Şimdilerde bilimkurgu senaristliği pek meşakkatli olmalı... Geçmişte hayal ürünü teknolojik cihazlarla heyecan odağı yaratmak nispeten kolaydı. Zaman makineleri, ışınlama kapsülleri, insana süper güçler kazandıran türlü aygıtlar... Artık hepsine aşinayız. Üstelik
o cihazlar birer birer hayatımızda belirmeye başladı. Yakın zamanda görüntüleme teknolojilerinde yaşanan üç gelişme filmlerdeki gerçekliği hayatımıza davet ediyor...
İlki, arttırılmış gerçeklik gözlükleri. En klasik örneği ‘Terminatör’ filmleridir. Arnold’ın kızıl vizyonundan dünyayı izlerken çevresi hakkında bilgiler gözlerine yansır. Bugün cep telefonlarındaki arttırılmış gerçeklik (AR) teknolojisiyle benzerini elde ediyoruz. Gündemde Snapchat’in önceki hafta tanıttığı yeni gözlükleri var. Kullanıcı gözünden video kaydederek üç boyutlu hikâyeler yaratabilen Spectacles gözlüklere AR marifeti ekleniyor. Yeni gözlükler ilk etapta, bu deneyimi zenginleştirmeyi hedefleyen AR küratörlerine sunulacak. Aylık 500 milyon aktif kullanıcıya sahip Snapchat, kendisini bir kamera şirketi olarak konumlandırıyor ve son model gözlükleri ‘kamerayı yeniden icat etme yolculuğunun sonraki adımı’ olarak nitelendiriyor. Üzerinde 2 kamera, 4 mikrofon, stereo hoparlörler ve dokunmatik kontroller bulunan gözlüğün pil süresi 30 dakika.
DUVAR ÖTESİ RADAR
İkincisi, duvarların ardındaki insanları ve hareketli nesneleri gösteren vizyon teknolojisi. ‘Görevimiz Tehlike’ benzeri casus filmlerinden biliriz... Kalın bir duvarın ardında olup bitenler ‘röntgenlenir’. Yakın gelecekte 5G teknolojisi yeni algoritmalar ve gelişmiş radar üniteleriyle kalın duvarların ardını görmek mümkün olacak. Duvar ötesi radarlar, deprem ve afet bölgelerinde arama kurtarma çalışmalarında faydalı olacak. Şebeke ve altyapı hasarlarının tespitinde büyük hız kazandıracak. Ar-Ge çalışmalarına en büyük destek ordudan geliyor. Zira Soğuk Savaş döneminden beri Amerikan ordusu, binaların ve içindekilerin gerçek zamanlı üç boyutlu haritalarını çıkarabilecek bir teknolojiye ulaşmayı hedefliyor.
Radar cihazları, ışık hızında ilerleyen radyo sinyallerini uzaktaki objeye yöneltir ve yüzeyinden geri yansıyan sinyalleri ölçerek cismin formunu ve mesafesini tahmin eder. Bu teknik, hava ve su gibi geçirgen alanlarda yüksek frekanslarla net sonuç veriyor. Ancak sinyallerin kalın engelleri geçebilmesi için düşük frekanslı olması gerekiyor. Nesneden geri yansıyan sinyal tekrar duvardan geçerken daha da zayıflayacağı için alıcılar çok hassas olmalı. Bu noktada devreye 5G dalgaları ve günümüzün gelişmiş bilgisayar olanakları giriyor. Teknoloji geliştikçe duvarların ardındaki insanların nefes alışları, kalp ritmi ölçülebilecek. Böylece bulaş riskli hastaların odasına girmeden sağlık ölçümleri yapılacak.
GÖRME ENGELLİLERE...
Öyle bir teknoloji markası ki... İnternet sanki onsuz olmuyor: Google... Yoluna bir arama motoru olarak başlayan
Google hayatımızda biricik yere sahip. E-posta, ofis uygulamaları, mobil işletim sistemi, fotoğraflar, bulut veri alanı ve dahasıyla ‘ailecek kullandığımız’ Google için bu hafta önemli bir tarihti.
