26 Ağustos 2011
3 Temmuz-24 Ağustos, şike iddiası ile gözaltıların başladığı ilk günden son kararına kadar Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) tam 52 gün bir o yana çalkalıyor, bir bu yana. Sonunda yine de kendi iradesiyle değil, UEFA emriyle Fenerbahçe’nin Avrupa yolunu kapatıyor. 1- Kapattığına göre, şike iddiası ciddi olabilir. O zaman Süper Lig’den neden düşürmüyor?
2- Başka kayıpları mı düşünüyor? Örneğin, yayın kuruluşunun gelirlerini mi?
3- 52 günü neden boşa harcıyor? Daha erken davransa, Fenerbahçe’nin hukuki girişimlerine geniş zaman bırakmış olmaz mıydı? Bu durumda Fenerbahçe’nin hakları hiçe sayılmıyor mu?
4- Bir süre sonra mahkeme şike yapıldığına karar verir ve TFF Fenerbahçe’yi Süper Lig’den düşürmek zorunda kalırsa, Fenerbahçe Süper Lig’e ancak 2013-14 sezonunda çıkabiliyor. TFF bu zararını nasıl karşılayacağını hesaplıyor?
5- Bu ve başka ayrıntıları göz önüne almaktan aciz bir TeFeFe’yi herkes tefe koymaz mı? O TeFeFe görevine hala devam edebilir mi?
FENERBAHÇE’YE GELİNCE
TFF krizi nasıl kötü yönetiyorsa, Fenerbahçe’nin de akıllı yönettiğini söylemek güç.
1- Şike iddiaları ortaya atıldığı daha ilk gün, Fenerbahçe iç ve uluslararası spor hukukundan yararlanmayı akıl etmiyor. Örneğin, bu işten anlayan iyi bir yabancı avukat tutmuyor.
Bırakın avukatı CAS (Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi) var. CAS 60 ülkeden seçilmiş, 150 spor hukukçusunun görev yaptığı mahkeme. Sporla ilgili anlaşmazlıkları çözmeye yetkili, talep edilmesi halinde danışmanlık, hatta arabuluculuk hizmeti veriyor. Fenerbahçe’de bunu düşünen çıkmıyor.
2- Önceki gün UEFA bizim Federasyona yazı gönderiyor, Fenerbahçe’nin Avrupa’dan kendiliğinden çekilmesini istiyor. Aksi halde, Türkiye’ye ceza var. Federasyon bunu Fenerbahçeye iletiyor ancak, kulüp bunu geri çeviriyor. Fenerbahçe adım adım ateşe düştüğünü fark etmiyor.
3- Durum olağanüstü, neden olağanüstü kongre toplamıyor?
Bazı sorunlarımız sadece bizim iç sorunumuz değil, uluslararası boyutta. Elin oğlu titiz ve etik değerlere sahip, bunu hala anlamış bir toplum değiliz. Hangi konuda anlıyoruz ki.
Adamlar bastırınca, ateş bacayı sarıyor. Çık şimdi işin içinden, çıkabilirsen.
Taraftardan Acıbadem çağrısı
FUTBOL Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar aynı zamanda Acıbadem Sağlık Gurubu sahibi. Fenerbahçe bayan voleybol takımının sponsoru.
Federasyonun Fenerbahçe’ye Avrupa yolunu tıkamasından hemen sonra, FB Kulübü “yeni sezonda bayan voleybol takımı ile Acıbadem Gurubu arasında anlaşmayı yenilemeyeceğini” açıklıyor.
Dün bu açıklamaya ek gelişmeler yaşanıyor. Taraftarlara ait bazı siteler Fenerbahçelileri Acıbadem hastanelerini boykota çağırıyor.
Taraftar psikolojisini anlamak mümkün ama, biraz frene basmakta yarar var galiba.
Öfke seli ve bir avukat
Fenerbahçeliler duygusal ya da artık ne ise, Federasyonun kararına büyük öfke duyuyor. Ciddi analiz yaparak kendini tutamayan da var, sadece duygularıyla ayağa kalkarak kendini paralayan da.
