Yalçın Doğan

Can yakan faiz yerinde duruyor

16 Haziran 2009
"FAİZ düşmemiş ki, bizi asıl yakan o faiz, faize çare yine yok". Bu, dün en çok dile getirilen cümle. Kredi kartı borcuna uygulanan faizden söz ediliyor.

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan kredi kartlarıyla ilgili önlemleri açıklıyor dün.

Ateş düştüğü yeri yakıyor. Belli bir kitlenin en büyük yaralarından biri, ödenemeyen kredi kartı borçları. Hükümetin konuya eğilmesi yerinde.

BAZI RAKAMLAR

Babacan’ın açıklamasında yer aldığı gibi, 874 bin 657 kişi kredi kartı borçlusu.

Toplam kredi kartı borcu 3 milyar 107 milyon lira ya da 1.5 milyar dolar. Kredi kartı sahiplerini acıtan borç miktarı. AB ülkelerinde böyle borç yok.

Ekonomik krizle birlikte, zaten ödeme güçlüğü içinde bulunan bir milyona yakın insan, borç faizinin altında iyice eziliyor.

Babacan dün borçlara çözüm olarak, hükümetin ödenemeyen borçlara binen faizin faizini kaldırdığını açıklıyor. Taksit sistemi getiriyor. Bu da, bir şey.

Ama, asıl sorun ana borçlara uygulanan faizin yüksek olması, hükümet ona dokunamıyor.

MÜTHİŞ FARK


Kredi kartlarına uygulanan faizi Merkez Bankası belirliyor. Tıpkı, döviz kuru gibi. Sonra faiz, döviz gibi, piyasada dalgalanıyor.

Bankalar faizi serbest piyasada biraz yükseltiyor. Merkez Bankası’nın belirlediği aylık faiz yüzde 3.96. Bankalar bu faiz oranını yüzde 4.71’e kadar yükseltiyor. Yıllık yüzde 50’ye varan faiz.

Yıllık enflasyon yüzde 10, kredi kartı faizi yüzde 50. Aslında, kredi kartı faizi dünyanın her yerinde yüksek. Ama, bizdeki gibi, enflasyonla faiz arasındaki bu müthiş fark, başka yerde yok. İnsanlar buna isyan ediyor.

Açıklanan kararlarda bu isyana çare yok.

Kredi kartı, adı üstünde, ödeme aracı, geçici bir kredi. Faiz yüksek, çünkü kredi kartı kullanımının mümkün olduğu kadar az olması isteniyor. Ne var ki, kutsal pratik ters işliyor. İnsanlar şakır şakır kredi kartı kullanıyor, olmayan paralarından. Sonra aile faciaları yaşanıyor.

Hükümet faizi indiremiyor, sorunun can alıcı yerine dokunamıyor, bankalar karşısında yenilgi alıyor.

Bunun çaresi var. Merkez Bankası faizi düşürecek, o bankaların uygulamasına yansıyacak. Neden hálá aylık 3.96 gibi yüksek bir oran, anlamak güç.

İran’da sandıkların sırrı

TAHRAN’da yaşayan İran’lı arkadaşlarımı arıyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde o arkadaşlarımdan bazıları Ahmedinejad, bazıları Musavi için oy kullanıyor. Ama, iki taraf ortak noktada birleşiyor:

"İslam Devriminden bu yana, bir seçim sonrasında ilk kez böyle bir sıkıntı yaşıyoruz, genel huzursuzluk var ve artıyor."

Olaylar, tutuklamalar TV görüntülerine zaten yansıyor. Arkadaşlarım TV’lere yansımayan bir başka gerçeği dile getiriyor:

"Hangi sandıkta, ne kadar oy kullanıldı, o sandıkta kim, kaç oy aldı, bugüne kadar hálá açıklanmadı, bu otuz yıldır ilk kez oluyor. Bu da seçimde kuşkuları artırıyor."

Bir ülkede seçimlerin dürüst yapılıp yapılmadığı uluslararası gözlemci raporlarıyla belirleniyor. Genellikle AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gözlemcileriyle. Ancak, İran AGİT üyesi değil. Onun için İran seçimlerinde AGİT gözlemcisi yok.

İran halkı kaderiyle baş başa.
Yazının Devamını Oku

Truva acısı

13 Haziran 2009
KASSM See (Yemin) bir Hint TV dizisi. Yine bir başka Hint TV dizisi Kayameth (Kıyamet). İkisi de, İstanbul’da çekiliyor. İkisi de, aile dramı. Çekilen sadece sekizer bölümleri. Sekizerden on altı bölüm İstanbul’u Hindistan’da tanıtmaya yetiyor. Beş yıl önce Türkiye’ye altı bin Hintli turist gelirken, şimdi gelen turist sayısı yılda yüz bine ulaşıyor.

