Yalçın Bayer

Sarıgül'ün 'sembol' uyarısı

3 Temmuz 2002
<B>ŞİŞLİ </B>Belediye Başkanı <B>Mustafa Sarıgül</B>, birçok bölgede gerek çeşitli kurum ve kuruluşların gerekse belediyelerin Milli Takımımızın başarısını sembolize etmek düşüncesi ile futbolcuların isimlerinin meydan, cadde, sokak ve parklara vermek; heykel ve anıt dikmek gibi projeler konusunda yarış etmelerini üzüntüyle karşıladığını, önerilerin artık istismar noktasına geldiğini belirterek buna engel olunmasını istedi. Sarıgül, ‘‘Ulusal spor tarihimizin bu en büyük başarısına siyasetçiler prim yapmak için ortak olma hakkına sahip olmamalı; ucuz siyaset malzemesi yapılmamalıdır’’ dedi.

Devlet Bakanlığı ve Futbol Federasyonu'na başvuruda bulunan Sarıgül şunları söyledi:

‘‘Millilerimizin bu başarısı mutlaka anıtlaştırılmalıdır. Bu konudaki çalışmalara ben de talibim. Ancak bu konuda yapılacak çalışmaların her türlü acelecilikten ve günlük kaygılardan uzak, gelişi-güzel ortaya atılmış fikirler olmaktan ziyade planlı, programlı ve sistemli bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Spordan sorumlu Devlet Bakanlığı ve Futbol Federasyonu ile mutlaka işbirliği yapılması gerekmektedir.

Bakan Akcan maalesef yanıltılıyor


Fatih Sultan Mehmet Köprüsü onarımı, Bakan Akcan'ın açıklamasına karşın bakanlığın verdiği talimatlar dışında yapılmaktadır. Maalesef Bakan'ın bundan haberi yoktur.

Geçen cumartesi sabaha karşı 00.40'da, hem de pazar sabahı 01.10'da FSM'de bırakın herhangi bir çalışmayı tek bir görevli yoktu. Halbuki sayın Bakan bu çalışmanın 24 saat esasına göre gece-gündüz sürdürüldüğünü belirtmişti. Eğer durum böyle ise Bakan'ın, müfettiş göndermek yerine Ankara'dan gelip durumu kendisinin bizzat görmesi iyi olur.

Türkiye'de, Almanya'daki gibi hafta sonu çalışması yasak mıdır?

Hızlı onarım için bir önerim var: Bakan işlemin dar alanda yapıldığını ve çok sayıda işçinin fayda sağlamayacağını söylüyor. Peki çalışmalar köprüdeki trafikten arındırılmış alanın niçin sadece Avrupa yakasından sürdürülüyor. Aynı anda ikinci bir ekip de Asya yakasından çalışmaya niçin girmiyor? Akıl mı erdirilemiyor, yoksa gereken özen mi gösterilmiyor?

Bu yapılan çalışmaya bakınca insan ülkemizin niçin geri kaldığını anlıyor. En büyük neden insan kalitemizin düşüklüğü...

Selçuk EROĞLU İSTANBUL

Bir bakana nasıl emrivaki yapılır


KÜLTÜR Bakanı İstemihan Talay telefonda biraz gergindi; ‘‘Bakanlığıma haksızlık ediyorlar. Ancak o orkestrayı gönderiyoruz’’ dedi.

'Bulutsuzluk Özlemi'nden Nejat Yavaşoğulları, İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin, parasızlıktan Almanya'ya gidemeyeceği haberini okuyunca üzülmüş ve dün köşemize yazdığı eleştiride ‘‘futbolda başarı kazanmış bir ülkenin sanat alanında da başarı çizgisinin evrensel olduğunu göstermesi gerektiğini’’ belirtmişti.

Talay, ‘‘Olayın ayrıntısı bilinmediği için dıştan olay üzüntü vericidir. Ancak olayın hoşa gitmeyecek yanları vardır. Türkiye'nin adını zedelememek için 160 değil de, 63 kişilik bir grubu Almanya'ya gönderme kararı verdik’’ dedi.

Kuşadası ve Marl (Almanya) üç yıl önce kardeş şehir oluyorlar; Almanlar ve Türkler hemen arkadaş oluyorlar! Karşılıklı davetler başlıyor. Altı ay önce İzmir Devlet Opera ve Balesi, Almanya'ya davet ediliyor; 'Alman-Türk Dostluk Konserleri' vermesi kararlaştırılıyor.

Ancak bu organizasyonu kendi başlarına oluşturanlar Kültür Bakanlığı'na emrivaki yaparak ‘‘Hadi para ver’’ diyorlar. Bakanlık ise yıllık programlarında böyle bir konser organizasyonu olmadığını, kalabalık bir orkestranın bir-iki konser vermesinin rasyonel olmadığını belirterek öneriyi reddediyor. Kuzey Ren Westfalya'daki konsolosluğumuz da, organizasyonun darlığı nedeniyle olumlu görüş belirtmiyor.

Ancak İZDOB'un Almanya turnesinin afişleri çoktan bastırılmış, her şey kotarılmıştır.

Bakanlık köşemizde yer alan yazıyı da göz önüne alarak dış áleme rezil olmamak için 63 kişilik bir grubun gitmesine karar verir. Aslında daha önce gitmesi düşünülen grubun sayısı; solistler (5), orkestra (65), koro (70) ve bale (20) olmak üzere 160 sanatçıdan oluşuyordu.

‘‘Hayır’’ dense bakanlığın sanata saygı duymadığı iddiası ortaya atılacaktır. Peki böyle bir daveti, organizasyonu düzenleyenler 'kardeş şehir'deki sivil toplum örgütleri niye ortaya çıkmaz? Kuşadası Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ergül kamuoyuna ‘‘Avrupa'da konser iptal ettiren Kültür Bakanlığı...’’ diye bildiri yayınlayacağına, bu organizasyona katkı için elini cebine atmayı niye düşünmez?

Meslek odaları yurtdışına kendi üyelerine turistik gezi yaptıracaklarına bu tür kültürel faaliyetler için şimdiye kadar bütçelerinden ne harcamışlardır?

Her konuda yardım ve desteği hep devletten beklemek Ticaret Odası'na pek yakıştı galiba.

Amblem icrada


EMİN Çölaşan, Ankara'nın başına musallat edilen hilkat garibesi amblemi defalarca yazdı; ‘‘Hem dinimizi, hem de bayrağımızı küçük düşüren iğrenç bir nesne’’ dedi.

Ne yazık ki Büyükşehir'in bu amblemiyle ilgili hiç kimse ilgilenmedi; onu iptal ettiremedi, yerinden indiremedi. Ama avukat Rahmi Kumaş, bu amblemin iptal edilmesi için altı yıl önce dava açtı. Ankara 2. İdare Mahkemesi de amblemi oybirliği ile iptal etti.

Ankara ile ilgili bir sorunu gündeme getirdiğimizde hemen ilgilenen Valilik, bu amblemi hep görmezlikten geldi.

CHP eski Trabzon milletvekili olan Rahmi Kumaş kesinleşmiş mahkeme kararıyla ilgili olarak Melih Gökçek'e ihtarname gönderdi; 30 gün içinde amblemi ilgili yerlerden kaldırmazsa kendisine karşı uygulayacağı yaptırımları sıraladı... 7 gün içinde amblemin her yerden (AŞTİ, alt-üst geçitler, duraklar vb.) kaldırılmasını ve yargılama giderlerinin ödenmesini istedi. Eğer belediye, icra emrine uymazsa AŞTİ başta olmak üzere alt-üst geçitlerden amblemi icra yoluyla kaldırtacağını açıklıyor Rahmi Kumaş...

Gökçek'
in bu kez sıyırması zor galiba?

Durak'a öneri


İBRAHİM Tatlıses'in adını bir caddeye koyan ve bu konuda Bülent Ersoy'un sitemine uğrayan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak'a, Seyhan'dan Kubilay Gaspıralı şu öneride bulunuyor:

Ruslar'ın Kırım Türkleri'ne soykırım uyguladığı 1800'lü yılların ikinci yarısında Türkçülük adına büyük bir mücadele veren ve önder kişiliği ile tarihe mal olan Gaspıralı İsmail Bey'i tanır mısınız?

Türk büyüğü Sayın İsmail Gaspıralı'nın ismini hiç kimsenin unutmaması gerekiyor. Adının Adana Büyükşehir Belediye Meclisi'nin uygun bulacağı bir bulvara veya bir caddeye verilmesini öneririm Sayın Durak...

'Pota'dan sevgiler


‘‘BEN İsmet Badem’’ adlı, iki ayda üç baskı yapan kitabında tatlı ve tonton bir ihtiyarın öykülerini keyifle okuyorsunuz. Herkesin hayatı kendince bir roman. Badem'in açık sloganı şu:

Dudaklarınızdan tebessüm, kalbinizden basketbol sevgisi eksik olmasın.

Badem sizleri basketbol dünyasının derinliklerine götürüyor; Yalçın Granit ve Mehmet Baturalp anılarını anlatıyor. Kitapta Earl Wilson'un şu sözleri bugünlere bir çağrışım yapıyor mu?

Başarı mı dedin?

Başarı tamamıyla şansa bağlıdır!

İnanmazsan başarısız insanlara sor!..


