Yalçın Bayer

Kilit adam: Nuri Albayrak

20 Ocak 2006
’GALİP sayılır bu yolda mağlup...’Futbol Federasyonu Genel Kurulu’nda Ulusoy’un kazanması karşısında hükümet için bu deyim tam yerine oturuyor.

’Demokrasi’ galip gelmiş; Başbakan Erdoğan ve Bakan Şahin ilk yenilgilerini almışlardır.

Dünkü genel kurul, siyasetin spora nasıl bulaştırıldığının belgesi olmuştur.

Özerklik ayaklar altında çiğnenmiştir.

Ayrıca bu tablo, Türk futbolunun dibe vurduğunun da bir göstergesidir.

Yazının Devamını Oku

Vural Öger’in uyarıları

19 Ocak 2006
DÜSSELDORF Havaalanı’na inildiğinde göçmen Türk yolcuların Türkiye’den getirdikleri valizler x-ray cihazından geçiriliyor. Beyaz eldivenli bir gümrük görevlisi şüphelendiklerini açıyor ve bazı yiyecek paketlerine alıkoyuyordu.

Tepkinin bir yararı yok; "Bu bir tedbir" diyor Alman gümrükçü sert bir şekilde.

THY uçağının 70 ton yükünün 40 tonu yiyecek-içecek türündenmiş. Hacıların zemzem suyu yükü de buna dahilmiş. Göçmen Türklerin arasında köyünde kestirdiği tavuğu getiren de varmış.

’Kuş gribi’ tehlikesinin özellikle turizm açısından endişe verici olduğu anlaşılıyor.

Nitekim, hafta başında yapılan ’Türkiye’nin Avrupa’daki Yeri’ adlı toplantıda konuşan AP Avrupa Parlamentosu üyesi Vural Öger "Bir iptal gözükmüyor ama revervasyonlar durakladı" diyerek endişesini dile getiriyordu.

Aynı şekilde Türkiye’den gönderilen gıda ürünleri ihracatında da bunun olumsuz etkisinin ilerdeki günlerde ortaya çıkmasından endişe ediliyor.

Wuppertal’da Özdemir kardeşlerin çalıştırdığı Eskeshof Oteli’nde yapılan panelin ilginç konukları vardı. Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü Alişan Hızlı’nın düzenlediği paneli Düsseldorf Başkonsolosu Hakan Olcay da izledi.

DİTİP Genel Sekreteri Mehmet Yıldırım, Milli Görüş Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, Avrupa Türk Demokratlar Birliği Başkanı Dr. Fevzi Cebe, Avrupa Türk İslam Birliği Genel Başkan Yardımcıları Doğan Aktaş ve Mehmet Çubukçu, Alevi-Bektaşi Enstitüsü’nden Hasan Cengiz, Almanya Türk İşadamları Birliği’nden Efendi Aygün, MÜSİAD adına Orhan Bilen ile Türk Demokratlar Vakfı Başkanı Aydın Yardımcı, Hür Türk Genel Başkanı Hasan Tekin, Alman Türk Dostluk Federasyonu Başkanı Ali Kılıç, çeşitli Türk STK temsilcilerinin bu şekilde ilk kez bir araya gelmeleri "Avrupa’daki birlik ve beraberliği sembolize etmesi" açısından önemli bir gelişme olarak dikkat çekti.

Hele Avrupa’da İslamcı önyargıların kabardığı bir süreçte din amaçlı kuruluşların temsilcileri ile sol ve liberal işadamlarının yan yana gelip

AB’ye uyum sürecinde ortak sıkıntılarını dile getirmeleri, AKP hükümetinin dikkate alması gereken bir olgu olmalıdır bizce.

Türkiye’nin önündeki süreci açık bir dille ortaya koyan Vural Öger "Konuşmak, kavga etmekten iyidir. Farklılığımız Türk varlığını birleştiren unsur olmalı" diyerek toplantının önemini vurguladı.

"Avrupa ülkelerinin halkları, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkıyor. Bana ’Bizi AB’ye alacaklar mı?’ diye soruyorlar. Ben de ’Hangi Avrupa?’ diyorum. Çünkü İngiltere ayrı bir Avrupa; Avusturya, Almanya, Fransa ayrı bir Avrupa... Ne yazık ki, karşımızda homojen bir Avrupa yok, en büyük sıkıntı bu."

ULUSAL PROJE GEREK

Geçen 3 Ekim’de, AB’nin görüşmelere başlaması kararından önce Chirac ve Schröder’in kendisini davet ettiklerini ve Fransız Cumhurbaşkanı’nın "Ben Türkiye’nin AB’ye katılmasını istiyorum, ancak halkım henüz hazır değil. Halkım adına hemen karar veremem. Bu da yavaş yavaş olacak" dediğini anlatan Öger şöyle devam etti:

"Kopenhang kriterleri, çağdaşlaşmadır. Türkiye, AB’ye laik devlet yapısıyla girecektir. Ama bu 25 devletin siyasi bir kararıyla olacaktır. Onun için Türk toplumunun Avrupa ile kaynaşacak ulusal bir projesi olmalıdır. Bu içten gelen bir inançla olmalıdır. Bunun için de zamana ihtiyaç vardır. Türkiye o zaman Avrupa’nın bir parçası olacaktır."

Burada en önemli sorunun ’egemenlik’ olduğunu dile getiren Öger, "Kanunlar Brüksel’de yapılacak, ülke parlamentolarında kabul edilecek. Buna hazır mıyız? Adam yetiştiriyor muyuz? İşte bizim asıl meselemiz budur."

Almanya yazılarını sürdüreceğiz.

