Yalçın Doğan

Torbada keçi otlatmak da var

31 Aralık 2010
ÜZERİNDEKİ yazı “Kamu Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması”. Bu uzun süredir konuşulan ve adına “Torba Yasa” denilen tasarının resmi adı.
Yola kamu alacaklarını yeniden yapılandırmak üzere çıkılıyor. Burada önemli nokta, en genel anlamda, vatandaşların ve kurumların devlete olan çeşitli borçlarının ödenmesinde kolaylık sağlamak. Yerine ve miktarına göre, devlet ya alacağından vazgeçiyor ya alacağı miktarı düşürüyor.
Bunlar arasında vergi cezaları, SSK borçları, elektrik ve emlak borçları gibi devletin değişik alacakları var.
Bir açıdan, “Büyük Barış”. Vatandaşı devletle barıştırıyor. Vatandaş devletle nasıl barışır? Devletin alacaklarından vazgeçmesiyle. Fikir iyi.
YÜKSEK BÜROKRASİ
Ancak, tasarı kamu alacaklarının yeniden yapılandırılmasını aşıyor. Ne denk gelirse, “torbaya” giriyor.
İş Yasası, Ticaret Yasası, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası, Devlet Memurları Yasası, hatta Orman Yasasında değişiklik bile torbada yer alıyor.
devlet memurları için öngörülen değişiklikle, devlette genel müdür ya da müsteşar olmak için artık devlette çalışmış olmak gerekmiyor. İktidar dışarıdan istediğini atayabilecek.
Devlette bir gün bile çalışmadan, devletin en yüksek kadrolarında yönetici olmak mümkün olacak. Bu aslında o kadar kötü değil. Ama, insanı düşündüren devlette kadrolaşma, o iyice kolaylaşacak.
GIRGIR GEÇİYORLAR
Torba Yasada tam 129 madde var. Alt şıklarıyla birlikte madde sayısı 230’a yaklaşıyor. Nerede, ne değişiklik düşünülmüşse, girmiş içine.
O maddeler arasında en ilginç olanlardan biri, 119. madde. Muhalefetin “keçilere özgürlük” diye gırgır geçtiği madde.
Bu madde Orman Yasasında değişiklik getiriyor. Şöyle:
“... Kamu yararına uygun olarak, Orman İdaresi tarafından tespit edilen usul ve esaslara göre, orman arazilerinde hayvan otlatmasına izin verilir”.
Bu madde oraya hangi amaçla girmiş, belli değil. “Kamu alacaklarını yeniden yapılandırmak” ile hayvan otlatılmasına izin vermek arasına ne gibi bağlantı var, buna Rufailer karışıyor.
Yeni yılın ilk günleri bu yasayı bol bol konuşmakla geçecek.

Macar’a bakın Macar’a

ESKİ futbolcu. Beş çocuklu. Ülkesinde çok popüler.
Macaristan’ın yeni Başbakanı Viktor Orban 1988 yılında “Genç Demokratlar Birliği” partisinin kurucuları arasında. Sonra partinin lideri. Liberal partiyi muhafazakar kimlikli partiye dönüştürüyor. 1998’de iktidara geliyor, 2002’de muhalefete düşüyor.
Bu yıl yüzde 52 oyla yeniden iktidar oluyor. Orban’ın ilk işlerinden biri medyayı düzenlemek. Bunun için “Medya Konseyi” kuruyor.
Konseyin görevi “dengesiz haberciliği önlemek”. Dengesiz habercilik artık ne anlama geliyorsa. Konsey, Orban’ın talimatıyla, dengesiz habercilik yapan medya kuruluşlarına bir milyon dolara kadar ceza kesiyor.
Cezadan ayrı olarak, canlı yayında Başbakan Orban’a eleştiri varsa, yayın anında kesiliyor.
AB Orban’ın gidişinden çok kaygılı, demokrasiyle asla bağdaşmayan bu tutumu nedeniyle, Macaristan’ı yakın izlemeye alıyor.
Macaristan’ı iyi bilen gazeteciler, “Orban diktatör olduğu için değil, aşırı popüler olduğu için tehlikeli” tanımı yapıyor.

