Yalçın Bayer

Beni yobaz yapamadılar

24 Ağustos 2006
"BEN Ahmet Soytürk... İzmir'e bağlı Karaburun İlçesi'nin Tepeboz imamıyım.

 

Yanı başımızda bulunan Çakmacık Koyu'nda Gülden Aydın ve kızının uğradığı yobaz saldırısını nefretle kınıyorum. Şundan emin olun ki, siz bikinililer o haşemalılara aynı şekilde saldırsaydınız sizi de nefretle kınardım.

Memleketimizin koyları, şu çılgın Türk dedelerimizin sayesinde Türkünü, Kürdünü, Lazını, Çerkezini, Alevisini, Sünnisini ve ay yıldızlı bayrağımızı gördüğü zaman heyecanlanan herkese bağrını açmış bekliyor.

Bu vatanı israf etmezsek hepimize yeter.

Hepimiz kardeşiz. Laiklik, İslam'ın ta kendisidir. Peygamberimiz, İslam'ı yayarken kimseye baskı yapmamıştır. Dinde zorlama yoktur. Kuran-ı Kerim'de bir ayetin meali dinimizin hoşgörüsünü yansıtmaktadır ki; şöyledir:

Benim dinim bana, sizin dininiz size. Her düşüncenin bağnazları olduğu gibi İslam yobazları da çoktur.

 

 

Yazının Devamını Oku

Karıncalar değil insanlar çıkarttı

23 Ağustos 2006
(AŞAĞIDAKİ yazı Orman Bakanlığı Müsteşarlığı'nın, bazı Orman Mühendislerinin ve Türkiye ormancılığı üzerinde çok önemli çalışmaları bulunan Prof. Doğan Kantarcı'nın verdiği bilgi ve yayınlarından yararlanılarak hazırlanmıştır.)

- Orman yangınları nasıl çıkar?

- Eğer sabotaj yapılmazsa, kırık bir cam mercek görevi yapıp kıvılcım yaratmazsa, elektrik telleri kontak yapmazsa, yıldırım düşmezse, orman kendi kendine yanmaz. Mutlaka insan elinin değmesi gerekir. Hava aşırı sıcak ancak bir günde 25-30 yerde birden yangın başlıyorsa bu olaylarda bir 'yanık kokusu' aranmalıdır. Soruşturmada, daha önce aynı bölgelerde orman yaktığını 'iftihar'la açıklayan PKK'dan, imar rantçılarına kadar şüphe duyulmalıdır. Türkiye'de milyonlarca ağaç dikme projesini yürüten, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi, Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Doğan Kantarcı'nın bir sözü vardır: "Ormanı karıncalar, tilkiler, tavşanlar yakmaz, insan yakar." Böyle olayda suçlu bulmak çok zordur.

 

1 KİŞİ 1000 KİŞİ

 

- Yangın nasıl söndürülür?

- Bir orman yangını birkişi ayağıyla basarak söndürülebilir. Ama hava durumu, arazi durumuna bağlı müdahale şartları uygun değilse 1000 kişi bile söndüremez. Türkiye'de son 3-4 yıldır yangınlar yıllık 2.700 hektara kadar inmiştir. Diğer ülkelere göre Türkiye yangın söndürmede büyük başarı kazanmıştır.

- Bu yaz sezonu iyi giderken Ayvalık

Yazının Devamını Oku

Dr. Eğilmez 8. kez görevden alındı

22 Ağustos 2006
AKP iktidarının nasıl acımasızca kadrolaştığını ve hukuk yoluyla karşı çıkanlara da neler yaptığını zaman zaman gündeme getiriyoruz.

Bunlardan en çarpıcı örneklerden biri de Dr. İlhan Eğilmez'in başına gelenler. Yaşadığı haksızlıkları 'Konfeti gibi savrulan değerler' (5.7.2005) ve 'AKP'nin sağlıkta adalet anlayışı' (27.12.2005) başlıklı yazılarımızda anlatmıştık. Dr. Eğilmez'in başına gelenler hala dinmedi.  Ümraniye Devlet Hastanesi başhekimliği görevinden 8. kez alındı.