Bu olağanüstü artışa bir not eklemek gerek. Bir Hintli turist ortalama 14 Avrupalı turist kadar para harcıyor.

Sinema, zaten Hollywood’a rakip Bollywood’u kurmasından belli, Hindistan’da hem dışarıya turist göndermek, hem içeriye turist çekmek açısından, önemli endüstrilerden biri. Hindistan’da yılda iki milyar sinema bileti satılıyor. Hint filmlerini 30-35 ülkede üç milyardan fazla seyirci izliyor.

Bunun ötesinde, Hindistan yabancılara, orada film çekmeleri için başta vergi olmak üzere, çeşitli kolaylıklar tanınıyor.

Ülkeler arasında "bir filmin nerede çekileceğine" ilişkin müthiş bir rekabet var. Hem gelir elde etmek, hem ülke tanıtımının araçlarından biri olarak.

Türkiye şimdi bu anlamda devreye giriyor.

DÖNÜM NOKTASI

Mecliste görüşülmekte olan vergi tasarısı, yabancı film şirketlerine vergi kolaylıkları sağlıyor. Eğer, Türkiye’de film çekerlerse.

Hafta başında bu konuyla ilgili yazdığım yazıya Kültür ve Turizm Bakanlığı ek bilgiler gönderiyor.

Bu bilgiler arasında yüreğimi burkan bir nokta var. Truva acısı. Beş yıl önce dünya sinemalarını sarsan, Brad Pitt’in baş rol oynadığı Truva efsanesini anlatan filmi.

Truva bizim ülkemizde. Ama, film başka yerde çekiliyor, kurulan bir sette. Truva’yı çeken film şirketi, gerekçe olarak, yapım maliyetinin yüksekliğini ve Türkiye’nin sinemaya teşvik vermediğini gösteriyor.

Truva filmi ile birlikte bizimkilerde bir sarsıntı yaşanıyor. Truva dönüm noktası. Akıllar hep Truva filminde.

Truva filminden sonra, Kültür Bakanlığı, Türk Vergi Konseyi ile birlikte, sinema sektörünü geliştirecek, teşvikler içeren bir model üzerinde, uzun süredir çalışma yürütüyor.

Bunun ilk sonucu, Meclisteki tasarının ilgili maddesi. Türkiye’de çekilecek yabancı bir yapımın sinematografik eser niteliği taşıması ve Kültür Bakanlığının uygun görüşü ile, o filmi çekecek olanlardan KDV alınmayacak.

YA BİZİMKİLER

Kültür ve Turizm Bakanlığının bana gönderdiği bilgi notuna göre, bazı ülkeler yabancı film şirketlerine verilen teşviklerde almış başını, gidiyor.

Yeni Zelanda, Bulgaristan, Kanada, Macaristan, Romanya, Yunanistan, Fas, İrlanda, İngiltere, Avustralya yabancı film şirketleri açısından sanki cennet. Yeter ki, film şirketleri filmlerini o ülkelerde çeksin. Büyük yapım şirketleri, milyonlarca dolarlık film bütçelerini bu ülkelerde harcıyor.

Bu yabancıları ilgilendiriyor. Ya bizim film şirketleri?

Kısıtlı bütçeleriyle, bizim film şirketleri de, vergi kolaylığı sağlanan ülkelere gitmek eğiliminde. Yurt dışında çekilen bazı TV dizileri bunun örneği.

Şimdi bizimkilerin de, yurt dışına gitmelerini önlemek için, ekonomik çareler aranıyor.

Bir filmi izlediğimizde, "iyiydi, kötüydü" diye, bir tepkiyle geçiştiriyoruz. Oysa, o filmin arkasındaki sahneler günlük hayatımıza, soframıza kadar uzanıyor.

Duygu, gelir, kültür farkı ve davranış türü olarak.
Yazının Devamını Oku

RTÜK’ün AKP kanadı Arınç’ı dinlemedi

12 Haziran 2009
"Olay yargıda" imiş. "İddianame hazır değil" miş. "Davanın nasıl sonuçlanacağını bilmiyorlar" mış. Bu laflar oylamanın yapıldığı toplantıda beş RTÜK üyesine ait. RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın üyeliğinin devamına karar veren AKP’ce seçilen üyelerine. Muhteşem tezler.

Deniz Feneri davasında Akman’ın mal varlığına tedbir konulması bardağı taşırıyor. RTÜK’te CHP’den seçilen üç üye, Şaban Sevinç, Hülya Alp, Mehmet Dadak, Deniz Feneri davasında suçlanan Akman’ın üyeliğinin düşürülmesi için dilekçe veriyor.

SAFLIK OLUR

RTÜK, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bağlı. Arınç bir kaç kez Akman’ın istifasını istiyor. Hem de, ağır sözlerle. Akman direniyor.