Geçen yıl pandemi dolayısıyla yapılmayan Google I/O, bu yıl 18-20 Mayıs tarihleri arasında herkese açık olarak çevrimiçi ortamda gerçekleşti. Yazılım geliştiriciler için buluşma ve bilgi platformu olarak yola koyulan Google I/O, son yıllarda yeni projelerin ve ürün geliştirmelerin duyurulduğu fuar havasında geçiyor.
ÇOK KULLANIŞLI BİR ARAMA ARACI
Google Lens
Google’ın sessiz sedasız geliştirdiği, belki de en kullanışlı teknolojisi. En iyi örnekle anlatılır... Wi-Fi modemlerin arkasındaki uzun şifreleri bilirsiniz, insanlığın ortak kâbusudur. Mobil Chrome’dan ulaşabileceğiniz Lens ile cihazdaki şifreyi telefonun metin alanına kopyalamak aslında çok kolay. Google, Lens’e çok önem veriyor ve geleceğin arama aracı olarak konumlandırıyor. Hayallerin sınırı yok, yakında evdeki yürüyüş botlarınızın fotoğrafını çekip Lens’e “Bunlarla Kaçkarlar’a tırmanabilir miyim” diye sorabileceksiniz.
BU KEZ İYİCE ZEKİ
Gezegenimizde insanın ayak basmadığı son kalan bakir toprakların yüzde 3’e düştüğü bilgisi henüz gelmişti... Daha haber soğumadan Çin’in ‘Long March’ uzay roketinin kontrolsüz biçimde Dünya’ya düşeceğini öğrendik... Bilim dünyasını epeydir meşgul eden ‘uzay atıkları’ sonunda dünya gündemine girmiş oldu. Çin’in uzay istasyonu projesi Tianhe’nin çekirdek modülünü taşıyan Long March 5B roketi 10 gün süren tartışmalı bir sürecin ardından 8 Mayıs’ta Maldivler’in kuzeyine, Hint Okyanusu açıklarına çakıldı... 21 ton ağırlığındaki roketin parçaları okyanus sularına gömüldü...
Ekosistemi kirletmeyi öyle kanıksamış durumdayız ki Long March’ın talihsiz serüvenini ‘şans’ addedebiliyoruz. Zira kontrolsüz gerçekleşen düşme olayı yaşam alanlarını hedef alıp büyük bir felakete yol açabilir, ormanlık bölgelerde yangın çıkarabilirdi. “Neyse ki okyanusa düştü” dememiz, yalnızca ironik bir avuntu... Üstelik bu Çin’in ilk vakası değil. Geçen yıl aynı isimli roket kontrolsüz biçimde Atlantik Okyanusu’na düşmüş, bazı parçalar Afrika topraklarını vurmuştu. 2018’de yine Çin’e ait 8 ton ağırlığındaki bir uzay aracı kontrolsüz şekilde Dünya’ya çarpmıştı... Normalde roket parçaları kontrollü biçimde okyanusa ‘indiriliyor’. Anlayacağınız, uzay sektörü de diğerleri gibi denizi çöplük olarak kullanıyor!
Şimdi modern dünyayı ilgilendiren bir tehdit daha ortaya çıktı: Uzay atıkları. Avrupa uzay ajansı ESA’nın istatistiklerine göre Dünya’nın yörüngesinde yaklaşık 130 milyon parçalık uzay atığı kütlesi dolanıyor. Çoğu 1 milimetrenin altında, 500 bin kadarı da büyükçe parçalardan meydana geliyor. Uzay atıkları, atıl hale gelen insan yapımı uydulardan kaynaklanıyor. Yörüngede rastgele dolanan ölü uydular zaman zaman çarpışarak parçalanıyor, kimi zaman infilak ediyor ve her yöne savruluyor. Asıl problem, bu parçacıkların çarpışma şiddetiyle hız kazanması. Uzayda hava direnci bulunmaz; bir objeye fiske bile atsanız, başka bir cisme çekilmedikçe aynı hızda yoluna devam eder.
