Yalçın Doğan

Erdoğan gruba ilk kez hákim olamadı

4 Haziran 2009
KAPALI toplantıda kızgın, sinirli ve ısrarcı. Tayyip Erdoğan AKP Grubu’nun basına açık bölümünde, konuşmasını mayın tasarısına ayırıyor. Grubunu ikna, muhalefete cevap, tasarıyı eleştiren köşe yazarlarına verip veriştirme bölümü.

Kapılar kapatılıyor, AKP Grubu kapalı toplantıya geçiyor. Oradaki konuşmasında konu yine mayın tasarısı. Bu sefer daha sert, daha sinirli.

Kendi açısından haklı. Kabul edilmesi gereken son iki madde kalmış, biri yürürlük, öteki yürütme maddesi. Yasa Resmi Gazete’de yayınlandığı gün yürürlüğe girer ve bu yasayı Bakanlar Kurulu yürütür, gibi her yasa sonunda yer alan iki beylik madde.

Ama olmuyor. Tasarı önceki gün Meclis’te yine takılıyor.

DİRENİŞ

AKP’liler Meclis’e katılmıyor. Çoğunluk sağlanamıyor. O iki madde görüşülemiyor. Bunun Türkçesi şu.

Açık ve kapalı grup toplantılarında Erdoğan tasarının kabulü için dil döküyor, ama AKP milletvekilleri Erdoğan’ı dinlemiyor.

Grubun bu direnişi ilk. Genel başkanlarına ve başbakana karşı AKP Grubunun ilk çıkarma harekatı.

Siz bu satırları okurken tasarı kabul edilmiş olabilir. Ancak, o kabul, bu direnişi ortadan kaldırmıyor.

Siyasi olarak bu direniş orada duracak. Erdoğan ve grubu iki ayrı yerde mevzilenecek. Taraflar elbette yüzde 99 yine aynı yerde buluşacak, ama herkes kendi mevzilerini koruyacak.

MADEM ÖYLE, ÜÇ SORU

Bu olup bitenlerden sonra, Başbakan Erdoğan’a üç soru:

1-CHP önerge veriyor, o topraklarda sadece Türk vatandaşlarına çalışma imkanı sağlansın, diye. Siz de, bölge insanına istihdam yaratacağız, diyorsunuz, o zaman CHP’nin önergesini neden reddediyorsunuz?

2-CHP önerge veriyor, o arazi topraksız köylüye dağıtılsın, diye. Bunu neden reddediyorsunuz?

3-Söylem ve uygulama farklı. Neden?

Pek çok AKP milletvekili ikna olmuş değil. Altı maddelik yasa günlerdir bir oraya, bir buraya gidip geliyor. Asıl muhalefet AKP Grubu’nda.

Böhürler’in Kahire izlenimi

"BURADA, Kahire’de halkı seyreltmişler."

Ne yapmışlar yani?

"Ben buraya dört, beş defa geldim, sokaklar hep kalabalık olurdu, bu sefer sanki sistemli biçimde kalabalık yok olmuş".

Gazeteci, araştırmacı ve AKP MKYK üyesi Ayşe Böhürler Kahire’de. ABD Başkanı Obama bugün Kahire’de İslam Dünyası’na konuşuyor. Obama’nın Türkiye ziyaretinde İslam Dünyası’na sesleneceği beklenirken, bu olmuyor.

ABD Başkanı Müslümanlara seslenmek için Mısır’ı seçiyor. Dünyanın dört bir yanından gazeteciler Kahire’ye akın ediyor.

Dün tesadüfen aradığım Ayşe Böhürler, Obama’yı izlemek için Kahire’de olduğunu söyleyince, ona izlenimlerini soruyorum. Böhürler yukarda söylediklerine ek olarak:

"Olağanüstü güvenlik önlemleri var, bir de sokakları yıkıyorlar, öyle bir temizlik. İnsanlara yeni elbise giydirmedikleri kalmış. Siyasi olarak, Obama’nın Müslümanlara buradan seslenmesi, Mısırlıları onore etmiş."

Sahneye uyarlayan Kültür Bakanı

KOCAELİ Şehir Tiyatrosu iki gün önce Belgrad’da.

Oynadıkları oyun, Bosnalı bir yazarın Derviş ve Ölüm isimli eseri. Belgrad’da tiyatro hıncahınç dolu. Perde indiğinde, halk Kocaeli Şehir Tiyatrosu’nu dakikalarca alkışlıyor.

Alkış tufanı iki nedenle. İlki, halk oyunu beğeniyor.

İkincisi, oyunu tiyatroya uyarlayan kendi bakanları, Sırbistan Kültür Bakanı. Bakan, ama sanatçı. Bakanlığı, sanatını icra etmeye engel değil.

İşte, buna imreniyorum.
Yazının Devamını Oku

Kılıç kalkanlı petrol satrancı

3 Haziran 2009
BİZDEKİ son hükümet değişikliği ile Kuzey Irak petrolleri arasında bağ var mı, yok mu? İlk bakışta, hafif hastalıklı bir gözlem. İflah olmaz bir kuşku gibi. Yine de, siz siz olun ve her türlü ihtimale kapıları açık tutun. Köprülerin altından çok sular geçtiğinde, sizin kuşkunuz, bir de bakmışsınız ki, doğru çıkıyor.