Hatırlatırsak... Dr. Eğilmez bilinen normal bürokratlardan değil; çetin ceviz... Kendisine yapılan her türlü haksız uygulamaya karşın yargı yoluyla hakkını arıyor. Sağlık Bakanlığı'nın üst yönetimini adeta canından bezdirmiş durumda; müsteşar Yargıtay'da yargılanıyor. Müsteşar yardımcısı ve personel genel müdürü haklarında tazminat davaları açmış. Kendisine kim yasadışı işlem yaptıysa, o da hukuk yoluyla hakkını aramış, adli ve idari mahkemelerde 32 dava açmış, hepsinin de takibini avukatsız bir şekilde kendi yapıyor. Görülenlerden 16'sı lehine sonuçlanmış. En son kendisine 'fotokopi paralarını çalışıyor' diyen eski sağlık müdüründen 1.500 YTL tazminat kazanmış.

 

KARŞIT 33 SORUŞTURMA

 

Dr. Eğilmez, 2002 kasım seçimlerinden sonra 'muhalif' görülerek Şile'den Ankara'ya, Erzurum'dan Aydın'a kadar bir çok yere 'sürgün'e gönderildi.

Hakkında, mal beyanı vermediğinden tutun da hemşehrilerini işe alıyor gibi gerekçelere dayanan iddialarla 33 soruşturma açıldı. Adeta 'müfettiş bombardımanı'na tutuldu. Ama her seferinde yargıda haklı olduğunu ispatladı.

Bürokrasi tarihinde ender örneklerden biri

Yazının Devamını Oku

Olağanüstü toplantıda 'cepsel' durum da var

20 Ağustos 2006
THY eski Yönetim Kurulu üyesi Av. Sühan Özkan şu notu göndermiş:

"THY Yönetim Kurulu, Genel Kurulu'nu 23.8.2006 çarşamba günü olağanüstü toplantıya çağırdı.

Gündem maddeleri olarak; öncelikle Maliye Bakanlığı'ndan bir müfettişin hazırladığı basit rapora göre görev yaptığımız dönemde, THY'ye helikopter alarak kurumu zarara uğrattığımızdan bahisle TTK 341. maddesi gereğince Yönetim Kurulu eski üyeleri (Cem Kozlu, Yusuf Bolayır, Sühan Özkan, Önder Doğu, Ahmet Ertuğrul, Tolga Akgün ve Mehmet Gök) aleyhine dava açmak için yetki istemektedirler.

Helikopter alımı bizim yönetimde bulunduğumuz dönemde yapılmıştır; fakat satışını bizden sonraki mevcut yönetim yapmıştır. Bu satış işlemi ile ilgili bir zarar ve sorumluluk söz konusu ise bu mevcut yönetim uhdesinde olan bir sorumluluktur. Ayrıca bu konuyla ilgili işlemler bu iktidar ve bu THY yönetimi döneminde Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun herhangi bir usulsüzlük bulunmadığı tespit edilmiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun herhangi bir usulsüzlük bulamadığı işlem bu kez bir Maliye müfettişinin basit raporu ile olağanüstü toplantı çağrısına gerekçe yapılmaktadır."

 

'HUZUR HAKLARI'

 

Sühan Özkan, dikkate değer bir başka konunun da olağanüstü toplantıya ek bir gündem maddesiyle Yönetim ve Denetim Kurulları'nın 'huzur haklarını'nın görüşülecek (yani arttırılacağı) olmasına dikkat çekerek, şöyle diyor:

"Özetle, tek başına kendi

Yazının Devamını Oku

Erdoğan'ın vefa borcu yoktur

19 Ağustos 2006
MELİH Gökçek'in, Esenboğa yoluna 'Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı' adını verdirtmesi üzerine İstanbul'da eski Belediye Başkanı Ali Gürtuna'nın başına gelenleri anımsamamak elde değil.

