Yalçın Doğan

Elveda hukuk, tüm kamu görevlileri yırttı

9 Aralık 2010
VATANDAŞ karakolda işkence görüyor. Ya da polis öğrenciyi dövüyor. Hangi polisin yaptığı belli.

Ama, o vatandaş, o öğrenci bundan böyle kendisini döven ya da işkence yapan polis hakkında dava açamayacak.
Vergi uzmanı yasayı yanlış yorumluyor, vatandaşa haksız ceza yazıyor. Haksızlık mahkemede kanıtlanıyor.
Ama, o vatandaş bundan sonra yanlış ceza yazan ve kendisini zarara uğratan vergi uzmanı hakkında dava açamayacak.
Yanlış ameliyatı yüzünden o doktora, yanlış belge vermesi yüzünden o tapu memuruna, yanlış maden işletme yetkisi veren o maden müdürüne, özetle:
Vatandaşları zarara uğratan kamu görevlilerine kişisel tazminat davası açma yolu artık kapanıyor.
Türk Hukuk Sisteminde yeni bir dönem başlıyor.
HAMZAÇEBİ UYARDI

Yazının Devamını Oku

Öğrenci olaylarında iki Erdoğan

8 Aralık 2010
GÖSTERİ ve yürüyüşleri düzenleyen yasa 6 Ekim 1983 tarihini taşıyor. Bugün hala uygulanan o yasa, askeri cunta döneminin son çıkardığı yasalardan biri. Faşist dönemde kabul edilen o yasadan bir ay sonra seçimlere gidiliyor. Askeri dönem sona eriyor.

Askeri cunta, depolitize etmek, yani politika dışında tutmak istediği üniversite gençliğini, bu yasa ile zapt-ı rapt altına almak istiyor. Kendisinden sonra da. O yasa ile ne gösteri mümkün, ne yürüyüş.

İki gün önce dilekçe verecek, yedi kişilik kurul olacak falan, filan. Oysa, gösteri anlık olay, bürokrasiye gelmez.

1983-2010, yirmi yedi yılda birbirinden farklı onca siyasal iktidar gelip geçiyor, bir teki bile bu yasayı değiştirmek için kılını kıpırdatmıyor. Gençliğin baskı altında tutulması işlerine geliyor.

O iktidarların hepsi de, sıkı demokrat geçiniyor.

FARKA TAHAMMÜL

AKP sekiz yıldır iktidarda. Başbakan Erdoğan uyguladığı sistemde çok iddialı, “ileri demokrasiye geçtiğimizi” söylüyor.

Hatta, bu yönde çok daha iddialı sözleri var. Rektörlerle toplantısında, dışarıda gösteri yapmak isteyen öğrenciler dayak yerken, Erdoğan’da güller açıyor:
“Yasakları yasaklasınlar, statüko bekçiliği yapmasınlar. (...) Bilim ile statükonun yan yana bulunması bilimin özüne, hedefine aykırıdır.

Farklı düşüncelere tahammülün olmadığı bilim ortamı tahayyül edilebilir mi?”

Ne kadar demokratik, ne kadar hoş görülü sözler. Demokrasiye inanan herkes bu sözlere imza atar. Gözümü kırpmadan ben de atarım.

İçerde Başbakan farklı düşüncelere göğsünü siper ederken, dışarıda farklı düşüncelerdeki gençlere biber gazı sıkılıyor, kaburgaları kırılıyor, yerlerde sürükleniyor.

Üstelik, gösteriye daha geçmiş bile değiller.

YASA DEĞİŞMELİ

Polis uygulamalarını bu iktidarın verdiği cesaretten alıyor. Bu işin kaba kuvvet yanı.
Daha ötesi, Erdoğan’ın sözlerinde. Farklı düşünce yoksa, bilim ortamı da yok.
Farklı düşünceyi sindiren kaba kuvvet, aynı zamanda bilim ortamını da yok ediyor.
Türkiye’de farklı düşünceye tahammül yok, bilim ortamı yok, onların yerine kaba kuvvet var. Bu zaten tarih boyunca hep böyle.
Erdoğan farklı düşünce ve bilim ortamı istiyorsa, önce askeri cunta döneminden arta kalan bu rezil yasayı değiştirsin.
Öğrenci olaylarında İki Erdoğan var. Sözleri farklı, uygulaması baskıcı.