SERSERİ KURŞUN GİBİ
Çarpışmalar ve patlamalarla hızlanan uydu parçacıkları uzay ortamında adeta serseri kurşunlara dönüşüyor. Çalışan bir uyduyu delip geçmesi için birkaç milimetre çapında olması yeterli... Ayrıca içinde hâlâ yakıt kalan, pilleri patlayabilen yüksek riskli uydular da var...
Modern dünyayı uydusuz hayal edemeyeceğimiz günlerdeyiz... Ülkelerin savunma ve istihbarat sistemleri, herkesi ilgilendiren iklim, meteoroloji, navigasyon çalışmaları ve başta cep telefonları olmak üzere iletişim faaliyetleri uydularla yönetiliyor. Geçen yılın başlarında ‘Uzay Kuvvetleri’ni devreye alan ABD’nin vizyonunu anlamak zor değil. Eskiden denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olurdu. Bundan sonra uzaya hâkim olan medeniyeti idare edecek... Üçüncü dünya savaşının uzayda patlak vermesi gerçek bir olasılık... Geçen haftalarda ABD istihbaratı tarafından bildirilen, Çin’in uydulara yönelik sabotaj hazırlığı şüphesi gündemdeydi. Ardından bu kontrolsüz düşüş komplo teorisyenlerini harekete geçirdi...
‘MEZARLIK YÖRÜNGESİ’
“Önce söz vardı...” Yaratılışın her şeyden evvel sözle ve sesle başladığını söyleyen, hatta Tanrıyı sözle bağdaştıran bu ünlü kutsal metin İncil’de yer alır (John 1.1). Bilim feylesoflarıysa ‘Big Bang’in ardından önce ses mi geldi, yoksa ışık mı’ argümanını yıllarca tartışabilir. Oysa modern devrin iletişim araçlarını düşününce yanıttan eminiz: Önce ses vardı. Sesi ve sözü uzak mesafelere bir çırpıda taşıyan radyo insanlık için teknolojik bilgi çağının başlangıcı sayılabilir. İtalyan Marconi, radyonun patentini alalı 125 yıl oldu. Şimdi, TV, video ve internetin bile tahtından indiremediği bir fenomenin yeniden yükselişine şahit oluyoruz: Sesli yayınlar.
Geçen ayların en taze ve en heyecan verici mecrası kuşkusuz Clubhouse olmuştu. Halen de dinamizmini koruyor. Videonun her şeyden popüler olduğu, fotoğraf paylaşmanın sosyal reflekse dönüştüğü bir dönemde, insanların sadece sesleriyle var oldukları bir platformun bu kadar ‘ses getirmesi’ gerçekten beklenmedik bir sürprizdi.
Facebook da kendi Clubhouse’unu açıyor. ‘Live Audio Rooms’ adıyla hayata geçecek platform, bire bir kopya suretinde Clubhouse ile sosyal medya rekabetine başlayacak. Facebook ayrıca Soundbites adlı kullanıcı feed’ine ses lokmaları dahil eden yeni özelliğini de test ediyor.
Sosyal medyada ses platformları hızlı bir yükselişte. Sesli sohbet odalarıyla popüler Clubhouse aslında sebepten ziyade, sonuç.
Sesin hayal gücünü ve vizyonları önemli ölçüde etkilediği bir gerçek. Masal dinlerken gözlerimizi kapatırız. Çünkü bize hiç görmediğimiz bir dünyayı hayal etmek için gerekli atmosferi sunar.