Gürtuna, Gökçek, Cemil Çiçek gibi isimler 'Yeniden Milli Mücadele' isimli siyasetten geliyorlar. Başbakan ise 'Milli Görüş'ten...

Başbakan Erdoğan, 1994-99 döneminde belediye başkan vekili olan Gürtuna'yı 2004 seçimlerinde aday göstermedi. Halbuki Gürtuna, İDO'nun yeni feribotuna 'Recep Tayyip Erdoğan' adını vermiş, Erdoğan'ın doğduğu Kasımpaşa futbol sahasını modern bir stadyum haline getirmişti.

Çok beklediği ve umutlandığı halde Gürtuna, ‘Büyükşehir adayı’ yapılmayarak dışlandı.

Gazetecilerin Gürtuna ile ilgili sorusu üzerine o zaman Erdoğan "Ben babama bile kefil olmam" diyerek olumsuz tavrını sergilemişti.

Daha sonra Erdoğan, İstanbul'da 'göstermelik' olarak dört aday adayı çıkartmış, sonunda kafasında belirlediği Kadir Topbaş'ı seçtirmişti.

 

GÜRTUNA'NIN ADI KALDIRILDI

 

Yazının Devamını Oku

Bu bir husumettir, İslam'la bağdaşmaz

18 Ağustos 2006
MESLEKTAŞIMIZ Gülden Aydın'ın dün kızının Karaburun sahilinde (İzmir) haşemalı ve tesettürlü kişilerce bikini giydiği için taciz edildiğini anlattığı 'Vurun kahpeye' yazısı büyük yankı uyandırdı.

Olayı okurlarımız tarafından kınanırken, bu husumetle Türkiye'nin nereye gitmekte olduğu soruları dikkat çekti.

 

Resmi kayıtlara geçen gerçekler karşısında bu olayın doğru olamayacağını saunanlar da çıktı. Hatta bazı 'kafalar' ise bunun haşemalıların ve tesettürlülerin 'rövanşı' biçiminde saydıkları görüldü.

 

Bütün bunlara karşın en güzelini bir din adamı söyledi:

 

"Olay ibret vericidir, İslamla uzaktan yakından bağdaşır bir hali yoktur. Bu bir husumettir. Çünkü İslam'da kimsenin başkalarını tahkir ve taciz etmeye hakları yoktur."

 

Yazının Devamını Oku

'Vurun kahpeye'

17 Ağustos 2006
HÜRRİYET'ten meslektaşımız Gülden Aydın'la karşılaştığımızda tepkiliydi; "Kızının, İzmir Karaburun'da, bikini giydiği için 4 haşemalı erkek, 10 tesettürlü mayolu kadının saldırısına uğradığını" söyledi.

Anlattıkları dehşet vericiydi ve Türkiye'nin nereye gittiğinin açık bir göstergesiydi.

"Onların ruhlarında demokrasi yoktu, vicdan ve mertlik de..." diyen Gülden Aydın'ı dinlerken irkiliyoruz:

"Yıllık iznimde, üniversite öğrencisi kızım Ceren'le birlikte ablamın İzmir-Karaburun'daki yazlık evine gittik. İlk iki gün şahaneydi. Çakmacık mevkiindeki koyda yüzerken batık bir kentin kalıntılarını keşfetmiştim. Ancak bu koya ablam ve komşuları gelmek istemiyordu. Üç yıldır tesettürlü mayolu kadınlarla haşemalı erkekler, Çakmacık'a geliyor ve mayolu, bikinili kadınları sözleri ve bakışlarıyla rahatsız ediyorlardı. Her akşam arkalarında bıraktıkları çöpleri toplamak da ablam ve komşularına düşüyordu. 9 Ağustos Çarşamba günü, yine Çakmacık'a gitmekte ısrar ettim. Bana neydi onların haşemasından, tesettüründen. Koca koyda herkese yer vardı. Hem aramızda yüzlerce metrelik mesafe vardı.