Özerkliğin canına okundu

BİR
spor adamı, TFF seçimi öncesindeki spordaki görüntüyü özetliyor:

"Futbol Federasyonu başkanlık seçimi kulisleri, siyasi parti kongrelerini geride bıraktı. AKP ’kukla başkan’ arıyor. Zaten her kurumda bu işler böyle yürüyor. Abdullah Gül’ün Kayserili hemşerisi ve Kadir Has’ın avukatı Levent Bıçakcı getirildi, sonra değirmende öğütüldü. Haluk Ulusoy, kulüplerin işine geliyor ancak kendisini iktidar istemiyor. Peki hakkındaki dosyalar bugüne kadar neden gündeme getirilmedi? Aklanmak seçimden önce gerekliyse Başbakan Erdoğan ve birçok belediyeci AKP’li bakanın, seçimden önce aklanması gerekmez miydi? Yeni TFF Başkanı’nın altına ’gölge başkan’ olarak Hasan Doğan getirilecek. Çünkü AKP’nin tarzı bu. Hasan Doğan, Ramsey’in sahibi Remzi Gür’ün kayınbiraderi... İşadamı Ayhan Bermek ismini Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay ortaya attığı biliniyor. Davut Dişli, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin yeğeni; o da Bermek’in yanında olacak tabii... Bu işlerin ’organizatörü’, Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin... Sporda en çok doping vakası onun döneminde ortaya çıkmadı mı? Şahin, futboldan ne kadar anlıyor? Tayyip Erdoğan’ın bir dönem oynadığı Kasımpaşa Erekspor’un başkanlığını yapmış ve başarısızlığından ötürü başkanlıktan ayrılmak zorunda kalmıştı... Özerklik böylece ayaklar altına alındı."

UEFA böyle ’spor rantı’na dayalı seçimi içine sindirebilir mi?

Kamuoyu etkilenir

SHP Genel Başkan Yardımcısı İlhan Göğüş, bir not göndererek şöyle diyor:

"Vatan Gazetesi’nde yayınlanan seçim anketlerinin esas aldığı seçim çevrelerinin Türkiye geneli için yanlış sonuç verdiği görülecektir. Örneğin, AKP, 2002 genel seçimlerinde, ankette esas alınan seçim çevrelerinde %41.3 oy almıştır. Oysa anımsanacağı gibi AKP’nin oy oranı %34 idi. Yine mart 2004 seçimleri içinde aynı durum söz konusudur. AKP aynı seçim bölgelerinde, İl Genel Meclisi seçimlerinde %48.2 oy almıştı. Oysa Türkiye genelinde oy oranı %42 idi. Seçime ilişkin kamuoyu anketleri çok dikkatli yapılmadığında, kamuoyunu yanlış etkilemekte ve manüple edebilmektedir. Bunu köşenize iletmek isterim."

GÜNÜN SÖZÜ

"Kamu görevlilerinin yürüttükleri görevle ilgili bir iş, hizmet veya menfaat ilişkisi olan gerçek veya tüzel kişilerden kendileri, yakınları veya üçüncü kişi veya kuruluşlar için doğrudan doğruya veya aracı eliyle herhangi bir hediye alamaz."

(Kamu Etik Kurulu Başkanı Prof. Mehmet Sağlam)
Yazının Devamını Oku

Bor’la kafayı yiyoruz ama...

18 Ocak 2006
BORSEVERİM öyleyse vatanseverim söylemi kamuoyunu yanıltıyor... Bor’la köşeyi dönme umudu aşılayan, sanal bir bor dünyası yaratıyor:

Bor stratejik madendir, petrolün yerini alacak, arabalar borla çalışacak... ABD borumuzun peşinde, ülkemizi işgal edecek...

Oysa, gerçek bor dünyası bu söylemlerden çok farklı:

- Türkiye’den ihraç edilen bor madeninin %50’sini zaten ABD’li şirketler alıyor. Eti, Türk sanayicisine bor madeni satmıyor.

Bor madenlerinin %70’ine sahip Türkiye, dünya bor ürünleri piyasasından sadece %5-10 pay alabiliyor.

Yazının Devamını Oku

’Vicdan testi’ Almanya’yı karıştırdı

17 Ocak 2006
AVRUPA Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Kerem Çalışkan arayarak "İslam Testi ile ilgili olarak günlerdir yayın yapıyoruz, haberin yok galiba" dedi. Almanya’nın Baden Württenberg Eyaleti’nde, Alman vatandaşlığına geçmek isteyen Müslümanlara 30 soru yöneltilmesi haberi ilk olarak Hürriyet’in 17 ve 18 Aralık tarihli Almanya baskılarında geniş şekilde yer almış... Bazı çevrelerce ’vicdan testi’ olarak da nitelendirilen ve insan haklarıyla bağdaşmayan sorulara önce Türkler karşı çıkmış, daha sonra da Almanlar... Bir Alman politikacı, "Bu sorular Papa’ya sorulsa, Papa bile Alman vatandaşı olamaz" diye tepki göstermiş. AB’de İslam’la ilgili önyargıların arttığı bir dönemde böyle anlamsız bir testin yapılmasına aklıselim sahibi Almanlar, "Bu yanlış bir yol, Müslüman yabancılar arasında gerginlik yaratır" diyerek tepki gösteriyorlar.

Stuttgart’ta hafta sonu düzenlenen "Vicdan Testini Durdurun" mitinginde bu sorgulamanın bir an önce geri çekilmesi istenmiş Türklerce... Konuşmacılardan, Yeşiller Belediye Meclisi üyesi Aynur Söylemez, bu testle Alman toplumunda ikinci bir sınıf yaratma girişiminin artık gizlenemeyecek bir gerçek olarak ortaya çıktığını söylemiş.

’EURO FAŞİZM’ TEHLİKESİ

Bu sorgulama, Almanya’daki göçmen sivil toplum örgütleri arasında, resmen ifade edilmese de, Avrupa’da son dönemlerde hızla gelişen ’Euro-faşizmin’ ayak sesleri olarak değerlendiriliyor. Bu test, CDU’nun göçmenler için bir uyum ve toplumsal barış politikasının olmadığını gösteriyor.