Önceki gün görevden alınması için fırsat doğuyor. Ancak, AKP’nin seçtiği RTÜK üyeleri Arınç’ı hiçe sayıyor, Akman’ın görevine devam kararı veriyor.

Komik gerekçelerle. İddianame hazır değil, dava sonuçlanıncaya kadar kimse suçlu değildir, gibi çocukların bile inanmayacağı itirazlarla.

Bir Başbakan Yardımcısı bir bürokratın bileğini bükemiyor. Demek ki, Başbakan Yardımcısının üzerinde bir güç, Akman’ı koruyor.

Yoksa, AKP gibi bürokrasiye hakim bir iktidarın, hakkında bunca iddia bulunan, hatta mal varlığına tedbir konulan bir bürokratı yerinden oynatamaması mümkün değil. AKP iktidarının o bürokratın yer aldığı kurula söz geçiremeyişini düşünmek saflık.

9. MADDEYE AYKIRI

Kaldı ki, Deniz Feneri davası ötesinde, bir de RTÜK madde 9 var.

Görevden alma dilekçesi veren üç RTÜK üyesi Sevinç, Alp ve Dadak, Akman’ın ayrıca RTÜK’ün 9. maddesine aykırı davrandığını belirtiyor.

9. madde, RTÜK üyelerinin, özel radyo ve TV şirketlerinde ve bu şirketlerin doğrudan ya da dolaylı ortaklık bağı bulunan şirketlerde yöneticilik yapamayacaklarını öngörüyor.

RTÜK üyesi, "Akman’ın iki ayrı şirkette halen ortaklığı bulunduğunu" söylüyor. Bu durum 9. maddeye aykırı.

Madde açık, ama oylamada AKP’nin seçtiği üyeler, Arınç’a rağmen, Akman’ı korumayı sürdürüyor.

Kore’de, Japonya’da dayanaksız bir iddia daha yargıya yansıdığı anda, bırakın istifayı, adamlar intihar ediyor. Batılı ülkelerde, oylama filan ne demek, çoktan istifa ediyor.

Burada korucuyu melekler iş başında. Bülent Arınç boşuna davul çalıyor

Kaddafi’ye selam olsun

BATILILAR zaman zaman onun "deli" olduğunu öne sürüyor. Onu, sık sık "unpredictable" olarak anıyor, yani, "ne zaman, ne yapacağı belli olmaz".

Libya lideri Kaddafi bir zamanlar kendi ülkesini işgal eden İtalya’ya resmi ziyarette bulunuyor.

Kaddafi’nin gerçekten ne zaman, ne yapacağı belli değil. Roma’ya iniyor, sağ göğsünde bir fotoğraf, Libya’da İtalya’ya karşı direniş hareketinin lideri Ömer Muhtar’ın İtalyanlar tarafından zincire vurulmasını gösteriyor. Ömer Muhtar’ı İtalyanlar daha sonra idam ediyor.

Kaddafi, İtalya’yı ziyaret ediyor, ama İtalyanlar’ın idam ettiği kendi ulusal kahramanını unutmuyor. Onun resmiyle Roma’ya gidiyor. Muhteşem bir anma. Müthiş bir yumruk.

İtalyanlar’a, "ben buraya geldim ama, sizin yediğiniz haltı unutmadık" demeye getiriyor.

Uluslararası ziyaretlerde kolay akla gelmeyecek, gelse bile, pek az liderin yapmaya cesaret edebileceği ender bir eylem.

Müfettiş önce lazım

AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’yi mahkum ediyor. Aile içi şiddete maruz kalan bir kadını, "devlet korumadı", gerekçesiyle.

Adalet Bakanlığı ancak mahkumiyet kararından sonra kendine geliyor, olayın araştırılması için müfettiş gönderiyor.

Yasalar uygulanmıyor, polis karakolda gerekli işlemi yapmıyor, bu gibi davalara burun kıvrılıyor, ne zaman ki, iş AİHM’lik oluyor, jeton o zaman düşüyor.

Araba devrildikten sonra müfettişe gerek yok, müfettiş daha önce lazım. Dikkat edin, önümüzde benzer üç, beş dava daha var. Haberiniz olsun, AİHM benzer karar verecek ve Türkiye yine mahkum olacak.
Yazının Devamını Oku

Seçimlerde kadınların isyanı

11 Haziran 2009
ASKILI, beyaz pantolonlu kadının üzerinde V yaka bluz, hayli açık. Diğer kadın bermuda şortlu, üst iki düğmesi açık, kısa kollu gömlekle. Ve öteki kadın ve öteki kadın, aynı modern giysiler içinde. Seçim kampanyasında canlarını dişlerine takmış, çalışıyorlar.

Lübnan’da geçen hafta seçimleri kazanan Batı yanlısı Hariri, zaferini bu kadınlara borçlu, kadına dönük baskıdan bunalan kadınlara. Onların "artık yetti", ayaklanmasına.