 

BİKİNİ GİYEN 'PİSLİKLERİ' İSTEMİYORUZ

 

Ablam, kızım ve komşunun lise öğrencisi iki kızıyla indik Çakmacık'a... Dini bütün grup, kaya gölgesinde oturuyordu. Kızım ve arkadaşları müzik dinleyip kağıt oynamaya, ablam gölgede uyumaya başladı. Ben de başlığımı, gözlüğümü takıp anfi tiyatroya benzettiğim kalıntıya doğru yüzmeye hazırlanıyordum. Kızımın "Lütfen temizler misiniz" diye seslendiğini duydum. Başımı çevirdiğimde bir kadının altı yaşındaki bir kız çocuğunu 15 metre kadar yakınımıza getirip kakasını yaptırdığını gördüm. Bir gün önce de kirli bebek bezini kaya oyuğuna bırakmışlardı. Kadın, uyarıya aldırış etmeden kız çocuğunun elinden tutup gitti. Kızım yine seslendi. "Burası herkese açık bir alan. Lütfen o pisliği temizler misiniz?" Haşemalı iki erkek ve arkasından birkaç kadın, bizim bulunduğumuz tarafa geldi. Erkeklerden biri kızıma "Sen buranın çevre sağlık müdürü müsün?" dedi. Kalabalık çoğaldı. Ben şaşkın ve biraz sonra olacakları aklımın ucuna dahi getirmeden seyrediyordum. Adamın biri kızımın göğsünü avuçlayıp bağırmaya başladı. "Bikini giyen pislikleri istemiyoruz. Gideceksiniz buralardan!" Kızım göğsünden tutan eli itip "Burası Türkiye Cumhuriyeti. Tabii bikini giyeceğim. Beğenmiyorsanız İran'a gidin" dedi. Ve pirhanalar gibi hep birlikte kızımın üzerine abanıp didiklemeye başladılar. Tam bir 'Vurun Kahpeye' romanındaki gibi bir linç harekatı başladı. Ben fırladım. Kızımı ellerinden almaya çalıştım. Şiddeti öyle doğal, öyle sıradan bir maharetle arz ediyorlardı ki... Oysa benim yerden bir taş alıp atmak aklıma bile gelmedi. Uçar gibi gittim, durun, dedim. O saniye ben de yerde, kızımın üzerindeydim. Kollarımdan tuttu bir adam, kaldırdı, birkaç kadın bana da vurmaya başladı. Dizlerimin bağı çözüldü, başım döndü, yığıldım. Ablam geldi, "Durun, Allah ilah aşkına ne yapıyorsunuz? Kardeşim gazeteci" dedi. Evet, sihirli ama beni utandıran sözcük buydu. Gazeteci! Olmasaydım ne olacaktı? Ben mi yoksa onlar mı acizdi? Elleri havada durdu. Linç halkası gerileyerek açıldı. Kızımın koluna girdik ve havlusunun üzerine yatırdık.

 

Yazının Devamını Oku

’Vurun kahpeye’

17 Ağustos 2006
HÜRRİYET’ten meslektaşımız Gülden Aydın’la karşılaştığımızda tepkiliydi; Kızının, İzmir Karaburun’da, bikini giydiği için 4 haşemalı erkek, 10 tesettür mayolu kadının saldırısına uğradığını söyledi. Anlattıkları dehşet vericiydi ve Türkiye’nin nereye gittiğinin açık bir göstergesiydi.

"Onların ruhlarında, vicdan ve mertlik yoktu..." diyen Gülden Aydın’ı dinlerken irkiliyoruz:

"Yıllık iznimde, üniversite öğrencisi kızım Ceren’le birlikte ablamın İzmir-Karaburun’daki yazlık evine gittik. İlk iki gün şahaneydi. Çakmacık mevkiindeki koyda yüzerken batık bir kentin kalıntılarını keşfetmiştim. Ancak bu koya ablam ve komşuları gelmek istemiyordu. Üç yıldır tesettür mayolu kadınlarla haşemalı erkekler, Çakmacık’a geliyor ve mayolu, bikinili kadınları sözleri ve bakışlarıyla rahatsız ediyorlardı. Her akşam arkalarında bıraktıkları çöpleri toplamak da ablam ve komşularına düşüyordu. 9 Ağustos Çarşamba günü, yine Çakmacık’a gitmekte ısrar ettim. Bana neydi onların haşemasından, tesettüründen. Koca koyda herkese yer vardı. Hem aramızda yüzlerce metrelik mesafe vardı.