Sol Parti (PDS) Milletvekili Hakkı Keskin, bu uygulamaların uzun vadede yabancı düşmanlığını körükleyeceğini belirtiyor.

Aynı şekilde AP Yeşiller Milletvekili Cem Özdemir, "Bu testi aklı başında olan herkes eleştiriyor. Hatta bunu CDU içinden de eleştirenler var. Bir insan hakları ihlali olan bu hatadan bir an önce dönülmelidir. 16 eyaletten biri yanlış bir yola gidiyor. Bu ortadan kalkmalı ve durdurulmalı" diyor. Avrupa Parlamentosu’na bu konuda bir önerge vereceğini de söyleyen Özdemir, Türk toplumunu gösterdiği duyarlıktan ötürü de kutluyor. Alman SPD, eski AP Milletvekili Ozan Ceyhun ise bu sorulara genel olarak karşı çıkmıyor ve "Ancak sorulacaksa herkese sorulması gerektiğini" söylüyor.

Baden Württemberg Eyaleti İçişleri Bakanı Rech, testi, silah ruhsatı olanlara yapılan ’güvenilirlik testi’ne benzetti ve amacın Alman vatandaşlığına geçmek isteyenleri teşvik olduğunu ileri sürdü.

İLGİNÇ 2 SORU

Almanya Hürriyet’
in yayınları sonrasında ’İslam Testi’nden geçen bir Türk henüz olmamış...

"Çocuğunuz 21 yaşında eşcinsel olduğunu söyleyerek bir erkekle evlenmek isterse ne yaparsınız?.. 11 Eylül saldırılarını yapanlar özgürlük savaşçıları mı, yoksa teröristler mi?" gibi ırkçılık ve ayrımcılık kokan sorularına karşı Almanya’da örgütlü bulunan Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DİTİB), Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (ABF), Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD) ve Milli Görüş gibi sivil toplum örgütlerinin ’vicdan testi’ne karşı tepkisiz kalmalarının, özellikle bu örgütlerin tabanında rahatsızlık yarattığını vurgulamak gerekiyor.

Kaplan sebep olmuş

HÜRRİYET’in bir başka haberine göre, araştırmalar sonunda, bu testin geçen yıl Türkiye’ye gönderilen Metin Kaplan’ın bazı açıklamalarından sonra gündeme geldiği belirtiliyor. İsmail Erel’in bu konudaki haberinde, "Kaplan’ın Düsseldorf Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde verdiği ifadeleri değerlendiren hákimlerin yorumlarını dikkate alan Baden Württemberg Eyaleti’nin, vatandaşlığa geçiş uygulamasında değişikliğe gitmeyi bu nedenle kararlaştırıldığı" belirtiliyor.

Alman makamlarına göre, test sonucunda şüphe oluşturan kişiler hakkında Anayasa Koruma Teşkilatı tarafından araştırma başlatılabilecek.

Kuş gribine risk yönetimi

KUŞ
gribi konusunda Türkiye’de uygulamaya konulan planlar yine tam bir kriz yönetimi mantığıyla hazırlanmış. Yani, testi kırıldıktan sonra yapılacak işlere yönelik. Keşke, bu riski önceden görüp zarar azaltma planı (ZAP) ve diğer risk yönetimi çalışmalarını da yapsaydık. Örneğin, dünyanın kuş gribi için alarma geçtiği zamanlarda koruyucu önlemler alınsaydı, eğitici kampanyalara başlansaydı ve genellikle kuşların göç ettiği aylarda tavuk ve hindilerin açıkta beslenmesine, yani kuşların göç yolu üzerindeki çayır ve tarlalarda otlatılmasına izin verilmeseydi.

Keşke bugün TV’lerde yayınlanmaya başlayan koruyucu mesajlar, kuş gribi mevsiminin hemen başında yayınlansaydı... Ülkemizde afet öncesi bu tür koruyucu çalışmalar yetersiz; çünkü reaktif bir yaklaşımla hep ’kriz merkezleri’ kurup kaldırıyoruz; ama risk merkezi, risk masası ve dolayısıyla risk yönetiminin ülkemizde adı bile yok!.. Modern afet yönetim bilimine aykırı olan bu yaklaşımımızı, zihniyetimizi, durumumuzu artık değiştirmek zorundayız.

Literatürdeki afet tanımına göre, sosyo-ekonomik etkileri bakımından kuş gribi salgını da bir afettir. Türkiye, deprem ve kuş türü benzeri afetler ile baş edebilmesi için zihniyet değişikliğine gidip ’kriz yönetimini’nden ’risk yönetimine’ bir an önce geçmelidir.

Meteoroloji Müh. ve Afet Yön. Uzm.

Prof. Mikdat Kadıoğlu


GÜNÜN SÖZÜ

"Sadece dindar olmak yetmez, adil olmak da gerekir."

(Hz.İsa)

MESAJ PANOSU

KALAMIŞ Sadberk Sokak’taki binanın (Fuat Birgen’in yaptırdığı) çatı katına kaçak kat eklendi. Kadıköy Belediyesi’ne, İmar Müdürlüğü’ne yapılan şikayetler işe yaramıyor. İki oda ekleyip çatıya kat çıkılan evler 1.5 milyon dolardan satılıyor. Ne kadar büyük haksızlık, değil mi?

İsmi saklı

BİR okurumdan uyarı: "Adalet Bakanlığı’nın yapmış olduğu son idari hákimlik sınavında dönen torpili gazetenize taşımanızı istiyoruz. Yargı tüm hızıyla siyasallaşmaya devam ediyor. Torpili olmayanın kazanamadığı bir mülakat yapıldı. Sizden yardım bekliyoruz."
Yazının Devamını Oku

Bir seçim kampanyası

15 Ocak 2006
BİLKENT’de kamu yönetimi okuyan ve siyaset bilimi üzerine çalışma yapmak üzere 8 aydan beri Ottawa’da yaşamaya başlamış Bakırköylü Göksemin Atamer... Kanada’da 23 Ocak’ta yapılacak genel seçimler öncesi bize oradan notlar göndermiş. Atamer’in seçim ve siyaset üzerine ilginç gözlemleri var.

