Yalçın Doğan

Çok temel, kritik bir cümle çıktı

17 Eylül 2011
MİLLİ Eğitim Bakanlığı’nın (M.E.B.) yeni hedefi artık belli:

“Evrensel değer ve standartları göz önünde tutarak, milli ve toplumsal değerlere dayalı bir eğitim sistemi oluşturmak amacıyla..”
Milli ve toplumsal değerler nedir, o belli değil. O tanım yok. Neler milli ve toplumsal değer niteliği taşıyacak, bilinmiyor.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer milli eğitim politikasında çok köklü bir değişime imza atıyor. Ve bu değişiklik, son zamanların modasına uygun, kanun hükmünde bir kararname ile gerçekleşiyor. 1983 tarihli yasada var olan ve şimdi çıkartılan madde şu:
“Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, (...) insan haklarına ve anayasanın temel ilkelerine dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan T.C.ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen vatandaşlar olarak yetiştirmek üzere...”
Tepkiler Atatürk ilkelerinin çıkartılması üzerinde yoğunlaşıyor. O var, ama asıl başka bir şey var.

HAZIRLIK

Atatürk ideolojisinden vazgeçelim, derken çok çarpıcı bir ilkeden de vazgeçiliyor. Asla vazgeçilmeyecek olan bir ilkeden:

Yazının Devamını Oku

Malatya’da çaktırmadan ikili anlaşma

16 Eylül 2011
NATO’nun yeni üssü Malatya. Lafı evirip çevirmeye gerek yok, radar yerleştirmeyle birlikte, Malatya üs statüsünde.
Bir takım teknik deyimlerle “füze savunma sistemi erken uyarı radarının Malatya’da kurulmasına” karar verildiği açıklanıyor. Siyasi ve askeri açıdan önemli adım. Özellikle İran’dan Batıya yönelecek herhangi bir füze saldırısını önceden haber verecek bir sistem. Türkiye her ne kadar bunu NATO çerçevesinde yapıyorsa da, baş rolü Amerika oynuyor.
O kadar oynuyor ki, önceki gün Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone bu kararı resmileştiren mutabakat zaptını imzalıyor. Bu imzanın pratikte ve hukuk açısından iki önemli niteliği var.
1- Bu imza ile Malatya fiilen NATO Üssü oluyor. Adı konsun ya da konmasın, NATO Üssü.
2- Mutabakat zaptı denilen belge buz gibi İkili Anlaşma, başka bir şey değil.

YABANCILAR YERLEŞECEK

Bu zapta göre, bir kısım Amerikan askeri ve teknik personeli Malatya’ya yerleşecek. Hey, dalga mı geçiyorsunuz, sadece bir mutabakat zaptı ile Türkiye’ye yabancı asker gelecek. Bu farklı bir durum değil mi?
NATO şemsiyesi ya da bu üsde Türk subaylarının görev alması durumu değiştirmiyor. Geçmişte İncirlik Üssü’nün kullanılmasında da, Türk subayları görevli, ama orada İkili Anlaşma geçerli.
Malatya’ya radar kurulması topraklarımızın yabancılar tarafından kullanılması anlamını taşıyor.
Sıradan bir mutabakat zaptı ile çözülecek iş değil.

CİNDORUK UYARDI

Hem siyasetteki deneyimi, hem hukukçu kimliği ile TBMM eski Başkanlarından Hüsamettin Cindoruk dün bana gönderdiği özel bir mesajla siyasileri ve kamuoyunu uyarıyor:
“Sözü geçen mutabakat zaptının derhal TBMM’nin iznine sunulması gerekir. Anayasa bunu emrediyor. Bu ikili anlaşmadır ve egemenlik haklarımız açısından TBMM’de tartışılması gereken devlet görevidir”.
İktidar yan çizebilir, ancak bu görüşün muhalefeti harekete geçirmesi gerekir.

