Bu sözler Suriye'nin Birleşmiş Milletler Temsilcisi Beşar Caferi’ye ait. Caferi Cenevre’deki görüşmelerde Suriye’yi, yani Esad’ı temsil eden isim.
Bu cevabı ise geçtiğimiz günlerde PYD’nin federalizm talebiyle ilgili bir soruya karşılık verdi. Ve Cenevre’ye Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması şartıyla katıldıklarını, federalizme kesinlikle karşı olduklarını söyledi.
*
PYD kanadından tepki ise gecikmedi. Askeri kolu YPG'nin çekirdeğini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin sözcüsü Talal Silo, cevabını Facebook sayfasından verdi. Bir fitil fotoğrafı paylaşıp, "bir sabah, bir akşam" diye yazdı.
Bu cümleler, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in Perşembe günkü basın toplantısından. Çelik sözlerini Ortadoğu’da 100 yıl önce kurulan Sykes-Picot düzeninin “suni” olduğunu, “19. yüzyılın ilkel ulus-devlet yaklaşımının” yenilenmesi gerektiğini söyleyerek bitirdi.
İşte tam da bu anlayış, şu anda karşı karşıya olduğumuz krizi çözebilir. Yani Rojava (kuzey Suriye) krizini.
PYD GERÇEĞİ
ABD’nin PYD’ye desteği gitgide daha aleni hale geliyor. PYD’nin Cenevre’de Türkiye’nin itirazı üzerine masaya oturamadığı gün, Obama’nın IŞİD’le Mücadele Temsilcisi Brett McGurk soluğu Rojava’da aldı.
Rusya tarihte ilk kez Türkiye’nin hem kuzeyinde, hem güneyinde komşusu. Suriye’ye girdiğinden beri Türkiye’yi iki taraftan da çevreliyor.
Bölgedeki ezeli rakibimiz İran ise, ABD ve Batı ile gittikçe daha yakınlaşıyor, güçleniyor. Ve Irak ve Suriye’deki dengeleri hızla kendi lehine, Ankara’nın ise aleyhine çeviriyor.
Dahası bu iki güç, yani İran ve Rusya birlikte hareket ediyor.
Tüm bunların üstüne, ABD bölgede son derece pasif. Buna mukabil Rusya ile eşgüdüm içinde hareket ediyor.
Sadece İran değil, bölgesel ve uluslararası düzen de değişiyor.
Ama bu değişim en çok İslam dünyasını ve bu dünyaya bugün şekil veren Şii-Sünni çatışmasını etkiliyor.
*
Bu cümleyi meşhur Amerikalı diplomat Henry Kissinger Vietnam Savaşı sırasında, 1969'da sarf etmiş.
Bizim Başika nedeniyle Bağdat’la yaşadığımız krizi de en iyi bu cümle anlatıyor bence.
Önce çok kısa hatırlayalım: Türkiye Aralık başında, Peşmergeyi eğittiği Başika kampına ek asker gönderdi. Bağdat itiraz etti. Sonra Türk askerinin bir kısmı Duhok’taki Bamerni kampına kaydırıldı. Bir kısmı Türkiye’ye geri döndü. Bir kısmı da orada kaldı.
Ama bu yetmedi. Bağdat bu kez “Irak’taki tüm askerlerinizi çekin” dedi. Hala da demeye devam ediyor. En şaşırtıcı olan ise, ABD’nin bu krizde Bağdat’ın yanında durması oldu.
“Nasıl” ve “ne zaman” sorularına geçmeden önce, bu noktaya nasıl geldiğimizi çok kısa hatırlamakta fayda var.
O AÇIKLAMALAR
İki ülkenin normalleşme sürecine girdiğinin ilk sinyalini, İsrail Başbakanı Netanyahu 20 Kasım’da Kudüs’te bir panelde vermişti:
"Türkiye ve İsrail arasındaki ticaret, tarihinin en yüksek seviyesinde. Ve Akdeniz'de bulunan doğal gaz rezervleriyle ilgili Türkiye ile işbirliği yapma imkanı var."
Bu sözler Ağustos ortasında Başkan Obama'nın ağzından çıktı sayılır. Zira bizzat Obama'nın "IŞİD'le Mücadele Özel Temsilcisi" Brett McGurk söyledi. Kendisiyle Ankara ziyareti sırasında yaptığım mülakatta. Bahsettiği anlaşma da, görüşmemizden tam bir ay önce iki ülkenin imzaladığı İncirlik Mutabakatı.
*
İşte o günden sonra hem Türk, hem Amerikalı yetkililer Azez-Cerablus hattına ortak operasyonun an meselesi olduğunu söyleyip durdular.
Hatta bir ay önce konuştuğum bir Türk yetkili, operasyonun "birkaç gün içinde" yapılacağını söylemişti.
Kral, Nasreddin Hoca’yı eşek çaldığı için idama mahkûm etmiş. Tam idam edilecekken Hoca haykırmış: “Bu hayvan aslında benim kardeşimdir! Bir büyücü onu bu kılığa soktu. Bana bir yıl verirseniz, ona konuşmayı öğretebilirim!”
Kral “tamam” demiş. “Ama bir yıl içinde bu eşek konuşmazsa idam edileceksin!”
Hoca’nın karısı yakasına yapışmış: “Böyle bir şeyi nasıl vaat edebilirsin? Bu eşek konuşmayacak, biliyorsun!”
“Tabii ki biliyorum”, demiş Hoca. “Ama bir yıl içinde Kral da ölebilir. Eşek de ölebilir. Ben de ölebilirim.”