"Kanada’ya geldiğimden beri geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanı birlikte yaşar gibiyim... Kolay mı, dün Türkiye’de kurulu bir düzenim vardı, bugün Kanada’da hem yarınımı planlıyorum, hem düzene alışmaya çalışıyorum... Gün içerisinde İngilizce, Fransızca ve Türkçe arasında öyle hızla ve sık geçiş yapıyorum ki artık bazen hangi dilde düşünüp kiminle hangi dilde konuşuyorum fark etmiyorum bile...

Geleli 7 ay olmuş; her gün yeni bir detay keşfediyorum.

Öyle sakin bir ülke ki burası, TV sadece eğlence aracı olarak görülüyor. Haberler sadece hava durumu takibi için izleniyor, zira izleyecek haber neredeyse hiç yok.

Devletin Ottawa meteoroloji sayfası, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Hissedilen sıcaklığın gerçekte ne anlama geldiğini, bu ülkede yaşamadan anlayamazsınız. 22 derecede kar yağdığına şahit oldum. Son 5 yılın en ılıman kışı yaşanıyormuş.

Geçenlerde iliklerimizi donduran soğukta yürürken hemen hemen her evin bahçesinde küçük bir tabela saplı olduğunu fark ettim. Ne çok kiralık, satılık ev varmış diye düşünürken, bunların aslında seçim propagandası olduğunu anladım. İnanmayacaksınız biliyorum; ama burada hangi partiyi tutuyorsanız o partinin adayının fotoğrafı, parti ismi gibi detayların yazılı olduğu bu pankartlardan alıp bahçenize bir köşeye asarak reklam yapabiliyorsunuz. Aynı sokakta herkes farklı bir adayı destekleyebiliyor; ama yine de bir cinayet işlenmiyor. Her vatandaşın inandığı adayı gururla ve özgürce desteklemesine mi, politikacıların halk tarafından destek ve kabul görmesine mi, bu ülkede seçim olacağını birinin bahçesinde tesadüfen gördüğüm bir reklam tabelasından öğrenmeme mi daha çok şaşırdım bilmiyorum.

Federal Meclis’in 308, Senato’nun 105 üyesinin yenileneceği seçimler, 23 Ocak 2006’da, 18 yaşından gün almış tüm Kanada vatandaşları, yine 18 yaşından gün almış adaylara oy vermek için sandık başına gidecek (Seçimler hakkında bilgi www.elections.ca). Etrafta ne seçim otobüsü, ne davul zurna ekipleri, ne müzik ve ne de elektrik direklerine çekilmiş yüzlerce parti bayrağı var. Ülkede seçim olduğuna dair en ufak bir belirti yok. Ne heyecan var, ne karmaşa, ne anladım ben bu seçimden.

SEÇİLENİN SORUMLULUĞU

Anlayacağınız, seçimler pek renksiz! Seçim hazırlıkları gibi seçim sistemi de farklı. Bizde vatandaş devlete hizmet için var, burada devlet vatandaşa hizmet için, fark burada zaten. Burada partiye değil adaya oy veriyorlar. Meclise gönderdiğin aday vaatlerini yerine getirmezse hesabını soruyorsun. Bu yüzden bir söz söylemeden önce bin kez düşünüyor adaylar. Bizdekiler gibi trilyonlar yatırılmıyor seçim kampanyalarına.Mecliste muhatabın kim olacak, görerek seçiyorsun. Parti, kurdun güttüğü sürü demek değil, her yiğit kendi bacağından asılıyor ve bunu bildiği için ona göre davranıyor. İşveren halk, aday da emekçi... Hata yaptı mı bedeli neyse ödüyor, "Ben göçmenliğe başvuralı 3 yıl oldu, hálá bana olumlu veya olumsuz bir yanıt gelmedi" deyip yargıya, üstelik Kanada Kraliçesi ve Göçmen Bakanlığı’na dava açılıp kazanılabiliyor bu ülkede.

Kurtlar Vadisi’nde her şey o kadar güzel anlatıldı ki

TÜRK ve dünya televizyonlarından tahliyesini naklen izlediğimiz ’milli katil’ Mehmet Ali Ağca’nın gördüğü itibar, bana yine televizyon ekranlarından iki hafta önce izlediğim bir başka sahneyi hatırlattı.

Yer İstanbul. Mekán, özel olarak hazırlanmış bir duruşma salonu. Yargılanan kişi, ’devlet adına çalıştığını ve devlet adına kurşun atıp kurşun yediğini’ öne sürerek özel muamele gören bir mafya lideri... Polat Alemdar adlı bir şahıs...

Beraberindeki 3 çete elemanıyla birlikte, mahkemede öyle dokunaklı bir savunma yaptılar ki, neredeyse ağlayacaktık. Devlete öylesine değerli hizmetler yapmışlardı ki, cinayetleri öylesine kutsal amaçlar için işlemişlerdi ki, sanık sandalyesinde suçlu değil, aslında kahraman olarak duruyorlardı.

Tam 2 saat boyunca öyle vatan ve millet edebiyatı parçaladılar ki, hákim bile dayanamayıp üçü de sokaktan gelen çete elemanlarını gösterip, daha okumuş-yazmış ’reis’ konumundaki Polat Alemdar’a şöyle dedi:

- Bunca suç ve cinayet arasında, bu adamlara kitap okumayı ne zaman öğrettin?

Mahkeme heyeti, yaptıkları toplantıda olayın eğrisini doğrusunu uzun uzadıya tartışarak, önce ’ağırlaştırılmış müebbet’ verdi. Ardından da, bu suçların ’zorunlu koşullarda işlendiği takdirde suç olmayacağını’ belirten TCK’nın 25. ve 26. maddeleri gereği ’beraat’ kararı verdi.