MESAJ


DİSK-Genel-İş Sendikası Van Şube Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Keyfi şu açıklamayı gönderdi: 'Van Belediyesine: Sesimize kulak ver' (28.6.2002) başlıklı yazıda yer alan açıklama ve suçlamalarla, bu mesnetsizlikle bir ilişkimizin bulunmadığını, yazının altında imzası bulunan İ.Kızılkeçili isimli şahsı tanımadığımızı belirtir, belediyemiz, belediye çalışanlarımız ve sendikal yapımız üzerinde oynanmak istenen kirli oyunları kamuoyu nezdinde reddederiz.

TRAKYA'dan bir yağ sanayicisi yağa getirilen fonlarla ilgili olarakBakanlar Kurulu'na soruyor: Bütün yağlara ve çekirdeklere fon getirilirken neden soya fasulyesi çekirdeğine fon gelmedi? Neden?.. Birileri vurgun yapsın diye mi?

İBRAHİM Tatlıses'in adını bir caddeye veren, bu konuda Bülent Ersoy'un sitemine uğrayan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak acaba Türk büyüğü Gaspıralı İsmail Bey'in adını da bir cadde veya sokağa vermeyi düşünür mü?

Kubilay GASPIRALI-SEYHAN
Yazının Devamını Oku

GS ve FB'liler aynı tribünde maç izlesinler

2 Temmuz 2002
Kore karşılaşmasından takımlarımız da ders çıkarmalı OKURLARIMIZDAN Milli Takımımız için çok sayıda kutlama mesajları geliyor.

Herkes böyle bir başarıdan ötürü mutlu ve coşkulu...

Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün dediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük toplumsal sevincini yaşıyoruz.

Bir dönem kapalı kutu haline gelen Futbol Federasyonu'nun Başkanı Haluk Ulusoy ile federasyonun bazı uygulamalarına karşı çıkan Bakan Ünlü arasındaki gerginliğin şimdilik sona erdiği dikkat çekiyor.

Kameraların karşısında bir nezaket gösterisi mi?

Türkiye-Kore maçı bir festival görüntüsündeydi. Türkiye ile Koreli futbolcuların el ele, kol kola girerek tribündekileri selamlamaları dünya halklarının kardeşliği bakımından çok önemli bir mesajdı...

Karşılaşma keyfini, skor ne olursa olsun düşmanlık duymadan birlikte yaşadılar.

Bu Türkiye'de bazı politikacılara ders olmalıydı. Antalya'dan Lütfi Gökalp, ‘‘Bize bu güzellikleri yaşatan Milli Takımımız'a sonsuz teşekkürler ederken, birbirlerine çektikleri ayak oyunları ile ülkeye zarar veren politikacıları ise aynı ölçüde nefretle kınıyorum’’ diyor.

Kadıköy'den Arif Bulakbaş adlı okurumuz ‘‘Neden Olmasın?’’ başlıklı mesajında çok önemli bir konuya değiniyor:

‘‘Kore'de yaşanan centilmenlik, dostluk ve kardeşliğin artık bizim sahalarımızda da yaşanmasını diliyorum.

Federasyon, kulüp yöneticileri, oyuncular ve seyirciler yeni bir sayfa açarak dünya üçüncülüğünü kazanan centilmen Türk insanına yakışır bir şekilde, hep birlikte hiçbir takım oyuncusuna kötü tezahürat yapmadan maç izleyelim.

İki takımın seyircileri aynı tribünlerde birlikte maç seyredebilsinler.

Oyuncular, rakipleriyle el ele sahayı terk etsinler.

Yaşadığımız başarı, güzel duygular yeni güzelliklere ve başarılara vesile olsun...’’

İlk GS-FB maçında bunu yapalım; GS'liler Fener bayraklarıyla, Cimbomlular da FB bayraklarıyla tribünde coşku yaşayamazlar mı?

Neden olmasın!

Her şey spor değil


CUMHURİYET Gazetesi'nde ‘‘İZDOB Almanya'ya gidemiyor’’ (30.6.2002) haberini okuduğumda üzüldüm. Kuzey Ren Westfalya Eyaleti Başbakanı Wolfgan Clement'in, Duisburg Festivali'ne yaptığı daveti, İzmir Devlet Opera ve Balesi (İZDOB) bütçe yetersizliği nedeniyle iptal etmiş... Bu konudaki afiş ve tanıtım broşürleri basılmış ve dağıtılmış vaziyetteymiş. Şimdi bu durumda şöyle düşünemez miyiz? Bir ülkenin yurtdışındaki prestiji açısından insanlığın en yüceldiği ortam olan sanat etkinlikleri çok önemli değil midir? Sporda, sanatta, bilimde kazanılan çağdaş çizgi ve yorumların hepsi aynı değerde değil midir? Yazık değil mi İZDOB'un hazırlanmış bulunduğu bir etkinliğe parasızlık yüzünden katılamaması... Buna hazırlanmış bulunan sanatçılar için de moral bozucu bir durum ortaya çıkmıştır. Bu durumda bir sponsor bulunamaz mı? Futbolda başarı kazanmış bir ülkenin sanat alanında da başarı çizgisinin evrensel olduğunu göstermek için...

Nejat YAVAŞOĞULLARI Bulutsuzluk Özlemi İSTANBUL

Görev aşkı!


CUMARTESİ ve pazar günü Çanakkale ve Gelibolu Yarımadası'nı gezdik; gemi ve müze girişleri hariç sadece benzin paramız 120 milyon lira tuttu. Gelelim esas meseleye; pazar günü Gelibolu Yarımadası'nı gezerken MTA'ya ait resmi plakalı dört cip de 'tetkik gezisi' yapıyordu. Her birinin içinde üç kişi -birinde ise bir bayan- vardı. Onlar da bizim gibi dolaştılar; Balıkesir ve Çanakkale yöresinde görevli olduklarını belirterek hiçbir yere para ödemediler. Resmi ciplerin fotoğraflarını çektim; plakaları 06 V 2353 ve 06 V 2420. Görev aşkı ile gezdilerse bu yazdığıma üzülürüm, ama aksi ise ödenen benzin paralarının hesabını da sorarım.

Osman TOPÇUOĞLU BURSA

Anıtkabir ve bir slogan


‘‘TÜRKİYE sizinle gurur duyuyoruz’’u artık mafya, Susurluk ve bir partinin ana sloganı olarak duymak istemiyorum. Bu sloganı ilk kez kalbim ısınarak haykırdım.

(İ.H.-İZMİT)

MİLLİLERİMİZİN
Anıtkabir'i ziyaretleri önerisinde bulunan 19 Mayıs ve Malatya İnönü Üniversiteleri rektörlerine katılıyorum. Aslında bunu önermeye bile gerek yoktur. Devlet Bakanı Ünlü, federasyon yönetimi ile futbolcuları tatile çıkmadan önce Anıtkabir'den başlayarak Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan'ı ziyaret ettirmeliydi. Yoksa unutuldu mu?

(Fuat TUNA-İSTANBUL)

Tahtırevan


HAKLI ya da haksız Türk ulusunun 'Karaoğlan'ı olmuş muhterem bir zatın hazin görüntüsü hepimizi sonsuz acılara sürüklüyor. Acıyalım mı, sevinelim mi ne yapalım bilemiyorum. Bulunduğu konum ulusumuzun yazgısının oynandığı bir makam. Doğaya direniyor. Madem direniyor, hiç olmazsa dışarıya çıkışlarında, makamına gidebilecekse, gidiş-gelişlerinde büyük kolaylık sağlayacak bir önerim var. Kendilerine bir 'tahtırevan' yaptırabilir. Böylece arabalara binip inmekten, asansör aramaktan kurtulmuş olur.

Av. Hasan Fehmi KORKMAZ ANKARA
Yazının Devamını Oku

Hangi müdür ne maaş almalı

30 Haziran 2002
<B>TRT 2'</B>de <B>Baki Özilhan </B>tarafından iki ay önce yayınlanan programa <B>Yaşar Okuyan </B>konuk olmuştu. <B>Özilhan, </B>Emekli Sandığı ile SSK emeklileri arasındaki büyük ücret farklılığının nedenini sormuştu. Okuyan bu farkın kesilen primlerle orantılı olduğunu belirterek, ‘‘çok kesilene yüksek maaş, az kesilene düşük ücret’’ diye yanıtlamıştı. Müsadeleriyle Sayın Bakan'a bu konuda birkaç soru yöneltmek istiyorum:

Bugün 4 rafinerisinde yılda 30 milyon ton ham petrol işlenen ve 10 milyar dolara imza atan TÜPRAŞ Genel Müdürü, şu anda emekli olsa alacağı emekli aylığı 265 milyon liradır. TÜPRAŞ kadrolarının büyük çoğunluğu yurtdışı eğitimlidir.

Sümer Holding'e bağlı Bergama Fabrikası gömlek, pijama, çarşaf üretir. Bu fabrikanın müdürü şu anda emekli olsa alacağı emekli aylığı bir milyarın üstündedir.

Soruyorum, Bergama Fabrikası Müdürü'nden kesilen emekli keseneği, TÜPRAŞ Genel Müdürü'nden kesilenin 4 katı mıdır?

Yine soruyorum, hiçbir hak, hukuk, adalet, hakkaniyet kuralına uymayan böyle bir durumun AB'de örneği var mı? Böyle bir sosyal adaletsizliğe kör ve sağır olan bir devlet AB'de var mı?