Öfkeye kapılanlardan birini dün TV’de görüyorum, Fenerbahçe’nin tahkime başvuran avukatı. Adı galiba Haluk Burcuoğlu. Avukat Bey inanılmaz öfkeli, böyle hukuk olmaz, hukukçuluğumdan utanıyorum, filan derken, tam patlıyor, “Fenerbahçe’yi öğrenecekler, her yere gideceğiz” diyor.
Bir hukuk adamı öfkesine bu kadar yeniliyorsa, gerideki öfkeyi siz düşünün.
SPK el koydu
FENERBAHÇE ile ilgili kararın belirsizlik taşıdığı günlerde, 10 Ağustos-16 Ağustos arasında borsada çarpıcı bir gelişme yaşanıyor.
Beşiktaş ve Galatasaray hisseleri ile birlikte Fenerbahçe hisseleri de yükseliyor. Beş günde hisseler yüzde 55.47 kâr getiriyor. Beş günde kolay bulunmaz kazanç, normal değil.
Dün öğreniyorum ki, Sermaye Piyasası Kurulu olaya el koymuş, incelemeye başlıyor, kimler, ne kadar almış, spekülasyon araştırması.
Ortalığı toz duman götürürken, bu başka bir ayrıntı ki, sonuç alınırsa, ayrı bir skandal.
Hukuku şimdi hatırlayanlar
ERGENEKON ya da benzer davalarda hukuku unutan yazar-çizer takımı arasında hasta Fenerbahçeliler de var.
Fenerbahçe aleyhine gelişmeler ve Fenerbahçe’nin Federasyon kararıyla UEFA’dan dışlanması bu vatandaşlarımızda bardağı taşırıyor. Bardak taşması aslında olumlu sonuç veriyor, onlar aniden hukuku hatırlıyor, hukuka sarılıyor.
Keşke, nasırlarına basıldığı zaman değil de, her sorun karşısında akıllarına hukuk gelmiş olsa, ne güzel olur. Neymiş, hukuk herkese lazımmış.
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2011
‘HAYDİ gelin, şu medya faslını açalım. Açalım faslınızı, görelim halinizi.’ Bu girişim AB’ye ait. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik yolunda, her ekonomik, sosyal, kültürel, toplumsal sektör (durum) AB tarafından tek tek inceleniyor. Sanayi, çevre, ticaret, hukuk gibi, her sektör ayrı bir fasıl. İnceleniyor, eğer o alanda Türkiye AB ölçülerine uyum sağlıyorsa, fasıl kapanıyor.
AB’de son açılan fasıllardan biri, medya. Halen açılmış, bekliyor.
AB her faslı öyle kolayca açmıyor. Açmak için ölçüler, kapatmak için yine ölçüler var. AB’ye uyum var mı, yok mu, meselesi.
Bizim Anayasamızdaki özerk kurullardan biri de, RTÜK. Medya faslı açılırken, AB ile aramızda anlaşmazlık çıkıyor, RTÜK nedeniyle.
AB, kendi ölçülerine göre, anayasal güvenceye rağmen, RTÜK’ün bağımsız olmadığını öne sürüyor. Buna gerekçe olarak, RTÜK üyelerinin seçim yöntemini gösteriyor. “RTÜK üyelerini siyasal partiler seçiyor, onun için RTÜK bağımsız değildir” iddiasında bulunuyor.
Buna karşılık, AKP “üye seçimi parlamentoda yapılmaktadır, RTÜK özerktir” tezini savunuyor. AB bu tezi makul buluyor ve fasıl açılıyor. Ancak, bir koşulla:
“Üye seçimi parlamentoda yapılıyor dahi olsa, RTÜK’ün bağımsızlığı yönünde bize güvence vermek zorundasınız. RTÜK’ün bağımsızlığı medya faslının kapanması için ölçülerden biridir.”
