Yalnız Meksikalılarla beklentilerimiz taban tabana zıt. Biz Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla işlerin yoluna girmesini bekliyoruz. Meksika’da ise Peso bizatihi Trump nedeniyle düşüyor!
*
İki haftadır bulunduğum Meksika’da halkın Trump’tan nasıl korktuğunu bizzat gözlemliyorum. Gazetelerin manşetleri, TV ekranları Trump’la dolup taşıyor. Yeni ABD Başkanı söz verdiği gibi Meksika sınırına duvar örecek mi? Ve Meksikalıları kapı dışarı edecek mi? Tam bir korku nöbetindeler.
O kadar ki, bundan 2 hafta önce Meksika Başkanı Nieto bir mesaj yayınladı. Ve ABD’de yaşayan vatandaşlarına “Korkmayın, yanınızdayız. Yalnız lütfen mümkün mertebe politika konuşmaktan kaçının!” dedi. Dahası, korkan göçmenler için 24 saat açık bir “alo yardım hattı” açıldı. Sırada cep telefonları için bir uygulama (app) yüklenmesi var!
“İyi de nerden çıktı şimdi bu” diyeceksiniz. Yine Oxford Sözlüğü’ne göre, Trump’tan çıktı! Yani Trump bu yeni gerçeklik sayesinde seçildi.
*
Malum; Trump seçildiğinden beri dünya karışmış durumda. “Nasıl oldu da dünyanın en büyük gücünün başına Trump geldi” tartışması aldı başını gidiyor. Yeni başkanın göçmenlere, İslam’a, kadınlara karşı çıkışları uzun zamandır tepki çekiyor.
İyi de Trump’ın ağzından çıkan bu sözleri Amerikan halkının büyük kısmı zaten söylemiyor mu? Zaten tam da bu yüzden oy verenlerin neredeyse yarısı onu seçmedi mi? Yani Trump, bu insanların birebir yansıması değil mi? O zaman Trump yerine daha farklı bir başkan görmek istiyorsak, bu değişimin önce bizlerden başlaması gerekmiyor mu?
Evet Ankara’nın Trump döneminde Suriye konusunda bazı tavizler vermesi gerekecek. Ama bunları Trump dışarıdan dayattığı için değil, kendi isteğiyle ve kendi bekası için yapacak.
TRUMP’IN SURİYESİ
Trump seçilir seçilmez hemen iki mülakat verdi bile. Biri Wall Street Journal gazetesine. Diğeri de haftasonu CBS televizyonuna. Ve kampanyası boyunca ipuçlarını verdiği Suriye politikasını savunmaya devam etti. Bu da bize aşağı yukarı nasıl bir çizgi izleyeceğini gösterdi.
Trump’ın reçetesi en kaba haliyle şöyle: “DEAŞ yok edilmeli. Esad ve Rusya DEAŞ’a karşı savaşıyor. Öyleyse Esad’ı yerinde bırakalım. Dahası Esad ve Moskova’yla işbirliği yapalım.”
*
Herşeyden önce, bu seçim “anaakım” diye tanımlanan herşeyin iflas ettiğini artık iyice ortalığa serdi. Bundan kastım anaakım siyaset ve anaakım medya.
Amerikan medyası Trump’ı seçim kampanyası boyunca büyük oranda dışladı. Anaakım medyanın yüzde 90’ının Trump’ın karşısında konumlandığı söyleniyor. Yani resmen manşetlerle çarpışa çarpışa iktidara geldi.
Buna mukabil Trump da sosyal medyayı tepe tepe kullandı. Twitter’da Papa’yla bile söz dalaşına girecek kadar aktifti. Bu da bize anaakım medyanın, sosyal ve dijital medya karşısında gücünü gitgide kaybettiğini, hatta eridiğini gösterdi.