YALNIZLIĞA DA DEVA
Görüntülü konuşma beden dili ve ifadeler sayesinde telefona nazaran daha etkili iletişim olabilir. Ama kaliteli bir kulaklıkla telefonda konuşurken gözlerinizi kapatınca o insanın yanınızda olduğuna dair beyne bir bilgi gider. Böylece videoya göre çok daha yakın ve samimi görüşmeler yapabilirsiniz. Sesin insan zihnine tesir gücü, bu sayede, pandemiyle hayatımıza hâkim olan yalnızlık hissine bile derman oldu.
İnternet trendlerinin nabzını tutan büyük araştırmalardan ‘Digital 2021 Global Statshot Report’ her yıl dört çeyrek boyunca yayımlanıyor. Bu yılın ilk çeyreğinde ilginç bilgiler ortaya çıktı. ‘Pandemili dünya’nın dijital âlemde vardığı son nokta, internetin yavaş yavaş sosyal medya tarafından ele geçirildiğini gösteriyor. Geçen 12 ayda yarım milyardan fazla insan sosyal medyaya dahil oldu. Günümüzde sosyal medya profilleri, bir firma veya markanın normalde internet siteleriyle karşıladığı ihtiyaçlarını fazlasıyla gideriyor. Ürünün karakterinde otomobiller veya takılar gibi göz alıcı veya etkileyici olmak yoksa, sadece Instagram işinizi kurmanız, WhatsApp da yürütmeniz için yeterli. Bir de ara sıra Facebook’a işe yaramayan reklamlar verirseniz âdet yerini bulur.
Dünyanın en popüler sosyal medya platformu halen WhatsApp.
KADIN-ERKEK FARKI
Sosyal medyanın internete nasıl nüfuz ettiğini anlamak için ‘Global Statshot’ olarak adlandırılan internet kullanım oranlarına göz atalım:
Dünyanın yüzde 60’ı çevrimiçi. Geçen yıla göre çevrimiçi kullanıcı sayısı 332 milyon artıp 4.7 milyara ulaşmış. Günde ortalama 6 saat
Evde kal 2.0 dönemi geçen salı resmen başladı. Geçen yılın başındaki ilk yüklemeye nazaran daha ılımlı bir atmosferdeyiz...
Yine de dikkat etmezsek iki hafta sonra yeni bir sistem güncellemesi geleceğini biliyoruz.
O yüzden evde kalma pratiğimizi sistemin gereksinimlerine göre geliştirmemizde fayda var. Kastettiğim sağlık sistemi, zira bütün çabalar sisteme aşırı yüklenmeyi engellemeyi amaçlıyor... En nihayetinde bir gün herkesin koronavirüsü kendi DNA portfolyosuna katacağını -ister aşıyla, ister doğrudan- biliyoruz. Şimdi madem yeni bir güncelleme geldi, öyleyse evde kalma deneyimimizi nasıl ‘yükseltebiliriz’ bakalım...
Sanal gerçeklik (Virtual Reality-VR) teknolojisi, tamamen başka bir gerçekliğe geçişimizi sağlıyor. Pandemiyle gelen seyahat kısıtlamaları VR için eşsiz bir fırsat yarattı. Sanal seyahat uygulamaları çok yatırım almaya başladı.
VR setleri üreten öncü marka Oculus’un Facebook himayesine girmesiyle teknolojisi hızla gelişti. Öne çıkan diğer üreticiler Sony ve Vevo ise sektörü büyütmeye devam ediyor.
İki flörtöz yapay zekâ buluşursa ne olur? Yanıtı merak edenler, bir çift ‘chatbot’u romantik bir sohbet için programlayıp “Acaba birbirlerini etkileyebilecekler mi” diye gözlemlemeye koyuluyor. Yapay zekâları romantik ortamda buluşturan, tanınmış bir tekila markasının yakında yayına girecek dijital kampanyası...
