Paylaş
*
Herşeyden önce, bu seçim “anaakım” diye tanımlanan herşeyin iflas ettiğini artık iyice ortalığa serdi. Bundan kastım anaakım siyaset ve anaakım medya.
Amerikan medyası Trump’ı seçim kampanyası boyunca büyük oranda dışladı. Anaakım medyanın yüzde 90’ının Trump’ın karşısında konumlandığı söyleniyor. Yani resmen manşetlerle çarpışa çarpışa iktidara geldi.
Buna mukabil Trump da sosyal medyayı tepe tepe kullandı. Twitter’da Papa’yla bile söz dalaşına girecek kadar aktifti. Bu da bize anaakım medyanın, sosyal ve dijital medya karşısında gücünü gitgide kaybettiğini, hatta eridiğini gösterdi.
ANAAKIM ÇÖKTÜ
Anaakım siyaset de iflas eden bir diğer kurum. Yani “merkez”.
Sadece ABD’de değil, genel olarak Batı’da merkezi temsil eden politikacılar, karşı karşıya oldukları sorunlara çare bulamadılar. Göçmen sorunu, “öteki”nin entegrasyonu, terör, ekonomik sıkıntılar... Bu sorunlardan sadece birkaçı.
Cevabı mevcut sistemde, yani yerleşik düzende bulamayan seçmen de, uçlara savruldu. Çünkü seçmenin bu sorunlarına ancak radikaller karşılık verdi. İşte şimdi bu trende ABD de eklendi. Her ne kadar buradaki radikal, yani Trump, yerleşik düzeni temsil eden Cumhuriyetçi Parti’den olsa da.
*
Dolayısıyla seçmen 30 yıldır siyasetin içinde olan Hillary Clinton’ı seçmedi. Hatta o kadar ki; Clinton’ın yerleşik düzeni temsil ediyor oluşu, kadın kimliğinin önüne geçti. Buna karşılık halkın çoğunluğu; hiçbir siyasi tecrübesi olmayan, damdan düşmüş gibi başkanlık seçimine girmiş bir emlak kralının peşinden sürüklendi.
O yüzden aslında bu, seçimden ziyade yerleşik düzene bir başkaldırıydı. O düzenin zaaflarını, eksiklerini, yetersizliklerini ortaya döküp saçan Trump’ın şahsiyetinde bir isyandı. Yani mevcut sistemin reddi. Clinton seçilse sanki mevcut düzen bir kez daha onaylanmış olacaktı.
UMUTTAN KORKUYA
Bu seçim Başkan Obama için de referandum niteliğindeydi. Zira Obama döneminde Dışişleri Bakanlığı yapmış Clinton’ın seçilmesi, Obama politikalarının devamı demekti.
Zaten yapılan anketler de, bu seçimde Obama’nın da oylandığını gösteriyor. New York Times’ta yayınlanan Edison Araştırma’nın anketine göre: Demokrat Partililerin yüzde 83’ü ülke ekonomisinin durumu için “mükemmel” diyor. Cumhuriyetçilerin yüzde 79’u ise ekonominin durumu için “kötü” diyor.
*
Bununla birlikte nasıl Obama iktidara “yapabiliriz” sloganıyla yani “umut” temasıyla geldiyse, Trump da bu seçimi “korku” temasıyla kazandı.
Göçmenlerin iş imkanlarını kapmasından, İslam’dan ve her türlü “öteki”den korkan beyaz Amerikalılar bu seçimin kazananı. Bunda ABD’nin değişen demografik yapısının da elbette etkisi var. Barack Obama’nın seçildiği 2008’de ABD’deki beyaz Hrıstiyan nüfus yüzde 54’tü. Oysaki bugün yüzde 43’e kadar düşmüş durumdalar. Yani azınlık oldular. İşte bu da, bu korkuları daha da körüklüyor.
Dolayısıyla ABD’de yaşayan göçmenler, Latin kökenliler ve siyahiler bu seçimin kaybedeni. Yaşlanan beyaz Hristiyan Amerikalılar ise kazananı.
Rakamlar da bunu doğruluyor. Aynı ankete göre Trump’a oy verenlerin yüzde 58’i beyaz. 65 yaş üstü seçmenin de yüzde 53’ü Trump için sandığa gitmiş. Clinton’a oy verenlerin ise sadece yüzde 37’si beyaz. Siyahilerin yüzde 88’i, Latin ve Asya kökenlilerin de yüzde 65’i Clinton’a oy vermiş.
ANTİ-KAHRAMAN
Bu sonucu destekleyen bir başka anket de, New York Times’ta yayınlanan Amerikan Değerleri Araştırması. Buna göre Amerikalıların yarısı “Amerikan kültürü ve yaşam şekli 1950’lerden beri kötüye gidiyor” diyor. Yani kendini tehdit altında hissediyor. Bunların yüzde 70’i de Cumhuriyet Partili.
Yine aynı ankete göre iki partinin seçmenleri arasındaki en bariz fark da “korku” konusunda ortaya çıkıyor. Mesela Cumhuriyetçilerin yüzde 86’sı, Trump’ın “Meksika sınırına duvar öreceğim” sözünü destekliyor. Demokratların ise sadece yüzde 10’u.
*
Bu seçimi evet Trump kazandı. Ama onun karşısında yenilen sadece Clinton değil, ABD’deki mevcut düzen oldu. Dolayısıyla düzenin çöküşünü temsil eden Trump, aslında bu hikayedeki kahraman değil. “Olumsuz özellikleri olan baş karakter” anlamanına gelen bir anti-kahraman.
Paylaş