Davutoğlu İttihat Terakki Paşaları gibi

ÜSTÜNDEN atlayarak, çevresinden dönerek filan değil, ilk elden doğrulama.
WikiLeaks belgelerindeki iddialardan biri de, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ait. Belgelere göre, Saraybosna’daki Amerikan Büyükelçisi 2010 Ocak ayında Washington’a kripto gönderiyor.
O kriptoda, Davutoğlu’nun “Osmanlı denetimindeki Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğuda her şeyin daha iyi olduğunu, Osmanlı sonrasında savaş ve bölünmelerin meydana geldiğini, o nedenle Türkiye’nin şimdi bu bölgeleri yönetmek için hazır olduğunu” söylediği bildiriliyor.
Davutoğlu’na yakıştırılan Neo Osmanlı ve tehlikeli etiketi biraz da bu sözlerden ileri geliyor. İlginç olan, Davutoğlu bu belgeye itiraz etmiyor.
Neden etmediği şimdi ortaya çıkıyor. Washington Post gazetesine verdiği demeçte, Saraybosna’da dile getirdiği “yeni Osmanlı” tezini kendi ağzından birebir doğruluyor. Amerikan büyükelçisinin aktardığı yukarıdaki cümlelerle.
Elin oğlu Davutoğlu’nu tehlikeli bulmaz da ne yapar?
Kaldı ki, ne demek Balkanlar’dan Orta Doğuya kadar uzanan bölgeyi Türkiye’nin istediği.
Türkiye bu bölgede hegemonya mı kuracak? Bu bölgeyi eline fiilen mi geçirecek, siyasi denetim altına mı alacak? Bu ütopyayı nasıl gerçekleştirecek? Bu yönde atılacak bir adım bile, hepimize nelere mal olacak? Saçmalamanın dik alası.
Yüz yıl önce İttihat Terakki’nin maceraperest paşaları da, aynen böyle boylarından büyük bu işlere girdiler, Balkanlar’dan Orta Asya’ya uzanan imparatorluk hayaliyle yanıp tutuştular, sonunda ne kendileri kaldı, ne ülke.

KESK’te işler arapsaçı

HAKKINDA taciz iddiası bulunan KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek Genel Başkan Sami Evren’in isteğine rağmen, istifa etmiyor.
Şimşek’in istifasını isteyen Evren, konuyu KESK’in Merkez Yürütme Kuruluna (MYK) getirmek istiyor, ancak MYK aylarca toplanamıyor. Bunun üzerine Sami Evren istifa ediyor.
Evren’in istifası sonrasında bir haber yayılıyor, Genel Sekreter Şimşek’in istifa etmiş olduğuna dair. Ne var ki, KESK kaynakları bu haberi doğrulamıyor. İlginç olan, yalanlamıyor da. Yani, genel sekreterin istifa edip etmediği belirsiz.
Eğer, istifa etmiş olsa, MYK’ya bir yedek üyenin gelmesi gerek, ama ortada gelen giden yedek üye filan yok.
Kürt kökenli Şimşek’i MYK’daki arkadaşları siyasal koruma altına alıyor. O ve MYK aynı siyasal görüşte.
Şu anda doğru olan, KESK’in olağanüstü genel kurula gitmesi. Şimdilik o da, yok. Koca konfederasyon KESK kilitlenmiş, arapsaçına dönmüş durumda.
Yazının Devamını Oku

Şiddet ve ötesi bugün vekil karşısında

7 Aralık 2010
BAZI spor kulüpleri, adına taraftar denilen kitleye teslim olmuş, sesini çıkartamıyor, onlara ucuz bilet sağlayarak, durumu idare etmeye çabalıyor. O kulüplerle ilgili Mecliste belgeler var.