Ve Polat Alemdar ile üç tetikçi, aslanlar gibi çıkıp gittiler adliye binasından. Adeta yelelerini sallayarak.

2 hafta önce sona eren Kurtlar Vadisi dizisinin final bölümünden söz ediyorum. Orada her şey öyle güzel anlatıldı ki... Fazla söze gerek kalmıyor. Kaçıranlara, Show TV ve Kanal D’de yayınlanan tekrar gösterimlerini ve piyasadaki VCD’lerini öneririm.

Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Haluk Kırcı, Yalçın Özbey, Alaattin Çakıcı olaylarındaki tüm soruların yanıtları bu dizide vardı. Bayramın üçüncü günü Kartal Cezaevi önünde yaşananlar mı ’dizi’, yoksa Kurtlar Vadisi’nde anlatılanlar mı gerçek?

Rafet PEKMEZCİOĞULLARI
Yazının Devamını Oku

Avustralya’da bayrak yakana 3 ay hapis

14 Ocak 2006
GEÇEN yılın mart ayında DEHAP’ın Mersin mitinginde yaşanan bayrak yakma olayı uzun süre konuşulmuş, tartışılmıştı. ’Bayrak krizi’ni yurtdışından takip eden Türklerden biri olan Atila Esener ise benzer bir olaya Avustralya’dan örnek veriyor. "Türkiye’de bayrağı yakanlar hiçbir ceza almazken, Avustralya’da arkadaşıyla birlikte bayrağı yaktığı için bir kişi üç ay ceza aldı. Hem de bu kişilerin Avustralya’nın bölünmesi istekleri ve ayrılıkçı nedenleri yok" diyen Esener’in bahsettiği olay Türkiye için çarpıcı bir örnek olsa gerek...

Aralık ayında, Avustralya vatandaşı Hadi Khawaja’nın (24) adı, Fransa’da başlayan, Avrupa’ya ve Avustralya’ya kadar yayılan ırkçı ayaklanmaların sıçradığı Sydney’in bir banliyösünde bayrak yakma olayına karıştı.

Olay sırasında Khawaja’nın arkadaşı, Avustralya bayrağının dalgalandığı direğe tırmanarak, bayrağı aşağıda bekleyen Khawaja’ya attı. Khawaja da 150 kişinin bulunduğu kalabalığın içinde bayrağı ateşe verdi.

Mahkemeye çıkarılan Khawaja, "Yaptığım şey çok aptalcaydı. Bütün Avustralyalılardan özür diliyorum" dese de 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıç Falzon, "Khawaja’nın ırkçı ayaklanmada gerçek anlamda rol almasa da bunu dikkate almış olması gerektiğini" belirterek, "Söz konusu zamanda gerçekleşen olayları da göz önünde bulundurursak, seçilen malzeme (bayrak) kuşkusuz bu ülkede yaşayan çoğunluk için önem taşıyordu" dedi.

Khawaja 27 Mart’ta salıveriliyor ama bu ve benzeri olaylar Türkiye dahil dünyanın her yerinde yaşanmaya devam edecek. Merak edilense tepkinin ne olacağı...

Asla inatlaşma

’KUŞ gribi’nden korunmayla ilgili olarak B Group A.Ş. müşterilerine, personeline ve tedarikçilerine yaptığı uyarıyı kamuoyuna da açıklıyor.

Bu titizliğe kızılabilir ancak gene de dikkat gerekiyor.

Poğaça, pasta, börek gibi yumurta kullanılarak imal edilen her türlü yiyeceğin tüketimi acilen sonlandırılmalıdır.

Ofislerde sadece kişinin kendine ait bardaklar kullanılarak çay-kahve içilmelidir. Mümkünse tek kullanımlık plastik-káğıt bardaklar kullanılmalıdır.

Dışarıda yemek zorundaysanız, mümkün olduğunca plastik çatal-kaşık-bıçak kullanılmalıdır. Bu ürünler yanınızda, çantanızda bulunmalıdır.

Tarlada açıkta yetişen maydanoz, brokoli, roka gibi sebzeler salgın geçinceye kadar tüketilmemelidir. Daha çok turfanda yetiştirilen -kuş dışkılarının bulaşma ihtimali zayıf olan- sebze ve meyveler tercih edilmelidir.

"Bir kereden bir şey olmaz, benim hayvanımda hastalık yoktur" gibi düşüncelere asla kapılınmamalıdır.

Sokak ayakkabılarıyla evlerin içine girilmemelidir. Ayakkabılar evin dışında çıkarılıp içeri girilmeli, ayakkabı tabanları kuş veya hayvan pisliğine bulaşmışsa eldiven takılarak ayakkabı tabanları en azından köpüklü su veya çamaşır suyu gibi kimyasallarla dezenfekte edilmelidir.

Salgın geçinceye kadar mümkün olduğunca kimseyle tokalaşılmamalı; eller sık sık sabunlu suyla yıkanmalıdır.

Taşıtların içi ve dışı sık sık yıkanmalıdır. Araçların kaportalarında bulunan kuş dışkılarına asla çıplak elle dokunulmamalıdır. Araç yıkama esnasında mutlaka plastik eldiven kullanılmalıdır. (Kullanılan eldivenler her kullanımdan sonra çöp kutusuna atılmalıdır.)

Alınacak önlemler konusunda asla inatlaşılmamalıdır.

Katilleriyle övünen millet

SORGULARINDA, ’Canımız sıkıldı, dışarı komünist avına çıktık’ diyen katiller infaz yasalarındaki değişik hesap oyunlarıyla cezalarını çekmeden salıverildiler, salıverilmeye de devam ediliyorlar. Devletin bu yaklaşımından cesaret alan bazı gruplar ve kişiler de ellerinde Türk bayrağı, cezaevi kapısında sanki milli bir kahramanı karşılar gibi gövde gösterisi yapıyor. Katilleriyle övünen, gurur duyan bu gibi durumlar ne yazık ki ancak ülkemizde oluyor. Bayrağın böylesine bayağılık işlerde kullanılmasına da devletin ne yazık ki hiçbir itirazı olmuyor.