10 numara çok can yaktı

EN büyük otobüs yangınlarından biri haziran başında Giresun’da yaşanıyor. 22 kişi hayatını kaybediyor.
Giresun’daki gibi, zaman zaman otobüslerde yangın çıkıyor ve insanlar canlarını veriyor. Bu kaza haberleri genellikle “parlayıcı taşıyan otobüs ya da kamyon alev aldı” biçiminde.
Yanlış, ilgisi yok. Yangın çıkan otobüs ve kamyonlar 10 numara yağ kullanıyor. 10 numara yağ, genel olarak mazota gazyağı karıştırılmasıyla elde ediliyor. Diğer akaryakıt ürünlerine göre hem daha ucuza geliyor, hem vergi kaçırılıyor. Ucuz ama, çok tehlikeli, çabuk parlıyor. 10 numara yağ kullanan otobüs ve kamyonlar o nedenle çabuk alev alıyor, Giresun’daki gibi facialara yol açıyor.
Maliye Bakanlığı yeni aldığı kararla 10 numaralı yağda ÖTV’yi artırıyor. İsabetli bir karar. Bir yandan vergi kaçakçılığının önüne geçilmiş oluyor, daha önemli olmak üzere, öte yandan, 10 numara yüzünden çıkan kazalar önlenmiş oluyor.

Kaç Tayyip Erdoğan var

2004 ve 2005 yıllarında AB’yi mesken tutmak için canını dişine takan Tayyip Erdoğan mı, yoksa son yıllardaki gibi, AB’ye sırt çeviren Erdoğan mı?
Her türlü özgürlük için yola çıktığını söyleyen, tüm dış görüşmelerinde özgürlükleri vurgulayan Erdoğan mı, yoksa örneğin basın özgürlüğüne tahammülü çok sınırlı Erdoğan mı?

“Libya’da NATO’nun ne işi var yahu” diyerek, NATO’nun Libya müdahalesine karşı çıkan Erdoğan mı, yoksa NATO ile birlikte Libya’ya savaş uçakları ve gemileri gönderen Erdoğan mı?

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı “kardeşim” diye kucaklayan Erdoğan mı, yoksa “Esad’a artık ben de inanmıyorum” diyen Erdoğan mı?
23 Nisan töreninde Başbakan koltuğuna oturan çocuğa “şimdi istediğini yaparsın, astığın astık, kestiğin kestik” diyen Erdoğan mı, yoksa içerde ve dışarda attığı önemli adımlarda danışmanların ve bakanların nabzını tutan, bunu dikate alan Erdoğan mı?
“Tutturmuşlar bir laiklik elden gidiyor, millet istemedikten sonra, tabii gidecek yahu” diyen Erdoğan mı, yoksa Mısır’da önceki gün verdiği demeçteki gibi, “laiklikten kormayın, laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır, ben laik bir ülkenin Başbakanıyım” diyen Erdoğan mı?
“Kürt sorunu vardır, yoktur” zigzagları, Kıbrıs’ta Annan Planına verdiği destek, çektiği destek ve günlerin getirdiği olaylar içinde benzer çelişkili tavırlar.
Bir Erdoğan var ki, insanı rahatlatıyor, kaygılarını gideriyor, bir Erdoğan var ki, kaygılar tavan yapıyor, insanlar kara kara düşünüyor.
Laisizmle ilgili Mısır’daki sözleri ona oy vermeyen öteki yüzde 50’yi rahatlatıyor. Bakalım bu rahatlama hangi çıkışı ile sona erecek.
Yazının Devamını Oku

Bir maniniz yoksa yarın size geleceğiz

15 Eylül 2011
KAHREDEN pusu, hepimizi günlerce mateme sürükleyen PKK’nın Çukurca baskını.

Bu baskınla ilgili internete düşen videoyu PKK yayımlıyor. Video korkunç bir gerçeği gözümüzün önüne seriyor. Bizim askerler Çukurca’da
ters tarafta mevzileniyor, PKK arkadan vuruyor. Arkadan alınan önlem yok, doğruysa, videoda gösterilenler bu yönde.
Çukurca’dan bu yana, bir ayı aşkın süredir, her gün polisler, askerler şehit ediliyor. Arada korucular ve sivil halktan öldürülenler var.
PKK artık doğrudan polise de saldırıyor. Terörle mücadelede bundan böyle polise ağırlık verileceği açıklamalarının ardından, PKK’nın hedefinde eskiye göre daha yoğun biçimde, artık polis var.
Bir buçuk aylık bilanço, asker, polis 62 şehit.