Şahabettin TAN-HEREKE

Başarıya sevinelim ama


MİLLİ Takımımız'ın Dünya Kupası'nda üçüncü olmasıyla seviniyor ve gurur duyuyoruz. Ancak bir şeyi unutmamalıyız; 'futbol göze hoş görünen basit bir oyun', o kadar... Türkiye başka alanlarda da başarılı olmalı. İyi top oynamak yetmez. İyi sanatçılar, edebiyatçılar, felsefeciler, bilim adamları ve araştırmacılar da olmalıyız.

Keşke futbola dökülen parayı diğer alanlara da harcayabilsek; ne değerler yaratırdık? Futbol dışı alanları da iyi izlemeliyiz. Bu alanlarda çalışanlar için sokaklara dökülmesek, Şahin otoların içine 10 kişi binerek bayrak açıp, korna çalmasak da hiç olmazsa onların kitaplarını satın almalı, müziklerini dinlemeli, araştırmalarından yararlanmalıyız.

Değerlerimizden diğer ileri toplumların yararlanmasına zemin hazırlamalıyız. Kısaca, başarılı insanlarımızı tıpkı futbolcularımız gibi değer verip yüceltmeliyiz. Küstürmemeliyiz. İlk başarısızlıkta insanlarımızı yerden yere vurmamalı, sabredip başarı gelene kadar beklemesini de bilmeliyiz. Tüm başarıların temeli, insana değer vermeye dayanır. Bunu bilmeli, hemen unutmamalıyız.

Abdullah ŞEVKİ ANKARA

Almanya’daki Türkler Türkiye’deki Kürtler


ALMANYA İçişleri Bakanı Otto Schily özetle ‘‘Almanya'da yaşayan Türkler homojen olarak kalmamalıdır; Alman toplumuna asimile olmalıdır. Ülkemizde yaşayan 4 azınlık toplumu bulunmaktadır. Bunlara bir 5'incisini yani Türklerin eklenmesini istemiyoruz. Biz Almanya olarak her dilde eğitim ve yayın yapılmasına izin veremeyiz. Bu ülkemizi kaosa götürür’’ diyor.

Almanya bölünme tehlikesini en ufak bir şekilde yaşamadığı halde Türklere anadilde eğitim verilmesine karşı çıkmakta, Türkleri Alman kültürü içinde eritmeyi savunmaktadır.

Alman Bakan'ın bu sözlerine anadilde eğitimi savunanlar ne demektedir? Bir AB ülkesi, Türk işçilerinin asimile edilmesi gerektiğini savunurken, Türkiye'de Türk-Kürt ayrımına gidecek adımları atmak neden?

‘‘Her ne pahasına olursa olsun AB'ye girelim. Bu nedenle de istenilen tüm şartları yerine getirelim’’ diyenler bu sorulara cevap vermelidir.

Esra DENİZCİ-BURSA

Datça’ya müze istiyoruz


DATÇA Belediye Başkanı M.Erol Karakullukçu ‘‘Datça'ya Kültür İhaneti’’ (22.6.2002) başlıklı yazımıza şu açıklamayı yaptı: ‘‘İlçemizin en öncelikli kültür ve turizm sorunlarından birisi, müzemizin olmayışı ve ilçenin değişik yerlerindeki kazılarda çıkan tarihi eserlerin Datça'da sergilenememesidir. Konuyla ilgili Kültür Bakanlığı nezdinde iki defa girişimimiz olmuştur. Bunlardan ilki Datça Müzesi için Hızırşah Köyü girişindeki eski kilise binası ve karşısındaki tarihi seramik atölyelerinin müze olarak düzenlenip kullanılmak üzere bedelsiz olarak tarafımızca bakanlığa tahsis edilmesi yönündeydi. Şu anda Mülkiyeliler Lokali olarak tahsis edilmiş olan binanın müze yapılması söz konusu olduğunda ise kadrosuzluk mazeretine karşılık belediyemiz bünyesinde çalışan arkeoloji mezunu bir elemanımızı ve dört çalışanı, tüm masrafları tarafımızca karşılanmak üzere müze için görevlendirmeyi önerdik.

İlçemize bir müze kazandırmak için Datça Belediyesi olarak gerekli girişimlerde bulunduğumuza inanıyorum. Umudumuz, bir an önce müze sorunumuza bir çözüm getirilmesi ve yarımadadan çıkarılan tarihi eserlerin gene bu yarımadada sergilenmesidir. Siz de takdir edersiniz ki Anadolu'dan kaçırılmış tarihi eserlerin tekrar yurda getirilmesi için uluslararası çabaların harcandığı günümüzde, Datça bunu hak etmektedir.

Ayçiçeği mi soya mı?


BİR yağ sanayicisini dinleyelim:

Ayçiçeği ürünü en erken 20 Ağustos'ta çıkıyor. Yağlara fon şimdiden getirildi. Yağlardaki fonlar % 12'lerden % 30'lara çıkarıldı. Örneğin; ayçiçeği % 12'den 30'a, mısır % 12'den 30'a; soya da % 12'den 30'a yükseltildi. Bu konudaki genelge Resmi Gazete'de yayınlandı.

Soya fasulyesi ise sıfır fonla aynı kaldı.

Fonu isteyen yağcıların elinde yaklaşık 100 bin ton düşük fonlu yağ bulunuyor.

Dileriz halkımıza ayçiçeği yağı diye soya yağı yedirilmez.’’

Bırakın düşümüzde Karaoğlan yaşasın


HÁLÁ çekilelim demiyorlar. Ecevit'e de yazık ediyorlar. Hastalık Allah'tandır. Bir Başbakan'ı gülünç duruma düşürmek ayıptır. Çekilsin; yerine partiden birisini koysunlar. Ülke rahatlasın, yoksa bu millet bir ayağa kalkarsa bugünkü iktidarla muhalefetten hiçbiri sokağa çıkamayacaktır.

Av. Muharrem KEÇELİ-İSTANBUL

SAYIN Rahşan Hanım...
Bu hırs, kin niye? Bırakın eşiniz, Karaoğlan olarak kalbimizde yaşasın. Kendisini aciz, ezik, eli titrer görmeyelim, tutarsız konuşmalarını dinlemeyelim. Lütfen payandalık yapmayın.

Şinasi Naci ERKEN-İZMİR
Yazının Devamını Oku

FSM’de nasıl bir onarım yapılıyor

29 Haziran 2002
<B>BAYINDIRLIK </B>ve İskan Bakanı Prof. <B>Abdülkadir Akcan, </B>İstanbul'la ilgili iki konuda açıklama gönderdi. FSM Köprüsü'nde bakım-onarım çalışmalarında sayıca yetersiz eleman çalıştırıldığı, işlerin yavaş yürütüldüğü, böylece trafik sıkışıklığına yolaçan çalışmaların yeni bir köprü için 'zorlama' olduğu yolunda köşemizde yeralan ifadelerin eksik ve yetersiz bilgilerden kaynaklandığını ileri süren Akcan bizler aracılığıyla İstanbullulara şu bilgileri verdi:

‘‘FSM Köprüsü'ndeki bakım-onarım çalışması daha fazla geçikmeye tahammülü olmayan çelik tabiye üzerideki yapısal fonksiyonunu kaybetmiş mastik asfalt ve izolasyon sisteminin yenilenmesi işlemidir.

Bu çalışmaların yapılması için iklim şartları başta olmak üzere okulların tatile girdiği ve çalışanların genellikle izin kullanıldığı 16 Haziran-15 Eylül dönemi seçilmiş ve böylece gerek seçilen dönem ve gerekse hazırlanan 4 fazlı iş programı, trafik akışını 'imkanlar ölçüsünde en az etkileyecek' şekilde planlanmıştır.

Normalde 2x4 (4 gidiş-4 geliş) olarak çalışan köprü trafiğinin 1x2 şeridi bakım-onarıma alınarak, kalan şeritler 2x3 (3 gidiş-3 geliş) olarak trafiğe açık bırakılmıştır. Ayrıca trafik yoğunluğuna göre gidiş-geliş yönleri zaman-zaman (4+2) veya (2+4) olarak da yönlendirilmektedir.

Bakım-onarım çalışmaları, trafikten arındırılmış 7.5 m genişliğine ve köprü boyunca bir alanda tamamen bilimsel veriler ve teknik şartname kriterlerine göre dar alanda bir-biri ardına çalışacak makina ve ekipmanların servis ve hareket kabiliyetleri, ısı ve hava şartları da dikkate alınarak yürütülmektedir.

ÇOK İŞÇİ FAYDA SAĞLAMAZ

Birbiriyle bağlantılı 5 ayrı dalda, 24 saat esasına göre gece-gündüz yürütülen çalışmalarda; mevcut asfaltın kaldırılması ve izolasyon sisteminin uygulanmasında 10 personel, mastik asfalt ve ciping uygulaması işleminde de 8 personel ile çok sayıda makina ve ekipman görev yapmaktadır.

İşlem, dar alanda yapılması ve son derece teknik özellikler arzetmesi nedeniyle 'emek yoğun değil, işlem yoğun' bir çalışmadır. Dolayısıyla işçi ve makina bakımından herhangi bir kısıntı bulunmamakta, hatta gerektiğinen fazla işçi ve makina bulundurmak, yarardan çok zarar getirecek bir mahiyet arzetmektedir.Örneğin, 7.5 metre genişliğinebir koridorda yürütülen asfalt söküm çalışmalarında 1 kamyon, 1 kepçe ve 3 kompresör tabancasından fazla makina çalıştırmak mümkün değildir. Diğer iş kalemleri için de benzer durumlar söz konusu olmaktadır.