Bir kulüp teknik direktöre inanıyor, milyarlarca lira harcıyor, bolca oyuncu transfer ediyor, ama teknik direktör çekip gidiyor. O kulüple ilgili Mecliste belgeler var. O kulüp iflasın eşiğinde.
Bazı spor kulüpleri dernekler yasasına göre çalışıyor, bazıları halka açık şirket tipinde. Aynı statüye sahip değiller.
Spor Toto Süper Lig’in en iddialı takımlarından birinin halka açık hali perişan. Gelirin yarısı hissedarlara gidiyor, diğer yarısı ipotek altında.
Türk Sporu, özellikle kulüplerin durumu orasından burasından patlayan bot gibi, su alıyor.
BESLENEN ŞİDDET
Böyle bir ortamda şiddet.
Beşiktaş-Bursaspor maçı öncesinde olduğu gibi. Kulüplerin hukuki ve mali sorunlarının ayyuka çıktığı bir ortamda, şiddet kendine her zaman yer buluyor.

Yazının Devamını Oku

Büyük heykel ustasının şamarı

4 Aralık 2010
ADALEDEKİ gerginlik, gerçeğin ta kendisi. Ya da gözlerdeki inanç. Alındaki ter, eldeki nasır, bıyıktaki kıvrım, saçlardaki dağınıklık, bakıştaki hırs.

İnsan, hangi tarihsel ve sosyal koşulda ise, duygularıyla ve fiziği ile gerçekte neyi, nasıl yaşıyorsa, heykellerde de öyle. Gerçekle hiç farkı yok.
Dünya çapındaki heykel sanatçımız Tankut Öktem’in eskizlerinden, resimlerinden ve asıl heykellerinden oluşan sergisini geziyorum.
Öktem üç yaşında resim yapmaya başlıyor. Beş yaşında petek balını emip, biriktirdiği balmumu parçalarından heykeller yapıyor. Yedi yaşında harika çocuk seçiliyor.
Balmumundan kaplanlar, atlar, hindiler, aslanlar ve portreler birbirini izliyor.
İlk sergisi on bir yaşında. Eğitimi ile birlikte, kendi sanat anlayışını da olgunlaştırmaya başlıyor.
ÜLKESİNE HAYRAN
Öktem Atatürk hayranı, Türk büyükleri hayranı. Ama, Nazım Hikmet, ama Necip Fazıl, ama Tarık Buğra, ama Yunus Emre, Hacı Bektaş, Piri Reis, Abidin Dino, Namık Kemal, Adnan Saygun ve çok sayıda Türk aydını.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’ye ve Davutoğlu’na ‘dikkat’

3 Aralık 2010
ESKİ Roma’da astığı astık, kestiği kestik imparatorlar için kullanılan Almanca bir deyim var: “Volkstribun”

Almanlar bunu önce Sezar için kullanıyor, deyim daha sonra genel kavrama dönüşüyor.
Başbakan Erdoğan haftalık Der Spiegel dergisinin WikiLeaks ile ilgili orijinal yayınını görmüş olsa, önceki günkü konuşmasından yola çıkarsak, dediğini bırakmaz.
Der Spiegel son sayısında belgelerle ilgili en geniş yerlerden birini Türkiye için ayırıyor. Generallerle birlikte yürüyen güneş gözlüklü Erdoğan resmi ile attığı başlık şu:
“Volkstribun von Anatolien”. Sezar için kullanılan deyimi düşünürsek, Türkçe’ye şu biçimlerde çevrilebilir:
“Anadolu İmparatoru” ya da aynı anlama gelebilecek, etkinlik vurgulayan benzer bir deyim.
Erdoğan belgeleri aktaran Türk Medyasına çok sinirleniyor. Oysa, hiç kimse kendinden bir şey eklemiyor, yazılanlar Amerikan yazışmalarında ortaya atılan iddialar.
Der Spiegel de öyle. “Volkstribun Von Anatolien” deyimi de, yine aynı aktarma çerçevesinde. Orijinal metinlere sadık kalınıyor.

Yazının Devamını Oku

Viyana sözleşmesi var, dava açılamaz

2 Aralık 2010
DIŞIŞLERİ Bakanlığı’nda özel bir gurup kuruluyor, WikiLeaks belgelerini incelemek üzere. Başbakan Erdoğan belgelerle ilgili dün ilk kez konuşuyor. Alıştığımız ve bildiğimiz gibi, müthiş öfkeli. Kendisinin haklı olduğuna inandığı her konuda olduğu gibi, “İsviçre bankalarında hesabı var” iddiasını da aynı öfkeyle yalanlıyor. Her zamanki gibi, hedefinde muhalefet ve medya var. Ağır sözlerle onları suçluyor.
Bence haklı. Bir iddiayı doğru imiş gibi sunmak yanlış.