Rıza AYDOĞMUŞ

Sigara, uyuşturucu kapsamına alınsın

SİGARA içmek öldürür. Sigara içmek spermlere zarar verdiği gibi doğurganlığı azaltır. Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur. Sigara içmek size ve çevrenizdekilere zarar verir...

Artık bazı sigara paketlerinde bu tip uyarılar var. Bu uyarılardaki sigara kelimesinin yerine esrar kelimesini koyun ve tekrardan okuyun. Esrarın verdiği zarar, sigarının verdiği zarardan farksızdır. Esrar uyuşturucudur. Kullanılması, bulundurulması ve satılması suçtur. Sigara ’uyuşturucu kapsamına’ alınmazsa, bu uyarılar havada kalır.

A. Kemal AKYILDIZ

AB Uyum Yasaları çerçevesinde güvenlik sertifikası olmayan kişiler özel güvenlik hizmetinde çalışamayacak dendi. Sertifika almak için 490 YTL, silahlı eğitim için 850 YTL ödedik. Aldığımız maaş 380 YTL. Şirketler, aldıkları güvenlik elemanlarına araba yıkattırıyor, bahçe sulattırıyor. İşte şirketlerin kafasındaki güvenlik personeli anlayışı...

B.PELİT-DENİZLİ

HÜKÜMETİN Gokova ve Bodrum’da turizme tahsis ettigi 3 ayrı alanın korunması

için imza kampanyası başlattık. Mavi yolu yaşatmak Gökova ve Bodrum kıyılarında doğal dengeyi korumak, ülke ekonomisine büyük bir doviz girdisi getiren yat turizminin sürdürülebilirliği sağlamak için açılan ’Doğal Denge Korunacak, Mavi Yol Yaşayacak’ imza kampanyası için www.bodrumajans.com.tr/protesto adresini ziyaret edebilirsiniz.

Köprülerde israf

BAYRAMDA köprü geçişleri ücretsiz olmasına rağmen, her 2 köprünün OGS gişelerinde kaçak geçen otoların fotoğraflarını çekmek için kullanılan kuvvetli projektörler sürekli yanıyordu. OGS sistemi çalışmaz iken bu projektörleri kapatıp tasarruf sağlamak görevlilerin aklına gelmedi mi? Nasıl olsa harcanan milletin parası, beylerin umurunda mı? İrfan ÖZTÜRK

GÜNÜN SÖZÜ

"(1980’den önce MHP’li Gümrük Bakanı) Gün Sazak’ı Batılı servisler öldürdü."

(Dönemin Gümrükler Başmüdürü Necati Can)


MESAJ PANOSU

İSTANBUL Orman Bölge Müdürlüğü çalışanlarından: Başbakan Erdoğan’ın talimatı üzerine tüm memurlar maaşlarını bayram öncesi (6 Ocak) aldılar. Ancak biz halen alamadık. Bir ihmal mi yoksa kasıt mı bilinmez ama aileleri ile birlikte binlerce memur ve işçi mağdur edilmiştir.
Yazının Devamını Oku

Uğur Mumcu yaşasaydı

13 Ocak 2006
UĞUR Mumcu hiçbir konuyu boşuna araştırmamış, hiçbir soruyu da laf olsun diye sormamıştır. İpekçi cinayeti, yeraltı dünyası ve Papa suikastı konularına değinen yüzlerce yazı yazdı Mumcu... En önemlisi de bunları 1984’te çıkan ’Papa-Ağca-Mafya’ kitabında topladı. Hálá kaynak bir kitaptır.

1980 öncesi terör nedeniyle Türk toplumu büyük acılar çekti. Uğur Mumcu kendi olanakları çerçevesinde terör olgusuna yanıt aramaya çalıştı. Varsayımları değil, gerçekleri ortaya çıkarmaya çalıştı.

Roma’ya giderek Ağca ile görüştü. Ağca, kendisine İpekçi’yi öldürmediğini öne sürüp Oral Çelik’in ismini veriyor. Aynı Ağca, Roma’da Rebbibia cezaevinde yargıç binbaşı Önder Ayhan ve sıkıyönetim savcısı Tunç Onat’a ateş edenin Yalçın Özbey olduğunu söylüyor.

İstanbul’daki ifadelerinde Oral Çelik’ten ve Yalçın Özbey’den söz etmemişti.

Uğur Mumcu, "Ağca hep yalan söyleyecek, yalan söyleyerek birilerini koruyacaktı. Bir tek hüneri vardı; gerçek örgütünü ve arkadaşlarını korumak" diyor.

’İPEKÇİ’Yİ BEN ÖLDÜRDÜM’

Halbuki, İstanbul’da yakalanıp polise götürüldüğünde sakin bir şekilde üzerine basa basa şöyle konuşuyordu:

"Abdi İpekçi’yi ben öldürdüm."

Ancak bir hafta sonra suç ortağının adını Mehmet Şener olarak veriyordu. Şener adı ortaya çıkınca çoktan yolunu bulup yurtdışına kaçmayı başarmıştı.

Bir başka isim daha telaffuz edecekti; Yavuz Çaylan...

Çelik, Şener
ve Çaylan Malatyalı idiler.

İstanbul’da en son ifadesinde Şener ve Çaylan’ın olaya katkılarını reddediyordu bu kez.

Ağca’nın cezaevinden kaçırılmasını Abdullah Çatlı organize etmiş ve evinde saklanmıştı.

Mumcu, dosyaları didik didik etmişti.

Birçok isimle karşılaşıyor ve bunların bağlantılarını ortaya çıkartmaya çalışıyordu.

Mumcu kendi araştırmalarıyla, sorularına yanıt bulmuştu; suikastın uluslararası boyutuna kadar gitmişti.

