitmişti."

Ne demek bitti? Tıbbın yapacağı başka şey kalmıyor artık, bitti demek, bu demek. Ve Türkan Hanım uyutuluyor, bilinci kapalı.

SON KONUŞMA

Birkaç gün evvel hastanede doktor arkadaşlarıyla sohbet ediyor. Söz dönüp dolaşıp evinin aranmasına ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Ergenekon’la bağlantı iddiasına geliyor.

Saylan’ın ilk sözü evi aramaya gelen polislerle ilgili. Daha önce söylediğini tekrarlıyor:

"Evi aradılar, ama bana rahatsızlık vermediler. İyi davrandılar."

İnsancıl yaklaşım içinde:

"Onlar, kendilerine verilen görevi yaptılar. Nazik davrandılar."

Sohbet daha sonra olayın özüne iniyor. Asıl meseleye. Türkan Hanım:

"Çok üzüldüm, aklımdan bile geçmeyen şeyler. Darbe filan, nereden, nasıl ilgi kurdular anlamadım."

Hele de, bazı yayınlar. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile PKK arasında bağlantı iddiaları içeren kasıtlı, gerçek dışı yayınlar.

Yılların sivil toplum örgütü Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni PKK ile darbe arasında sıkıştırmak denemeleri.

Türkan Hanım devam ediyor:

"İftira ettiler, hem de fena halde iftira ettiler."

ÖZÜR DİLEMEK

Ömrü boyunca onca öğrenci yetiştirmiş, onca insana el uzatmış ve bu uğurda çırpınmış bir insan, son günlerinde, belki de son sohbetinde hayal kırıklığını dile getiriyor:

"İftira ettiler."

Ülkenin aydın ve çağdaş bir insanını devlet bu kırıklık içinde uğurluyor.

Bana kalırsa, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan, Türkan Saylan’dan özür dilemek zorunda. Cumhurbaşkanı, yani Cumhurun başı görevini işte böyle durumlarda hatırlamalı.

Saylan’ın başına gelenler, demokrasiye ve çağdaşlığa inanan insanlar açısından tam hüsran. İnsanların ülkesine duydukları inançta güven kaybı. Bu kayıp kolay geri gelmiyor. Hele de, toplumu derinden yaralayan olayların birbiri arkasına geldiği bir ortamda güven kaybı, insanları oradan oraya savuruyor.

Yaşadığımız şu günler ilerde çok acı biçimde anlatılacak, ibretle yazılacak.

Türkan Hanım şu anda artık uyutuluyor.

Cemil Çiçek’ten açıklama

BİR gazetede 2007’de "Kürtçe ajanda" başlığı ile bir haber yayınlanıyor.

Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, 2007’de Türkçe ve Kürtçe ajanda dağıtıyor. Savcılık gazetenin bu haberini ihbar kabul ediyor. Tanrıkulu hakkında soruşturma açılması için Adalet Bakanlığı’ndan izin istiyor.

Bakanlık izni veriyor ve Tanrıkulu ile ilgili yargı süreci başlıyor.

İki gün önce ben bunu yazıyorum. İzni veren Adalet Bakanının Cemil Çiçek olduğunu belirtiyorum.

Önceki gün Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek arıyor ve düzeltiyor:

"İzin verildiği tarihte ben Adalet Bakanı değildim. Seçimlerde, bildiğiniz gibi, üç bakan değişiyor, biri de Adalet Bakanıdır, ben görevi bırakmıştım. Kayıtlara baktırdım, soruşturma izni 28 Haziran 2007’de verilmiş, bir ay sonra seçim vardı ve ayrılmıştım. Soruşturma iznini veren ben değilim."

Çiçek
’in açıklamasına göre, o tarihte izni veren yine dönemin Adalet Bakanı değil, ilgili genel müdür ve müsteşar yardımcısı. Çiçek:

"Seçim nedeniyle üç aylığına göreve gelen bakanlar, bu gibi konularda imza atmıyor, bürokrasiye bırakıyor."

Cemil Çiçek
’ten özür diliyorum. O da, aramızda geçen uygar sohbeti şöyle bağlıyor:

"Özellikle Kürtçe ve Kürt Sorunu ile ilgili olarak ara sıra eleştiri alıyorum. Zaman içinde hepimiz değişiyoruz. Ben de, değişmiş olabilirim, bazı konulara bugün, düne göre daha farklı bakıyorum, hepimiz daha farklı bakıyoruz. Mesela, bir zamanlar yabancı sermayeyi tabu haline getiren bazı solcular, bugün yabancı sermayeyi savunuyor."