VAHİM SÖZLER

Askeri açıdan beceriksizlikleri geçenlerde en yetkili kişiden, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in ağzından internete düşen sözleriyle öğreniyoruz.

Yazının Devamını Oku

Ülke büyüyor, senin benim borcum artıyor

14 Eylül 2011
DUDAK ısırtan ekonomik büyüme. Mali kesim, tarım, sanayi, inşaat, ticaret, haberleşme tüm sektörler dünyaya örnek büyüme halinde. Harika.

İyi de, onların hepsi büyürken, bana, sana, ona düşen pay, bizi o kadar sevindirmiyor. Dünyayı kıskandıran büyüme bana, sana, pek çoğumuza, o ölçüde yansımıyor, hatta benim, senin, onun pek çoğumuzun borcu artıyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun, herhangi bir ülkedeki büyüme, siyasal açıdan övünülecek bir durum. Yatırımlar artıyor, üretim artıyor, işsizlik azalıyor, daha ne olsun.
Arka arkaya rekor kıran büyüme oranında dikkat çeken büyüme mali sektöre yani bankalara ait. Orada büyüme yüzde 18.5 gibi çok yüksek bir oran.
Neden? Faizler düşük, bankalar bol bol her türlü krediyi veriyor. Tüketici kredisi dahil. O krediler iç talebi canlandırıyor, ortaya iç talebe bağlı büyüme çıkıyor.
Bu arada benim, senin, onun borcu artıyor. Büyüme benim, senin, onun aldığı kredilerin, yani bizim borçlanmamızın sonucu. Mali sektör onun için o kadar büyümüş.
Buna gelir bölüşümündeki adaletsizlik eklenince, ekonomi büyüyor ama, benim, senin, onun refahı yerinde sayıyor. Birilerinin karı anormal artıyor, kesin. Birileri bayram yapıyor, kesin. Sen, ben, o pek öyle sevinemiyoruz.
YA CARİ AÇIK

Yazının Devamını Oku

Sermayeden değil af ola, emekten bir kesit

13 Eylül 2011
TALİMAT tepelerden geliyor:<br><br>“İşçiler o sendikadan istifa etsin, şu sendikaya üye olsun, şu sendika bize yakın sendika.”

O yakın sendikanın ne kadar yakın olduğu son seçimde gözler önüne seriliyor. Kamuda çalışan memurlar belli bir sendikaya, kamuda çalışan işçiler yine belli bir sendikaya üye yapılıyor. Memur ve işçi örgütlenmesi iki belli sendikada yoğunlaşıyor. Diğerleri “bizden değil”.

İşçi, memur örgütlenmesi bir yana, kendi halinde bir marangoz bile yakınıyor, “bizim iş almamız için artık mutlaka belli bağlantılar içinde olmamız gerek” diyerek.
Bu baskı Avrupalı sendikacıların dikkatini çekiyor.

Geçen hafta İstanbul’da medyanın pek yüz vermediği bir seminer gerçekleşiyor.
EMEK DAYANIŞMASI

Yazının Devamını Oku

Beşşar Esad, Erdoğan’a öfkeli

10 Eylül 2011
DÜNYA ve bölgedeki olayları CHP, tıpkı AKP Hükümeti gibi yerinde izliyor. Somali’den sonra Suriye bunun iki örneği.

Ajanslardan, haberlerden izlemek yerine, doğrudan olay yeri araştırmasına girişmek elbette daha yararlı.
CHP’den bir gurup milletvekili beş, altı gün önce Şam, Halep, Lazkiye ve birkaç kente daha gidiyor. Dışişleri Müsteşarlarından, Türkiye’nin Washington Büyükelçilerinden Faruk Loğoğlu şu anda CHP milletvekili. Loğoğlu başkalığındaki heyet hem Beşşar Esad’la görüşüyor, hem yerel yöneticilerle, hem halkla.
“Halkla görüşmek” deyince, biraz durmak gerek. Çünkü, heyetin görüştüğü halk, sanki Suriye yönetiminin önceden belirlediği halk.
Kentlerde hayat ilk bakışta normal akıyor gibi, ama belli bir huzursuzluk ve bekleyiş her yerde göze çarpıyor.

