Peki ama bu ziyaret birden bire nereden çıktı? Suriye’deki ateşkes mi Başbakan’ı İran’a götüren? Yoksa Suudi Arabistan-İran arasında geçtiğimiz hafta zirve yapan gerilim mi?
Ulaştığım üst düzey yetkililerden, bu “gizemli” ziyaretin ayrıntılarını öğreniyorum. Ve hem İran’daki, hem bölgedeki yeni gerçekliğin geziye damga vurduğunu anlıyorum.
YENİ İRAN, YENİ İLİŞKİ
Herşeyden önce bu ziyaretin ana gündemi bölgesel konular değil, ikili ilişkiler olmuş. Oysaki geçtiğimiz yıl işler başkaydı.
Ressam da “evet biliyorum” diyordu. “Bunu bilerek yapıyorum. Amacım bu çirkin resimlerin bir virüs gibi yayılıp sanatı içeriden parçalaması.”
Amerika’nın yeni başkan aday adayı Doland Trump’ı her izlediğimde, o ressamı hatırlıyorum. Sanki gaflarıyla, çıkışlarıyla o da bunu hedefliyor. Yani bir virüs gibi yayılıp sistemi içeriden parçalamalarını!
Amerikan halkı da bu yayılmayı teşvik ediyor gibi görünüyor. Zira Trump’ı hızla başkanlığa yaklaştırıyor.
TRUMP CLİNTON’A KARŞI
Oysaki bu, ülkede 1979 İran İslam Devrimi’nden bu yana yapılan en önemli seçim. Ve sonuçları bizi ve tüm bölgeyi doğrudan etkileyecek.
REFORMCU BİR YENİ AYETULLAH
Şu anki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 2013’te büyük bir tantanayla seçildi.
Ondan önce sekiz yıl cumhurbaşkanı olan Ahmedinejad, Ruhani’nin aksine koyu bir muhafazakardı.
ABD ve Rusya’nın 23 Şubat’ta ilan ettiği ateşkes, dün gece yarısından itibaren başladı. Daha doğrusu başlayacağı iddia ediliyor. Zira bu anlaşma daha çok, “kırk kere söylersek belki olur” temennisinden öteye şimdilik pek geçemiyor.
*
Malum, ABD ve Rusya’nın beraber kotardığı “çatışmasızlık” anlaşmasına göre IŞİD ve Nusra vurulmaya devam edilecek. Ancak PYD’nin de dahil olduğu diğer gruplara ve rejime ateş edilmeyecek.
Gel gelelim bu anlaşmanın sahada uygulanmasını zorlaştıran iki faktör var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Hiç kimse Türkiye'nin meşru müdafaa hakkını kullanmasına engel olamaz" sözü bir anda kuşkuları arttırdı.
Ancak aynı gün Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Şu anda çok somutlaşmış birşey henüz söz konusu değil” diyerek şüpheleri şimdilik rafa kaldırdı.
*
Zaten Ankara ancak ABD öncülüğünde bir kara operasyonuna katılacağını defalarca vurguladı.
Ve bu savaşın sinir uçları sınırları aşıyor, içimize kadar nüfuz ediyor.
*
Daha önceki iki dünya savaşından farklı olan ise, şimdi devletlere bir de devlet-dışı aktörler eklenmiş olması. Yani milisler, terör örgütleri ve sayısı bilinmeyen yüzlerce muhalif grup.
Dahası, bu devletler ve örgütler içiçe geçmiş durumda. Aralarında birçoğunun Türkiye ile çıkar çatışması içinde olması da cabası.
Yukarıdaki resim, geçtiğimiz haftasonu çıkan bu habere ait. Martin’i bayıltan F-35’lerin bir türlü kullanılmaması mı, bilmiyorum. Tek bildiğim, ABD sadece bu jetleri değil tüm askeri envanterini ve stratejilerini tamamen terketmiş görünüyor.
Son birkaç gündür sınırlarımızda ortaya çıkan “savaş emareleri” de bundan kaynaklanıyor.
ABD’DEN İTİRAFLAR
Malum, ABD Suriye’yi elleriyle Rusya’ya teslim etmiş durumda. Geçtiğimiz hafta ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin sarfettiği sözler, bunun en güzel örneği: “Ne yapmamı istiyorsunuz? Rusya ile savaşa mı gireyim yani?”
Oysaki önce şunu sormalıyız: 1 Mart tezkeresi geçse, ne değişirdi? Çünkü ancak bunun cevabını bulabilirsek, bugünü ve yarını doğru okuyabiliriz.
ADRES KUZEY SURİYE
Malum Erdoğan bu tartışmanın fitilini Latin Amerika dönüşünde yaktı: “1 Mart tezkeresi kabul edilip Türkiye Irak’ta olsaydı, Irak’ın durumu böyle olmazdı... Türkiye masada olacaktı.”
Bu da “yeni bir tezkere mi kapıda?” diye herkesi bir anda ayaklandırdı.