FASIL KAPANMAZ
Bu arada yeni hükümette AB Bakanlığı kuruluyor. AB’ye verilen önem vurgulanıyor.
Ne var ki, hükümet 17 Ağustos’ta yürürlüğe giren Kanun Hükmünde Kararname ile bağımsızlığı bir yana, tam tersine, RTÜK dahil, üst kurulların özerkliğini kaldırarak siyasi erke bağlıyor.
AB’ye uyum açısından tam ters yola giriliyor. RTÜK’ün bağımsızlığına son vermek, hem Anayasaya aykırı, hem AB ölçülerine.
Bunun düzeltilmesi için Anayasa Mahkemesi’ni bir kalem geçin. Ama, AB’yi geçmek bu koşullarda çok zor. Bu karar AB’ye çarpıyor. AB bu durumda medya faslını hayatta kapatmaz. AB yolunda yokuşta sürünmenin yeni bir gerekçesi.
AB’ye tam üyelik için hem yeni bir bakanlık kumak, hem AB’nin ayağına basmak anlaşılır gibi değil.
Türkiye kevgire döndü
TÜRKİYE’de görevli yabancı askeri ateşeler dün uzun raporlar yazıyor. Eski Genelkurmay Başkanı emekli orgeneral Işık Koşaner’e ait olduğu söylenen açıklamaları kendi ülkelerine bildiriyor.
Böylece Türkiye’nin terörle mücadelesini diğer ülkeler daha iyi anlıyor. Koşaner’in sözlerinin iki yönü var.
1- PKK ile süren savaşın neden otuz yıldır sürdüğü anlaşılıyor. Emir-komuta zinciri kopukluğu, terörist diye kendi askerini vurması, çatışmada tim komutanlarının silahını bırakıp kaçması, her yere kontrolsüz mayın döşenmesi, eğitim zaafiyeti, ne ararsanız var. Daha vahimi, Koşaner yeni emekli olduğuna göre, söyledikleri şu anda da, geçerli. Dehşet verici.
2- İkincisi en az ilki kadar vahim. Türkiye’de artık dinlenmeyen yer ve kişi yok. Bu anlamda hiç kimsenin en küçük güvencesi yok. Telefon ve ortam dinlemede Türkiye kevgire dönmüş durumda, delik deşik. Kim, kimi dinliyor, bunların ne kadarını, ne zaman, neye göre pazara sürüyor, belli değil.
Tek parti döneminden bu yana, Türkiye hiç bir zaman böyle güvensiz bir dönem yaşamıyor. Buna demokrasi demek filan lüks.
Başbakanlığın, hatta Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun Koşaner’i kimlerin, nasıl dinlediğini, bunları nasıl, neden sızdırdığını araştırması, sonucu halka açıklaması gerek.
AKP’de ciddi kayma
SEÇİM sırasındaki söylemleri ile seçim sonrasındaki uygulamalarına bakın. Başbakan Erdoğan’ın söz ve uygulamalarından hareketle 2002’ye göre, ortaya daha farklı bir AKP çıkıyor. AKP’deki kaymayı somutlaştıran örnekler var.
- Daha milliyetçi. Kürt Sorununda açılım politikalarıyla geniş adımlar atmaya hazırken, bundan geri dönüyor.
- Daha otoriter. Parti, hükümet, devlet, özel kesim, sosyal yaşam ve medya ile ilişkilerde daha hoşgörülü iken, şimdi o toleransı kaybediyor. Açılan pek çok dava bu tavrı pekiştiriyor.
- Daha merkeziyetçi. Özellikle 17 Ağustos tarihli Kanun Hükmündeki Kararname ile pek çok özerk kurulu kaldırıyor, doğrudan bakanlıklara bağlıyor. Belediyeleri ikinci plana iterek, bir zamanlar yerel yönetimlere ağırlık tanıyan anlayışından uzaklaşıyor.
- Daha devletçi. Parti programı ekonomi politikasında serbest piyasayı vurgularken, şimdi söyleminde değil ama, uygulamada ipleri elinde tutmaya çalışıyor.