Ancak, Erdoğan’a hatırlatmak gerek. Kendi deyimiyle, bu iftiralar, Batı Basınında da aynen yayınlanıyor.

Bazı yayınlarda belki kasıt olabilir, ama bu bütün medyayı bağlamaz.

DOKUNULMAZLIK

İftiraya karşı Erdoğan, Amerika ile görüşmeyi yeterli görmüyor. Ayrıca, parti içinde olayın hukuk açısından incelendiğini belirtiyor.

İnceleme sonrasında yazıları gönderen Amerikalı diplomatlar hakkında Erdoğan dava açma yoluna gidebilir. Oysa, dava açmak o kadar kolay değil.
1963’te kabul edilen Viyana Sözleşmesi var. Türkiye’nin de imzaladığı bu sözleşmeye göre:

Görevlerini rahatça yapabilmeleri için, diplomatlara dokunulmazlık tanınıyor. Görevleri nedeniyle, onlar hakkında dava açılamıyor.

O kadar ki, bir diplomat adam öldürse bile, onu yargıç karşısına çıkarmak için izin gerek.

Ankara’da görevli Amerikalı diplomatlar saçma sapan kriptolar göndermiş olabilir, Başbakan, bakanlar ve bazı kişiler hakkında ileri geri laflar yazmış olabilir. Bunlar iftiradan ibaret olabilir.

Yine de, Viyana Sözleşmesi’ne göre, onlar hakkında Amerika ya da Türkiye’de dava açmak mümkün değil. Ancak, Amerikalılara şikayet edebilir.

ESKİSİ GİBİ OLMAZ

Erdoğan’ın dünkü konuşmasının tonu başka bir ipucu veriyor.

Her ne kadar Ahmet Davutoğlu belgelerden sonra “Türk-Amerikan ilişkileri eskisi gibi” demiş olsa da, Erdoğan’ın dünkü duruşu, bunun sanki pek öyle olmayacağı yönünde.

Herkesde olduğu gibi, ortada artık güven bunalımı var.

Bunalımı aşmak üzere, Erdoğan büyükelçilerle ilgili “gereğinin yapılması için” Amerikan Yönetimine dün çağrıda bulunuyor.

Belli ki, belgeler ikili görüşmelerde ve yazışmalarda hep didiklenecek, Amerikalılara “büyükelçilerle ilgili ne yaptınız” diye sorulacak.

Sorgulamanın iki tarafta da, rahatsızlık yaratacağı ortada.

AKP xxxx aramıyor

WİKİLEAKS belgelerinde AKP ve hükümete yönelik değerlendirmelere kaynak olan kişilerin isimleri yok. Onlar xxxx diye şifreleniyor.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e dün soruyorum, bu kişilerin kimliği ile ilgili parti içinde araştırma yapılıyor mu, diye. Çelik:
“Bu cadı avı olur, böyle bir şey olmaz. Kim, ne zaman, kimlerle görüşmüş bunun çetelesi tutulmaz. Kaldı ki, yazılarda xxx diye geçen kişiler parti dışından da olabilir”.
Çok ilgimi çeken bir yanıt. AKP kendi içinde xxx’ler aramıyor. Üyelerine duyduğu güvende sorun olmadığını belirtmek istiyor. Partiyi koruyan, kol kırılsa da, yen içinde kalmasını sağlayan bir tavır.


Sadece iki ülkede yasak

WİKİLEAKS belgelerini dünyada sadece iki ülke yasaklıyor. Suudi Arabistan ve Suriye.
Bu iki ülkenin vatandaşları İnternet üzerinden bu belgelere ulaşamıyor. Belgelerle ilgili haberler bu iki ülkede hiç bir biçimde yayınlanmıyor.
Dünyada bir kaç milyar insan bu belgelerle haşır neşir, ama Suriye ve Suudi Arabistan halkı bundan mahrum. İran’ı, Irak’ı sanki daha mı farklı?
Orta Doğu işte bu. Birilerinin özendiği diktatörlük işte bu.