ABD demek Irak demek, Suriye demek, yani Ortadoğu da demek. Zira yeni başkanın politikaları, bu bölgenin geleceğini birebir etkileyecek. Dolayısıyla yeni başkanın ne yiyip ne içeceği sadece Amerikalıları bağlamıyor. Bizi de çok yakından ilgilendiriyor. O yüzden çok kısaca bakalım. Cumhuriyetçi Trump ve Demokrat Partili Clinton bölgemizle ilgili ne diyor?
Hadi kazanma ihtimali biraz daha düşük olan Trump’la başlayalım.
TRUMP: DIŞ DÜNYAYA KARŞI
Vardı. Peki o zaman neden bu hakkımızı tam almadık? Rahmetli Turgut Özal neden bundan feragat etti? Ve söylendiği gibi Özal Musul’a girme peşinde miydi?
PETROL HAKKIMIZ
Geçen yazımda anlatmıştım. Türkiye’nin Musul’daki petrol hakkıyla ilgili 2 belge mevcut. 1.si; İngiltere ve Irak’la imzaladığımız 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Anlaşması. Diğeri de 14 Mart 1925 tarihinde Türk Petrol Şirketi ile Irak hükümeti arasında imzalanan İmtiyaz Anlaşması.
Bunlara göre Türkiye 25 yıl süreyle tüm Irak’ın petrol gelirinden yıllık % 10 oranında bir hak alacaktı.
TÜRKİYE ALACAKLI KALDI
Türkiye’nin Musul’daki petrol haklarıyla ilgili 2 belge mevcut. 1.si; Türkiye’nin İngiltere ve Irak’la imzaladığı 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Anlaşması. Diğeri de 14 Mart 1925 tarihinde Türk Petrol Şirketi (Turkish Petroleum Company-TPC) ile Irak hükümeti arasında imzalanan İmtiyaz Anlaşması.
Ankara Anlaşması’nın 14. maddesine göre: Türkiye 25 yıl süreyle tüm Irak’ın petrol gelirinden yıllık % 10 oranında bir hak alacaktı. Yine İmtiyaz Anlaşması’nın 10. ve 33. maddeleri de bu hakka atıf yapıyordu. Ankara’ya yapılacak bu ödeme ise 1934’te başlayacaktı. Çünkü anlaşma, “Irak’ta ilk boru hattı yapıldıktan sonra gelir kaydedilecektir” diyordu. Irak petrolünü dünyaya taşıyan ilk boru hattı da 1934’te, Kerkük-Hadidi arasında inşa edilmişti.
Kısacası Ankara’ya bu ödeme 1934’ten 1960’a kadar sürecekti. Ne var ki kazın ayağı öyle olmadı.
Demiş Anton Keller. Yani hayatının büyük bölümünü Musul meselesine adamış, 2009’da vefat etmiş olan İsviçreli hukukçu. Keller; Musul’da yaşayan tüm unsurları kapsayan Musul Vilayet Konseyi (MVK) adlı sivil kuruluşun hem fikir babası. Hem de uluslararası platformdaki temsilcisiydi. Bu Konsey’in Birleşmiş Milletler’e akredite olmasını sağlamıştı.
Değişen Musul
Keller doğru söylemiş. Irak, on yıllar boyunca önce Saddam’ın Sünni-leştirme politikasına maruz kaldı. Kürtler katliama uğradı. Şiiler de dışlandı. 2003 Amerikan işgaliyle Saddam devrildi ve iç savaş başladı. Bu sefer de Şiiler Sünnileri dışladı. Ve Musul başta olmak üzere tüm Irak bir girdabın içine sürüklendi.
Dolayısıyla Keller’ın dediği gibi: Bölge halklarının taleplerini karşılayacak, uzun vadeli politikalar hiç üretilmedi. Bugün Musul başta olmak üzere Irak’ta hem etnik çatışma var. Yani Türkmenler, Kürtler ve Araplar birbirine girmiş durumda. Hem Şiiler ve Sünniler mezhep çatışmasında.