Yeni yıl

YİNE de, ümit etmek istiyorum.
Yine de, güzel günlere uyanmak istiyorum. Daha sağlıklı olmak, çevreyle daha uyum içinde bulunmak, daha çok okumak, daha olumlu düşünmek, önyargılardan daha uzak bir dünyada yaşamak istiyorum.
Yeni yılınızı hepimiz adına bu duygularla paylaşıyorum.
Yazının Devamını Oku

Asgari sefalete DİSK dava açıyor

30 Aralık 2010
DEYİM DİSK’e ait. DİSK asgari ücrete asgari sefalet adını takıyor. Nedeni belli.

Yeni asgari ücret belli oluyor, aylık 25.6 lira, günlük 85 kuruşluk artışla 630 liraya ulaşıyor. DİSK bu asgari ücreti, yapılan artıştan yola çıkarak, “asgari sefalet” olarak tanımlıyor. Hem ücretin kendisinden, hem de bu artışla bir günde neler alınabileceğinden hareket ediyor.
Hesaplama müthiş bir tablo ortaya çıkartıyor. Gıda maddelerinin resmi fiyatlarını dikkate alarak, bir asgari ücretli, günlük 85 kuruşluk artışla, günde şu maddelerden sadece birini alabiliyor:
62 gram beyaz peynir ya da dört yumurta ya da 16 gram bebek maması ya da 406 gram ekmek ya da 34 gram dana eti ya da 33 gram koyun eti ya da 162 gram tavuk eti ya da 742 gram patates ya da 442 gram makarna ya da 201 gram zeytinyağı ya da 202 gram kuru fasulye ya da iki belediye otobüs bileti.
Bundan daha çarpıcı bir karşılaştırma olamaz. Atılan taş, hiç biçimde kurbağa ürkütmeye yetmiyor. Bu asgari ücret, tabloda görüldüğü gibi, geçimi, yani hayatı traji komik hale getiriyor.
HANGİ MALA KAÇ SAATAynı çalışmaya göre, bir asgari ücretli hangi malı satın almak için, kaç saat çalışmak zorunda, sorusunun karşılığı ise, yine dramatik.
Bir kilo pirinç için 2 saat, bir kilo et için 10 saat, bir buzdolabı için 402 saat, bir kadın ayakkabısı 29 saat, bir erkek ayakkabısı için 41 saat, bir kilo beyaz peynir için 5 saat, bir masa bir sandalye için 27 saat çalışması gerekiyor.
O kadar saat çalışma karşılığında, bunlardan ancak birini satın alacak, başka bir şey almayacak.

Yazının Devamını Oku

Binlerce insan orada işkence gördü

29 Aralık 2010
TIRNAKLAR sökülüyor, soğuk basınçlı su sıkılıyor, Filistin Askısına asılıyor, boğazına ilmik geçiriliyor, “son arzun ne” diye soruluyor, elektrik veriliyor, lağımın içine sokulup çıkartılıyor, falaka, küfür, tokat, yumruk zaten mevcut.

Başkalarına yapılan işkenceler gece yarılarına kadar dinletiliyor, hoparlörden anons yapılıyor, “Ecevit infaz edildi”, sıra size geldi, anlamında.
Burası Otağ-ı Hümayun, tarihiyle asla bağdaşmayan, 12 Eylül’ün en rezil işkence hanelerinden biri. Diyarbakır Cezaevi, Mamak Cezaevi gibi. Burası DİSK davasında tutuklananların işkence gördüğü yer.
DİSK davasında 12 Eylül’de beş bin kişi sorgulanıyor. 1477 kişi sanık sıfatıyla mahkeme karşısına çıkartılıyor. Dava on iki yıl sürüyor. O davada tutuklananlar örneğin, Abdullah Baştürk, Ahmet İsvan, Kemal Nebioğlu, Süleyman Çelebi, DİSK’e bağlı otuz iki sendikanın önde gelen kadroları, yöneticileri burada üç gün, beş gün, on gün, on beş gün işkenceden geçiyor.
2004’TE YAZI VAR
Otağ-ı Hümayun, bu işkence hane, bugün Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından kültür merkezi olarak hizmete açılıyor.
İnsanlara zerre kadar saygısı olmayan bir girişim.
Otağ-ı Hümayun 2004 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’ne verildiğinde ve buranın kültür merkezi olarak onarılacağı açıklandığında, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi rektörlüğe yazı yazıyor:

Yazının Devamını Oku

Oysa ‘ameliyat’ çoktan başlamış

28 Aralık 2010
HİNDİSTAN’da protesto Gandi ile başlıyor. Sivil itaatsizliğin dünyaya yayılmasında Hindistan’ın önemli katkısı var.