Pandemide çevrimiçi tanışan çift adaylarının başta fazlaca ‘robotik ve formülize’ diyaloglara maruz kalmaları, kampanyanın içgörüsü. Reklam ajansı eş bulma uygulamalarından toplanan yüzlerce klişe açılış cümlesini iki sohbet botuna (robot) yüklemiş. Reklam filminde barda buluşan robot ikilinin arasında pek bir kimya olmadığı izleniyor; kuru sohbetler, taca giden espiriler...
Erkek robot, muhabbete “Bekârım ve ilişkiye açığım” klişesiyle başlıyor, “Her tür müziği severim; rap, hiphop, rock” diye devam ediyor. Dişi robot “Salsa sever misin” dediğinde “İyi bir dansçı değilim” diyor. Dişi olan “Yemeği kastetmiştim” karşılığını verince “Salsa yemek eğlencelidir, salsa dansı değildir” esprisiyle kurtarmaya çalışıyor. Dişi robot gözlerini deviriyor. Nihayetinde “Robot gibi flört etmek istemiyorsanız onlardan olmayın” mesajı veriliyor.
Malum, kontrollü bir kurgu... Ama ilginç olan botların konuştuğu cümlelerin gerçek diyaloglardan alınmış olması. Yani insanların sözde sıcak bir ilişkiye başlamak için sarf ettiği cümleler robotlara daha çok yakışıyor! Eş bulma uygulamalarındaki robotik diyalogların ardında ilginç bir sebep seziyorum. Bilgisayar algoritmalarında her şey bir sorguyla başlar ve yanıtlar 0 veya 1 şeklindedir. Olumlu ya da olumsuz...
EN DOĞRU EŞİ BULMA VAADİ
Şayet iki insan buluştuğunda derin bir ilişki arayışındalarsa bu, bilgisayar için sofistike bir sistem haline gelir. Kodun tanımlayamayacağı hisler, kokular, sezgiler ve duygular devreye girer. Akıl ve zihinden çok, derin bilince ait olan bu kavramlar, bilgisayara çözümlemesi olanaksız görünür. Gelgelelim insani ihtiyaçlar tensel ve onaylanma düzeyine indiğinde bilgisayar için işler kolaylaşıyor. Çünkü yalnızca tensel beklentiyle varılacak sonuç çok net: 1 veya 0. Yani olur ya da olmaz... İşte şimdi, pandemi dönemindeki ilk buluşmaların neden robotik başladığına dair bir tahminde bulunabiliriz. Hedef çok net olduğunda, iki insan arasında bile sonuca kestirmeden varacak bir algoritma yeterli bulunabilir.
Yani yapay zekânın aşk ve derinlik ihtiyacını giderme olanağı pek yok. Ancak insanın ‘öncelikli’ arzularını karşılayabileceğini anlıyoruz.
Elbette bunu ben keşfetmedim... Yapay zekâ sektörünün insan ilişkileriyle ilgili kanadı uzun zamandır araştırmalara büyük yatırımlar yapıyor. Çevrimiçi eş bulma sektörünün global değeri 3 milyar doların üzerinde. 2031’de çiftlerin yüzde 51’inin çevrimiçi ortamda tanışacağı öngörülüyor. Bunu mümkün kılabilmek adına eş bulma uygulamaları giderek daha fazla yapay zekâ modelleri kullanmaya başladı. Kimi uygulamalar yapay zekâ desteğiyle 70’ten fazla kriteri değerlendirerek en doğru insanı bulmayı vaat ediyor. Üyelerin dürüstlüğünü ölçmek, ilk görüşme ve randevu sırasında destek olmak, geri bildirim vermek için yapay zekâ kullananlar da var. Benzeri pek çok yöntem, iki insan arasındaki ilişki başlangıcını kolaylaştırmaya, güvenilir hale getirmeye hizmet ediyor.