Giyimleri Lübnan’daki gibi değil, ama İran’da Cumhurbaşkanı seçimi benzer havada. Kadınların yükselişi seçime damgasını vuruyor. Cumhurbaşkanı adaylarından Musavi’nin eşi, akademisyen, heykeltıraş Zehra Rahnavard İran’da baskı altında yaşayan kadınların çığlığı ve simgesi.

Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ı kentlerde zorlayan bu kadınlar.

CİNSELLİK TAKINTISI

Fas, Endonezya, Malezya kadınları seçimlerde aynı kulvara taşınıyor.

Pek çok Müslüman toplumda kadın hakları hep cinselliğe takılıyor. Baskı cinsellik üzerinden. Ve kadınlar haklarını elde edemiyor.

Bu ülkelerde seçimler, kadınların kurtuluşu için en demokratik yol. Aile hukukunda eşitlik için savaşıyorlar.

İran’da kendi özgürlüğü için sokağa çıkmak isteyen kadın, önce evdeki engeli aşmak zorunda. Dışarıya çıkmasına izin yok. Kendini sokağa attığı an, eyleme katılıyor.

Kadınların ayaklandığı toplumlarda garip çelişkiler var. Ekonomide liberal, ileri teknolojiden yana, ama kadın hakları denilince, cinsellik takıntısı.

Kadın-erkek eşitliği çok geride.

ZİNCİRLEME REAKSİYON

Kadınların isyanı şimdi bir araştırma konusu.

Pınar İlkkaracan’ın rehberliğinde Kadın İnsan Hakları Derneği çeşitli İslam ülkelerinde yaşanan örneklerden hareketle, cinselliğin nasıl politize edildiğini, politikanın cinsellik önünde nasıl direndiğini araştırıyor.

O örnekler bugün seçimlerde kendini gösteren ve dünyaya yayılan kadın eylemlerinin tohumu.

Kadınların özgürlükleri için ayaklanması tam zincirleme reaksiyon.

Şiddete karşı polis protokolü

KADIN aile içi şiddet yaşıyor. Karakola gidiyor. Karakolda ne oluyor?

İlk yaklaşım, kadına kuşkuyla bakmak, kim bilir ne yaptı da, kocasını çileden çıkardı, gibilerden. Sonra hafif tertip nasihat ve güle güle. Her karakolda değil, ama aziz ülkemin geniş coğrafyasında genellikle böyle.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aile içi şiddetten dolayı Türkiye’yi mahkûm ediyor, şiddete maruz kalanları devletin korumadığı gerekçesiyle.

Bu gerekçe daha ilk anda başlıyor. Karakola başvuran kadın için, polisin görevi, protokol hazırlamak. Dünyanın her uygar ülkesinde olduğu gibi, o protokolde şunlar olacak:

1-Kadına hakları açıklanacak.

2-Gerekiyorsa, tıbbi kontrol ve rapor için hastaneye gönderilecek.

3-Kadının güvenliği sağlanacak.

4-Ve yasal işlem başlatılacak.

Bu kurallar yasalarda var. AB reform dizisi sırasında, üç-dört yıl önce kabul edilen yasalarda. Ama, genellikle uygulanmıyor. AİHM’de Türkiye’nin mahkûmiyeti, bunun kanıtı.

Dün yaptığım küçük bir araştırma, AİHM yolunda başka aile içi şiddet davalarının bulunduğunu gösteriyor.

DP’nin çocuk ve kadın hakları

Hüsamettin Cindoruk başkanlığında Demokrat Parti’nin son İdare Kurulu’nda ele alınan konulardan biri de, sosyal politikalar. O pakette çocuk ve kadın hakları öncelik taşıyor.

Genel Başkan Yardımcısı Selma Acuner’in hazırladığı önerilere göre, çocuk ve kadın haklarını elde etmek için DP, vatandaşlık hakkı üzerinden mücadele edecek. Bunun için;

Çocuklara bakım hizmeti sunan işverene vergi indirimi sağlanacak. Aileye yönelik vergi kolaylıkları sunulacak. Herkesin ulaşabileceği mahalle kreşleri açılacak. İşyerlerinde çocuk bakım hizmetleri açılması için, işçi sayısı kadın işçi üzerinden değil, çalışan sayısı üzerinden düzenlenecek.

Kadınların diğer sosyal politikalar yanında, ekonomik hayata katılımları özendirilecek.

Dünyada ve Türkiye’de, bunca olaydan sonra, kadınlar şimdi baş tacı.
Yazının Devamını Oku

Hürriyet’in kampanyası uluslararası sözleşme oluyor

10 Haziran 2009
AİLE İçi Şiddetin Önlenmesi bir kampanyanın adı. Hürriyet’in öncülük ettiği ve çok ilgi gören kampanya. Aile İçi Şiddetin Önlenmesi şimdi uluslararası bir sözleşmeye dönüşüyor. Avrupa Konseyi çerçevesinde hazırlanmakta olan bir sözleşmeye.