Ünlü söz her zaman geçerli, değişmeyen tek şey var, değişmenin kendisi.
Yazının Devamını Oku

Mayınlı arazide 44 yıl

14 Mayıs 2009
MİLLİ Savunma Bakanlığı’nı temsilen gelen binbaşı, “biz bu maddeye karşıyız” diyor.

Mayınların temizlenmesine ilişkin tasarının her maddesine.Tasarı, süresi içinde toplanamadığı için, Milli Savunma Komisyonunda görüşülmeden genel kurula iniyor. Oysa, görüşülmesi gerek.Halen genel kurulda. Belki şimdi pek dikkat çekmiyor, ama gelecek yıllarda çok gürültü çıkaracak.Hatay, Kilis, Gaziantep, şanlıurfa, Mardin, Şırnak ile Suriye sınırına yakın bölgeye devlet 1956 yılından itibaren mayın döşüyor. 800 kilometre uzunluğunda, 216 bin hektarlık arazi. Kaçakçılığı önlemek için.2001’de buranın mayından temizlenmesine karar veriliyor. Genelkurmay 35 milyon dolara ihtiyacı olduğunu bildiriyor, ancak iş sürüncemede kalıyor.AKP iktidara gelince, olaya el atıyor. Bir tasarı hazırlıyor.YABANCI ŞİRKETNasıl temizlenecek? İhaleye çıkılacak. Yap-işlet-devret modeliyle.Alan firma ne yapacak?Araziyi mayından temizleyecek, burası önemli, temizlediği araziyi 44 yıl süreyle işletecek.Neden 44 yıl? İhaleye 49 yıllığına çıkılıyor, beş yıl temizleme, gerisi işletme. CHP Muğla milletvekili Gürol Ergin Meclis kürsüsünde:“Bu bölgede yerli ya da yabancı özel şirketlerin 44 yıl o toprakları işgal etmesi, Türkiye’nin güvenliği açısından son derece sakıncalıdır. Nitekim, Milli Savunma Bakanlığı temsilcisi de, alt komisyona aynı konuya birinci derecede önemli itiraz olarak değinmiştir. (...)Oysa, temizlenecek arazi, AB ülkeleri ortalamasındaki gibi, topraksız ve az topraklı ailelere 130’ar dönümlük parseller halinde verilirse, yaklaşık 1660 aile toprak sahibi yapılmış olur. Böylece organik tarıma uygun ve petrol rezervi bulunan bu arazinin yabancıların eline geçmesi engellenmiş olacaktır.”İyi fikir. DÖRT ÜLKEMayın temizleyecek Türk firması yok. Dört yabancı ülkeden firma adı geçiyor. İngiliz, İsveç, İsrail, Ukrayna firmaları. Gürol Ergin devamla:“Özellikle İsrail’in kendi ülkesinde bulabilmesi mümkün olmayan kalite ve büyüklüğe sahip ve aynı zamanda güçlü su kaynakları olan bu bölgeye elli yıllığına yerleşmek istemesi yadırgatıcı değildir.”Arazi Irak ve Suriye’nin yanı başında. Zaten o nedenle, önceki gün Meclis konuyu görüşürken bir ara gizli oturuma geçiyor.55 ülke mayınlarını silahlı kuvvetler vasıtasıyla temizliyor. Bizde yabancı şirket yapacak. Olabilir. Ancak, açık kalan soru şu:“Mayın temizleyen firma o araziyi 44 yıl neden işletecek?”Bu soruya hükümet net bir karşılık veremiyor. Olayda can alıcı nokta bu. Kaldı ki, temizleyen firmaya işletme hakkı verilmesine ilişkin bir kararname var. Danıştay iki ay önce onu durduruyor.Mayından temizlendikten sonra, o bölgeyi izlemek gerek. Belki de, asıl mayınlar arazi temizlendikten sonra patlayacak.Kitap sayısı beş olduKİTABIN adı Perinin Sarkacı. Yazarı Ben Mila.Kitabın adı Genç Bir Don Juan’ın Maceraları. Yazarı Guillaume Apollinaire.Kitabın adı Bir Burjuva Kadınının Mektupları. Yayına hazırlayan Fransız P.V.Kitabın adı Allahın Kızları. Yazarı Nedim Gürsel.Kitabın adı Dink Cinayeti ve ıstihbarat Yalanları. Yazarı Nedim Şener.Bunlar roman ya da araştırma. Beş kitap hakkında çeşitli nedenlerle dava açılıyor. Kimi ahlaka aykırı bulunuyor, kimi gizli bilgileri temin etmekle suçlanıyor.Tayyip Erdoğan’ın sözü var. “Türkiye’de kitaplara artık dava açılmıyor”.Doğru, bir süre öyle. Ama, şimdi değil. Kitaplara dava açmanın eskilerde kalması gerekmiyor mu?

Yazının Devamını Oku

Kürtçe ajanda yarın savunmada

14 Mayıs 2009
İZNİ veren o zamanki Adalet Bakanı Cemil Çiçek. Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu hakkında soruşturma ve kovuşturma izni. Tanrıkulu yarın yargıç karşısına çıkıyor, savunmasını yapmak üzere. Trajikomik bir olay. Çifte standart bir olay. Kimin, ne yaptığını bilmediği, söylenenle olup bitenin birbirini tutmadığı bir ülkede yaşıyoruz.