Bu operasyon ‘kaçmaz’

BASINA dağıtılan görüntülerde polis inanılmaz ölçüde ısrarcı.
Az buz değil, tam yirmi polis Hatay’da otel odasına dalıyor, iki kamerayla yargıç Osman Kaçmaz’ı görüntelemek istiyor. İhbara göre, Kaçmaz’ın otel odasında fuhuş ve kokain iddiası var. Kaçmaz Adalet Bakanlığı’na Hatay’a gideceğini önceden bildiriyor. Bu operasyondan dört ders çıkıyor:
1-Anayasaya göre, güvence altına alınmış özel hayatın gizliliği, kağıt üstünde bir cümleden ibaret.
2-Osman Kaçmaz Sincan Ağır Ceza Mahkemesi yargıcı, hükümete muhalif olmakla tanınıyor.
3-Bu ülkede herkesin başına, her an, her şey gelebiliyor.
4-Adalet Bakanı Sadullah Ergin Hatay milletvekili.
Kaçar mı böyle bir operasyon? Elbette “kaçmaz”.
Yazının Devamını Oku

Amerika’nın iç çamaşırları

30 Kasım 2010
BİR yemekte, bir davette, randevulu bir görüşmede, ayak üstü bir sohbette, özel görüşme adına ne varsa, orada geçen görüşmeler kriptoya, yani gizli yazıya dönüşüyor. Bunlar iç yazışmalar. İç yazışmalardaki bilgilere dayanarak, dış politika oluşuyor. Bu yöntemi tüm ülkeler kullanıyor, en çok Amerikalılar.

Sitesi WikiLeaks gazetecilik açısından akıl almaz bir olay yaratıyor. Amerikan diplomasisinin iç yazışmalarını yayınlıyor. Kim, kimin için ne diyor, ne düşünüyor?

Çeşitli başkentlerden Washington’a gönderilen kriptolar, Amerika’nın iç çamaşırlarını pazara çıkartıyor. Diplomatik tavır ve sözler dışında, Amerika’nın karşıdaki ülke ve insanlar için gerçek düşüncesi açığa çıkıyor.

Çarpıcı olan Beyaz Saray, “diplomatlar politikamız için bilgi toplar”, diyerek yazıları doğruluyor.

BAŞINA DERT AÇAR

Bu olay hem Amerika’nın, hem de yazılarda adı geçen ülkelerin başına dert açar.
1- Bundan böyle diplomatlara, özellikle Amerikalı diplomatlara güvenmek zor, çünkü onlar görüştükleri insanları satıyor.
2- Bundan böyle Amerikalı diplomatlar zor istihbarat toplar, çünkü herkes o diplomata ajan gözüyle bakar.
3- Yazıların çok başka bir zararı daha var. Dünyanın her yerinde sohbet edilen insanları güç durumda bırakıyor. Kim, kim için ne diyor, isim isim bunlar var.
Örneğin, bizde bir bakan Ahmet Davutoğlu aleyhinde konuşuyor. O bakan şimdi Davutoğlu ve Başbakan karşısında zor durumda. Ya da Almanya Başbakanı Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy için Alman ve Fransız politikacılar ne demiş, bunlar yazılıyor.

TÜRKİYE’NİN YERİ

Türkiye için yazılarda doğal olarak en çok iktidar var.

AKP, Başbakan Erdoğan, bazı bakanların söz ve tavırları, AKP’lilerin cemaatlerle ilişkisi Washington’a sık sık bildiriliyor. Orada yazılanların belgesi yok, ama kağıda da dökülmüş.

Türk-ABD ilişkileri açısından en güven sarsıcı olay, Amerika’nın PKK’ya yardım ettiği iddiası.

90’lı yıllarda, Çekiç Güç döneminde bu iddia sık sık gündeme geliyor. Şimdi bu iddia iç çamaşırlarda yer alıyor.

Bakalım Ankara bu iddiayı resmiyete dökecek mi? Dökse bir türlü, dökmese bir türlü. Ya da Davutoğlu kendisi hakkında varılan yargıyı muhatabına soracak mı? Bir bütün olarak ilişkilerin güven kaybına uğrayacağını söylemek yanlış olmaz.