Silah kesinlikle yok, kavga gürültü asla, hatta tokat atana öteki yanak dönülüyor. Ama, protestodan dönüş hiç bir koşulda söz konusu değil.
On binlerce insan yürüme, oturma, toplanma eylemlerinde. Nedeni siyasal olabilir, suya zam olabilir, yeni vergiler olabilir, hükümetin aldığı halka hoş gelmeyen kararlar olabilir.
Bu durumda Hindistan’da sivil itaatsizlik, protesto eylemleri devreye giriyor ve daha önemlisi, çoğunlukla amacına ulaşıyor. Çünkü, silah yok.
Son günlerde Türkiye benzer bir örneği yaşıyor. Güneydoğuda Kürtçe konuşma. Tam sivil itaatsizlik.
HALK İÇİN İKİ DİL
Nikah Kürtçe kıyılıyor. Yol gösteren tabelalar Kürtçe. Resmi binaların niteliğini belirten levhalar, örneğin belediye, Kürtçe. Pazar yerlerinde patates, soğan, domates etiketleri Kürtçe.
Halkın kendi içinde Kürtçe konuşması bir yana ki, insanların ana dili Kürtçe, başka ne konuşacaklar, Güneydoğuda iki dil fiilen hayatın gerçeğine dönüşüyor. Hastanede, postanede, havada, karada Kürtçe.

Yazının Devamını Oku

Kürtlere CHP’den destek, AKP’den köstek

25 Aralık 2010
HASİP Kaplan, BDP milletvekili, Meclis’te Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la karşılaşıyor: “Seçim barajını indirmiyorsunuz, bari Meclis’te gurubu bulunan partilere Hazine’den devlet yardımı yapılmasını sağlayın”.

Bu kısa konuşmada Arınç, yanındaki Bütçe Komisyonu Başkanına dönüyor ve “bunun üzerinde çalışın” diyor.

Yanılmıyorsam 2005 yılında, AKP partilere Hazine yardımıyla ilgili yeni kural getiriyor. Hazine’den yardım almak için yüzde 10 barajını aşmak gerek. Oysa, daha önce grubu bulunan partiler de bu yardımdan yararlanıyor.

BDP’nin Meclis’te gurubu var ama, yardım alamıyor. Hasip Kaplan bunu hatırlatıyor.

AKP’DEN RET

Arınç uygun görünce, Hasip Kaplan önceki gün Bütçe Komisyonu’na bir öneri sunuyor, “yüzde 1’e kadar oy alan partilere, aldıkları oy oranına göre, bir defaya mahsus olmak üzere, Hazineden yardım verilmesi...”

Kaplan, bir defaya mahsus, diyor, çünkü seçim ve yardımla ilgili yeni düzenlemelere ihtiyaç var. Bu geçici bir çözüm.

Komisyonda AKP ve CHP’li üyeler var. Şimdi burası ilginç.

CHP’li üyeler, “Bu önemli, biz bunu Genel Başkana soracağız” diyor. Ve Kemal Kılıçdaroğlu’na gidiyorlar, CHP lideri talimat veriyor:

Yazının Devamını Oku

Ağla, benim için ağla Arjantin

24 Aralık 2010
20 Temmuz 2010, Başbakan Erdoğan ağlıyor. Partisinin gurubunda konuşurken 12 Eylül’de idam edilen isimleri ağlayarak anıyor. Söz veriyor, anayasa değişecek, 12 Eylül darbecilerinden hesap sormanın önü açılacak.

Üç gün sonra, 23 Temmuz 2010’da CHP Mersin milletvekili Ali Rıza Öztürk, Başbakanın göz yaşları içinde verdiği söze dayanarak Meclis Başkanlığına bir yasa önerisi sunuyor. Darbecilerden hesap sorulmasını öngören bir öneri.