Kuzey Irak petrolü önceki günden itibaren Kerkük-Yumurtalık hattıyla Türkiye üzerinden ihraç edilmeye başlıyor. İlk etapta günde 60 bin, ay sonunda 100 bin, yıl sonunda 250 bin varil.

Kuzey Irak’tan petrol akarken, Bağdat ve Ankara’da kulisler dalgalanıyor. Petrol merkez olmak üzere, bizdeki hükümet değişikliğinden PKK terörüne kadar uzanan senaryolar piyasaya dökülüyor.

BAKAN Şİİ OLUNCA

Yumurtalık’a petrol vanasını açarken, Irak Cumhurbaşkanı Talabani ile Kuzey Irak Yönetimi Başkanı Barzani dünya basınına, aralarından su sızmadığını gösteren pozlar veriyor.

İlgisi yok. Gerçek çok başka ve çok yönlü.

Irak merkezi yönetiminin Petrol Bakanı Şehristani Şii, Kürtlere uzak. Petrol Bakanı ama, petrol yasasını bir türlü çıkarmıyor. Kuzey Irak petrolleri üzerinde merkezi Irak yönetiminin denetimini elinde tutmak için, çıkarmıyor.

Türkiye Kuzey Irak’ta petrol ve doğalgaz ile ne zaman ilgilense ve hatta anlaşmaya varsa, Bağdat hemen karşı çıkıyor, "Kuzey Irak’la anlaşmanız geçersizdir, biz kabul etmiyoruz".

Türkiye yine de, hem Bağdat, hem Kuzey Irak yönetimi ile iyi geçinme politikasında.

BAYKUŞLARA RAĞMEN

Petrolün şimdi Kerkük’ten Yumurtalık’a akması Şirin’e kavuşmak için, Ferhat’ın dağları delmesi gibi, bir zamanlar bir hayal. Projenin akıllı uslu olmayışından değil. Proje üstünde uçan baykuşların haddi hesabı yok.

Herhangi bir projenin bu bölgede mantıklı, verimli, karlı olması bir şey ifade etmiyor. Bu bölgede her proje önce siyasi satranç seferine çıkıyor.

Bölgedeki bazı ülkeler ile bazı Avrupa ülkeleri Türkiye’den rahatsız:

1-TPAO’nun ihalelere girmesi onları rahatsız ediyor.

2-Kerkük ve Musul petrolleriyle ilgili olarak, Türkiye’nin Türkmenlerle görüşmesi onları rahatsız ediyor.

3-Yabancılar petrolün Türkiye yerine Suriye üzerinden akmasında ısrar ediyor.

Ama, petrol yine de, Türkiye üzerinden taşınıyor. Baykuşlara rağmen.

SÜREKLİ DİKKAT

Proje kabul edildiğinde bir şey oluyor. PKK terörü yeniden tırmanıyor.

Projenin hayata geçmesine artık günler kala, yine bir şey oluyor. Türkiye’de hükümet değişiyor. Bu satırı açmayı şimdilik ileriye bırakıyorum. Bir önceki satıra dönüyorum.

Kuzey Irak yönetimi Türkiye ile kılıç, kalkan oynuyor. Bize karşı zaman zaman PKK kılıcı, zaman zaman kalkan vaziyeti.

Petrolün Türkiye üzerinden akacağı kesinleşince, "ortalık, sandığınız gibi, o kadar da süt liman değil" mesajı içeren, terör saldırısına destek veriyor. Amerika petroldeki ilgisini yeniden vurguladığında ve Türkiye ile teröre dönük istihbaratı paylaştığında, Kuzey Irak aniden göğsünü bize siper ediyor. Güvensiz bir durum. Sürekli dikkat vaziyeti.

Petrol fiilen kim ihraç edecek? Türk firmaları arasında müthiş bir rekabet yaşanıyor. Bence, bu rekabetin siyasal yansıması var.

Petrol bu bölgede hiçbir zaman tekin değil. Yüzyıldır değil, şimdi de, değil.

Medyaya güven hiç olmadığı kadar yüksek

KAHVEDE, otobüste, tramvayda, siyasi toplantıda olaylar karşısında en kolay ve en çabuk bulunan bir suçlu var:

Medya.

TV’ler ve gazeteler zaman zaman bütün kötülüklerin anası. En başta da, bazı politikacılar için.

Eleştirilere ek olarak, kurumlara güven anketlerinde, medya uzun süredir gerilerde.

Son olarak Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in araştırmasında, kurumlara güven sorusu da yer alıyor. Yine Yılmaz Esmer’in araştırmalarında, yıllar itibariyle ve bugün durum şu.

Medyaya güven 1990’da yüzde 36, güven 1997’de yüzde 31’e düşüyor.

2009’da son ankette ise, medyaya güven yüzde 45’e yükseliyor.

Bırakın 1990’ı, yani son yirmi yılı, son otuz, kırk yılda bile, medyaya güven bu ölçüde yüksek değil.