Sezgin Tanrıkulu 2007’de avukatlara ajanda dağıtıyor. Kürtçe ve Türkçe ajanda. Kürtçe mi? Yooook, olmaz öyle şey.

Tanrıkulu Baro Başkanı, sorgulama ve kovuşturma için Adalet Bakanlığı’nın izni gerek. Cemil Çiçek hiç bekletmeden basıyor onayı.

Savcılık, görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle, Tanrıkulu’nun 1-3 yıla kadar hapsini istiyor. Duruşması yarın Diyarbakır 2. Ağır Ceza’da.

Görevi nasıl kötüye kullanma? İddianame:

"Kürtçe ajanda basarak, Kürt olmayanların Diyarbakır Barosundan hizmet almasında kuşku yaratmak."

Adalet önünde boynumuz kıldan ince.

SKANDAL VE FIRSAT

Ancak, Cemil Çiçek’in yaptığı tam skandal.

Kürtçe ajandaya "hayır" diyen Çiçek, TRT Şeş’in yayına geçmesiyle ilgili anlı-şanlı sözcülük yapıyor. Kürtçe TV’ye imzayı basıyor, ama Kürtçe ajanda için kovuşturma izni veriyor. Hangisi gerçek AKP, hangisi gerçek Çiçek?

Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’da Kürt açılımı modası başlıyor. Hatta Erdoğan, köy ve kasabaların değiştirilen isimleri yerine, Kürtçe isimlerinin geri verilebileceğini söylüyor, ama Kürtçe ajanda için 1-3 yıl arası hapis isteniyor.

Gül, Kürt Sorunu için "fırsat bu fırsattır" diyor, dün sabah DTP’liler, başta Konya, yeniden gözaltına alınıyor. Bu mu fırsat?

Bu söz ve eylemlerin hangisi AKP politikası? Gözaltına almak mı, soruna çözüm bulacağım, demek mi, hangisi? İkisi birden, aynı anda olmuyor.

Bir başka olasılık var. Siyasal iktidar böyle diyor, ama devlet içinde başkaları bunu kabul etmiyor. O zaman da, AKP iktidar değil, anlamı çıkıyor.

YÜZ YILDA 30 BİN

Süryaniler döneminde Omid, Bizans döneminde Amid ve Amida, Ermeni döneminde Gerd, Araplar döneminde yeniden Amid, İslamiyetle birlikte Diyarbekir, 1930’dan sonra Diyarbakır. Kürtler bugün Amed diyor.

Tunceli Dersim, Hakkari Çolamerg, Dicle Piran ve devamında binlerce köy, kasaba ve il, tarih içinde isim değiştiriyor.

Çeşitli arşivlerden derlediğim bilgiye göre, son 100 yıl içinde otuz bin yerleşme yerinin ismi değiştiriliyor.

Değiştirme sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil, sadece Kürtçe isimler değil. Türkiye’nin her yerinde ve başka dillerdeki isimler de değişiyor.

İnsanın oturduğu yerin ismi, tıpkı dili gibi, kimlik ve aidiyet konusu. Çok hassas.

Erdoğan’ın, o isimler geri verilebilir, sözü ayaküstü söylenen bir söz.

İsimleri geri vereceksen, Kürtçe ajandaya kovuşturma izni vermeyeceksin. Kürt sorununa çözüm ararken, DTP’lileri toplamayacaksın.

Sağa, sola çarpan araba gibi. Buna "kör uçuş" da diyorlar.

Erdoğan fiyatta şaşkın

AZERBAYCAN Türkiye’ye sattığı doğalgazın fiyatını yükseltmek istiyor. Bunun üzerine Tayyip Erdoğan geçen hafta:

"Dünyada enerji fiyatları düşerken, bu talep düşündürücü."

Yanlış bir girişim, demek istiyor. Dün Bakü’de Azeri gazeteci Erdoğan’a soruyor:

"Siz Rusya’dan satın aldığınız doğalgaza, Azerbaycan fiyatının iki mislini ödüyorsunuz, bize ise bunun yarısını, bu adil mi?"

Erdoğan:

"Hayır, adil değil."

Azerbaycan’ın fiyat artırma isteğini bir hafta önce, düşündürücü bulan Erdoğan, dün artırılması istenen fiyatın adil olmadığını söylüyor.

Erdoğan sizce ne söylüyor?

’Obama o kadar aptal ki’

BİR Amerikan TV’sinde gece şovunu izliyorum.

Şova çıkan genç biri, Obama esprileri patlatıyor. Obama olsaydı, ne derdi, anlamında espriler.

Obama herhangi bir konuda şunu söylüyor, şova çıkan genç, cümleyi tamamlıyor: "Obama o kadar aptal ki..."

Bir, üç, beş, şov aynı cümlelerle devam ediyor.

Herkes gülüp geçiyor, Obama dahil. Ne suçlama, ne bağırıp çağırma, ne dava açma, hiçbiri yok.

Bizdeki birileriyle Obama arasındaki fark bu kadar basit.
Yazının Devamını Oku