Bu öneri 1 Ekim 2010’da Meclis Başkanlığından Adalet Komisyonuna gönderiliyor. Darbecilerin yargılanmasını engelleyen maddenin referandumda kalkmasından sonra. Ama, hiç ses çıkmıyor.

Ali Rıza Öztürk 14 Ekim’de ikinci bir öneri sunuyor. Yine darbecilerden hesap sormayı öngören yasa önerisi.

İkinci öneri de, 28 Ekim’de Adalet Komisyonuna gidiyor.

BİR DE DİLEKÇE

Adalet Komisyonunda AKP rafa kaldırırken, Meclis’te bir de tartışma yaşanıyor. Öztürk ile Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında, verilen ama tutulmayan sözle ilgili.

Bu arada bazı sivil toplum kuruluşları darbecilerin yargılanması için suç duyurusunda bulunuyor ancak, savcılık görevsizlik kararı veriyor. Dosyayı Yargıtay Başsavcılığına gönderiyor. Hukukta gelgit süreci başlıyor. Çünkü, zaman aşımı sorunu var.

Geçen pazartesi Ali Rıza Öztürk iki yasa önerisinin gündeme alınması için Adalet Komisyonu Başkanlığına dilekçe veriyor, şu gerekçeyle:
“Söz konusu kanun teklifleri bugüne kadar komisyonda ele alınmamıştır. Bu durum siyasi iktidarın, 12 Eylül darbesi ile hesaplaşma söylemi ile çelişmektedir”.
Başkan AKP’li Ahmet İyimaya şimdilik işlem yapmıyor. Hatta, Ali Rıza Öztürk’e, “biz darbecileri yargılayacağız demedik” itirazında bulunuyor.

ARJANTİN HESAP SORDU

Tam bu sırada Arjantin’den bir haber geliyor.

Sık sık darbelere maruz kalan Arjantin iki gün önce darbecilerden hesap soruyor. 1976-83 arasında ülkeyi kasıp kavuran, binlerce insanı ölüme ve işkenceye gönderen cunta artığı on beş kişiyi ömür boyu hapse mahkum ediyor.

Daha önce yedi yıl hapis yatan, cezaevinden af sonucu çıkan diktatör Videla’nın şimdi yeniden hapse girmesi söz konusu. Videla 85 yaşında.

Eva Peron’la özdeş hale gelen, son yıllarda Madonna’nın seslendirdiği “Benim İçin Ağlama Arjantin” (Don’t cry for me Argentia) şarkısının bugün yine tam zamanı.

Bir farkla, ağlama değil, ağla Arjantin. Arjantin darbecilerden hesap soruyor. Bizde hesap, anayasadan “evet” oyu alıncaya kadar. Bu arada, 12 Eylül’den hesap sorulacağına inanan, “yetmez ama evet” takımının kulakları çınlasın.

Ağla Arjantin, ağla. Benim için ağla.

İlahiyatçı Çakmak’ın CHP’ye ilk gelişi

SON kurultayda Parti Meclisi üyeliğine seçilenler arasında bir de ilahiyat hocası var. Fırat Üniversitesi öğretim üyelerinden Muhammed Çakmak.
Din-siyaset ilişkileri, dini gurupların ve cemaatlerin sosyolojik analizi konularında uzman olan Çakmak 2004’te CHP’ye başvuruyor. CHP Bilim, Kültür Ve Yönetim Platformu’na. Platforma projesini anlatıyor:
“Tarikat üyelerinin siyasal davranışları ile onların bölgesel ve sayısal değerlendirmesini içeren bir araştırma yapıyorum, bunu CHP’ye verebilirim”.
Öneri makul ve ilginç. Bilim Platformu öneriyi tam kabul edecek, Çakmak:
“Ancak, bu bir araştırmadır, onun için belli bir para gerekir”.
Platform doğrudan genel başkana bağlı. Platform üyeleri para konusunu o sırada genel başkan Deniz Baykal’a soruyor. Baykal “parayla olmaz” deyince, Çakmak CHP’den bu ilk gelişinde eli boş dönüyor.
İkinci gelişinde Parti Meclisine seçiliyor.