Sonuç olarak, FSM Köprüsü'nde sürdürülen bakım-onarım çalışmaları döneminden-süresine, onarımından-imalatına kadar en ince ayrıntısına kadar Bakanlığımızca planlanmış, programlanmış ve 24 saat esasına göre gece-gündüz sürdürülen teknik bir çalışmadır. Dolayısıyla bu çalışmalarda iddia edildiği gibi az sayıda personel bulundurulması, süre uzatılarak trafiğin uzun süreli meşgul edilmesi, böylece yeni bir köprü için zorlama teşkil edilmesi kesinlikle söz konusu değildir. Belirttiğim gibi bakım-onarım çalışmaları yoğun şekilde sürdürülmekte, etkin bir şekilde de denetlenmektedir. Gerçeklerin bu açıklama ile daha iyi anlaşılacağını umarım.’’

İL'E TEFTİŞ GÖNDERDİM

Bakanın ikinci açıklaması da şöyle:

‘‘Akcan'dan rica’’ (26.6.2002) başlıklı yazıda, İstanbul Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün çalışmalarının tarafımdan araştırılması konu edilmektedir. İl Müdürlüğünde, tarafımdan verilen bir talimatla daha önce başlatılan ve halen sürdürülen bir teftişin olduğunu belirtirim.

Kadıköy, GS'ye saygılıdır


KADIKÖY Belediye Başkanı Selami Öztürk, ‘‘FB'liler, Kadıköy'de GS'lı isimlere taammül eder mi?’’ sorusuna‘‘Evet, milli futbolcularımızın adlarının parklarda yaşamasına sıcak bakarlar. Buna emin olabilirsiniz. Milli Takım'ın her maçından sona en büyük eğlence ve çoşkular Kadıköy'de yapıldı. Kadıköy'ümüzün güzel bir köşesi olan Kalamış'ı, GS'lı büyük futbolcu Metin Oktay'ın heykeli süslüyor. Milli Takım forması taşıyan bu heykele 10 yıldır hiçbir Fenerli, hiçbir Kadıköylü dokunmadı.’’

İşte Çiller'in siyaset takımı


‘BEN İzmir'den Sayit Subaşı'yım. Adıyaman'dan İzmir'e 15 yıl önce siyaset yüzünden göç eden bir ailenin oğluyum. 14 yıldır İzmir'de elektronik ve beyaz eşya üzerine satış yapan üç SÜTAŞ mağazasının sahibiyim. Ben bir şeyi anlatmak istiyorum.

- Evet...

- Beni bir milletvekili mahvetti, alacaklarımı vermiyor.

- Yargıya gidin.

- Gittim, zaten artık siyasetin çirkin yüzünün ortaya çıkmasını istiyorum. Dilerim partiler, Seçim ve Partiler Yasalarını çıkarırken bu gerçekleri de göz önüne alırlar.

Siz de mi siyasetin içindesiniz?

- Babam Halil İbrahim Subaşı, siyasetten kaçıp İzmir'e geldikten sonra bir gün Demirel, mağazamızın yakınında Gazeteciler Cemiyeti'nden çıkarken, babamı görüyor. 'Burada ne işin var' diyor. 'İzmir'e göç ettim' diyor. Dönem 12 Eylül sonrası; DYP yeni kuruluyor. Sonuçta yine hayatımıza girdi Demirel... Babam, Demirel'e 'Sakın beni yazma' diyor. Siyaset masraf demek, adam bıkmış. Ailemizin hemen tüm fertleri Adıyaman'da zaten siyasetin içindeydi, artık bıkmışlardı. Bu yüzden İzmir'e kaçmıştı babam. Demirel dinlemiyor, kendisini DYP İzmir İl Başkan Yardımcısı yapıyor... Ben de sonra siyasete paçamı kaptırdım; 1990'dan sonra Balçova Belediye Meclis üyeliğinde bulundum. Son dönem milletvekili adayı oldum; DYP İzmir İl Başkan Yardımcılığı yaptım. İki ay öncesinde ise o milletvekilinin genel merkeze baskıları yüzünden görevden alındım.

500 BİN DM BORCU VAR

Kimden bahsediyorsunuz?

- DYP İzmir Milletvekili Afyonlu Yıldırım Ulupınar'dan... Daha önce İzmir İl Başkanı olan bu kişi, partiden doğan samimiyete güvenerek mağazamdan mal ve borç para olarak yaklaşık 500 bin DM çekti. Emin olun hem kendisinin, hem eşinin cebine para koymuşumdur... 1999'daki seçim kampanyasını benim paramla yaptı, arabamı kullandı. Benim de adaylığım söz konusu olunca beni 11. sıraya yazdırttı. Kendisi az farkla kazanarak Meclis'e girdi, ondan sonra da benden uzaklaştı, kaçtı. En yakın arkadaşı da Afyonlu eski milletvekili 'Fırıldak Kubiş' diye bilinen Kubilay Uygun'dur. Kubilay Bey de beni sana 'Meclis ziyaretçi kartı' alayım diyerek 150 milyonumu çarpmıştı. Bu iş takipçiliği değil mi?

İddia ettiğiniz alacaklarınız ne oldu?

- Tansu Çiller'e üç dört faks çektim; Ufuk Söylemez ve Necmettin Cevheri'ye kadar herkese anlattım, kimse sesini çıkartmadı; 'İkinizin arasında bir olay' dediler. Peki benim 500 bin markım ne olacak? Sonunda mahkemeye gittim, tanıklarımı bildirdim, sonucu bekliyorum. Bir de geçen hafta kızını Mardinli işadamı Abidin Necimoğlu'nun oğluna verdi. İnciraltı'ndaki düğünde milyarlar harcandı, havai fişekler atıldı. Dünyanın altını toplandı. İbrahim Tatlıses de düğünün konukları arasında yer aldı.

İYİ BİR EŞEĞİM

Siyaseten sizin de bekledikleriniz var ki, bu kadar para vermişsiniz. Şimdi de sıkıntı içindesiniz demek ki, eski defterleri karıştırıyorsunuz.

-
O 'İyi bir eşek yakaladım, bunu sömüreyim' dedi, sömürdü de... Biz Doğu insanıyız, kimseyi kırmak istemeyiz, ne istediyse alacağımı düşünerek verdim. Ama beni maddi ve manevi olarak çökertmekten başka siyasi olarak da önümü tıkamak isteyen bir adama karşı başka ne yapacaktım ki... Kendisini TV'de tartışmaya çağırıyorum. Durumum iyi olsa lanet olsun diyeceğim istemeyeceğim ama kriz ortada...

İzmir'deki gazeteci dostlara iki ismi sordum; hiç de iyi şeyler anlatmadılar; kavgalarını, davalarını anlattılar. Biz de ibreti alem için aktarmayı uygun bulduk.

Böyle kişilikler mi ülkeyi kurtaracak? (Yukarıdaki Pınar'ın mesajını okursanız aradaki farkı fark edip daha da kahrolacaksınız.)

Pınar ABD'den sesleniyor: Ülkeme döneceğim


BÜLENT Ağırgün'ün ‘‘Kızımın Armağanı’’ (21.6.2002) başlıklı yazısı beni çok üzdü. Bu aile ile görüşmek isterim. Aslında böyle haberler gazetelerin ilk sayfasında manşet olarak çıkmalı; köşelerde kalmamalı.

Şu anda ülkemizde bulunan çarpık düzende, toplum olarak bütün sorunların tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilmesi lazım. Toplum olarak organize olup, ülkeyi soyanlara karşı çıkmak ve hak ettikleri dersi seçim zamanı hepsine (iktidar ve muhalefet partileri dahil) vermek için böyle haberler tartışılmalı, gündemi oluşturmalı. Oralarda konuşmak kolay diye bakabilirsiniz. Önümüzdeki yıl doktoramı tamamlayıp en kısa zamanda ülkeme döneceğim. Ülkemi bu hale getirenlere kızıp, buralarda özlem içinde yaşamaya hiç niyetim yok. Toplum olarak örgütlenmek için herkese büyük görevler düşüyor.

Pınar ÖZBAY Michigan State Üniversitesi -ABD

Ersoy Tatlıses'i kıskanmış


ŞANLIURFA'nın Karaköprü belde belediyesi, bir parka İbrahim Tatlıses'in adını verdi. Adana Belediye Başkanı Aytaç Durak da, üç gün önce daha çok Urfalıların oturduğu Yüreğir, Yeşilbağlar Mahallesi'nde uzun bir caddeye 'İbrahim Tatlıses' adını koydu Açılış töreninde Tatlıses de bulundu.

Ancak Adana'daki 'Ekspres Gazetesi'nde ‘‘Bülent Ersoy, Durak'a kızgın’’ başlıklı bir haber dikkat çekti. Habere göre, Tatlıses'in adının bir caddeye verilmesi üzerine Bülent Ersoy alınmış, gazeteyi telefonla arayarak Adanalılara ve Başkan Aytaç Durak'a kırgınlığını dile getirmiş, ‘‘Ben bu şehirde vuruldum, böbreğimi verdim. Neden unutuldum?’’ demiş.

Bülent Ersoy, 15 yıl kadar önce Hacı Tepe adlı kişi tarafından vurulmuştu.