LOĞOĞLU’NUN İZLENİMLERİ

Suriye’den döndükten sonra heyet başkanı Faruk Loğoğlu ile konuşuyorum, ona izlenimlerini soruyorum.
Loğoğlu diplomatlığın getirdiği titizlik çerçevesinde son derece dikkatli konuşuyor, hatta “bazı şeyleri anlatmam mümkün değil” diyor. Bununla birlikte, yine izlenim olarak şunları aktarıyor:

Yazının Devamını Oku

UEFA: Beşiktaş-Maccabi maçında gerginlik istemiyoruz

9 Eylül 2011
İNÖNÜ Stadı coşku içinde. Siyah-beyaz bayraklar, tribünler, tezahürat her şey yerli yerinde.

UEFA hakem üçlüsü sahada, Beşiktaş’lı futbolcular sahada, ama İsrail takımı sahada yok.
Yine eylül, yine İsrail, yine gerginlik, yine Beşiktaş, yine bir futbol maçı. Yıl 1986.
1986’da Beşiktaş lig şampiyonu, Avrupa Şampiyon Kulüpler Turnuvası’na katılmak için eleme maçı oynayacak, kurada rakip İsrail’in Hapoel Tel Aviv takımı. Hapoel İstanbul’a nasıl gelecek?
Çünkü, 1980’de Türkiye, bugün olduğu gibi, İsrail ile diplomatik ilişkileri ikinci kâtip düzeyine indiriyor, büyükelçiler karşılıklı geri çekiliyor.
O günkü diplomatik krizin nedeni, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi. Arap dünyası hop oturuyor, hop kalkıyor. Kudüs Musevi ve Hıristiyanlar kadar, Müslümanlar için de kutsal bir yer. Araplar Türkiye’ye, İsrail ile ilişkileri askıya alması yönünde yoğun baskı uyguluyor.
Türkiye petrol krizi yaşıyor. Araplar Ankara’ya, İsrail ile ilişkileri askıya alırsa, petrol sözü veriyor. Ankara daha fazla dayanamıyor ve ilişkileri ikinci katip düzeyine indiriyor.
1980’deki bu kararın üzerinden altı yıl geçiyor, 1986’da ilişkiler hâlâ ikinci kâtip düzeyinde. Beşiktaş-Hapoel Tel Aviv maçı yine bir eylül günü İstanbul’da.

Yazının Devamını Oku

Lahey’e gitmek o kadar kolay değil

8 Eylül 2011
“GEÇERSİZDİR” diyerek kabul etmiyoruz, “hükümsüzdür” diyerek dikkate almıyoruz, “önyargılıdır” diyerek elimizin tersiyle itiyoruz BM Mavi Marmara Raporu’nu.

Rapora gösterdiğimiz tepki iki fiili karara yol açıyor. İlki, İsrail’e doğrudan yaptırımlar. Bu yaptırımlar demeçlerle destekleniyor.
İkincisi, Lahey Adalet Divanı’na başvurmak. Bunu da, “arş yiğitler vatan imdadına” havasında, sazlı-sözlü, pardon saz eksik, miting ritüelinde açıklıyoruz.
Oysa, Lahey Adalet Divanı’na, hadi gidelim deyince, gitmek o kadar kolay değil.
Birleşmiş Milletler nezdinde Türkiye’nin büyükelçisi olarak görev yapmış Ümit Pamir ile konuşuyorum dün. Pamir yetenekli bir büyükelçi. BM’den sonra Brüksel’de NATO büyükelçimiz olarak görev yapıyor. Uluslararası deneyimi yüksek. Ümit Pamir’in sözlerine kulak vermek gerek.

İKİ YOLU VAR

Pamir’in verdiği bilgiye göre, Lahey’e gitmek iki biçimde mümkün.
1- Raporda adı geçen iki ülkenin, bu durumda Türkiye ile İsrail’in birlikte başvurmaları gerek. İsrail başvuruya katılmayacağına göre, Türkiye tek başına gidemiyor.

Yazının Devamını Oku