Sağlam birüye: Seyhan Erdoğdu

CHP Parti Meclisi üyeleri için değişik sözler söyleniyor, farklı yazılar yayınlanıyor. Parti Meclisi üyesi değil ama, Bilim Kurulu’nun yeni üyeleri arasında yer alan bir kadını özellikle vurgulamak gerek:
Seyhan Erdoğdu.
Seyhan Erdoğdu 1968’lerde ODTÜ’de devrimci öğrencilerden biri. Sıkı bilgisi ve zekasıyla girdiği her siyasal tartışmada üstün geliyor. Kısa sürede ön plana çıkıyor, öğrenci arkadaşlarının olduğu kadar, Mehmet Ali Aybar ile Mihri Belli’nin de dikkatini çekiyor.
Ama, siyasete girmiyor. Sendikacı oluyor. Tuttuğunu koparan ve bilgili bir sendikacı.
Sağlam bir sol kültürden gelen Seyhan Erdoğdu’nun CHP’de yer alması, CHP’nin son kurultaydaki en önemli kazanımlarından biri.
Yazının Devamını Oku

Demirel: De facto durum patlar

23 Aralık 2010
SÖZÜM ona panel, ama ilgisi yok. Diyarbakır’da görünüşteki panel tam başlayacağı sırada, salonda bir kağıt dağıtılıyor. Kağıt belli ki, İmralı’dan geliyor. Demokratik özerklik planını içeren kağıt, salonda elden ele dolaşmaya başlıyor. Panel aslında bu kağıdın dağıtılması için formaliteden ibaret.
Zaten kağıdı okuyan panelistler birer birer çekiliyor ve ortada Demokratik Özerklik Projesi kalıyor. En çarpıcı ifade şu:
“Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi demokratik Türkiye Cumhuriyeti parlamentosuna temsilcilerini gönderip ortak vatan politikalarına dahil olur.
Demokratik Özerk Kürdistan kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir.”
ULUS DEVLET
Her şey çok açık, özerk Kürdistan. Ayrı yaşamak isteğinin siyasi reçetesi. Kullanılan kavramlar bunun kanıtı.
Konuyu geçen hafta ziyaret ettiğim Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e soruyorum. Demirel:
“Ayrı vatan, ayrı bayrak ulus devleti zehirler. Demokrasi diyerek oraya giderseniz, toplumu ayakta tutmak mümkün olmaz.”
Demirel daha sonra şöyle bir analiz geliştiriyor:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, dağılan imparatorluktan yeni devlete geçerken, çeşitli din ve etnik gurupları birleştiren ulus devlet modelinde anlaştılar. Ulus devlet aynı ırk ve aynı inanç şartı koymuyor ama, bir arada yaşamak iradesine sahip olmak şartını koşuyor.”
Tarihsel sosyolojiye dayanan bu analizden bakarsak, demokratik özerklik, bir arada yaşamak isteğinin reddi anlamını taşıyor. Kendi bayrağı, kendi dili, kendi savunma güçleri, hepsinden önemlisi kendi parlamentosunu vurguluyor.
İZİN VERMEZ
Demirel sürdürüyor:
“Bir dil, bir toprak, bir bayrak olacak. Türkiye Cumhuriyeti bunları seksen yıl korudu. Türkün, Kürdün ayrı partisi olmadı. Şimdi nazik bir durum. Ama, Türkiye parçalanmaya izin vermez.”
Nasıl vermez, diye sorduğumda Demirel:
“De facto, durum patlar.”
De facto, yani fiilen. Şu anda sanki morfin yemiş gibi izliyoruz ama ortaya konulan proje birlikte yaşamaya dinamit koyuyor.