Sözleşmenin kod adı Üç P. İngilizce p ile başlayan üç sözcükten hareketle Protection (koruma), prevention (önleme), prosecution (yargılama). Buna son olarak dördüncü bir p daha ekleniyor, policy (politika).

Ailede şiddet görenleri koruma, şiddeti önleme, şiddet yapanı yargılama ana hedef. Bunların uygulanması için belirlenecek strateji ise politika.

PROF. FERİDE ACAR

Pek çok Avrupa ülkesinde son zamanlarda aile içi şiddet artıyor. Ailede kadına yönelik şiddet başta olmak üzere.

Bunu dikkate alan Avrupa Konseyi şiddetin önlenmesi için uluslararası sözleşme hazırlanması yönünde karar alıyor. İnsan hakları, çevre, çalışma güvenliği, siyasal ve sosyal haklar ve benzeri sözleşmeler gibi. Ülkeleri bağlayan kurallar dizisi.

Karar Konseyin Bakanlar Komitesinden geçiyor. Sözleşmeyi hazırlamak üzere, yedi kişilik bir komisyon oluşturuluyor. Yedi ülkeden yedi uzmanın katıldığı komisyon.

O komisyonda bizden de, bir üye var. Prof. Feride Acar. Bu konularda otorite, uluslararası üne sahip bir bilim kadını.

Acar’ın bu komisyona seçilmesi Türkiye’nin önem ve anlamından değil, Acar’ın bilimsel kimliğinden kaynaklanıyor. "Türkiye’nin önemi" diyerek, birileri bunu siyasal malzeme yapmaya kalkmasın, yanlış olur.

BAĞLAYICI

Dün Prof. Acar’la konuşurken, şu bilgiyi veriyor:

"Sözleşmenin hazırlanması iki yıl sürecek. Sözleşme taslağını önce devletler kendi içinde tartışacak, taslak sonra Avrupa Konseyi’ne gelecek. Sözleşme hukuken bağlayıcı olacak".

Hukuken bağlayıcı? Yaptırım içerecek, uymayana ceza verilecek.

Kağıt üstünde kalacak, isteyenin uyacağı, istemeyenin lüks görüp, kenara itebileceği bir sözleşme değil. Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin, 47 ülke, tıpış tıpış uymaları gereken bir sözleşme.

Böyle bir sözleşme devletleri, siyasal iktidarları ister istemez hizaya getirecek. İhlal edildiği takdirde, devletlere tazminat ödeme dışında, ne gibi cezalar gelecek, henüz belli değil. Ancak, cezanın hafif olmayacağı şimdiden belli.

Sözleşmenin temel mantığı, devleti görevli kılması. Üç P’den anlaşılacağı gibi, devlet, bireyleri şiddet karşısında korumak, şiddeti önlemek ve şiddetle karşı karşıya kalan insanları yargı önüne çıkarmakla yükümlü.

Hürriyet’le başlayan kampanya, şimdi uluslararası sözleşmeye dönüşmek üzere. Az iş değil.

Türkiye ilk kez mahkûm oldu

KADERİN cilvesi.

Avrupa Konseyi Aile İçi Şiddetin Önlenmesi için bir sözleşme hazırlanmasını isterken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’yi aile içi şiddetten dolayı mahkum ediyor. Türkiye böyle bir gerekçeyle, ilk kez mahkum oluyor.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ilgili maddelerini ihlal eden Türkiye;

-Aile içi kötü muameleye izin veriyor.

-Yaşama hakkına saygı göstermiyor.

-Kadın aleyhine ayrımcılık yapıyor.

Aile içi şiddet gördüğü gerekçesiyle, iç hukuk yolları tükendikten sonra, AHİM’e başvuran kadın yurttaşımıza devlet şimdi tazminat ödemek zorunda.

Tazminat bir yana, önemli olan mahkumiyet. Türkiye kadını korumakta, aile içi şiddeti önlemekte aciz kalıyor. Bu yüz karası durum AHİM kararıyla tescil ediliyor.

Kadın haklarıyla ilgili nutuk atan iktidar sahiplerinin kulakları çınlasın.

İstanbul efsanesi çizik yedi

İSTANBUL ile övgünün haddi hesabı yok. İstanbul şöyle, İstanbul böyle. İstanbul dünyanın parlayan yıldızı gibi iç gıdıklayan laflar alıp başını gidiyor.

Bu balonu İngiliz The Economist dergisi patlatıyor. Derginin araştırmasında yaşanabilir kentler sıralamasında İstanbul 140 kent arasında 110’uncu.