Tatlıses'in Adana ile ilgili ne anısı olabilir? Belki inşaat işçiliği yapmış olabilir. Durak'ta vefa duygusu var olduğuna göre Adana'da kanı akan Ersoy'a da ilgi göstermesi gerekiyor. Bilim adamları bir yana bırakılıp sanatçılar için böyle bir yol açıldığına göre Sisi de yarın yeni açılan Seyhan'daki köprüye adının verilmesini isteyebilir.

TEŞEKKÜR


ALMAN Hastanesi'ndeki tedavimiz sırasında bize geçmiş olsun mesajı ileten, çiçek gönderen veya bizzat ziyarete gelen akraba, dost, meslektaş, bürokrat, belediye başkanı, siyasetçi, eğitimci, emniyet mensubu başta olmak üzere tüm sevenlerimize ve de sevgili okurlarımıza candan teşekkürü bir borç biliriz. Y.B.
Yazının Devamını Oku

Futbolcu Parkları

28 Haziran 2002
<B>KADIKÖY </B>Belediyesi, <B>Kadıköy'</B>de bazı isimsiz parklara<B> Şenol Güneş </B>ve Milli Takım futbolcularının adlarını vermiş... Bir vefa borcu mu yoksa reklam mı? Selami Öztürk için reklamı düşünmek istemeyiz. Ama bu konuda samimi olunup olunmadığını bu parklara adları verilen GS'lı ve GS kökenli futbolcuların isimlerinin çakılmasından kaç gün sonra yerinde olup olmadığına bakmak gerekecek?

İşte Kadıköy'ün yeni 'futbolcu parkları':

Şenol Güneş: Koşuyolu Kalp Hastanesi Parkı

Fatih Akyel; İçerenköy eski Parkı

Emre Aşık: Paşabahçe Blokları Parkı

Emre Belözoğlu: Yol Sokak Parkı

Yıldıray Baştürk: SSK Parkı

Ümit Davala: Hızırbey Parkı

Tugay Kerimoğlu: Kuyubaşı Çeşme Parkı

Bülent Korkmaz: Çömlekçi Çukuru Parkı

İlhan Mansız: Sokullu Parkı

Alpay Özalan: 23 Nisan Parkı

Ümit Özat: İçerenköy Parkı

Hasan Şaş: Şekerevler Parkı

Hakan Şükür: Kuyubaşı Camii Parkı

Ergun Pembe: Toyata Arkası Parkı

Rüştü Reçber: Fenerbahçe Gençlik Parkı

Hasan Ünsal: İncirli Bostan Parkı

Başkan Öztürk Boğaz Köprüsü’nde GS renklerine bile tahammül edemeyen fanatik FB'lilere, milliler için yaptığının ne anlama geldiğini anlattıktan sonra parklara bu adları verse nasıl olur acaba?

Okuyan ne çabuk unuttu

‘AYRANI yok içmeye, tahtarevanla gider gezmeye!...’ Kendisinin reklamı için şampiyonluk halinde futbolcularımıza 50 milyon $ ikramiye öneren Yaşar Okuyan bir de kalkmış bu paranın bir şey ifade etmeyeceğini söylemiş... Sayın Bakan ne çabuk unuttular, 2001 yılı ekim ayında ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı, Hazine'den yardıma evet demeselerdi SSK ve Bağkur emeklililerine maaş ödenemeyecekti. Şimdi neler değişti ki Okuyan, 50 milyon $ için çok önemsiz bir para diyebiliyor! Milli Takımımızı düşündüğü için teşekkürler sayın Bakan. Ama öncelikle açlığa mahkum edilmiş milyonlarca emeklisinin biraz olsun yüzünü güldürübelecek çözüm önerileri üretse daha önemli bir görev yapmış olmaz mı?

Bekir ARDA-İSTANBUL

Iğdır'a ihanet edildi

IĞDIR
ve Nahçıvan ile ilgili yazılarımızdan başka Iğdır'dan bir okurumuzun duygu ve düşüncelerini okumak ister misiniz?

Kör siyaset Iğdır'dan elini çekmediği sürece orada sorunlar bitmeyecek. Demokrasi halkın gücü yerine paranın gücü olduğu sürece, her yerde olduğu gibi Iğdır'da da sorunlar sürüp gidecektir.

Vatandaş sivil toplum örgütlerini oluşturmadıkça ne bağlarında, ne de tarlaları ile ticaret işlerinde huzurlu olacaktır. İşte Iğdırımızın sorunu da burada yatıyor.

Iğdır'ın gerçeklerine gelince... Kardeş Nahçıvan ile aramızdaki 'Dilucu' kapısı açıldı. Buranın kaymağını bir avuç insan yedi. Nahçıvan kesiminde taraftarı bol güçlü kişilerin karşısına yöremizden güçlü kişiler çıktı. Böylece adeta kabile ilişkisi doğurdu. Devlet etkinliği yerine kurulan bu illegal bağlar yüzünden iki tarafın da halkı zarar gördü.

Sanırım Iğdır Valisi Sayın Mustafa Tamer bunları iyi irdelemiştir.

İnanıyorum ki Sayın Vali'nin çabaları her iki kesime de fayda sağlayacaktır.

Nahçıvan'dan gelenlere kötü gözle bakanlar, onları 'Nataşa' konumuna sokan zihniyetler de ilişkileri olumsuzlaştırdı.

Üç ülkeye sınır olduğu halde halkı ekonomik sıkıntı yaşayan Iğdır adeta ihanete uğramıştır. Meyveleri ağaçta, ürünler tarlada satılıyor. Doğu'nun Çukurovası, Iğdırlı gençlerde işsiz yurdu haline geldi. Ne fabrika, ne de duman çıkan başka bir üretim bacası var. Hizmet sektörü ile çarpık tarım buranın geçmini sağlıyor.

Vali ile belediye başkanı arasında olanları, milletvekillerinin valiye tutumlarını insanlar ibretle izliyor. Kimin umurunda Nahçıvan ile sorunlar, kimin umurunda Iğdır'da bir dershane, öğrencileri gece toplantıya çağırıp onlara namaz kıldırtıyor. Ya da o dershanenin hocaları evlere giderek ev halkına namazı zorla kaldırıyor. Tarikat liderlerinin kasetlerini öğrencilere dağıtarak Atatürk Türkiyesi'ni karanlığa itiyor kimin umurunda... Yine de inancımız şudur ki Sayın Vali Mustafa Tamer iyi niyetlidir. Dürüsttür. Siyasiler onu götürüp Iğdır'a ihanet edeceklerine üç ülkeye sınırı olan bu verimli ovaya yapılmakta olan havaalanını bitirsinler. Kuyu suyu içerek erken ölen Iğdırlılara yayla suyu getirsinler. İşsizlikler için yatırımlara yönelsinler. Çürümükte olan sulama barajları ile meşgul olsunlar, Iğdır ile Ağrı Dağı'nı özdeş kılan bir avuç insanın değil Iğdırlının hakkını arayan Sayın Vali'yi rahat bıraksınlar.

Iğdır kör siyasetten, kendisine ihanet edenlerden kurtulmadıkça sorunları da bitmeyecektir.

'Seni gebertirim'in cezası 157 milyon

12.3.2002'
de bu köşeden yazmıştık; Bartın Valisi Fatih Eryılmaz'ın Bartın Gazetesi sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Esen Aliş'i ‘‘Seni gebertirim’’ diyerek ölümle tehdit ve hakaretten yargılanacağını...

Olay geçen yıl, Bartın'a yapılmak istenen mobil santrala hayır toplantısında (Ne yazık ki şimdi Samsun'da yapılıyor) İl Özel İdare Salonu'nda sivil toplum örgütleri, muhtarlar, milletvekilleri, daire müdürleri önünde yaşanmış; ulusal TV ve gazetelerde de yer almıştı.

Bartın'a en yakın il olan Karabük Ağır Ceza Mahkemesi'nin baktığı dava dört celse sürdü. Hiçbirine katılmayan Vali Fatih Eryılmaz kendini bir vekille de temsil ettirmedi.

Mahkeme, kaset çözümleri ve dosya incelemesi sonucu Vali'ye 157 milyon lira ön ödeme para cezası verdi. (Vali, hapis cezasından kurtulmak için para cezasını hemen ödedi.)

Bartın Gazetesi sahibi Aliş'in avukatı Nilgün Saban ise kararı temyiz etti.

Vali Eryılmaz, Bartın Orman Fakültesi Yar. Doç. Erdoğan Atmış'a da aynı toplantıda ‘‘Ben beyefendi değilim, bana Sayın Vali diyeceksin’’ diye bağırmış ve öğretim üyesini salondan attırmıştı.

Bir laf vardır; keskin sirke küpüne zarar verir diye...

Kimse Süperman değildir

ÇORUM'dan Selahattin Aydemir, ‘‘Kimse Süperman değildir’’ diyor: ‘‘Atatürk'ün 'Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır' sözünden ders alan yok mudur? Korkmayın, birileri ölünce yıkılmaz bu ülke. Atatürk'ün vefatı ile yıkılmadıysa bundan sonra da kimsenin vefatı ile yıkılmaz.’’

Türkiye Cumhuriyeti'ni kendi kısacık ömrüne kimse bağlamamalıdır.

Bu ülkede çok değerli yüz binlerce genç yönetici var... Yeter ki, birileri Boris Yeltsin kadar basiretli davranıp, benim sağlığım ülke yönetecek seviyede değil, diyebilsin.''