AKP iktidara geldiğinde daha liberal bir profil çizerken şimdi öyle değil, ciddi kayma var. Siyasal yelpazenin liberal yanı şimdi boş.
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2011
DİYELİM ki, bir vakıf üniversitesi, diyelim ki, herhangi bir kamu kuruluşu, hatta diyelim ki, bir arazayi kiralamış herhangi bir özel kuruluş... Elindeki arazinin imar planını değiştirmek isterse, bunu belediyeye gönderecek. Belediye üç ay içinde yeni imar planını onayladı, onayladı, onaylamazsa plan yeni oluşturulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gidecek. Oradan onay bekleyecek.
Belediyeleri büyük ölçüde devre dışı bırakan, aynı zamanda yeni kurulmuş olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığını geniş yetkilerle donatan bir durum.
Bu bakanlık pek çok açıdan aniden çok önemli bir konuma yükseliyor. Pek çok yetkiyi topluyor. Kentler, ilçeler, beldeler, kıyılar bu bakanlıktan sorulur hale geliyor. Bakanlık kentsel yapılar, kentlerin dönüşümünde büyük söz sahibi oluyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları da yine aynı bakanlığa bağlanıyor.
Türkiye gibi kent ve kıyı rantlarının çok yüksek olduğu bir ülkede çok çarpıcı bir karar. AKP iktidarının en radikal kararlarından biri. 17 Ağustos tarihli Kanun Hükmünde Kararname (KHK) artık buna izin veriyor.
GÜÇLÜ İKTİDAR FORMÜLÜ
Geçmiş iktidarlar döneminde de, benzer örnekler çok. KHK ile yönetmek örnekleri.
Son yirmi, otuz yıl içinde iktidarlar Meclis’ten bir torba yasa geçiriyor. O torbaya iktidar ne isterse dolduruyor. Ondan sonrası artık hükümete kalıyor. O yasayı kullanarak, Meclis’e yeniden gitmeye gerek kalmadan, eline almak istediği yetkileri KHK yoluyla almaya başlıyor.
AKP şimdi aynı yöntemi kullanıyor. İstediği değişiklikleri Meclis, komisyon, genel kurul, bir yığın tartışma, oylama, v.s. gibi yasal sürecin gerektirdiği zorunlu teknikleri bir yana bırakıyor. Onlardan kurtularak, amacına uygun kararlarla ülkeyi yönetiyor. Çok güçlü iktidar formülü. Pratik, hızlı, direksiyonu istediği yöne kırıyor.
CHP Gurup Başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin açıkladığı gibi, CHP bu durumda sözü edilen KHK’nin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor.
Anayasa Mahkemesi iptal eder mi? Yanılabilirim ama, bu yapısıyla biraz zor.
Ya UEFA ‘Şike var’ derse
DÜNYANIN en iyi teknik takip yapan polisleri nerede? Gözünden bir şey kaçmayan, her ayrıntıyı kayda geçen polisler nerede?
Bizim yöneticilere göre, bizde. Gösterilen son örnek, şike soruşturması. Teknik takip sonucu şike iddialarında polis on dört bin belge topluyor. Değişik kıyafetlere girerek, pek çok toplantı ve görüşmeyi videoya çekiyor, doküman ekliyor. Şike iddiası bu belgeler ışığında değerlendiriliyor.
Soruşturmayı yürüten savcı, önceki gün İstanbul’a gelen UEFA Başmüfettişine bu belgelere göre bilgi aktarıyor. UEFA Başmüfettişi neden geliyor?
Bizim Futbol Federasyonu’nun (TFF) hiç bir şey olmamış gibi davranarak, liglerin normal seyrine izin vermiş olması UEFA’yı tatmin etmiyor.
Ortada güvensizlik var. TFF açısından hazin bir durum. 31 kişi tutuklu, 17 kişi hak mahrumiyetine uğramış, ama TFF yerinde sayıyor. UEFA’nın etik kuralları böyle bir görmezliğe uygun değil.
