İki yıldır İsrail’in İstanbul Başkonsolosu olan Cohen, Türkiye’nin Gazze’ye yardım edebilmesi için her kolaylığı sağlayacaklarını, ancak Türkiye’nin bunu “Hamas’la el sıkışarak” yapamayacağını söyledi. İlişkiler düzeldiğinde iki ülkenin Suriye’de istihbarat ve operasyonel işbirliği yapabileceğini kaydeden Cohen, Netanyahu’nun olası bir ziyaretiyle ilgili olarak da “inşallah…” ifadesini kullandı. Cohen’in mesajları özetle şöyle…
Anlaşmadan Önce Büyükelçi Atanabilir
Normalleşmeye ne kadar yakınız? Büyükelçiler karşılıklı olarak ne zaman atanacak?
Çok yakınız. Son birkaç ayda yapılan ikili görüşmeler sonucunda çok önemli gelişmeler kaydedildi. Sonuca ulaşmamız için sadece bir ya da iki görüşme kaldı.
Aradan yıllar geçti...
Ve şimdi, 2016 yılında o Türk’ün kızı, Yunanlı adamla birlikte o ağacın gölgesinde buluştu.
Hem de ağacın adandığı “barış”ı yaşatmak için.
O iki adam İsmail Cem ve Yorgo Papandreu.
Dünya gündemine bomba gibi düşen bu sözler, haftasonu ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ağzından çıktı. “Bunu alın, hadi şimdi birlikte yaşayın!” diye bahsettiği yer ise, Irak.
Zaten Biden’ın bu sözleri savurduğu yer de, Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği. Ve bu, Biden’ın 5 yıldır yaptığı ilk Irak ziyaretiydi.
*
Aynı gün New York Times gazetesi de şu iddiayı ortaya attı: “Bağdat’taki Birleşmiş Milletler görevlileri, uluslararası toplumun Irak’ın bölünmesini nasıl idare edeceğini sessizce çalışmaya başladı.”
Zira benim de takip ettiğim gezinin asıl gündemi IŞİD’di. Yani iki ülkenin etle tırnak gibi olduğu Suriye politikası.
Bu geziden hemen önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun önce Suudi Arabistan, hemen ardından da Birleşik Arap Emirlikleri'ni ziyaret etmiş olması da zaten bu resmi tamamlıyor.
KATAR’DA TÜRK ÜSSÜ
IŞİD artık bize sistematik olarak saldırarak, “Suriye’den elini çek” mesajı veriyor. Malum, Ankara Suriye’de "ılımlı" diye nitelediği muhalif gruplara desteğini arttırarak sürdürüyor. Ve bunu da Katar ve Suudi Arabistan’la birlikte yapıyor.
Ondan önceki yıl ise bambaşka bir ortam hakimdi. 23 Nisan 2014’te, o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, 1915’te ölen Ermeniler için dokuz dilde taziye mesajı yayınlamıştı. Torunlarına başsağlığı dilemişti. Bu, Türkiye tarihinde bir ilkti.
O zaman da yazdığım gibi, böylelikle o yıl Türkiye ilk kez Ermenilerin yaşadıkları acıları inkar etmedi, kabullendi. İlk kez bu konuda insan odaklı ve vicdanıyla konuştu, ‘ortak tarih’, ‘ortak acı’ dedi.
İlk kez 3. tarafları aradan kaldırdı, Ermenilere doğrudan hitap etti. Ve ilk kez, Ermenilerle ortak bir geleceğe vurgu yaptı.
Yani o gün, hakim olan paradigma değişti.
Bu, devletler, halklar için de geçerli. Kendi kimliğini ve farklılığını ortaya koymak, aslında evrensel bir vatandaşlık eylemi. Ulus-devletlerin de alamet-i farikası.
*
Bir önceki yazımda, yani Fas’tan döner dönmez Fas’ın kendi geçmişiyle bağlarını koparmadan modernleştiğini yazmıştım. Yani Arendt’in deyişiyle, kendi farklılığını ortaya koyduğunu.
Verda ÖZER/ MARAKEŞ
Ancak Fas diğer 56 İİT üyesinden çok farklı bir İslam ülkesi. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’daki zirvede vurguladığı İslam dünyasının üç büyük sıkıntısı, bu ülkeye uğramamış. Yani: Mezhepçilik, ırkçılık ve terör.
Bunun sırrı ise Fas’ın kendine has Batılılaşma serüveninde. Türkiye’nin aksine, kendi geçmişine ve geleneğine düşman olmadan modernleşmesinde.
TÜRK MODERNLEŞMESİ
Aslında
Ülkenin haritasını neredeyse köy köy ezberledik. Bunun sebebi ise, IŞİD deyince aklımıza hemen Suriye gelmesi.
Oysaki IŞİD'in Suriye ve Irak'ta ele geçirdiği bölgeler içindeki en büyük şehir, Musul. Yani Irak’ın 2. büyük şehri. Dolayısıyla Musul’u almak demek, IŞİD’i Irak’ta yenmek demek.
Bu yüzden de ABD’nin önceliği şu anda Suriye değil, Irak.
Zaten rakamlar da bunu gösteriyor. Bu zamana kadar uluslararası koalisyonun Irak ve Suriye’ye yaptığı 10 bin sortinin, yani hava saldırısının yüzde 70’i Irak’ı hedef almış.
MUSUL OPERASYONU HAZIRLIĞI