Van Belediyesi'ne: Sesimize kulak ver

VAN Belediye Başkanı Şahabettin Özarslaner'in keyfi tutumu karşısında biz belediye işçileri olarak harekete geçtik. Ancak basınımız bile alaka göstermedi. Bir kez de size yazmak istedik.

Başkan Özarslaner'in biz işçilere yönelik baskılarını protesto etmek amacıyla, DİSK, Genel-İş Sendikası Van Şubesi olarak 15.6.2002'de basın açıklaması yaptık. Açıklamamızda, 'Van Belediyesi'nde çalışan emekçi işçi arkadaşlara yapılan antidemokratik, hukuk dışı uygulamalara ve işverenin mesnetsiz ücret politikasına dur demek için oturma eylemi başlatıldığı, bu eylemin amacının işçilerin uğradığı haksızlıkların kamuoyu ve basına duyurulması olduğu, Özarslaner'in aldatıcı ve tutarsız tavrından vazgeçmeye çağrıldığı, bütün haklar alınana kadar oturma eyleminin boyutlandırılarak sürdürüleceği' hususlarına yer verdik. Ancak basın sesimize kulak vermedi.

Gerçekte ise biz açız. Hakkımızı istediğimizde de işten atılmakta tehdit edildik. Hakkında yolsuzluk soruşturması süren başkanı kınıyoruz. Sizi de bize destek vermeye davet ediyoruz. Türkiye sadece İstanbul, Ankara değildir.

Doğunun kentlerine de ilgi gösteriniz.

İ.KIZILKEÇİLİ-VAN

MESAJ PANOSU

CUMHURİYET'in 56.Yunus Nadi Ödülleri'nin dağıtım töreni bugün 19.00'da Sultanahmet İbrahim Paşa Sarayı'nda. Törende; Pınar ve Buket Ökten'in keman dinletisi var.

TESEV'in, Boğaziçi Üniversitesi'nden A.Çarkoğlu, R.Erzan, K.Kirişci ve H. Yılmaz'a hazırlattığı 'Türk Halkının AB Üyeliğine Bakışı' kamuoyu araştırmasının sonuçları bugün Dr. Can Paker'in konuşmasıyla açıklanıyor.

ÖDP Büyük Kongresi 30 Haziran pazar günü Esenboğa Havaalanı Yolu Akyurt'taki Hotel Dedeman Büyük Anadolu'da.

HARBİYE Askeri Merkezi'nde açılan Giresun Sergisi, 30 Haziran'a kadar sürecek. Saat 10.00-20.00. (Koordinatör: 0535 368 45 95)

YAZLIK sinema keyfini yaşamak isteyenlere; 'Wasabi' filminin galası bu akşam saat 21.00'de sucuk döner ve şarap eşliğinde Büyükada'da.

ŞOFÖRLERDEN İETT Taşıtlar Dairesi'ne; Eminönü'nde deniz tarafındaki peronların kalkış yerinde otobüslerin manevralarının zorlukla yapılabildiği dar alanda korsan büfeyi hiç görmediniz mi?

ADANA'da açılan yeni köprü ile ilgili önerim... Öncelikle Adana'da yaşayan biri olarak halkımız genellikle hafta sonlarını Seyhan Baraj Gölü (A. Menderes Bulvarı) kenarında piknik yaparak geçirir. Bu bölgeye gidenler de mutlaka içki içer. Dolayısıyla yeni açılan köprü ve Menderes Bulvarı'nı tamamlayan yeni yolun dar olması, hiçbir korkuluğun olmaması, eminim ki çok kısa sürede birçok kaza ve boğulmalara yol açacaktır. Dileğim en kısa zamanda korkulukların yapılmasıdır.

Yusuf EVREN-ADANA
Yazının Devamını Oku

Vakıf üniversiteleri

27 Haziran 2002
<B>BİLİYORSUNUZ</B> vakıf üniversiteleri, 1960'lı yıllarda, gene <B>Süleyman Demirel </B>döneminde ‘Özel Yüksek Okul’ adıyla açılmıştır. Bu okulların Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle açtığımız davada, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu 14 Mart 1969 günkü duruşmada savımızı ciddi bulup Anayasa Mahkemesi'ne göndermiş ve Anayasa Mahkemesi de 12 Ocak 1971'de bu okulları kapatmıştır.

Ancak, 1982 Anayasası ile bu kez ‘Vakıf’ kisvesi altında, güya ‘kazanç amacına yönelik olmamak’ koşuluyla bu hak yeniden tanınmış, hatta hemen 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nda yapılan değişikliklerle de bu özel müesseselere devlet güvencesi getirilmiştir.

Ne var ki, hemen ertesi yıl 17 Ağustos 1983'te, yeni bir yasayla öğrenciden alınacak ücretin mütevelli heyetlerce saptanması, devlet üniversitelerine tanınan vergi bağışıklıklarından, indirimlerinden onların da yararlanması gibi ayrıcalıklar getirildiği; hatta 3 Nisan 1991'de iki yıllık eğitimden sonra vakıf üniversitelerine de devlet yardımı yapılması kabul edildiği halde 1982'den ta 1992'ye kadar hiçbir özel kuruluşun vakıf üniversitesi açmaya niyetlenmemesi üzerine; bu kez de 1 Temmuz 1992'de 3826 sayılı yasayla Yüksek Öğretim Kanunu'nun 13. maddesinin birinci fıkrasının sonuna bir cümle eklenerek ‘‘vakıf üniversitelerinin rektör ve dekan seçimleri müteveli heyetlere bırakılmıştır’’. Bu müesseseleri cazip kılmak için sanki bir anlamda rüşvet olarak.

Ama, aynı fıkradaki ‘‘rektörün görev süresi 4 yıldır’’ ve ‘‘iki dönemden fazla rektörlük yapılmaz’’ hükümlerine hiç dokunulmamıştır.

Oysa 22.5.2002 günkü yazınızdan öğreniyoruz ki, Başkent Vakıf Üniversitesi rektörlüğüne, kurucusu Prof. Mehmet Haberal'ın gene başkanı olduğu vakıf mütevelli heyetince üçüncü kez seçilmesi Danıştay 10. Dairesi'nce onaylanmış, YÖK'ün bu karara itirazı da Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu'nca reddedilmiştir.

Gerçekten, 1969 yılında avukatım olarak özel yüksekokulların kapatılmasını sağlayan Prof. Uğur Alacakaptan, bize büyük yardımlarda bulunan Prof. Mümtaz Soysal ve bizimle beraber savaşıma katılmış Prof. Aydın Aybay, devlet üniversitesi olmadıklarının anlaşılmaması için adlarında vakıf sözcüğünün bulunmasına bile tahammül edemeyen bu vakıfçılara, kanunların böyle farklı uygulanması konusunda ne düşünüyorlar acaba? Öyle merak ediyorum ki?

Demirtaş CEYHUN-İSTANBUL

Bizim için boş balon gibi


ANTALYA Esnaf ve Sanatkárlar Odaları Birliği Başkanı Orhan Tolunay, turizm sezonunu söyle değerlendiriyor:

‘‘İlimize gelen turist sayısı artmıştır. Fakat esnaf ve sanatkárlarımıza, ilimiz ve ülkemiz ekonomisine kazandırdıkları hiçbir şey yoktur. İlimize gelenlerin sayılarının artışı ile bıraktıkları döviz miktarı aynı oranda artış göstermemekte, aksine geçen yıllara oranla azalmaktadır. Nedeni, otellerimizin ‘her şey dahil sistemi'yle hizmet verme yolunu seçmeleridir. Bu sistem turizme darbe vurmaktadır. Her şey dahil sistemi kalkmalıdır. Acenteler, büyük mağazalardan aldıkları komisyonlarla geçinmek yerine turlarını satmalıdırlar. Turisti ben getirdim, cebindekini de ben harcatırım anlayışı, ülkemize ve ülkemiz ekonomisine vurulan bir darbedir.’’ Taşar ise her şey dahil sistemin sürülmesinde ısrarlı.

‘Ben seni beğenmedim'


PROF. Doğu Ergil, doçentlik sözlü sınavı için Ankara SBF Dekanlığı'na giden Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim üyesi Doçent Emin Gürses'i görüyor. Gürses'in yanında o sırada Fatih Üniversitesi Öğretim üyesi Berdal Aral var. Ergil, daha önce televizyonda yaptığı konuşması nedeniyle Gürses'e saldırıyor. Olaya Bilkent'ten Prof. Duygu Sezer, SBF'den Prof. Hasan Köni ve Prof. Hüseyin Balcı tanık oluyorlar. Ergil, Gürses'e yumruk atarken ‘‘o..... çocuğu’’ diye bağırıyor. Emin Gürses durumu Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na iletiyor. Barodan bir grup avukat kendisini gönüllü olarak savunacaklarını bildiriyor. Emin Gürses'in doçentliği bu yolla engellenmek isteniyor. Gürses'in daha önce davalık olduğu Prof. Köni bu sınav komisyonuna yeniden nasıl verilebiliyor? Sınava gelen bir öğretim üyesi, ev sahibi bir hoca tarafından nasıl yumruklanabilir? SBF'nin dekanı, bunları Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne rapor edip ‘‘Fakültede bilim sınavına gelen bir öğretim üyesine bizim bir prof'umuz yumruklu, küfürlü saldıra bulundu’’ diye rapor etti mi?