UEFA’da Avrupa kuraları yarın çekiliyor. UEFA bugün, en geç yarın kura çekiminden önce, Türk takımlarıyla ilgili karar verecek. Şike kuşkusu ağır basıyorsa, Türk takımları Avrupa’ya veda edecek.
Ağır basmıyorsa, mesele yok. Ya basıyorsa? TFF sırat köprüsünde. Lig, kulüpler, TV yayınları ve devamındaki bin türlü sorunun anahtarı artık UEFA’da bağlı
Bu haberi geç aman bunu canlı ver
İŞÇİ Partisi (İP), Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal polis tarafından aranıyor. Geçen haftaki arama sonrasında bu guruptan üç kişi tutuklanıyor.
İP, Aydınlık ve Ulusal Kanal bugünkü iktidara muhalefeti ile tanınıyor. İP Genel Başkanı Doğu Perinçek Ergenekon nedeniyle aylardır hapiste. Şimdi oğlu ve iki arkadaşı daha hapse atılıyor.
Bu partinin düşüncesine katılmayabilir, Aydınlık okumayabilir, Ulusal Kanalı izlemeyebilirsiniz. O sizin özel görüşünüz. Ama, o görüş medyayı bağlamıyor. Yoook, öyle değil, bağlıyor-muş.
Önde gelen dört büyük TV kanalı ana haber bültenlerinde İP’nin ve yayın organlarının aranmasından tek kelimeyle bile söz edilmiyor. Kim bilir, birilerini kızdırmayalım, refleksi.
Oysa, aranan bir siyasal parti. Yayın organları ise, hepimizin ve bu kanalların meslektaşı.
Buna karşılık, bu aramadan bir gün sonra, Başbakan Erdoğan partisinin İstanbul’da verdiği iftara katılıyor. İftarda bir konuşma yapıyor.
Erdoğan’ın o konuşmasını sekiz TV kanalı canlı olarak yayınlıyor.
Basın özgürlüğünde böyle böyle yol alıyoruz.
Bağımsız kurullara veda
BANKACILIĞI denetleme, enerji piyasasını, tütün ve alkollü içkiler piyasasını, sermaye piyasasını düzenleme, RTÜK, Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu, Telekomünikasyon Kurumu, Kamu İhale Kurumu, Rekabet Kurulu.
Bunlar bir önceki iktidar döneminde siyasal etkiden arındırılmak amacıyla oluşturulan bağımsız üst kurullar. Bir anlamda özerk.
17 Ağustos tarihli KHK ile bunlar artık bağımsız değil, iktidarın denetiminde. AKP tam anlamıyla iktidarı ele alıyor. Hiç boşluk bırakmıyo
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2011
OTURDUĞU koltuktan kalkıp, “olmaz böyle şey” diyerek isyan eden seyircilerden biri de, benim. Üstelik, bir kaç kez.
Amerikan Cumhurbaşkanlarından Abraham Lincoln Amerika’da kuzey-güney iç savaşında ülkenin birliğini sağlıyor. Savaştan sonra uğradığı suikast sonucu öldürülüyor.
Robert Redford imzasını taşıyan “Suikast” filmi, Amerikan tarihinin bu en dramatik olaylarından birinin izini sürüyor. O iz sürme Amerika’nın kendi tarihiyle hesaplaşması. Hiç çekinmeden, perde arkasında dönen insanlık dışı, hukuk dışı dolapları göz önüne seriyor.
ASKERİ MAHKEME
Suikaste karışan üç kişi yakalanıyor, bir de pansiyon işleten bir kadın.
Lincoln’e suikastı düzenleyenler bu kadının pansiyonunda kalıyor, suikast timi içinde kadının oğlu da yer alıyor. Ancak, oğlu yakalanamıyor. Kadının suikaste yataklık ettiği öne sürülüyor.
Film bu iddia üzerine oturuyor, mahkeme süreci hukuk açısından yüz karası olaylarla dolu.