GİDİN... BİKİNİLİ PİSLİK İSTEMİYORUZ

Ablam, kızım ve komşunun lise öğrencisi iki kızıyla indik Çakmacık’a... Dini bütün grup, kaya gölgesinde oturuyordu. Kızım ve arkadaşları müzik dinleyip kağıt oynamaya, ablam gölgede uyumaya başladı. Ben de yüzmeye hazırlanıyordum. Kızımın ’Lütfen temizler misiniz’ diye seslendiğini duydum. Başımı çevirdiğimde bir kadının altı yaşındaki bir kız çocuğunu 15 metre kadar yakınımıza getirip kakasını yaptırdığını gördüm. Bir gün önce de kirli bebek bezini kaya oyuğuna bırakmışlardı. Kadın, uyarıya aldırış etmeden kız çocuğunun elinden tutup gitti. Kızım yine seslendi: ’Burası herkese açık bir alan. Lütfen o pisliği temizler misiniz?’ Haşemalı iki erkek ve arkasından birkaç kadın, bizim bulunduğumuz tarafa geldi. Erkeklerden biri kızıma ’Sen buranın çevre sağlık müdürü müsün?’ dedi. Kalabalık çoğaldı. Ben şaşkın ve biraz sonra olacakları aklımın ucuna dahi getirmeden seyrediyordum. Adamın biri kızımın göğsünü avuçlayıp bağırmaya başladı. ’Bikini giyen pislikleri istemiyoruz. Gideceksiniz buralardan!’ Kızım göğsünden tutan eli itip ’Burası Türkiye Cumhuriyeti. Tabii bikini giyeceğim. Beğenmiyorsanız İran’a gidin’ dedi. Ve pirhanalar gibi hep birlikte kızımın üzerine abanıp didiklemeye başladılar. Tam bir ’Vurun Kahpeye’ romanındaki gibi bir linç harekátı başladı. Ben fırladım. Kızımı ellerinden almaya çalıştım. Şiddeti öyle doğal, öyle sıradan bir maharetle arz ediyorlardı ki... Oysa benim yerden bir taş alıp atmak aklıma bile gelmedi. Uçar gibi gittim, durun, dedim. O saniye ben de yerde, kızımın üzerindeydim. Kollarımdan tuttu bir adam, kaldırdı, birkaç kadın bana da vurmaya başladı. Dizlerimin bağı çözüldü, başım döndü, yığıldım. Ablam geldi, ’Durun, Allah aşkına ne yapıyorsunuz? Kardeşim gazeteci’ dedi. Evet, sihirli ama beni utandıran sözcük buydu. Gazeteci! Olmasaydım ne olacaktı? Ben mi yoksa onlar mı acizdi? Elleri havada durdu. Linç halkası gerileyerek açıldı. Kızımın koluna girdik ve havlusunun üzerine yatırdık.

34 HRC 66 PLAKALI OTOYLA KAÇTILAR

Cep telefonu bu koyda çekmiyordu. 156 jandarmayı aramak için yukarıya çıkmam gerekiyordu. Liseli komşu kızlarıyla yokuşu tırmandık. Ben jandarmayla konuşurken kızlar saldırganlara ait üç otomobilin plakalarının fotoğraflarını çektiler. Tam bu sırada kızımı taciz eden adamla iki kadın 34 HRC 66 plakalı otomobile binip kaçtı. Jandarma, J. Üstçavuş Veli Sadık Işık ile birlikte on dakika içinde geldi. Karaburun Jandarma Karakolu’na gittiğimizde saldırganların sayısı dokuza inmişti! Daha sonra olayı seyredenlerden, saldırganların bir kısmının kayalıkların arkasına dolaşarak kaçtığını öğrendik. Saldırganlardan iki erkek A.G., M.G. ile iki kadın T.G., K.G. şikayetçi, beşi de tanık oldu. İfadelerinde hepsi de kızım Ceren’in kendilerine hakaret edip tartakladığını söylediler. 13’e karşı 1!