AB ligi


FIRSAT verilse Milli Takım gibi milyonlarca genç çok şeyi başarır. Milli Takımımız'ın tam kadro inanç ve azimle Türk milleti adına aldıkları başarıyı bütün dünya gördü. Futbolcularımız, Türklerin isteyince neler yapabileceklerini ispatladılar. Şimdi sıra gençlerimizde. Fırsat verilmeyen, siyasette, yönetimde, liderlikte, bürokraside hemen her alanda kendini ispatlayacak, önleri tıkanmış gençlerimizde... Artık bizi yönetenler, 10 yıl, 20 yıl o koltukları bırakmayanlar, ülkenin geleceği için gençlere yol açsınlar. AB ligine genç, dinamik kadro ile çıkmalıyız. Avrupa, gençlerimizin gücünden inanın çok faydalanacaktır. Yeter ki fırsat verilsin.

Halis TAŞÇI-ANKARA

Ayranı yok içmeye


AĞRI Doğubeyazıt İlçesi meclis üyelerinden bir grup, çektikleri faksta şöyle diyor: Belediye Başkanı Mukaddes Kubilay bir süre önce ilçede bir festival düzenlemek istediğini açıkladı. Bizler buna karşı çıktık. Çünkü halka hizmet götürmede ve işçilerin maaşlarını ödemede çok ciddi sıkıntılarla karşılaşıyorduk. Ancak, sözümüzü dinletemedik. Neticede 22-24 Haziran tarihlerinde festival gerçekleştirildi.

Yaklaşık 100 milyar lira masraf yapıldı. Halbuki ilçemizin temizliğini dahi imkánsızlıklar nedeniyle halka yaptırdık. Bu festivale gerek var mıydı? Bu parayla festival düzenlemeye halk ne diyor diye düşünüldü mü?

Bütün bunlar iki tane Kürtçe türkü söylensin diye mi? Halk bize yarın seçimlerde hesap sormayacak mı?

GÜNÜN SÖZÜ


Mevki hırsı, insanların başlıca dürtüsüdür. Yükselme ümidi oldukça herkes layık olmaya çalışır, fakat bir kere en yüksek dereceye geldikten sonra da rahattan başka bir şey düşünülemez.

(Napoleon)
Yazının Devamını Oku

Iğdır'ın alacakaranlık kuşağı; mazot

26 Haziran 2002
<B>DÜN</B> Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nden söz ederken bir Türk yetkilinin <B>‘‘Türkiye, Nahçıvan'a verdiği her kuruşun hesabını soran IMF kadar etkili olamıyor’’ </B>biçimindeki sözlerini bugüne bıraktık? Türkiye'nin yaptıklarına karşı Türkçe adıyla 'Eski Diyar' olan Nahçıvan'ın umarsızlığı acaba cumhuriyetin bağlı olduğu Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev'den mi kaynaklanıyor? Türk Dışişleri'ne bu konuda dikkate değer bilgilerin ulaştığı söyleniyor.

Araştırmacı Ercan Çitlioğlu, Nahçıvan'ı gerçek annesinden kopartılmış, emekleme evresinde; Türkiye'yi de 5.5 bin km'lik bu küçük ülkeyi gözeten, koruyan bir süt anne olarak anlatıyor.

Böyle bir ‘‘ülke’’ ile nasıl mazot ticareti yapılır?

Adına sınır ticareti demişler. Türkiye'ye ayda 15 bin ton mazot getirilmesini öngörmüşler. Şunu bilelim, mazot Nahçıvan'da 340 bin lira, Türkiye'de yaklaşık 1.2 milyon lira. Türkiye sınırına 10-15 km uzaklıktaki ilkel tanklara biriktirilen mazot İran ve Azerbaycan'dan getiriliyor. Ticaretin koşulu, mazotun sadece Bakü'den getirilmesiymiş. Ne yazık ki bugün yarısı İran'dan getiriliyor Nahçıvan'a. Ballı ticaretten İran da pay alıyor.

Aylık 15 bin ton mazotun nakliyesi eşit olarak Türkler ve Nahçıvanlılar tarafından taşıyor. Türkiye tarafından verilmiş 5845 mazot taşıma belgesi var; Nahçıvan tarafından da 600. İlginç olan Bakanlar Kurulu'nun bu izin belgesini şahsa değil araç plakalarına vermesi.

Iğdır'da bugün bir izin belgesinin hava parası 10-15 milyon lira ediyor.

Bu izin belgelerini bazı şirket ve kişiler ellerinde toplamışlar. Sınır ticaretinin sosyal ve ekonomik faydasından öte ticari yanı öne çıkarılmış. Bugün bir araca 2-2.5 ayda sıra gelebiliyor. Mazotu 340 bin liraya alıp Aralık ve Iğdır'daki depolara yaklaşık 800 bin liraya satıyorlar. Her araçta yaklaşık 4 tondan 1.5-2 milyar net kár kalıyor. Karşı taraf da kendi kontenjanını döküntü sayılabilecek 600 araç ile Türkiye'ye getiriyor.

Yani Türkiye ayda 4.5 milyon dolarlık bir pazar yaratıyor. Bunu da gariban komşumuzla Iğdır paylaşıyor.

ADALET VAR MI?

Peki Iğdır'da ne yapılmış?

Bu rantla güzelim ovada zevksiz ve özensiz binalar, (bir depreme ne kadar dayanır şimdilik bilinmez) TIR ve otobüs filoları oluşturulmuş.

'Nahçıvan petrolü'nün Iğdır dışında satılması tek izinli 'ithal petrol' sayılıyor. Asıl oyunlar burada başlıyor. Bakıyorsunuz Iğdır'dan yılda 180 bin ton mazot satılması gerekirken, pazar 500-600 bin tona kadar çıkıyor. 180 bininin çok üzerindeki bu miktar 'kaçağı' oluşturuyor. Van'dan girenler ile nasıl 'harman' edilir. Bu ayrı bir hikáye. TSE gerekli kontrolü yapar mı, bu adaletsizlik kimsenin dikkatini çeker mi? Bunlar uzun süre siyasetçilerin göz ardı ettiği konular. Nahçıvan pancarının Ağrı'ya taşınması ve şeker olarak geri götürülme ihalesinde (2 yıl önce) esas olanlar olmuş...

Iğdır'da 5845 kamyonun bir ayda getireceği 7.5 ton mazot kontenjanı yanında nakliyeci firmaya ayda 7860 ton da mazot taşıma izni alınmış. Tüm olaylar etnik çekişmeye kadar varmış.

VALİYE OYUNLAR

O dönem gelen vali Mustafa Tamer yeni bir düzenleme yapmak istemiş. İzin belgelerini iptal edip mazot rantının tabana yayılmasını amaçlamak isteyince çeşitli tepkiler doğmuş. Bir görüş şu... Iğdır doğumlulara bu izin verilsin. Ayrıca Habur'daki gibi devletin kontrolünde 'tpic' şirketi kurulsun.

Iğdır'da her şey belediye dahil MHP'li Aras ailesinin elinde. FP-ANAP hattındaki Ali Günel ile MHP'li Abbas Bozyel eskiden birbirlerine selam vermezken bugün kol kola geziyorlar. Valiyi yemek için. Meclis'te ve Iğdır'da yaptıklarını halk ibretle izlemiş. Iğdır'da yolsuzluk yapanlar saptanmış. Nitekim hafta sonu yapılan ‘Iğdır-Ağrı Dağı Nuh Gemisi Festivali’ne binlerce kişi katılmış; Belediye Başkanı Nurettin Aras'ın engellemelerine karşın...

Eğer bu vali görevden alınırsa siyasetçilerin çirkin yüzü bir kez daha tescil edilmiş olacak.

DSP İl Başkanı Adnan Toprak gelişmeler için ‘‘Ar damarı çatlamış hacıbabasının karnını düşünenler, Iğdır'ın huzurunu bozamayacaklar. Herkesi dürüst ve seviyeli siyaset yapmaya çağırıyorum’’ diyor.

Yerel Çağdaş Gazetesi, valinin görevden alınmaması gerektiğini yazarken şöyle diyor: ‘‘Yiğit ölür şanı kalır.’’

Zor günler


BAŞKENT Üniversitesi'nin Başbakan Ecevit'e verdiği bir aylık izin süresi bugün bitiyor. Ecevit bugün Başkent Hastanesi'nde Prof. Turgut Zileli başkanlığındaki ekip tarafından kontrolden geçirilecek.

Prof. Zileli, Hüsamettin Özkan'ın hemşerisi, Kayseri Develili....

Bu nihai bir konsültasyon sayılacak mı? Ecevit'e nasıl bir rapor verilecek? DSP'li bir grup milletvekili, Ecevit'e istifa için ültimatom veriyor. Önümüzdeki günlerde MGK ve Askeri Şûra toplantıları var. Ecevit bu toplantılara katılabilecek mi?

Başbakansız Askeri Şûra toplantısı yapıldığı hiç hatırlanmıyor. Başbakan o süreye kadar iş görür raporu alabilir mi? Meclis'in tatile girmesi Başbakan'ın işine yarar mı?

Ecevit ile ilgili bugünkü rapor ya olumsuz çıkarsa. DSP'li milletvekillerinin bildiği bir şey var ki dün bu açıklamayı yaptılar.