Genç, 20’li yaşlarında bir yakınımla havadan sudan muhabbet ederken koca bir dünya gerçeğinin yüzüme çarpacağını hiç beklemiyordum... Söz dönüp dolaşıp ‘disket’ kelimesine gelmişti. Z kuşağının genç üyesi, “Disket neydi ya” diye sorunca sarsıldım. 20 yıl evvel bilgisayar bölümünde okurken sınavda kâğıt yerine ‘disket’ teslim eden ilk nesillerden biriydik. Kendimizi modern çağın öncüleri olarak görüyorduk! Bir gün karşıma disketin ne olduğunu bile hatırlamayan birilerinin çıkacağını hiç düşünemezdim. Yetmezmiş gibi, aynı günlerde karşıma bir internet mimi çıktı. Floppy disket’i okul arşivinde ilk kez gören küçük çocuk “Aa! Kaydet düğmesini üç boyutlu mu bastınız” diye soruyordu.
Şükür, henüz dinozor olmadık ancak çağın ilelebet değiştiği açık. Bugün internet ve cep telefonsuz dünyayı hiç tanımamış nesiller yetişiyor. Dünya onların dünyası oldu bile! Günün birinde internetsiz ve mobilsiz dünyada yaşamış son neslin mensubu olacağımı biliyorum. Geleceğin çocukları, öğrencileri, o günleri bizlerden masal veya tarih dersi gibi dinleyecekler belki de…
Sadece 20 dakika konuşma
İşte o günleri hatırlamak için bu hafta sonu oldukça anlamlı. Kaderin cilvesi olarak, dün yani 3 Nisan, teknoloji tarihinden iki büyük kilometre taşını takvimlere kaydediyor. Birincisi, dünyada cep telefonuyla yapılan ilk görüşme… 3 Nisan 1973’te, Motorola mühendisi Martin Cooper, kamyon takozundan hallice bir mobil telefonla ilk aramayı yapmıştı. Cep telefonunun mucidi ve patent sahibi Cooper, 1.1 kilogram ağırlığındaki prototip cihazla New York’taki ofisinden New Jersey’deki Bell Laboratuvarı’nı aramıştı. Sadece 20 dakika konuşulabilen telefonun bir sonraki görüşmeye kadar tam 10 saat şarj olması gerekiyordu. Martin Cooper, bireysel telefon numarası fikrini ortaya atan kişi olarak tarihe geçti. Kendisinin bugün 600 milyon dolar net serveti var.
Bilgisayar dünyasının öncü markası IBM’in ilk dizüstü bilgisayarıysa 13 yıl sonra aynı gün sektöre tanıtılacaktı. PC Convertible adlı, 1986 tarihli IBM modeli kendi başına pille çalışan, katlanır ekranıyla türünün ilk örneklerindendi. Teknik limitasyonları nedeniyle uzun süreli başarı getiremedi ama tarihe geçmeyi başardı. Satış fiyatı 1.995 dolar olan bilgisayar, 256 KB’lık RAM’e sahipti. 6 kilo ağırlığındaki modelin önbelleği, şimdiki dizüstülerden 32 bin kat daha düşük kapasitedeydi.
Yüzde 100 ofis ihtimali sıfır!
Günümüzde cep telefonları, tabletler, akıllı saatler, giyilebilir cihazlar ve ‘şeylerin interneti’yle her an her yandan ağlara ve internete bağlı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanın teknolojik uzuvlarına dönüşen cihazlar, fütüristlere göre modern insanı çoktan cyborg’lara (yarı robot) dönüştürdü bile. Navigasyonsuz yolunu bulamayan, akıllı telefonsuz sosyalleşemeyen, hatta bilgisayarsız geçimini sağlayamayan herkes, teknik olarak cyborg sayılabilir. Geri dönüşü olmayan dijital bir dünyada yaşıyoruz. Arttırılmış ve genişletilmiş gerçeklik teknolojileri hemen köşe başında, yeni yaşam standartlarımızı belirlemek için bekliyor. Bir sonraki teknoloji devrimini cep telefonu gibi icatlar değil, değişen yaşam alışkanlıkları gerçekleştirecek. En güçlü örneği pandemi...