Sıralamada ölçü, yaşam kalitesi. Alt yapı, sağlık, çevre, eğitim, kültür gibi hizmetler. Bu ölçülere göre, İstanbul yaşanabilir olmaktan çok uzak.

Aslında böyle bir araştırmaya gerek yok. İnanılmaz çelişkileri ortada. Bir yanda Boğaziçi ve çevresindeki semtler, öte yanda varoşlar. Bir değil, kim bilir kaç tane İstanbul var, İstanbul’un içinde.

Bir yanıyla cennet, büyük yanıyla azap yuvası.
Yazının Devamını Oku

Hollywood, Türkiye’ye gelecek

9 Haziran 2009
EN şık lokantada yemeğini yiyor, KDV ödemiyor. En lüks otelde kalıyor, KDV ödemiyor. Kapalçarşı’ya gidiyor, halis el dokuması halı satın alıyor, KDV ödemiyor. Deri ceket alıyor, KDV ödemiyor.

Ne yapsa, ne etse, vergi ödemesi gereken her türlü ekonomik faaliyetinde tek kuruş vergi ödemiyor. Bu arkadaşlar ayrıcalıklı, devlet koruması altında. Kim bunlar?

Dünyadaki film yönetmenleri, artistler, aktörler, yabancı sinema sektöründe çalışanlar.

Bundan sonra Türkiye’de KDV ödemeyecekler.

HER YER SİNEMA SETİ

Meclis genel kurulunda bir vergi tasarısı görüşülüyor. Tasarı Bütçe Plan Komisyonu’nda iken, bir AKP milletvekili elinde bir önerge ile geliyor.

Buna göre, yabancı sinemacılar Türkiye’de satın alacakları mal ve hizmetlerden dolayı KDV ödemeyecek. İyi iş.

CHP Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi ilgiyle soruyor, "Film çevirmek için Türkiye’ye kimler geliyor" diye. Yanıt, soru kadar ilginç değil. Çünkü, AKP milletvekili ya bilmiyor ya da söylemek istemiyor.

Proje iyi görünüyor. Projenin ayrıntısı hakkında bir bilgi yok, yine de KDV’siz yaşamla, Türkiye’nin Hollywood için daha cazip hale gelebileceğini söylemek mümkün.

Bir de bakmışsınız ki, Türkiye’nin her yeri sinema seti. Hollywood Türkiye’ye taşınıyor. Yabancı sinemacılar için burası vergi cenneti. Anlı şanlı ne kadar artist, aktör, yönetmen varsa, hepsi burada.

Vergisini ödeyen bizim sinema sektörü buna, haksız rekabet, diye itiraz etmez mi? Bence, eder.

KIZILAY’A KIYAK

Padişah fermanıyla Darüşşafaka başbakanların himayesinde. Ancak, şu anda Başbakan himayesinden uzak.

Meclis’te görüşülen aynı vergi tasarısında bir başka madde, bağış ve yardımların vergi matrahının tespitinde bildirilecek gelirden düşmesini öngörüyor. Yani, bağış ve yardımlar gelir sayılmayacak.

Kim için? Kızılay için. Bu da iyi. Kızılay’a katkı sağlayan proje.

Akif Hamzaçebi muhalefet şerhinde soruyor: "Darüşşafaka, Türk Hava Kurumu, Yeşilay ve benzeri yardım kurumları neden yok?"

Bir yardım kurumuna vergi üzerinden teşvik veriliyor, ama benzer yardım kurumları bunun dışında tutuluyor. Eşitlik ilkesine açıkça aykırı. Kızılay dışındaki yardım kurumlarını ayağa kaldıracak bir tasarı.

Kızılay’ın teşvik edilmesine itirazım yok, ama diğerlerine üvey evlat muamelesi çekiliyor.

Bu vergi tasarısı birilerini koruyor, birilerini dışlıyor.

Bakan, tarikat yemeğine katılamaz

BİR tarikata bağlı vakıfta fotoğraflar çekilmeye başlayıca, gazetecileri acele dışarıya atıyorlar.

Devlet Bakanı Selma Kavaf 2002 seçimlerinde Denizli’den aday, ama seçilemiyor. 2007’de ikinci sırada, bu kez milletvekili. Son kabine değişikliğinde bakan oluyor.

Selma Hanım, Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’a yakınlığı ile biliniyor. Emine Erdoğan’a yakın olan, aslında Selma Hanım’ın ablası.

Kavaf milletvekili olduktan sonra sık sık Denizli’ye geliyor.

İki gün önce Denizli’de, vali ile birlikte, bir tarikat yemeğine katılıyor. Gerçekte her yıl verilen bu yemeğe bölgenin belli siyasileri hep katılıyor. Siyaset-tarikat ilişkisi.

Bakan olarak, tarikat yemeğine katılmak, bana göre yanlış. Siyasal sorumluluk üstlenmiş bir kişinin yapacağı iş değil.