Her fırsatta medyayı suçlayan, medyaya karşı kampanya açan politikacıların kulakları çınlasın.
Yazının Devamını Oku

Dayak sesleri arasında ufukta demokrasi

2 Haziran 2009
BAZI il ve ilçelerde anket yapanlar göz altına alınıyor. Neden?Birileri anket yapanları ihbar ediyor, bunlar dolandırıcı mı, hırsız mı, amaçları ne kuşkusuyla. Araştırmayı yöneten hocalar vali ve kaymakamları arıyor, anketin amacını anlatıyor, anket yapanları tanıtıyor, gözaltı yine de bir, iki gün sürebiliyor. Prof. Dr. Yılmaz Esmer yeni bir araştırma yapıyor. Türkiye’de Radikalizm ve Aşırıcılık Araştırması. Araştırmayı tanıtmak için verdiği davette ben de varım.

Anketçileri gözaltına almak, onların bazı köylere girmesini engellemek, daha ilk adımda güvensiz bir toplumun göstergesi. Araştırma zaten bunu kanıtlıyor.

Yüzde 93 oranında, neredeyse toplumun tamamı, birbirine güven duymuyor.

KADIN İPTAL

Bulguların elde edildiği araştırmaya göre, Türkiye sapına kadar erkek toplum. Şu duruma bakın.

Bazı kadınların kocalarından dayak yemesi doğru, yüzde 32.

Kadın kocasının sözünden dışarıya çıkmayacak, yüzde 61.

İşsizlik varsa, çalışmak kadından çok erkeğin hakkıdır, yüzde 64.

Kadının plajda mayo ile dolaşması günahtır, yüzde 58.

Kadın bir yere gidecekse, kocasından izin almalıdır, yüzde 85.

Ve son yılların en büyük tartışmalarından birine açıklık getiren yanıt. Müslüman kadın, evi dışında başını mutlaka örtmelidir, yüzde 62.

Dayak ve günah sesleri arasında, kadın toplumda iptal edilmiş gibi.

İŞ ÇOK ZOR

Yılmaz Esmer’in araştırmasında en çarpıcı sonuçlardan biri şu.

Hepsi çok önemlidir ama, sizin için hangisi birinci sırada gelir, sorusuna;

Din yüzde 62, laiklik yüzde 16, demokrasi yüzde 13, etnik kimliğim yüzde 5, yeterli bir gelir yüzde 4 birinci sırada önemlidir.

Demek, ekonomik durum bizim insanımız için geriden geliyor. Etnik kimlik payı yüzde 5, tam DTP’nin oy oranı kadar.

Dinin öneminin bu kadar yüksek oranla ilk sırada gelmesi, Türkiye’nin nereye gitmekte olduğunu gösteriyor.

Asıl yürek parçalayan, yüzde 13’lük önem payı ile demokrasi, yerlerde sürünüyor. Çok büyük bir çoğunluğun umurunda bile değil demokrasi. Bana kalırsa, en vahim durumlardan biri.

Araştırmanın toplamında, Türkiye eskiye göre daha muhafazakar, hoşgörü ve demokrasiden hayli uzakta. Böyle bir toplumda, hangi parti olursa olsun, ciddi bir sorunu çözmek için, iktidarın işi çok zor.

Her an tehdit altında olduğuna inanan, katı, değişime uzak bir toplum.

Zaman ve mahalle baskısı

ZAMAN Gazetesi Yılmaz Esmer’in araştırmasından yola çıkarak, "Türkiye’de Mahalle Baskısı Yok" diye manşet atıyor.

İçki içenleri komşu olarak istemeyenlerin oranı yüzde 72, başka ırk ve renkten komşu istemeyenler yüzde 26, Hıristiyan komşu istemeyenler yüzde 52, Yahudi komşu istemeyenler yüzde 64, Amerikalıyı komşu istemeyenler yüzde 36, kızları şort giyenleri komşu istemeyenlerin oranı yüzde 66.

Zaman "araştırma, mahalle baskısı söylemini boşa çıkardı" diyor. Konular ve oranlar ortada. Daha ne olsun da, mahalle baskısı olsun?

Baskı için mutlaka sayıp, sövmek, elde sopa, adam dövmek için mahalleye mi çıkmak gerek?

Gül’ün at muhabbeti

ANKARA Atlı Spor Kulübü’ne Çankaya Köşkü’nden ani bir telefon: "Sayın Cumhurbaşkanımız atını görmek istiyor."

Genel sekreter, Ankara Emniyet Müdürü ve bazı köşk personeli ile birlikte, Abdullah Gül Atlı Spor Kulübü’ne geliyor. Kendisine Kazakistan’da armağan edilen atı görüyor. Ata binsin mi, binmesin mi?

Çevresinde toplananlar ısrar edince, uysal bir at bulunuyor ve ona biniyor.

2.5 saatini Atlı Spor Kulübü’nde geçiriyor. Çocukları öpüyor, seyislerin elini sıkıyor, herkese müthiş nazik davranıyor. Meyve ikram edildiğinde, "Siz de alın, rahatsız oluyorum" diyor. Bol bol at üzerine sohbet ediliyor.