Her şeyden önce sivil değil, askeri mahkeme. İlk yanlış burada. İkincisi, mahkeme üyeleri, Anayasaya aykırı olarak, Savunma Bakanının özel seçimiyle oluşuyor. Savcı ve yargıçlar siyasi otoritenin emrinden çıkmayan, hukuka göre değil, aldıkları emirlere göre hareket eden üyeler.
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2011
İKİ kişi terörde hayatını kaybediyor İspanya’da, bizde PKK’nın eş anlamlı terör örgütü ETA’nın saldırısı sonucunda.
İki kişinin cenaze törenine İspanya’da tam bir milyon insan katılıyor. Terörü lanetlemek üzere. ETA geri çekilmek zorunda kalıyor.
Bizde bir buçuk ayda şehit sayısı 50’ye yaklaşırken, her cinayeti artık sanki kanıksıyoruz. Toplumsal acımız sanki bir gün sürüyor, çünkü ertesi gün bir başka acıya uyanıyoruz. O acı orada kalıyor, İspanya’daki gibi acıyı içselleştirmek yok.
Bu toplumsal ruh hali çok tehlikeli. Terörle yaşamaya alışmak, teröre yol açan temel sorundan uzaklaşmak anlamını taşıyor.
Hiç bir şey değişmeyecek, otuz yıldır nasıl gidiyorsa, öyle gidecek, kanıksaması. Bir terör-bir sınır ötesi operasyonu, bir terör-bir hava harekatı. Tekrardan ibaret, dön baba dönelim.
Kürt Sorununa böyle çözüm bulamayacağımız ortada, zaten bulamamışız.
PLAN YÜRÜYORPKK gözünü karartmış, terörü iyice azgın hale getirirken, diğer yandan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bölgede öngördüğü siyasal planı adım adım uyguluyor.
PKK’nın Silvan saldırısı ile eş zamanlı olarak, DTK demokratik özerkliği ilan ediyor. Silvan’da on üç asker şehit düşüyor.
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2011
HAVA sakin, hava sessiz, hatta havada barış protokolleri bile uçuşuyor. PKK’nın dağdaki lider kadrosu, bu havaya uygun, “silahla çözüm olmaz” mesajları iletiyor. Bir ay önce.
Tam o sırada Silvan’da 13 şehit veriyoruz. Ekranlara bir yandan şehit haberleri düşerken, öte yandan DTK demokratik özerklik ilan ediyor. DTK’nın başkanı kim? Kandil’in bir numarası Murat Karayılan.
Silvan ve demokratik özerklik ilanı savaşın yeniden başladığını bildiriyor. Silvan’dan bugüne kadar kırkı aşkın şehit veriyoruz. PKK neden yine azgınlaşıyor? Ve önceki günkü katliam, neden?
1- Öcalan kendisine daha rahat bir ortam sağlanacağı, örneğin eve çıkacağına ilişkin umudunu koruyor ama, bu gerçekleşmiyor. “Ben artık devreden çıkıyorum” diyor. Kürtler bölünüyor.
2- Bununla eş zamanlı olarak Suriye’de rejimin çökeceği inancı ortadan kalkıyor. Beşşar Esad onlarca uyarı ardından nihayet reformlara yöneleceğini ilan ediyor. PKK için kritik eşik burada.
Esad rejimi çökerse, büyük Kürdistan hayaline bir adım kalıyor. Ama, Esad kendini yenileyeceği sözünü verince, Kürdistan hayali çöküyor, PKK savaşı yeniden başlatıyor.
Türkiye’nin bütün dikkatini Suriye’ye vermesinin, Suriye’deki rejim değişimini, kendi iç sorunu olarak görmesinin altında bu gerçek yatıyor.
‘BURASI BİZİM’Seçimden önce bir kaç kez gittiğim Güneydoğu’dan hep aynı izlenimlerle dönüyorum. Orada belli bir kesim aynı sözü söylüyor:
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2011
KÜRSÜDE dört kişi. Behice Boran, Sadun Aren, İlhan Selçuk, Mihri Belli. Yanılmıyorsam yıl 1967. İstanbul Aksaray’da Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) binası. “Devrim Stratejisi” tartışılıyor.
