Paylaş
İyi de, onların hepsi büyürken, bana, sana, ona düşen pay, bizi o kadar sevindirmiyor. Dünyayı kıskandıran büyüme bana, sana, pek çoğumuza, o ölçüde yansımıyor, hatta benim, senin, onun pek çoğumuzun borcu artıyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun, herhangi bir ülkedeki büyüme, siyasal açıdan övünülecek bir durum. Yatırımlar artıyor, üretim artıyor, işsizlik azalıyor, daha ne olsun.
Arka arkaya rekor kıran büyüme oranında dikkat çeken büyüme mali sektöre yani bankalara ait. Orada büyüme yüzde 18.5 gibi çok yüksek bir oran.
Neden? Faizler düşük, bankalar bol bol her türlü krediyi veriyor. Tüketici kredisi dahil. O krediler iç talebi canlandırıyor, ortaya iç talebe bağlı büyüme çıkıyor.
Bu arada benim, senin, onun borcu artıyor. Büyüme benim, senin, onun aldığı kredilerin, yani bizim borçlanmamızın sonucu. Mali sektör onun için o kadar büyümüş.
Buna gelir bölüşümündeki adaletsizlik eklenince, ekonomi büyüyor ama, benim, senin, onun refahı yerinde sayıyor. Birilerinin karı anormal artıyor, kesin. Birileri bayram yapıyor, kesin. Sen, ben, o pek öyle sevinemiyoruz.
YA CARİ AÇIK
Düşündüren bir başka gerçek var: Cari açık. Türkiye gibi yüksek büyüme hızına ulaşan başka ülkeler var, Çin, Rusya, Güney Kore, Endonezya, Hindistan. Hiç birinde cari açık (ithalat-ihracat farkı) bizdeki gibi değil, hatta onların fazlası var. Bizde cari açığın milli gelire oranı yüzde 10’a yaklaşıyor, çok tehlikeli.
İçeride krediler yoluyla, dışarıda da ithalat yoluyla borçlanıyoruz. Büyüme bu iki eksen üzerine kurulu. İthalata paramız (ihracatımız) yetmiyor.
Kısa süre önce ülkeyi yönetenler hep bir ağızdan, “harcamalarınızı kısın” diyerek, halkı uyarıyor. Yani, büyümeyi frenlemeye çalışıyorlar.
Çünkü, bu kadar iç ve dış borçlanma çok tehlikeli. Bugün balayı yaşanıyor, ama yarın örnekleri ortada, İrlanda, İtalya, İspanya.
Büyüme karşısında sevinmeyecek ülke yok. Bu açık. Ancak, bizdeki gibi büyüme karşısında düşünmeyecek ülke yine yok.
Büyüme elbette çok önemli. Onun kadar önemli olan, o büyümeden pay alabilmek, yani gelir bölüşümünde adaleti sağlamak. Benim, senin, onun refahı ancak o zaman artıyor.
Şu anda bununla ilgilenen yok.
Gazze ve Gerze
YAYKIL Köyü ve Gerze günlerdir ayakta. İkisi de, Sinop’a bağlı.
Bölgeye termik santral kurulmak isteniyor. Gerzeliler ve köylüler doğanın tahrip olacağı kaygısıyla buraya santral kurulmasını istemiyor. Halk buna büyük direnç gösteriyor. Tipik sivil toplum hareketi. Gösterileri önlemek üzere, emniyet güçleri halka biber gazı ve basınçlı su sıkıyor, takviye olarak Gerze’ye gelen jandarma ve polis oraya yerleşiyor. Gerze’de günlerdir gerilim yaşanıyor. Çıkan olaylarda yaralananlar var.
Durum hala sakinleşmiş değil, ama Gerze olaylarına kulak asan yok.
Günlerdir manşetlerden inmeyen flaş haber Gerze değil, Gazze.
Bitmek bilmeyen yorumlar ve aynı haber kalıpları, Başbakan Erdoğan Gazze’ye gidecek mi, gitmeyecek mi? Gitmeyeceğini sonunda açıklıyor.
Erdoğan’ın Gazze’ye gidip gitmeyeceği, giderse sonuçları uluslararası açıdan elbette çok önemli. Hiç tartışılmaz.
Ne var ki, Gerze’de polis ve jandarma coplarına seyirci kalmak, Gazze’yi bu ölçüde sahiplenmekle çelişiyor. Kim takar Gerze’yi, orada Gazze dururken.
Eşinin ölümünü beklemek
ODA TV davasında tutuklu olanlardan Doğan Yurdakul farklı bir dram yaşıyor. Eşi kanser ve durumu çok ağır.
En son nisanda görüşüyorlar, Doğan Yurdakul göz altına alınmadan bir gün önce, eşi altıncı kez kemoterapiye giriyor. Durum şu anda öyle ciddi ki, eşinin cenazesine katılabilmesi amacıyla Yurdakul için savcılığa izin dilekçesi bile yazılıyor.
Adalet sadece suçluyu cezalandırma, suçsuzu affetme, hak dağıtma değil. Adalet, böyle insani durumlarda tavır almak. Doğan Yurdakul’a izin vermek hem insanlık borcu, hem adil tavır.
Daha önce benzer durumlarda iki ayrı tutum görüyoruz. Bir savcı izin verirken, bir başkası izin vermiyor. Bakalım Doğan Yurdakul için karar nasıl çıkacak?
Doğan Yurdakul’un durumunu sergileyen dün bir kaç köşe yazısında daha okuyorum. Doğan Yurdakul’a destek vermek, insanlık borcu.
8.5 ay sonra yargıç karşısında
SONER Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu : 18 Şubat 2011’de tutuklanıyor.
Yalçın Küçük, Nedim Şener, Ahmet Şık, Müyesser Uğur, Doğan Yurdakul, Muhammed Sait Çakır, Coşkun Musluk: 6 Mart 2011’de tutuklanıyor.
Bu insanlar Oda TV davası kapsamında tutuklu. Aynı davada ayrıca Kaşif Kozinoğlu ile Hanefi Avcı 10 ve 14 Mart 2011 günlerinde tutuklanıyor.
Oda TV davasında adı geçenler yargıç karşısına ilk kez 22 Kasım’da çıkacak. Mart-Kasım, 8.5 ay sonra.
Önceki gün Adalet Bakanı Sadullah Ergin tutukluluk sürelerinin uzamasına değiniyor ve bunun “yasalardan mı, uyulamadan mı ileri geldiğinin araştırılması gerektiğini” söylüyor.
Bu sadece Oda TV örneği. Ergenekon, Balyoz, andıç, tutukluluk süreleri almış başını gidiyor. Kim bilir, kaç kez yazılıp çiziliyor, tutuklu sayısı hükümlü sayısı çoktan geride bırakıyor. Sadece siyasi davalar değil.
Adalet Bakanı ancak şimdi “yasalardan mı, uygulamadan mı” diyerek, araştırmayı daha yeni açıyor. Bakan Bey kimi kandırıyor?
Ve bu ülkede adaletten söz ediliyor.
Paylaş