İTÜ’LÜ DOÇENT SALDIRGANI KORUDU

Tacizci saldırganın kaçtığı ve İstanbul’daki bir şirkete ait otomobilin bulunması için ısrarcı oldum. Kızımla birlikte haşemalı tacizci saldırganın eşkalini verdik. 40 yaşlarında, kısa boylu, göğüs kafesi geniş, ince kollu, beyaz saçlı... 36 saat sonra otomobil bulundu. Karaburun C. Başsavcısı Serkan Beyoğlu’nun makamında yüzleştik. ’Buyrun, benim’ diyen kilolu ve daha yaşlı şahıs ile yine kilolu ve yaşlıca eşinin kaçaklarla uzak yakın ilişkisi yoktu. Saldırganı gizleyerek sahiplenen ve kanunları yanıltmaya çalışan bu şahsa, kızımı darp ve taciz etmeyi de üstleniyor musunuz, diye sordum. Tabii ki reddetti. Savcılık kayıtlarından bu şahsın İTÜ’de doçent ama TSE Yönetim Kurulu’nda profesör unvanlı İ.H.B. olduğunu öğrendim. Diğer saldırganlar Rize-İkizdere ve Samsun-Bafralı’ydı. Hepsi de İstanbul Fatih’te ikamet ediyorlardı. Üç yıldır, Karaburun’da emekli bir başkomisere ait kaçak olduğu iddia edilen bir pansiyonda kalıyorlardı. Adli süreci başlayan bu olayın sonuna kadar takipçisi olacağım."

GÜNÜN SÖZÜ

"Türkiye’de depremin sahibi yoktur."

(Prof. Naci Görür)

Başbakan Erdoğan, Gökçek’in ’HEDİYESİ’ni kabul eder mi

MELİH Gökçek’in Esenboğa yoluna, meclis kararı ile ’Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı’ adını verdirtmesini Başbakan kabul eder mi? Geçmişe bakmak lazım.

2004 yerel seçimlerinden önce AKP’den belediye başkan adaylığı bekleyen Ali Müfit Gürtuna, Erdoğan’ın adını, Büyükşehir kararıyla, İDO’un Norveç’ten aldığı 120 araçlık iki feribottan birine verdirtmişti (diğeri Fatih Sultan Mehmet). Ancak Erdoğan’ın düzenlenen törene katılmaması dikkat çekmişti. Gürtuna ayrıca Kasımpaşa sahasını da modern bir stadyum haline getirmişti. Ancak Erdoğan, Kasımpaşaspor’un Lig A grubuna yükselmesine karşı bu stadyuma hiç gitmedi, resmi bir açılış yapılamadı. Ancak kulüp yönetimi davetiye ve anonslarda ’Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu’ adını kullanıyor.

Geçen yıl TEM’den Formula 1 alanına doğru yapılan 24 metre genişliğindeki karayolu Başbakan’ın talimatı üzerine 30 metreye çıkarılmıştı. AKP’li Akfırat Belediyesi, meclis kararıyla yola ’Erdoğan Bulvarı’ adını vermişti. Ancak Başbakan’ın buna ’olumlu’ bakmadığının öğrenilmesi üzerine Büyükşehir’den onay çıkamadı. Şimdi Akfırat’ın bu önerisini geri çekmesi gündeme geldi.

Yani Başbakan adının verildiği yerlere gitmiyor, ancak karşı da çıkmıyor.

İSTANBUL’dan sonra Esenboğa yolunda 31.3 milyon YTL ihale bedelli 7 adet alt üst geçiti yapan BİAT İnşaat’ın sahibi Şerif Enis’in, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın bacanağı olduğunu biliyor musunuz?
Yazının Devamını Oku