Üniversite öğrencisi olarak üç gün süren tartışmayı arkadaşlarımla birlikte izliyorum.
Behice Boran ve Sadun Aren, TİP üyesi olarak, doğrudan sosyalist devrime geçişi savunurken, İlhan Selçuk ve Mihri Belli “Milli Demokratik Devrimi” savunuyor. Bu kavramın babası Mihri Belli. Önce sosyalist devrim değil, sosyalizme giden yolda, önce sivil-asker bürokrat, aydın işbirliğinde askeri darbe, ardından şiddete dayanmadan proleter devrim. İşçi sınıfının kesintisiz egemenliği.
Bu tartışma ile birlikte Türkiye İşçi Partisi (TİP) bölünüyor. Dünyadaki bütün sosyalist partilerde yaşanan ideolojik bölünme TİP’i de vuruyor. Sosyalist sol, bu bölünme sonrasında hiç bir zaman eski gücüne kavuşamıyor. Bölünmeler birbirini izliyor.
İŞKENCE, SÜRGÜN
Önceki gün yitirdiğimiz Mihri Belli hem yaşadığı hayat, hem bir ideolog olarak Türkiye Solu’ndaki yeriyle en renkli, en etkili, en militan nitelikleriyle pür sosyalist kalmış ender kişilerden biri.
Hayatı muhteşem. Anılarını topladığı “İnsanlar Tanıdım” kitabını okurken, bu kadar canlı, bu kadar faal, bu kadar çok yönlü bir yaşam, bir insan ömrüne nasıl sığmış, diye düşünüyorsunuz.
Amerika’da zencilerle dayanışma, ABD Komünist Partisi çalışmaları, Çin ve Japonya’da işçilik, Büyük Okyanus’ta gemilerde tayfalık, Yunanistan iç savaşında gerilla olarak dağlara çıkış, inanılmaz.Türkiye’de İktisat Fakültesi’nde asistan iken, “İlerici Gençler Birliği’ni” kuruyor ve 1944’te ilk tutuklamayı yaşıyor. 1951 Komünist Tevkifatı’nda ikinci tutuklama. Dönemin ünlü polis merkezi Sansaryan Han’da korkunç işkencelerden geçiyor. Toplam on bir yıl hapis, on sekiz yıl sürgün.
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2011
TAMAM, 1950’dan bu yana Somali’de yaşanan en büyük kuraklık. Yarım yüz yıldır Somali’de yaşanan en büyük açlık.
Tamam, öyle bir açlık ki, insanlar sadece deri ve kemikten ibaret hale geliyor. 1.5 milyon insan ölümle pençeleşiyor.
Tamam, ölülerini bile gömmeye güçleri yetmiyor.
Bunlar dünyayı ve bizi o insanlara yardım etmeye çoktan yeten insanlık dramı. Ama, bu ölçüde olmasa bile, Afrika’daki açlık ve kuraklık ilk değil. Bu ölçüde olmasa bile, Somali, Etiyopya, Kenya Eritre benzer açlık, hastalık ve sefaletle boğuşuyor.
Birleşmiş Milletler’in, Dünya Bankası’nın, çeşitli uluslararası kurumların yıllık raporları yirmi yıldır buralardaki açlık ve sefalete geniş yer veriyor, yardım çağrılarında bulunuyor.
Şimdi aniden ne oluyor da, dünya ve biz Somali kampanyaları yürütüyoruz?
YOLSUZLUKLARO yıllık raporlar ve oraya gidenler aynı gerçeği sık sık vurguluyor:
“Yardımlar yerine ulaşmıyor, büyük yolsuzluk var.”Yolsuzluk denizde ve karada korsanlarla, çeşitli kabilelerin işi. Yardımlar adı teröre karışan örgütlerin kasası gibi.
Yazının Devamını Oku