Demirel hükümete sesleniyor

UZUN sohbetimizde Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, PKK’nın ateşi siyaseti icabı kestiğini belirtiyor ve ekliyor:
“Devlet zaafa uğramıştır. Güçlü devlet kanunların hakimiyetini sağlayan devlettir. Şimdi iki hukuklu bir devlet doğuyor, gibi manzara var. Devlet görevini yapmıyorsa, boşluğu sürdüremezsiniz. Türkiye’nin en önemli meselesi iç huzurdur. Az yersin, çok yersin, o ayrı, tek millet, tek devlet prensibini zedelemeden iç huzuru koruyacaksın.”
Zaman zaman tarihe atıfta bulunan Demirel bugünkü hükümete sesleniyor:
“Geçmişi kötüleyerek bir yere varamazsınız, bugün iktidarda olanlar Türkiye’yi doğru idare etsinler, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini korusunlar.”
Demokratik Özerklik Projesinin ortaya atıldığı günden bu yana Ankara’ya bakıyorum, değişik açıklamalar var ama, çoğu konuya teğet geçiyor gibi.
Oysa, Kürt Sorununda silahlar konuşmadan, en ciddi günleri yaşıyoruz.

Egemen Bağış pek pişkin

SON otuz, kırk yılda gelmiş geçmiş en başarısız bakanlardan biri Egemen Bağış. AB ilişkilerinden sorumlu Egemen Bağış’ın başarısızlığında objektif ölçü ortada.
Son altı ayda Belçika’nın dönem başkanlığında, bizi AB üyeliğine taşıyacak fasıllardan tek biri bile açılmıyor.
Bu aciz durumu Türkiye en son 2006’da Finlandiya’nın dönem başkanlığı sırasında yaşıyor.
2010 yılında açılan tek fasıl var, gıda güvenliği. Bu ne demek?
Türkiye’nin tam üyeliğinde 2010 yılında hiç bir ilerleme yok, demek, hiç bir adım atılmamış, hiç bir şey yapılmamış, demek.
Bu ilişkileri ilerletmekle yükümlü bir bakanın aslında bu hazin tablo karşısında çoktan istifa etmesi gerek.
Son olarak, AB devlet yardımlarının saydam hale gelmesi için bir yasada ısrar ediyor. Yardımlar üzerinden iktidarın siyasi nüfuz sağlamasını önlemek üzere. AB normları gereği.
Konu dönem başkanı Belçika tarafından Türkiye’ye defalarca iletiliyor ama, o yasa çıkmıyor, AB de o faslı açmıyor. Fasıl açılmayınca, tam üyelik girişimleri yerinde sayıyor.
Egemen Bağış fasıl açamadıklarını itiraf ederken, pişkinliği elden bırakmıyor:
“Fasıl açamadık ama, zihinleri açtık, gönülleri açtık”.
Laf ola, beri gele. Beceriksizliğin adı zihin açmak, gönül açmak gibi çapsız bir demagoji.
Yazının Devamını Oku

Ordinaryüs 50 kez milli derin devlet pek aziz

22 Aralık 2010
ORTA sahadan topu kapıyor.

1960 Haziranı, dün gibi, hala gözümün önünde. 27 Mayıs Cemal Gürsel Kupası. O zamanki adıyla, Dolmabahçe Stadında Fenerbahçe ile Galatasaray kupada finali oynuyor. Stada girebilmek için, mahalleden üç, beş arkadaş sabah 04’te kuyruğa giriyoruz. Statta nefes alacak yer yok.
Maç ilk devre 0-0. İkinci devrenin başı. Klasik laf haline gelmiş, Fenerbahçe’nin efsanevi futbolcusu Lefter orta sahadan kaptığı topu yaklaşık elli metre sürüyor. Önüne gelene çalımı basıyor. Bir çalım, iki, üç, dört, bir sağa, bir sola kıvrak bilek hareketleriyle Galatasaray defansını ipe diziyor, Galatasaray’ın efsanevi kalecisi Turgay’la karşı karşıya kalıyor.
Topu Turgay’ın sağına atar gibi yapıyor, Turgay o tarafa hamle yapınca, soluna bırakıyor, Fenerbahçe 1-0 önde. Maç bu skorla bitiyor, kupa Fenerbahçe’nin.
Lefter golü atınca, milli takımdan arkadaşı Turgay’a takılmadan edemiyor:
“Bre, o gol yenir mi?”
ÖZEL İLGİ
Lefter sadece attığı gollerle, seyrine doyum olmaz futboluyla değil, özel yaşamındaki tevazu, hoşgörü, arkadaşlık, disiplinli sporculuk hayatıyla da, ön plana çıkan bir futbolcu.

Yazının Devamını Oku