Herhangi siyasal, sosyal bir konu yok, sadece at ve nezaket var.
Yazının Devamını Oku

Türkiye dünya yedincisi

30 Mayıs 2009
79 milyon turistle Fransa birinci. Onu 58 milyon turistle Amerika, 57 milyon turistle İspanya izliyor. Türkiye dünyada en çok turist çeken yedinci ülke. Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı turizm ile ilgili bir araştırma yapıyor. 101 turizm acentesi ve 26 tur operatörü ile anket düzenliyor. Ortaya çıkan rakamlar Türkiye açısından iç açıcı.

2008 yılında dünyada 924 milyon turist seyahate çıkıyor. 2008 yılının son çeyreğinde ekonomik kriz dünyayı sarsıyor. Buna rağmen turistik seyahatlerde bir azalma yok, hatta artış var. 2007 yılında 908 milyon turistik gezi, 2008’de yüzde üçlük artış kaydediyor.

Türkiye’nin 2008’deki turist artışı yüzde 21.6. Türkiye’ye gelen toplam turist sayısı bu artışla 27 milyona yükseliyor.

ALMANLAR VE RUSLAR

Türkiye’ye gelen turistler arasında ilk sırayı Almanlar alıyor. Her altı turistten biri Alman.

Türkiye’ye gelen Rus turistler 2.9 milyonla ikinci sırada, onu 2.2 milyon turistle İngilizler izliyor. Türkiye’ye gelen turistler daha çok tatil için geliyor. Oranı yüzde 91. Onu kültür turizmi ile bölgesel amaçlı turistik geziler izliyor.

Ancak Türkiye’ye gelenler çok fazla para harcamıyor. Yüksek fiyat kategorisindeki turizmin oranı sadece yüzde 16.8 .

Yüzde 44 düşük fiyat kategorisinde. Yine de bütün oranlar birbiriyle karşılaştırıldığında, Türkiye orta-üst sınıfların tatil ülkesine dönüşüyor. Turistler üzerinde yapılan araştırmada, yabancıların yüzde 50.5’i Türkiye’de fiyatları oldukça iyi buluyor. Geçen yıl bu oran yüzde 36. Yani Türkiye’deki fiyatları uygun bulanların sayısı her geçen gün artıyor.

Fiyat düşerken, turist sayısı artıyor. Fiyatın düşüşü o kadar parlak değil. Bununla birlikte, fiyatların kırılmasının turizme olan talebi yükselttiği de bir gerçek. Üst gelir gruplarının tatil merkezlerindeki fiyatlar ise, Türkiye’nin rekabet ettiği diğer Akdeniz ülkelerine göre biraz daha yüksek. Bütün bunlar, bir ekonomik kriz döneminde gerçekleşiyor. Aynı kriz döneminde Türkiye’ye talep artıyor ve turizm pazarında yedinci ülke konumuna yükseliyor.

25 YILIN SONUNDA

Yıllar yılı Türkiye’nin doğal kaynakları, tarihsel zenginlikleri, bölgesel özellikleri, üç tarafının denizlerle çevrili olduğu gerçeğinden hareketle, pek çok politikacı "Türkiye’nin aslında bir turizm cenneti olması" görüşünde birleşiyor.

Bu görüşü kağıt üzerinden kaldırarak uygulamaya geçiren ilk başbakan Turgut Özal. Özal’la birlikte Türkiye’de büyük turizm yatırımları başlıyor. 1980’li yıllardan başlayarak turistik tesislere tanınan teşvikler birbirini izliyor. Turist gittiği ülkede istikrar arıyor. Siyasal, sosyal, ekonomik istikrar. Turistin en çok korktuğu terör.

Bunun çok çarpıcı bir örneği var. Bir zamanlar Mısır turizm cenneti. 80’li yıllarda Mısır’da dünyayı titreten korkunç bir terör eylemi yaşanıyor. Dönemin ünlü terör örgütü Müslüman Kardeşler ’in giriştiği terör eylemi yüze yakın can alıyor. Mısır bunun bedelini çok pahalı ödüyor. Nil vadisi, piramitler o bütün tarihsel hazine bir anda sıfırlanıyor. Yüzüne bakan kimse yok. Mısır’ın kapısını çalan turist yok.

Mısır, yıllarca bunu düzeltmeye çalışıyor. Sonunda ünlü firavun Ramses adına özgün bir roman yazılıyor. Beş ciltlik roman bütünüyle hiyeroglif belgelerden elde edilen bilgileri aktarıyor. Mısır yaklaşık on yıl sonra o romanla turizme yeniden kapılarını açmaya başlıyor.

Bu anlamda Türkiye’nin turizmde yedinci sıraya oturması, Türkiye’nin başarısı. Teröre rağmen, Avrupa turistleri yine de Türkiye’yi tercih ediyor. Bunun bir anlamı daha var, her şeye rağmen Türkiye’nin dışarıdan görünüşü.

