“Evrensel değer ve standartları göz önünde tutarak, milli ve toplumsal değerlere dayalı bir eğitim sistemi oluşturmak amacıyla..”
Milli ve toplumsal değerler nedir, o belli değil. O tanım yok. Neler milli ve toplumsal değer niteliği taşıyacak, bilinmiyor.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer milli eğitim politikasında çok köklü bir değişime imza atıyor. Ve bu değişiklik, son zamanların modasına uygun, kanun hükmünde bir kararname ile gerçekleşiyor. 1983 tarihli yasada var olan ve şimdi çıkartılan madde şu:
“Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, (...) insan haklarına ve anayasanın temel ilkelerine dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan T.C.ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen vatandaşlar olarak yetiştirmek üzere...”
Tepkiler Atatürk ilkelerinin çıkartılması üzerinde yoğunlaşıyor. O var, ama asıl başka bir şey var.
HAZIRLIK
Atatürk ideolojisinden vazgeçelim, derken çok çarpıcı bir ilkeden de vazgeçiliyor. Asla vazgeçilmeyecek olan bir ilkeden:
Bu baskınla ilgili internete düşen videoyu PKK yayımlıyor. Video korkunç bir gerçeği gözümüzün önüne seriyor. Bizim askerler Çukurca’da
ters tarafta mevzileniyor, PKK arkadan vuruyor. Arkadan alınan önlem yok, doğruysa, videoda gösterilenler bu yönde.
Çukurca’dan bu yana, bir ayı aşkın süredir, her gün polisler, askerler şehit ediliyor. Arada korucular ve sivil halktan öldürülenler var.
PKK artık doğrudan polise de saldırıyor. Terörle mücadelede bundan böyle polise ağırlık verileceği açıklamalarının ardından, PKK’nın hedefinde eskiye göre daha yoğun biçimde, artık polis var.
Bir buçuk aylık bilanço, asker, polis 62 şehit.
VAHİM SÖZLER
Askeri açıdan beceriksizlikleri geçenlerde en yetkili kişiden, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in ağzından internete düşen sözleriyle öğreniyoruz.
İyi de, onların hepsi büyürken, bana, sana, ona düşen pay, bizi o kadar sevindirmiyor. Dünyayı kıskandıran büyüme bana, sana, pek çoğumuza, o ölçüde yansımıyor, hatta benim, senin, onun pek çoğumuzun borcu artıyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun, herhangi bir ülkedeki büyüme, siyasal açıdan övünülecek bir durum. Yatırımlar artıyor, üretim artıyor, işsizlik azalıyor, daha ne olsun.
Arka arkaya rekor kıran büyüme oranında dikkat çeken büyüme mali sektöre yani bankalara ait. Orada büyüme yüzde 18.5 gibi çok yüksek bir oran.
Neden? Faizler düşük, bankalar bol bol her türlü krediyi veriyor. Tüketici kredisi dahil. O krediler iç talebi canlandırıyor, ortaya iç talebe bağlı büyüme çıkıyor.
Bu arada benim, senin, onun borcu artıyor. Büyüme benim, senin, onun aldığı kredilerin, yani bizim borçlanmamızın sonucu. Mali sektör onun için o kadar büyümüş.
Buna gelir bölüşümündeki adaletsizlik eklenince, ekonomi büyüyor ama, benim, senin, onun refahı yerinde sayıyor. Birilerinin karı anormal artıyor, kesin. Birileri bayram yapıyor, kesin. Sen, ben, o pek öyle sevinemiyoruz.
YA CARİ AÇIK
O yakın sendikanın ne kadar yakın olduğu son seçimde gözler önüne seriliyor. Kamuda çalışan memurlar belli bir sendikaya, kamuda çalışan işçiler yine belli bir sendikaya üye yapılıyor. Memur ve işçi örgütlenmesi iki belli sendikada yoğunlaşıyor. Diğerleri “bizden değil”.
İşçi, memur örgütlenmesi bir yana, kendi halinde bir marangoz bile yakınıyor, “bizim iş almamız için artık mutlaka belli bağlantılar içinde olmamız gerek” diyerek.
Bu baskı Avrupalı sendikacıların dikkatini çekiyor.
Geçen hafta İstanbul’da medyanın pek yüz vermediği bir seminer gerçekleşiyor.