Benzer olaylar son yıllarda öyle sıradan hale geliyor ki, bu tavrı eleştirenler tu kaka oluyor. "Bunda ne var canım" lafıyla karışık.
Yazının Devamını Oku

Zahid Bey’in ruh hali

6 Haziran 2009
KENDİSİNİ savunmak üzere, Almanya’da iyi avukatlar tutuyor. İyi olduğu kadar, muhtemelen pahalı avukatlar. Almanya’daki Deniz Feneri yolsuzluk davasında sorumlulardan biri olarak gösterilen RTÜK Başkanı Zahid Akman, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açıklamalarından çok rahatsız. Ne garip, kendisine çok yakın partinin Başbakan Yardımcısı onu istifaya davet ediyor, ama Akman o koltukta oturmayı hala göze alıyor.

Başbakan Yardımcısına kızıyor. "Ne zaman istifamı istemiş" pervasızlığı ile.

Sadece Arınç’ın tavrı değil, artık herhalde Tayyip Erdoğan da sihirli elini Akman’dan çekiyor.

DÖŞENEN TAŞLAR

Arınç, Akman’ın istifasıyla ilgili, kendisi kamu oyu önünde bağlıyor. İnanarak, kendi vicdanında karar veriyor ve bunu açıklıyor. Bu saatten sonra Erdoğan’ın Arınç’ı durdurması mümkün değil.

Şu polemik bile Akman’ın sinirlerini bozmaya yetiyor. İstifasının istenmesi karşısında, Akman "Başbakan benim arkamda" gibi bir söz söylüyor.

Arınç’ın buna tepkisi çok sert, "Başbakan yanlış yapanların arkasında olmaz".

Bu sözün mürekkebi kurumadan, Akman’ın avukatından yalanlama geliyor, Akman, Başbakan arkamda dememiş, miş.

Açıklamada yalanlama imzası fiilen avukattan, asıl imza galiba çok daha yükseklerden. Bendeki izlenim şu.

AKP Akman’dan artık vazgeçiyor. Arınç’ın döşediği taşlar birer birer yerine oturuyor.

Zahid Bey bence, bunun farkında. Belki de, "beni yalnız bırakıyorlar" gibi, telaşlı bir ruh halinde.

İSTİFA HENÜZ YOK

Çevresinde çember daralıyor, kendini koruma güdüsü devreye giriyor.

Buna rağmen, Akman istifayı hala düşünmüyor. En azından bugün itibariyle.

Eski dostlar zorla selam verirken, gittiği yerlerde alıştığı muhabbeti görmezken, Zahid Bey’in yalnızlığı artıyor.

Buna insan olarak ne kadar dayanabilir, bilinmez.

Ancak, istifa ettiği zaman da, durumu parlak değil. İstifa, aleyhindeki iddiaları ortadan kaldırmıyor.

RTÜK Başkanlığı bir ay sonra bitiyor. RTÜK üyeliği 2013’e kadar devam ediyor. Kağıt üstünde.

Bu olay yaşadığımız günlerin fotoğrafı. Sonuçta, bir bürokrat hakkında yolsuzluk iddiaları var, ama onu kimse yerinden edemiyor.

Buna karşılık, Tayyip Erdoğan AKP’ye AK Parti demeyenleri edepsizlikle suçluyor. Akman’ın durumu ve edepsizlik yan yana gelince, karikatür gibi.

Her on kişiden biri rüşvet veriyor

RÜŞVETİN en fazla döndüğü iki yer var. Siyasal partiler ve kamu kesimi.

Halk hükümetlerin yolsuzlukla yeteri kadar mücadele etmediği kanısında. Onun için, büyük çoğunluk rüşveti şikayet yoluna bile gitmiyor.

Bu gözlemler dünya çapında, tek bir ülkeyle ilgili değil. Genel.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü 2009 yılında dünyada yolsuzluklarla ilgili bir araştırma yapıyor. Vaziyet vahim. Sadece bizim değil, dünyada herkesin, her yanını yolsuzluk örümcek ağı gibi sarmış bulunuyor.

Kural, yolsuzluk yapmak. Düzgün iş yapmak istisna.

Dünyada her on kişiden biri rüşvet veriyor. Ama bunu, ben rüşvet verdim, diyerek, mahkemeye ya da yönetime şikayet etmiyor. Eden yine de var, her beş kişiden biri.

Rüşvet miktarı yerine ve konusuna göre değişiyor. Ortalama rüşvet miktarı yıllık gelirin yüzde 10’u. Kaba bir hesapla, bir aylık ücretiniz rüşvete gidiyor.

Şeffaflık Örgütü aynı araştırmayı her yıl tekrarlıyor. Türkiye için bir not var.

Türkiye’de hükümetin yolsuzlukla mücadelesi yetersiz, yetersizlik geçmiş yıla göre artmış bulunuyor.