Demek ki kendi içimizdeki sorunları çözersek, kim bilir daha nerelere geleceğiz.
Yazının Devamını Oku

Her hukuk sorusuna edebi karşılık

29 Mayıs 2009
AŞKI uğruna dinini değiştiriyor. Ama, daha sonra uğruna din değiştirdiği sevgiliyi terk ediyor. Bunu yapan Jacques Verges. Dünyada en belalı sanıkların, en çapraşık davaların ünlü avukatı.

Ben de ona, dillere destan aşkı, Cezayirli militan kadın Cemile’yi neden terk ettiğini soruyorum. Verges kılını bile kıpırdatmıyor:

"Ben yaşayan bir varlığım, beni çağıran başka mücadeleler vardı. Mücadele varsa, aşk var, mücadele ve aşk birbirinden kopuk değildir".

Verges İstanbul’da. Hukukçular Derneği’nin davetlisi olarak. Dernek onun için önceki akşam bir yemek veriyor. Yemeğe ben de davetliyim. Verges ile aynı masada, sohbet fırsatı buluyorum.

SUÇU DEĞİL, SUÇLUYU

Savunduğu davalarda sanıklar ya terörist ya ipten kazıktan kopmuş kişiler. Neden hep bu davalar?

"Hipokrat’ın yemini vardır. Ben hastaları tedavi ediyorum, hastalığı değil, der. Ben suçu değil, suçluyu savunuyorum. Ama, o arada suçu teşvik eden yüzleri (düzeni de kastediyor, y.d.) ortaya çıkarmak istiyorum. Irak Savaşı sırasında Amerikalılar işkenceci generali çağırdılar, oysa bizi çağırsalardı, Ebu Greyb hapishanesindeki işkenceler olmazdı".

Kendisini ve avukatlığı bitmeyen bir dramın sırdaşı olarak niteliyor. O nedenle, sorulara verdiği her yanıtta, bir felsefe ve bir edebiyat var.

Dante, Voltaire, Shakespeare, Sofokles, Dostoyevski ve kahramanları masada uçuşuyor. Ekliyor:

"Edebiyatla avukatlık arasında derin bir ilişki vardır. Dava kahramanlar yaratabilir, ben de bazı davalarda kahraman yarattım".

Davalara bu kadar geniş açıdan bakıyor, olayları ve insanları felsefi boyutta soyutluyor.

DE GAULLE’E KİTAP

Cezayir’in Fransa’ya karşı yürüttüğü savaşa katılanları savunuyor, bir Fransız olarak. Zor bir durum.

O sırada iktidarda De Gaulle var. Verges, De Gaulle’e Cemile ile ilgili kitap gönderiyor. De Gaulle’ün yanıtı gecikmiyor:

"Her Fransızın dramı, dünya dramıdır. Bu dramla ilgili gizli hiçbir şey kalmamalıdır. Sizin güçlü ifadeniz, hiç kimseyi hissiz bırakmaz".

Verges’e göre, De Gaulle heyecanlanıyor ve mahkemeyi o anda kazandığına inanıyor, gerçekten de kazanıyor.

Dünyayı titreten Çakal Carlos’u ve onun karısı Magdelena’yı savunuyor. Soruyorum, Magdelena ile ilişkisi oldu mu? Verges:

"Magdelena başarısız bir suikasttan dört yıl hapis yattı, ben avukatı olarak onunla iki yüz kez görüştüm, Carlos bunu kıskandı".

Ya da Marlon Brando’nun kızı Chenney’i savunması. Chenney’in üvey kardeşi, Chenney’in sevgilisini öldürüyor. Ve bin türlü karmaşık ilişki. Verges:

"Bu gibi davalarda, çok farklı olaylar zincirinde, insan olarak zenginleşiyorsun".

Verges davalarında hep bir kopuş arıyor. Davanın seyrini değiştirecek dramatik bir çıkış, estetik bir dönemeç. Davayı kazanmaya dönük hırs ve cesaret.

Her soruyu önce mutlaka edebi ve felsefi örnekle karşılıyor, ardından yanıtlıyor. Hiçbir yanıtında, bugüne kadar pek çok avukatta gördüğüm gibi, teknik hukuk bilgisi yok. Belki onun için bu kadar başarılı bir avukat.

Mayında AKP hep eksik

ORTALIĞI kasıp kavuran Mayın Yasası Meclis’te görüşülmeye başladığından bu yana, garip bir fotoğraf göze çarpıyor.

AKP’nin 338 milletvekili var, ama mayın yasası görüşmelerine giren AKP’li sayısı ortalama 190, 200 arasında.

Gününe göre 130, 140 AKP milletvekili bu yasayı pas geçiyor, oturuma katılmıyor. İktidar yanlıları dahil, halkın önemli bir bölümü gibi, pek çok AKP’linin aklı bu yasaya pek yatmıyor. Herkesin kafasında değişik soru var.

Bunlardan biri de, şu ana kadar gündeme gelmeyen bir bağlantı.

Mayınlardan temizlenecek topraklar, aynı zamanda 2. derecede askeri yasak bölge. Yani, bu toprakları yabancılara kiralamak mümkün değil. Yabancıya kiralamak için, askeri yasak bölgeler yasasını değiştirmek gerek.

