Paylaş
ABD demek Irak demek, Suriye demek, yani Ortadoğu da demek. Zira yeni başkanın politikaları, bu bölgenin geleceğini birebir etkileyecek. Dolayısıyla yeni başkanın ne yiyip ne içeceği sadece Amerikalıları bağlamıyor. Bizi de çok yakından ilgilendiriyor. O yüzden çok kısaca bakalım. Cumhuriyetçi Trump ve Demokrat Partili Clinton bölgemizle ilgili ne diyor?
Hadi kazanma ihtimali biraz daha düşük olan Trump’la başlayalım.
TRUMP: DIŞ DÜNYAYA KARŞI
Trump Suriye meselesini daha çok Clinton’ı yermek için gündeme getirdi. Zira Clinton 2009-2013 arasında Dışişleri Bakanıyken, ABD’nin şu anki Suriye politikasının temelini atmıştı.
Bununla birlikte Trump için Irak ve Suriye demek, mülteciler demek. Hakeza destekçileri için de öyle. Pew araştırma şirketinin anketine göre; Trump destekçilerinin yüzde 85’i mültecileri “büyük bir tehdit” olarak görüyor.
Carnegie adlı Amerikan düşünce kuruluşu için yazan Aron Lund’a göre, “Trump için dış dünya neredeyse sadece teröristlerden ve çoğu terörist olan mültecilerden ibaret”. Kaldı ki Trump, Suriye’ye müdahil olmanın sadece mülteci ve terörist sayısını arttıracağını düşünüyor.
*
Zaten bu şüpheci bakışı nedeniyle genel olarak dış dünyaya yönelik “soyutlanma” (izolasyon) politikası izleme taraftarı. “Artık başka yerlerde ulus kurmamalıyız. Onun yerine ülkemizi yeniden kurmalıyız” diyor. Ve tam da bu, Amerikan seçmenine cazip geliyor.
Aron Lund, Trump’ın ağzından dış dünyayı şöyle özetliyor: Çin ve Japonya “tehlikeli rakipler”. Avrupalılar “nankör beleşçiler”. İsrail, “Clinton ve Obama’nın aldattığı ülke”. İran ise “Clinton ve Obama’yı enayi yerine koyuyor”.
VARSA YOKSA RUSYA
Trump Rusya’yı ise ayrı bir kefeye koyuyor. Ki zaten Rusya lideri Putin’e karşı övgülerinden dolayı üzerine epey şüphe çekmiş durumda. Özellikle de Clinton’ın email’lerinin sızdırılmasının Rusya’nın işi olduğu basına yansıdığından beri. Ki bunu Obama yönetimi bile resmi olarak dile getirdi.
*
Trump Irak ve Suriye’ye müdahil olmaya ise kesinlikle karşı. Bu yüzden Esad’a karşı nispeten hoşgörülü. “Ben olsam Esad’a karşı savaşmazdım ve Suriye’nin dışında dururdum” sözleri bunun göstergesi. Dahası bunun DEAŞ’la mücadeleyi de zayıflattığı görüşünde. İran ve Rusya’nın Esad’ın yanında yer almasının da “zorlaştırıcı” bir faktör olduğunu söylüyor.
Suriyeli muhalifler konusunda da isteksiz. Suriye muhalefetinin Amerikan çıkarları açısından Esad’dan daha kötü olduğunu savunuyor. PYD/YPG’den de “ABD’ye Suriye’de yeterince destek vermiyorlar” diye yakınıyor.
Ankara’nın ısrarla talep ettiği güvenli bölge konusunda ise istekli. Ancak Trump için güvenli bölge, mültecileri toplayabileceği bir arazi gibi. Buranın masrafını da Körfez ülkelerinin karşılamasını öneriyor.
Ancak Suriye konusundaki tüm bu isteksizliğine rağmen, yine de DEAŞ’ı bombalayıp yok etmekten bahsediyor. Peki bu Suriye’ye girmeden nasıl olacak? Orası muallak. Bu, muhtemelen milliyetçileri yanına çekmek için açtığı bir kart.
CLİNTON: ŞAHİN OBAMA
Gelelim Clinton’a. Herşeyden önce Clinton demek, döneminde Dışişleri Bakanlığı yapmış olduğu Obama’nın politikalarının büyük oranda devamı demek.
ABD’nin ilk kadın başkanı olmaya aday olan Clinton, Suriye’de “daha fazla ve daha yoğun” hava saldırılarından yana. Kampanyası boyunca PYD/YPG’ye ve Suriyeli muhaliflere daha fazla destek vereceğini de sık sık dile getirdi. Zaten CIA’in muhaliflere destek paketi de, onun Dışişleri Bakanlığı döneminde ortaya çıkmıştı.
*
Bununla birlikte Clinton da Trump gibi güvenli bölgeyi savunuyor. Esad konusunda ise geçiş süreci üzerinde duruyor. Daha fazla askeri müdahaleyle Esad’ın diplomatik çözüme itileceğini düşünüyor. Bu bakımdan Esad’la çatışmaktan kaçan Trump’tan ayrılıyor.
Ancak buna mukabil Esad’ın destekçisi olan Rusya’yla işbirliği yapacağı, yapmak zorunda kalacağı da aşikar.
Özetle, Clinton Obama’dan daha şahin. Ancak zannedildiği kadar da şahin değil gibi.
*
Son kertede ise, Amerikan başkanlarının kampanyada söyledikleriyle eylemleri arasında uçurum olabildiğini biliyoruz. Irak ve Afganistan’dan elini eteğini çekeceği sözünü vererek seçilen Obama’nın durumu ortada. O nedenle bu sözler ancak birer işaret niteliğinde.
Bununla birlikte görülen o ki, her iki adayın da Türkiye için artıları ve eksileri var. Dolayısıyla her ikisiyle de pazarlıkta alacaklarımız ve vereceklerimiz olacak. Yeter ki alacağımız vereceğimizden daha fazla olsun. Ne diyelim, hayırlısı olsun.
Paylaş