Bu notu düşünecek olan ben değilim. Ben düşünsem, edepsiz olabilirim, AKP der, işin içinden çıkarım.

Bunu sütten çıkmış ak kaşık olan AK Parti düşünsün. AK ama, yolsuzlukla mücadelede yetersiz.
Yazının Devamını Oku

Postacı şimdi günde üç defa geliyor

5 Haziran 2009
16 Mayıs 2009 Demokrat Parti (DP) için milat gibi. Hüsamettin Cindoruk’un DP Genel Başkanı seçildiği gün. Cindoruk 1970’lerin sonunda İstanbul’da Adalet Partisi’nde. Aynı tarihlerde Mesut Yılmaz Adalet Partisi gençlik kollarında. Yurt dışından yeni dönmüş, politik antrenmanlara başlıyor. Cindoruk’la Mesut Yılmaz’ın tanışıklığı o yıllardan.

DP ile ANAP’ın birleşmesi için en çok çaba harcayanlardan biri Mesut Yılmaz. Cindoruk ile eski dostluk burada rol oynuyor.

ÇERÇEVE GENİŞ

DP ile ANAP’ın birleşmesi yolunda şimdi atılan adım, 2007 seçimlerinden önce, bu birleşme için açılan kapının devamı. O zaman olmuyor, şimdi olma ihtimali çok yüksek.

"Bölünmüşlük artık bitsin" tezinde birleşen DP ve ANAP, başkalarına da kucak açıyor. Kimlere? Kendi tanımları ile;

1-Cumhuriyetçilere,

2-Demokratlara.

Kendisini bu biçimde tanımlayan herkes burada olabilir, diyorlar. Çok geniş bir çerçeve.

Başkaları onlarla ilgilenirken, onlar da başkalarıyla ilgili. Birleşmeyi genişletmek amacıyla. Türkiye’de benzer ilkelerle kurulmuş çok sayıda parti var. Şimdi onlardan bazıları DP-ANAP buluşmasına katılmak istiyor.

SİMGESEL BİNA

DP’nin genel merkezi Ankara’da Akay’da.

O bina, 12 Eylül sonrasında Adalet Partisi yerine kurulan Büyük Türkiye Partisi’nin genel merkezi. 1983 seçimine giderken, askerlerin kapattığı partinin binası. Daha sonra, onun da yerine kurulan Doğru Yol Partisi’nin genel merkezi. Bina demokrasi açısından simgesel anlam taşıyor.

Arada Doğru Yol Partisi başka yere taşınıyor, ama Demokrat Parti olarak yeniden bu binaya.

Cindoruk’tan önce, buraya, DP Genel Merkezine ne uğrayan var, ne soran. Terkedilmiş gibi. Postacı günde bir defa ya uğruyor ya uğramıyor, tek tük mektup ya bırakıyor ya bırakmıyor.

Şimdi postacı binaya günde üç defa geliyor, elleri kolları dolu.

Bir merkez partisi güç toplamaya çalışıyor.

İsraillinin ziyaret gafı

AKHİSAR’da 1903 yılında Yahudilerin yaptığı bir bina var. Şimdi harabe.

Geçenlerde bir kokteylde CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy ile karşılaşıyor ve binayı anlatıyor.

Levy ilgileniyor, binanın resmi olup olmadığını soruyor. Önceki gün de, resmi almak için, Mengü’nün Meclisteki odasına geliyor. Geliş zamanı ister istemez dikkat çekiyor, tam mayınlar patlarken. Diplomatik gaf.

Şahin Mengü konuyu mayından uzak tutmaya çalışırken, Levy, "2005’te mayınları temizlemek için talip olan İsrail firmasını tanırım, ama o sadece mayın temizlemeden anlar, tarımdan anlamaz, mayın temizlemek karlı bir iş" diyor. Mengü yanıt vermiyor, konuyu kapatıyor.

İsrail Büyükelçisi şu sıralarda özel ziyaretlerini ertelese, iyi olacak.

Bir kitaba 28 yıl

KİTABIN yazarı gazeteci arkadaşımız Nedim Şener. Kitabın adı, Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları.

Kitapta Hrant Dink cinayetinde bazı jandarma, polis ve MİT elemanlarının cinayetin aydınlatılmasını önleyecek biçimde ifade verdikleri iddiaları yer alıyor. Üzerinde gizli damgası bulunan belgelerle.

Adı geçenler Nedim Şener hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Gizli bilgileri temin etmek, onları açıklamak, terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermekten dolayı Şener’in yargılanmasını istiyor. Şener hakkında, 20 yıl hapis istemiyle dava açılıyor.

Ardından bir dava daha açılıyor, haberleşmede gizliliğin ihlali ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsten. İstenen ceza 28 yıla yükseliyor.

Bir kitaba 28 yıl. AB yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.
Yazının Devamını Oku