Bu haliyle kabul edilen yasa, teknik olarak, daha baştan sakat.
Yazının Devamını Oku

Her bakan her yeri görsün

28 Mayıs 2009
ON dört bakan Afrika’yı paylaşıyor. On beş bakan Avrupa’yı paylaşıyor. On beş bakan Asya’yı paylaşıyor. Kısaca KEK olarak anılıyor. Karma Ekonomik Komisyon. Ülkelerle ikili ekonomik ve ticari ilişkileri yürüten komisyonlar. Bu ilişkilerin en üst ve kapsamlı düzeyde ele alındığı kurumlar. Konular ekonomik ve ticari ama, siyasi güçle işleyen kurumlar. Dolayısıyla, her birinin başında bir bakan var.

Hükümetin değişmesinden sonra bu komisyonlara başkanlık edecek bakanlar yeniden belirleniyor. Yeni görev dağılımı 8 Mayıs 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanıyor.

BİR KITADAN ÖTEKİNE

Resmi Gazete’de bakanlara dağıtılan ülkelere bakıyorum, gözüme ilginç bir nokta çarpıyor.

Ülkeler bakanlara göre öyle dağılıyor ki, ülkenin biri dünyanın bir ucunda, öteki diğer ucunda.

Ülke dağılımında belli bir mantık aramak yanlış. Örneğin;

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a Şili, Avustralya, Madagaskar ve Belarus düşüyor. Coğrafya, benzerlik, ortaklık bulunmayan ülkeler.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e Uruguay ve Filipinler veriliyor. Biri Güney Amerika’da, diğeri Uzak Doğu’da. Venezüella, Myanmar, İsrail ile birlikte.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a Vietnam, Uganda ile birlikte, Moğolistan, Yemen, Malezya veriliyor. Uzak Asya ve Afrika.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a Rusya, Güney Kore, Güney Afrika ile Türkmenistan ve Azerbaycan düşüyor. Biri Asya’nın kuzey doğusu, öteki Afrika’nın dibi.

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e Küba, Nijerya, Sierro Leone ile Arjantin ve Portekiz veriliyor.

İKİ İSTİSNA

Türkiye’nin toplam 117 ülke ile KEK’i var. 117 ülkeyi 24 bakan arasında dağıtmak gerek. Bir bakana, ister istemez üç-beş ülke düşüyor. Bu kaçınılmaz.

Ancak, bu dağılımı yaparken, bir bakana verilen ülkelerin ortak yanları olması gerek. Hayır, öyle değil.

Dağılımda mantığın denk düştüğü iki istisna var.

Biri Devlet Bakanı Egemen Bağış. AB’den sorumlu bakan. Ona verilen beş ülkenin beşi de, AB üyesi. Fransa, İtalya, Danimarka, Belçika, Yunanistan.

Diğer istisna, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek. Ona verilen ülkeler Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kuveyt. Bana göre, bunun da bir mantığı var. Şimşek Maliye Bakanı, AKP Hükümeti Türkiye’ye Arap Sermayesini çekmek istiyor. O ülkelerden Türkiye’ye belli bir sermaye akışı var. Şimdi o sermaye akışında koordinasyonu sağlamak Şimşek’in görevi.

Tekrar altını çiziyorum. 117 ülke 24 bakan arasında dağılacak, bu tamam. Ama, dağılım öyle ki, her bakan her kıtada, her telden çalacak.

Topbaş’a suç duyurusu

RAPOR yüz sayfa. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) hazırlıyor. Üzerinde İETT Genel Müdürlüğü’nün damgası var. Rapor şunu söylüyor:

"İstanbul’a alınan metrobüsler rantabl (verimli) değildir."

İstanbul’a yapılan açık metro hattında metrobüsler çalışıyor. Bunun için bir Hollanda firmasının ürettiği metrobüsler satın alınıyor, tanesi 2.4 milyon TL.

Ne var ki, metrobüsler yokuşta zorlanıyor, çıkamıyor. Satın alınan metrobüslerde teknik sorun var. İTÜ raporunda belirtildiği gibi.

Konuyu toplumun dikkatine ilk sunan kişi CHP Gurup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu. Toplam 60 milyon Euro ödenen metrobüslerin İstanbul için uygun olmadığını söylüyor. O metrobüsler halen garajda yatıyor.

Kılıçdaroğlu soruyor: "O zaman, bu rapora rağmen, neden aldınız?"

Bu tartışma sürerken, savcılık İETT hakkında dava açıyor. Dava açtığı kişiler arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş yok.

Dün sohbet ederken Kılıçdaroğlu:

"Biz Kadir Topbaş hakkında suç duyurusunda bulunacağız, hukukçular inceliyor, görevi kötüye kullanmaktan ya da kurumu zarara uğratmaktan."

Kadir Topbaş’ın başı derde girecek.
Yazının Devamını Oku

Sinemaların ortasında atom bombası

27 Mayıs 2009
"Hapis yatarım da, seninle aynı yatakta yatmam." Güzelliği ile herkesi hayran bırakan Kuzey Koreli artist Choi Un Hui kendisine yalvaran gözlerle bakan adamı bu sözlerle reddediyor.