Akcan'dan bir rica


İSTANBUL'dan A.B 'rica' başlıklı faksında özetle şöyle diyor: ‘‘İstanbul Bayındırlık ve İskán Müdürlüğü'nde dönen oyunları Sayın Bakan Abdülkadir Akcan'ın araştırmasını önemle rica ediyorum. Özellikle kurumun başında bulunan Müdire Firdevs Yüksel, Müdür Muavini Ünal Boyacıoğlu ve bunların güdümünde olan bazı muavin ve şube müdürlerinin çok iyi araştırılması gerekmektedir. Çünkü bu insanlar mensup oldukları siyasi partiyi kendilerine kalkan edip sözüm ona vatanseverlik adına her türlü haksız kazancı, haksız uygulamayı helal saymaktadırlar. Sayın Bakan, artık bu insanlara birilerinin dur demesi, hesap sorması lazım.’’

MESAJ


BİR iş için yaklaşık bir haftadır Belçika'daydım. Birkaç defa tren seyahati yaptım. Ne kadar rahat ve medeni bir ulaşım aracı olduğunu belki de yeni fark ettim. Keza tramvay ne kadar rahatmış. Bazı yenilikleri bizim yetkililerimiz neden memleketimize taşımazlar? Burada iki katlı trenler gördüm. Düşünüyorum da acaba bizim hatlara da bu trenlerden konulsa, kapasite iki katına çıkmış olur. Ayrıca tren istasyonlarına, iniş-biniş saatlerini bildiren elektronik panolar konulamaz mı?

A.Asaf EREM-BELÇİKA
Yazının Devamını Oku

Bir haftalık gecikmeyle Iğdır ve Nahçıvan

25 Haziran 2002
<B>HER </B>gün 400.000 kamyon dolusu (1.4 milyar ton), başka bir deyişle <B>Kocaeli </B>ve <B>Bursa</B> illerini yaklaşık 30 cm. kalınlıkta kaplayabilecek miktarda verimli toprağı erozyon sonucu kaybediyoruz. TEMA bu mücadele için kurulan bir sivil toplum örgütü... Erozyon konusundaki çalışmaların öncüsü sayılıyor.

Kaybedilen verimli toprak örtüsünün yeniden oluşması için binlerce yıl gerekiyor.

Türkiye rüzgár erozyonu ile mücadeleyi Konya Karapınar'da tanıdı. 25 yıllık mücadele sonunda kumluk alanlarda çeşitli bitki örtüleri ve ağaç türleri yeşeriyor. İkinci bir çalışma Iğdır'ın Aralık İlçesi'nde sürdürülüyor. Kuzeyde Aras Nehri'nin çizdiği Ermenistan, kuzeydoğuda özerk Nahcivan ve güneydoğuda İran'ın bulunduğu bölgede 13.5 hektar yeşil alan rüzgár erozyonundan tahrip olmuş durumda.

Çukurova kadar verimli Iğdır Ovası'nın bu üç ülkeye açılan kesimi Büyük ve Küçük Ağrı'nın karlı zirvelerine bakıyor. Ovada ısınan hava 5165 m yükseklikteki Ağrı Dağı üzerinde oluşan soğuk havanın yer değiştirmesi sonucu kuvvetli rüzgárlara dönüşüyor. Bu da ovadaki kumsal toprağı taşıyor.

EBU CEHİL OTU

Sahanın tabii bitki örtüsünü oluşturan ve 'Ebu Cehil' otu denilen çalı formundaki kurağa dayanıklı, kalın köklü bitkiler, hayvan otlaması ve yakacak amaçlı kesim sebebiyle yok ediliyor, bu erozyonu oluşturan büyük bir etken haline geliyor.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, İran'a giderken Aralık İlçesi'ne uğrayarak Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen erozyonla mücadele çalışmasını başlatması çok anlamlı...

Aslında bölgede çalışmalar 12 yıl önce başlamış. Çeşitli araştırmalar yapılmış, yetiştirilebilecek bitki çeşitleri, sorunlar ve çözüm yolları belirlenmiş. Ama terör ve para en büyük engel olmuş.

Kum hareketlerinin tarım ve hayvancılık üzerindeki olumsuz etkisinden dolayı 222 aile yöreden göç etmiş.

DSİ'nin trilyonlar harcayarak yaptığı su kanalları kumlarla örtülmüş, unutulmuş. Yeraltı kuyuları kapanmış. Terör nedeniyle bölgeye sahip çıkılamamış. Dış düşmanlar da bunlara çok sevinmiş. PKK sindirilince erozyonla mücadele çalışmaları bütçe kaynaklarına göre el verdiğince yeniden işlevsellik kazanmış.

Biz oradayken kumul alanlara yeni bir teknikle ağaçlar dikilmeye başlandı. Bu gelecek kuşakların da sürdürmesi gereken bir çalışma.

YOLUMUZ NAHÇIVAN

TEMA
'dan Nihat Gökyiğit, Hayrettin Karaca, Kemal Yavuz ve Ümit Gürses ile bu çalışmaları gözlemledikten sonra 'Hasret Köprüsü'nden Nahçıvan'a geçtik.

Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev de o sırada Nahçıvan'daydı. Yol üzerinde bir sürü boş tanker ile şişelerde satılan mazot görüyoruz. Çevre yemyeşil ancak buğday ve pancar ürününden başka bir şey yok. Pancar Ağrı Şeker Fabrikası'na taşınarak işlenip şeker olarak geri getiriliyor. Ancak pancar taşıma işinde yapılan mazot kaçakçılığında nelerin götürüldüğü hálá dillerden düşmüş değil.

Çeşitli örgütler de bu işin içinde.

Nahçıvan'da geçmişte üzüm bağlarından 120-130 bin ton şarap, 4-5 bin ton tütün, meyve, sebze Rusya'ya gönderiliyormuş.

Ermenistan ile savaştan sonra tren hattı kapanmış. Nahçıvan çökmüş. Türkiye tarafından 'bakılır' olmuş. Bu özerk cumhuriyette şimdi ülkede 800 bin koyun, 20 bin sığır varmış. Nahçıvanlılara zaten et ve ekmek yetiyor. Bir soğuk hava deposu, paketleme tesisi bile yok.

Ne yazık ki hiçbir yatırım yok Nahçıvan'da, bir soğuk hava deposu veya paketleme tesisi olmadığı gibi. Ağrı Şeker Fabrikası özelleştirilirse Nahçıvan çok etkilenir.

Türkiye ayrıca Nahçıvan'a elektriği bedava veriyor. Askerlerin her türlü gereksinimini karşılıyor. 336 Türk öğrenci Nahçıvan Devlet Üniversitesi'nde okuyor. Fethullah Gülen cemaatinin üç lisesinin en 'seçkin' okullar olduğu bize anlatıldı. Ancak Nahçıvan yöneticilerinin ödün vermez tavrından dini faaliyetlerde bulunamıyorlarmış.

Nahçıvan üzerine Türkiye'nin her türlü garantörlüğü var da, Nahçıvan'ın bazı konulardaki tutumu Türkiye'yi rahatsız etmiyor değil. Garip bir şekilde kendisini Türkiye ile eşit saymak istiyor.

Milli Eğitim Bakanlığı, Nahçıvan'da Anadolu lisesi açmak istemiş, onlar da karşılığında müzik okulu açalım demişler. Gönderilen askeri yardımın hesabının pek verilemediği sınırdaki Türk yetkililerince belirtiliyor.

Bakü'deki şehitlikte Türk bayrağı olmasına karşın Nahçıvan'daki şehitlikte son zamanlarda Türk bayrağı çekilmemesi gerginlik yaratmış.

Bunlar Türkiye'nin duygusallığına rağmen Nahçıvan'ın umursamaz ve kural tanımaz tavrı olarak değerlendiriliyor bir ağabey tavrıyla.

Nahcıvan neyi amaçlıyor Türkiye'yi kendinden uzak tutarak.

Fırsat bulabilirsek yarın şu mazot ticaretinden söz etmek istiyoruz.

Valiye oyunlar


TEMA Onursal Başkanı Hayrettin Karaca: ‘‘Erozyon çalışmaları bitince Iğdır ülkeye yılda on milyar dolar katkı sağlar.’’

TEMA Başkanı Nihat Gökyiğit: ‘‘Iğdır valisi Mustafa Tamer kafaya takmış. Üç kez TEMA'yı çağırdı. ‘‘Gelin bize erozyon çalışmalarına öncülük edin’’ dedi. Mazot işinde soygunu önlemiş, devlete kazandırmış. Şimdi de görevden alınması için siyasetçiler çeşitli tertipler yapıyorlar. Bunları Cumhurbaşkanı SayınSezer'e de anlattık. Böyle çalışkan bürokratlara yazık oluyor.

Ersümer'i hatırladım


FATİH Sultan Mehmet Köprüsü'nde iş yapılırken eleman sayısı bir elin parmakları kadar. Büyükşehir Belediyesi'nin Mahmutbey'den Kozyatağı'na kadar ağaç ve çiçek diken, bakım ve sulama yapan eleman sayısı yol boyunca köprüde çalışanlardan 3-4 kat fazla. Bu çok önemli ulaşım yolunun durumu anlaşılan İstanbul'a yeni bir köprü için zorlama!

Enerji Bakanı, Cumhur Ersümer iken birden enerjimiz bitti; beyaz enerji olayı patladı. Bakan kışı elektriksiz geçireceğiz dediğinden beri iki yıl geçti. Hálá ortada bir şey yok. Bizimle alay mı ediyorlar.

Aydın YURTTAŞ İSTANBUL
Yazının Devamını Oku