ÇOKULUSLU TERÖR

Bu arada Papa suikastı üzerinde çalışan Sovyet yazarı Andranov, bu olayın CIA tarafından, CIA’nın Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze de KGB tarafından düzenlediğini iddia ediyorlardı.

Kafalar sürekli karıştırılıyordu.

Ölümünden sonra adına kurulan um:ag vakfının yayınladığı ’Unutmadık’ kitabında "Gerçekler gökkubede yok olmuyor, zaman Uğur Mumcu’yu doğrulamıştır" deniliyor.

"Ağca Dosyası’ adlı kitabının önsözünde Uğur Mumcu şöyle diyor:

"İpekçi cinayetinin aydınlatılması, yalnızca seçkin bir gazetecinin kanlı tabutu üzerinde gittikçe yoğunlaşan sis perdelerini kaldırmayacak, aynı zamanda çokuluslu terörün bir bölümüne de ışık tutacaktır."

İpekçi cinayetinde birinci derecede sorumlu olan ve Ağca’yı, İpekçi’yi öldürmesi için azmettiren Mehmet Şener, İsviçre’de yakalanmış, ancak Türkiye’ye getirilememişti. Mumcu’nun bu olayda ısrarla üzerinde durduğu kişilerden biri de Oral Çelik’ti... O günlerde konuşmak için yabancı yayın organlarından trilyonlar isteyen Çelik, yıllar sonra Türkiye’de yargı önüne çıkmış, ama tüm sorular yine yanıtsız kalmıştı.

BUGÜNE BAKARSAK...

Bugün... İsviçre’de yaşadığı belirtilen Mehmet Şener’in, gıyabi tutukluluğu 1999’da ’yasal zamanaşımı süresi dolduğu’ gerekçesiyle kaldırıldı. Yalçın Özbey’in dosyasında yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle İstanbul Savcılığı dava açılmamasına karar verdi. Oral Çelik, korkutarak ’tahsilat’ yapmak iddiasıyla beş adamıyla birlikte yargı önüne çıktı... Yavuz Çaylan, MHP’de yöneticilik yaptı, milletvekili adaylığı Devlet Bahçeli tarafından iptal edildi.

Sonuç... Mumcu, birbirine düşman çevrelerden gelen ağır saldırılarla karşılaştı. O gerçeklere tam ulaşılacaktı ki, 24 Ocak 1993’te bombalı bir saldırıda öldürüldü.

Ağca, dün serbest bırakılırken çeyrek asır önceki gelişmelerden bir kesit sunmak istedik. Hep birlikte oturup ağlayalım.

Ne kuşku ne komplo sorun ilkellik

BİZ Türklerin en başarılı olduğu alanlardan biri komplo teorileri üretmek. Her geri kaldığımız konuda ya FBI, ya CIA, ya KGB ya da bizim dışımızda bir kaynak bu ülkeye ’oynamakla’ meşgul.

Tavuklarla aynı evlerde yaşayanlar, virüs ile bakteri arasındaki farkı bilmeyenler, halk sağlığını turizm ve ihracat riskinden geride tutanlar...

Bizi bu zihniyette insanlar yönetirken ne kuşkusu, ne komplosu?

Çevremizde bizden başka hiçbir ülkede kuş gribinin görülmediği de doğru değildir. Ukrayna, Rusya, Yunan Adaları ve Romanya’da da kuş gribi görüldü. Bu ülkelerde virüs insanlara sirayet etmiyorsa, bu onların ölü kuşu çöpe attıktan sonra eldivenleri çocukların oynadığı yerlerde bırakmayan bilinçli fertler olmasından kaynaklanıyor.

Bu ilkellikle, bu kadar az zararla sıyırdığımıza şükretmeliyiz.

Dr. Selim YALVAÇ HOUSTON/ABD

Orada kimse var mı?

BUGÜNÜN tarihini bir kenara yazınız. Artık, bugünden sonra katilliğin kötü bir şey olduğunu çocuklarınıza anlatamayacaksınız.

’Pislikleri’ izah edemeyeceksiniz.

Bu ülkede adaletten ve hukuktan asla söz edemeyeceksiniz.

Makamları ile şeref bulanlara değil, makamlarını şerefleriyle şereflendirenlere duyurulur:

"Orada kimse var mııı?"

Cem YAREN

GÜNÜN SÖZÜ

"Suçlu suçludur, kayrılması olamaz. Bir suçlunun mahkum olduğu cezayı

bi hakkın çekmesi gerekiyor. Eski kanunla yarın karşımıza İmralı’daki kişi için de bir tartışma çıkacaktır."

(Doç. İzzet Özgenç)
Yazının Devamını Oku

Milletçe Názım’a borçluyuz

12 Ocak 2006
1960 Moskovası’nın bir akşam sofrasında Názım, hafif bir kalp spazmı geçirdi. Birkaç saat önce Sovyet ev sahiplerinin yüzüne karşı ".... Burada Türkiye’nin toprakları konuşuluyor... Vücudumdaki, yirmi kilo kanı o bir gram Türk toprağı için dökmeye hazırım..." sözleriyle çarpıcı bir çıkış yaptığı için zaten çok heyecanlıydı. Masadaki bizlerin (Türk edebiyatı doçenti Azeri kökenli Ekber Babayef, gazeteci Ömer Sami Coşar ve ben) telaşla bir hekim arayışına girdiğimizi görünce:

"... Boş verin... Bu yürek duracaksa, sizlerin yanında kendimi İstanbul’da hisserken dursun!..." demiş ve eklemişti:

"...Öldüğüme yanmasam da buralarda gömerler ona yanarım!..." (*)

15 Ocak, Názım’ın 104’üncü doğum yıldönümü. Bir süredir çeşitli etkinliklerle onu anıyoruz. Neye yarayacaksa, ’vatandaşlığının iadesi’ (!) bile gündemde.