Güzel kadının reddettiği o adamı bugün bütün dünya konuşuyor. Kuzey Kore diktatörü, Kim Yong II. Uzun süredir uğraştığı nükleer denemeleri önceki gün müthiş bir sonuç veriyor, atom bombası patlatıyor.

Kuzey Kore dünyanın kalbinin attığı merkezlere uzak. Buna rağmen, diktatör Kim Yong II., Batı ülkeleri tarafından sıkı sıkıya izleniyor.

Çünkü, son yıllarda nükleer denemeleri dünyayı hop oturtuyor, hop kaldırıyor.

KURSAKTA KALDI

Kuzey Kore diktatörünün iki hevesi ve merakı var. Biri atom bombası üretmek, öteki halkını uyutmak için, sinema.

Küçük yaştan itibaren müthiş sinema meraklısı. Sabahın köründen gecenin zifirine kadar sinema izliyor. O kadar film izleyince, ister istemez, artistlerle platonik aşklar kaçınılmaz.

Choi Un Hui’ye duyduğu aşkı fiiliyata dökmek için, Kim’in polisleri güzel yıldızı kaçırıyor. Kaçırsa da, nafile. Kim’in niyeti kursağında kalıyor. Kadın "ı-ııh" diyor.

Buna karşılık, atom denemeleri diğer ülkelerin uyarılarına rağmen, sabır ve inatla devam ediyor. Kendisini denetlemeye gelen uluslararası yetkili komisyon üyelerini ülkesinden kovuyor.

İNCE BİR İP

Kuzey Kore yalnızlığa gömülüyor. Oysa, Güney Kore ile sınırını sadece ince bir ip, evet ince bir ip ayırıyor.

İki ülkenin sınırında bir baraka var. Barakanın ortasında bir masa ve masanın ortasından geçen ince bir ip, sınır niyetine.

İnce ip kara mizah. O ince iple dünyalar birbirinden ayrılıyor. Birbiriyle zerre kadar ilgisi olmayan ve birbirine binlerce kilometre uzak dünyalar. Ortak yönleri her gün azalan dünyalar ve komşuluklar.

Bu yalnızlık içinde Kuzey Kore atom bombası patlatacak kadar gelişmiş teknoloji üretiyor ve buna milyonlarca dolar döküyor, ama halk aç ve yorgun ve mutsuz.

Kuzey Kore 1953’ten bu yana silahlı çatışmaya girmiyor, herhangi bir savaşa katılmıyor. Bu gerçek, bu ülkenin bölgedeki en büyük ordularından birine sahip olma hırsını engellemiyor.

DEVRİMİN ŞARTI

Diktatör Kim Yong II, halkın mutsuzluğunu gidermenin yolunu buluyor. Başkent Pyongyang neredeyse Hollywood, tam bir sinema kenti ve endüstrisi.

Kentin duvarları sinema afişleriyle dolu. Pek çok sinema var. Kilisede ayine gider gibi, insanlar sinemalara akın ediyor. Diktatörün hedefi devrim, o "sinema olmadan devrim olmaz" fikrinde ısrarlı.

Kendi kendine yaşayan ülkeye dışarıdan etki hayli güç. Örneğin, Kuzey Kore’ye ayak basan turistlerin cep telefonlarına el konuyor. Dönüşte verilmek üzere.

Kuzey Kore ile dünyanın başı dertte. Bu film, gerçek film.

Ceylanpınar’da kavak ve petrol

TARİHTEKİ Mezopotamya.

Yılda bir yerine, üç veren topraklar. Tam yüz çeşit bitki üretmek mümkün. Sebzesinden meyvesine, çiçeğinden tahılına kadar. Topraklar öyle verimli ki, Avustralya’daki okaliptus de yetişiyor burada, Finlandiya’daki kavak da. Böyle uygun bir iklim var. Devlet buraya üretme çiftliği kuruyor, Ceylanpınar.

Suriye sınırındaki bu topraklar ve Ceylanpınar bugünlerde çok konuşuluyor. Mayınların temizlenmesini öngören yasa nedeniyle. Mayınları temizleme karşılığında, temizleyecek firmaya, o toprakların 44 yıl süreyle işletme izni verilmesi planlanıyor. Bu verimli topraklar GAP bölgesinin bir parçası. Tarımcıların hesabına göre, 300 milyon dolarlık yatırımla, beş yıl sonra, yılda 45 milyon dolar elde etmek mümkün. Mayın temizlemek çok kárlı bir iş.

Öteki olay, petrol. Suriye tarafında sınır boyunca 540 petrol kuyusu var. Bizim tarafta da var, ama kuyu sayısı yirmi dolayında. Mayınlar temizlenecek, kuyu sayısı artacak. Kuyuyu açacak olan, işletme hakkına sahip olacak firma. Elbette, yabancı firma.