Yazılanlar resmi politika değil, eğilimleri yansıtıyor, o eğilimlerden resmi politika oluşuyor. İki kişi arasında konuşulurken, üçüncü kişi için, “o şöyledir, o böyledir” diye hakkında dedikodu yapılıyor, bu kriptolara dökülüyor.

Kriptolar resmi politikaya temel hazırlıyor.

Amerika tel tel dökülüyor. Genel olarak Obama Yönetimi Amerika ve Avrupa’da sorgulanırken, başına bir de bu hazin öykü geliyor.

Amerikan iç çamaşırları dünyada Amerika’ya olan güveni, ne kadar varsa, iyice sarsacak gibi.

Haydarpaşa’da ‘sabotaj yok’ ama

BEŞ milyar dolarlık proje.

Haydarpaşa Garı ve çevresiyle ilgili. Üç yıl önceki projeye göre, gar ve çevresinin New York misali yerli Manhattan’e dönüşmesi planlanıyor.

Tepkiler üzerine, plana Venedik kanalları ekleniyor. Otel, yat limanı, alış veriş merkezi, fuar ve marina eşliğinde. Buna mimar ve inşaatla ilgili meslek odaları, sivil toplum örgütleri itiraz ediyor, TCDD ise, koruma kurullarından gerekli izni aldığını açıklıyor.

Dönüştürülmek istenen Haydarpaşa Garı ile ilgili bu projenin ihaleye çıkma hazırlıkları yapılırken, garda yangın çıkıyor.

Resmi açıklamalara göre, “yangında sabotaj yok” ama, benim midem yine de bulanıyor.

Çünkü, yangında ihmal var. İhmalin nedenini merak ediyorum.

Filozof gibi kaleci

MAÇTAN sonra bir oyuncunun ilk kez farklı bir açıklamasını görüyorum.

Beşiktaş kalecisi Cenk Galatasaray maçında yediği golle ilgili soruya, “Nietzsche’nin çok sevdiğim bir sözü vardır, unutan iyileşir. Ben de öyle yapıyorum” karşılığını veriyor.

Oyuncusuyla, hatta teknik direktörü ve hatta bazı kulüp yöneticisi ile maçlardan sonra sorulara alınan klişe yanıtlara hepimiz çoktan alışığız. Bu bıktırıcı alışkanlık içinde Cenk gibi genç bir kalecinin Alman filozufuna gönderme yapması, onu klasik kategorinin dışına çıkartıyor.

Bu sözlerin onun eğitimi ve kişiliğini yansıtıyor olmasını umuyor ve diliyorum.

Cenk, bana satranç oynayan Macar futbolcuları hatırlatıyor.
Yazının Devamını Oku

27 Kasım 1978-27 Kasım 2010

27 Kasım 2010
TESADÜF olmasa gerek.

27 Kasım 1925’te Kürt Hoybun örgütü kuruluyor. Kürt bağımsızlığını savunan, Kürt milliyetçiliğinin önemli örgütlerinden biri.
Bir yıl sonra yine 27 Kasım’da bu kez Ermeni Taşnak Partisi Kürt bağımsız hareketini tanıdığını açıklıyor. Kürtler ve Ermeniler tarihte ara sıra çatışsa bile, genel olarak birbirlerini destekliyor, aralarında anlaşma imzalıyor. Anlaşmaya İngiliz ve Fransızların katkısı tam.
PKK da 27 Kasım 1978’de kuruluyor.
27 Kasım daha sonra devam ediyor. Kürt Hoybun-Ermeni Taşnak ittifakının benzeri, 1981 yılında kendini yeniden gösteriyor.
27 Kasım 1981 günü Londra’da Kürt Öğrenci Birliği ile Ermeni Öğrenciler Birliği PKK eylemlerine destek veren ortak bildiri yayınlıyor. (Erdal Sarızeybek, Kurt Kapanı, s.112).
Bunları aktaran Erdal Sarızeybek. Daha önce de Güneydoğu, PKK ve Ergenekon üzerine kitaplar yazan Sarızeybek son kitabı Kurt Kapanı’nda 27 Kasım tarihine dikkat çekiyor.
ÇABUK UNUTMAK

Yazının Devamını Oku