EMEK DAYANIŞMASI
Ajanslardan, haberlerden izlemek yerine, doğrudan olay yeri araştırmasına girişmek elbette daha yararlı.
CHP’den bir gurup milletvekili beş, altı gün önce Şam, Halep, Lazkiye ve birkaç kente daha gidiyor. Dışişleri Müsteşarlarından, Türkiye’nin Washington Büyükelçilerinden Faruk Loğoğlu şu anda CHP milletvekili. Loğoğlu başkalığındaki heyet hem Beşşar Esad’la görüşüyor, hem yerel yöneticilerle, hem halkla.
“Halkla görüşmek” deyince, biraz durmak gerek. Çünkü, heyetin görüştüğü halk, sanki Suriye yönetiminin önceden belirlediği halk.
Kentlerde hayat ilk bakışta normal akıyor gibi, ama belli bir huzursuzluk ve bekleyiş her yerde göze çarpıyor.
LOĞOĞLU’NUN İZLENİMLERİ
Suriye’den döndükten sonra heyet başkanı Faruk Loğoğlu ile konuşuyorum, ona izlenimlerini soruyorum.
Loğoğlu diplomatlığın getirdiği titizlik çerçevesinde son derece dikkatli konuşuyor, hatta “bazı şeyleri anlatmam mümkün değil” diyor. Bununla birlikte, yine izlenim olarak şunları aktarıyor:
UEFA hakem üçlüsü sahada, Beşiktaş’lı futbolcular sahada, ama İsrail takımı sahada yok.
Yine eylül, yine İsrail, yine gerginlik, yine Beşiktaş, yine bir futbol maçı. Yıl 1986.
1986’da Beşiktaş lig şampiyonu, Avrupa Şampiyon Kulüpler Turnuvası’na katılmak için eleme maçı oynayacak, kurada rakip İsrail’in Hapoel Tel Aviv takımı. Hapoel İstanbul’a nasıl gelecek?
Çünkü, 1980’de Türkiye, bugün olduğu gibi, İsrail ile diplomatik ilişkileri ikinci kâtip düzeyine indiriyor, büyükelçiler karşılıklı geri çekiliyor.
O günkü diplomatik krizin nedeni, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi. Arap dünyası hop oturuyor, hop kalkıyor. Kudüs Musevi ve Hıristiyanlar kadar, Müslümanlar için de kutsal bir yer. Araplar Türkiye’ye, İsrail ile ilişkileri askıya alması yönünde yoğun baskı uyguluyor.
Türkiye petrol krizi yaşıyor. Araplar Ankara’ya, İsrail ile ilişkileri askıya alırsa, petrol sözü veriyor. Ankara daha fazla dayanamıyor ve ilişkileri ikinci katip düzeyine indiriyor.
1980’deki bu kararın üzerinden altı yıl geçiyor, 1986’da ilişkiler hâlâ ikinci kâtip düzeyinde. Beşiktaş-Hapoel Tel Aviv maçı yine bir eylül günü İstanbul’da.
Rapora gösterdiğimiz tepki iki fiili karara yol açıyor. İlki, İsrail’e doğrudan yaptırımlar. Bu yaptırımlar demeçlerle destekleniyor.
İkincisi, Lahey Adalet Divanı’na başvurmak. Bunu da, “arş yiğitler vatan imdadına” havasında, sazlı-sözlü, pardon saz eksik, miting ritüelinde açıklıyoruz.
Oysa, Lahey Adalet Divanı’na, hadi gidelim deyince, gitmek o kadar kolay değil.
Birleşmiş Milletler nezdinde Türkiye’nin büyükelçisi olarak görev yapmış Ümit Pamir ile konuşuyorum dün. Pamir yetenekli bir büyükelçi. BM’den sonra Brüksel’de NATO büyükelçimiz olarak görev yapıyor. Uluslararası deneyimi yüksek. Ümit Pamir’in sözlerine kulak vermek gerek.
İKİ YOLU VAR
Pamir’in verdiği bilgiye göre, Lahey’e gitmek iki biçimde mümkün.
1- Raporda adı geçen iki ülkenin, bu durumda Türkiye ile İsrail’in birlikte başvurmaları gerek. İsrail başvuruya katılmayacağına göre, Türkiye tek başına gidemiyor.