Teknolojisi uygun, hangi firma istemez ki, orada mayınları temizlemeyi?
Yazının Devamını Oku

Ateşkes 1 Eylül’e uzadı

26 Mayıs 2009
MECLİS Başkanı Köksal Toptan iyi niyetli. Beş DTP milletvekilinin davasına bakan mahkeme benzer biçimde iyi niyetli. İki iyi niyet birleşiyor, sonuçta, çok büyük olasılıkla bugün kriz yok. Kriz bir kaç ay ileriye atılıyor. Herkes zaman kazanıyor.

Haklarında soruşturma açılan beş DTP milletvekilinin bugün duruşması var. Ancak DTP’liler, dokunulmazlık nedeniyle, ifade vermeye gitmiyor.

Ve "zorla götürülürler" gibi, on beş yıl öncesinde kalan tezler ortaya atılıyor.

Bu olasılık bugün için zayıf görünüyor.

BAKANDAN GÜVENCE

Köksal Toptan iyi niyetli, çünkü onların ifade vermeleri için mahkemeden gelen çağrıyı tutuyor, DTP’lilere iletmiyor.

Mahkeme iyi niyetli, çünkü DTP’lilerin zorla getirilmeleri için herhangi bir girişimde bulunmuyor. En azından dün öğleden sonra, bu yazıyı yazarken, yeniden araştırıyorum, böyle bir girişim yok.

Hükümet iyi niyetli, İçişleri Bakanı "kriz çıkmaz" diye güvence veriyor. DTP’liler ve kriz kapsamında bugün böyle bir kazaya pek ihtimal vermiyorum.

Temel nedeni var. Kürt sorunu için fırsat sözü herkesin dilinde. Ama, o fırsatın ve çözümün ne olduğunu şu anda yok.

BULUŞMA SİNYALİ

Kriz tedirginliği yaşanırken, AKP’den DTP’ye el altından, su üstünden bazı sinyaller gidiyor.

Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde Ahmet Türk ile buluşma ihtimali.

Böyle bir görüşmenin buzların çözülmesine katkıda bulunacağı açık. Dün iki tarafı da arıyorum, DTP ve AKP, ılık rüzgarlar cephesi vaziyetinde.

Edindiğim başka bir bilgi bu cepheyi destekler türde.

PKK ateşkes süresini 1 Eylül’e kadar uzatıyor. Karar Apo imzalı. PKK daha önce ateşkesi 1 Haziran olarak ilan ediyor. Süre şimdi uzuyor. Ama, koşulu var. Türkiye operasyonlara son verecek.

Bütün bunlara toplu olarak bakarsak, sanki iyilik melekleri iş başında.

İyilikler manzumesine son paragrafı AB büyükelçileri yazıyor. Ankara’daki AB büyükelçileri sık sık AKP ve DTP ile görüşüyor.

Sıra, hükümetin baklayı ağzından çıkarmasına geliyor. Herkesin dilinden düşmeyen "fırsatın ne olduğunu" açıklamasına.

’Gül yargılanır’ tezi ayıp

ABDULLAH Gül’ün yargılanmasıyla ilgili tartışmaları izliyorum.

Ben hukukçu değilim. Hukukçuları dinliyorum, bir bölümü "yargılanır" derken, bir bölümü "yargılanamaz" görüşünde. Hepsi de, büyük hukukçu.

"Yargılanır" diyenler, mahkeme kararını gösteriyor. "Yargılanamaz" diyenler, Anayasanın 105. maddesinden yola çıkıyor.

O maddeye göre, Cumhurbaşkanı ancak vatana ihanetten yargılanabiliyor. Madde bu kadar açık. O maddenin dışında, bir başka maddede, Cumhurbaşkanının yargılanmasıyla ilgili hiç bir kayıt ve, fakat, ama gibi istisnalar yok.

Ben Gül’ü eleştiren ve Çankaya’ya çıkmasına karşı çıkanlardan biriyim. Bununla birlikte, "Gül yargılanır" tezi, bana göre, ayıp kaçıyor. 105. madde çok net.

Günün her saatinde, hukuk siyasallaşıyor diye, herkes tempo tutuyor. Ama, siyasal kutuplaşmanın bütün tarafları, hukuku siyasallaştırmak için elinden geleni yapıyor.

Ve bu yanlış oluyor.

Bahar havasıyla çelişen baskı

TAYYİP Erdoğan zaman zaman fena halde eleştirdiği iş dünyası ile yemekli sohbette bir araya geliyor.

Geçen hafta Başbakanla iş dünyası arasındaki buluşma bahar havası olarak yansıyor. Nezaket çerçevesinde, karşılıklı diyalog. Hatta, Başbakanın iş dünyasını IMF’nin isteklerine karşı koruma güdüsünün bile harekete geçtiğine ilişkin haberler var. İyi, güzel.

Ancak, daha iki hafta önce, aynı Başbakan Odalar Birliği seçimlerinde, bütün illerde kendine yakın isimlerin seçilmesi yönünde ciddi baskı uyguluyor.

Yetmiyor, Hüsamettin Cindoruk çevresinde toparlanmakta olan DP’ye gönül veren işadamlarına "dur bakalım, nereye gidiyorsun" uyarıları eksik değil.

Havuç ve sopa vaziyeti.
Yazının Devamını Oku