Ne var ki, ’oralarda’ değil ’Anadolu’da bir köy mezarlığında gömülmesi vasiyetini şiirine de yansıtan dilimizin büyük ustasına iki metrekare vatan toprağını çok görmeyi inatla sürdürüyoruz.

Adını taşıyan kurumlar da dahil bu konuda kimseten ’çıt’ çıkmıyor.

Kendisini ’... başı dik bir Türk...’ olarak betimleyen şaire vefa borcumuzu, doğumundan 104, ölümünden 43 yıl sonra bile ödeyemedik. O hálá vasiyetine aykırı olarak gömüldüğü Moskova’nın ’Novodeviçi’ (Genç Kızlar Manastırı) kabristanında yatıyor.

Yazıklar olsun bizlere!..

Orhan KARAVELİ

(*) ’Tanıdığım Názım Hikmet’, Orhan Karaveli, Pergamon Yayınları, 2002

Genelkurmay’a hatırlatma

GENELKURMAY
’ın "Yeni bröve çalışmalarına başlayacağız" açıklamasının üzerinden neredeyse 1.5 ay geçti. Eğer ordumuz politize olmuşsa biz daha çok bekleriz. Ama eğer sözünün arkasında duracaksa, bu süre içinde yeni bröve ile ilgili nasıl bir çalışma yapıldığını, yeni brövenin ne zaman yenileneceğini halka duyurmasının zamanı gelmiştir. Sabırla bekliyoruz, unutmuyoruz ve hatırlatıyoruz.

B.Uğur BANOĞLU

Tavuk eti ihracatı

GİLA Benmayor geçen günkü yazısında Amerika’nın Afganistan’a yaptığı gıda ithalatı arasında tavuk etinin de bulunduğunu ve bunların Mersin limanı üzerinden gönderildiğini yazıyor.

Bizim bildiğimiz ABD’den Irak’a da tonlarca tavuk gönderiliyor. Rusya da Amerika’dan büyük miktarda tavuk ithal ediyor.

Türkiye, yıllardır AB’ye tavuk ihraç edemiyordu, tam yasak kalkıp ihracat başlayacak derken, gündeme ’kuş gribi’ haberleri girdi.

Bazı okurlarımız bunu ’kuşku’ ile karşılıyor.

Türkiye birçok ülkeye komşu; etrafımızda böyle bir hastalığın olduğuna dair bir bilgi yok. Okurumuz Fikret Dadaş "Yoksa bu olay bir biyolojik savaş denemesi mi?" diye soruyor. Bu olayı bazı AKP’li milletvekilleri de gündeme getiriyor.

Olaya biraz da bu gözle bakılması gerekmiyor mu?

İki erkek öpüşürse...

HOLLANDA’dan Ashley Umur, dünkü "Almanya’da Müslümanlara tehlikeli sorular" başlıklı yazımızı okumuş... Geçenlerde Hollanda TV’sinde bir ’Ulusal Entegrasyon Testi’ yapılmış. "Hollanda’da yeni bir uygulamayla, sadece oturum almak için buraya gelen ve bir anlamda Türklerle, Faslıları hedef alan bu test belki okurlarınızın ilgisini çekebilir. İlginç olan nokta Hollandalıların bu testteki sorulara nasıl yanıt verebilecekleri ölçülürken ortalamada sınıfta kalmaları... Demek ki, bu test sadece Hollandalılara yapılsa hepsini sınır dışı etmek gerekecekti.

TV programında, Almanya’nın Württemberg Eyaleti’ndekilere benzer 40 soru yöneltildi. Bunlar daha çok Hollanda’nın yaşamı, değerleri, alışkanlıkları, kuralları ve tarihi üzerinde odaklandı."

Bazı sorular şöyleymiş:

Kafede bir iş arkadaşınızla birlikte otururken yan masada oturan iki erkeğin öpüştüğünü görüyorsunuz. Ne yaparsınız?

( a- Oturmaya devam edersiniz ve sizi ilgilendirmiyormuş gibi davranırsınız, b- Arkadaşınıza yüksek sesle homoseksüellik hakkında ne düşündüğünüzü anlatırsınız, c) O kişilere gidip başka yerde oturmalarını önerirsiniz.)

Zeki bir kızınız var ve liseden sonra eğitimine devam etmek istiyor. En iyi tepki ne olmalıdır?

(a- Ne istiyorsan onu yap, b- İyi fikir, okumaya devam et, c- Gidip bir iş bulmak ve kendi paranı kazanmak daha iyi değil mi?)

Hangi önbahçe Hollandalı için kabul edilebilirdir.

(a- İçinde bisiklet ve çöp tenekesi olan bahçe, b- İçinde buzdolabı, boş bira şişeleri ve diğer çöplerin olduğu bir bahçe, c- İçinde oyuncakların, alışveriş arabasının ve bazı çöplerin olduğu bir bahçe.)

(1. sorunun yanıtı A, 2. sorunun B ve 3. sorunun yanıtı da A olarak veriliyor.)

Soruları, %80’in altında doğru yanıtlayanlar Hollanda’ya entegre olmamış sayılıyor.

Okurumuz, sorulardan bazılarının yabancıların ’ağırına’ gittiğini belirtiyor.

AB’de ’vicdan test’leri ile yabancılara dönük ’korkular’ gittikçe büyüyor mu ne?

Biliyor musunuz

JAPONYA Başbakanı’nın Ankara ziyareti sırasında Japon heyetinin, kendi ülke gazetecilerinin yanı sıra Türk gazetecileri de davet ederek, görüşmeler hakkında bilgi verdiklerini, buna karşılık Türk tarafından ise böyle bir bilgilendirmenin yapılmadığını...

MAZLUM-DER’in insan hakları ihlalleriyle ilgili hazırladığı rapora göre 2005 yılında ’töre cinayeti’ kapsamında 12 kişinin öldüğünü...
Yazının Devamını Oku