Uğur Gürses

Cari açık önlemle değil şoklarla küçülüyor

14 Mayıs 2014
“2014 ilk çeyreğinde Türkiye’nin tam anlamıyla “ani duruşla” (sudden stop) karşılaştığı tescillenmiş oluyor; toplam cari açık 11.5 milyar dolara gerilerken, finansmanda sıfır çekmişiz.”

Mart ayı ödemeler dengesi açığı 3.2 milyar dolar olarak açıklandı. Asıl bakılması gereken yer “finansmanı nasıl olmuş?” sorusunun karşılığı. Çünkü madem tasarruf açığı olan bir ülkeyiz, bunun anlamı “para geldikçe harcıyor olmamız” ise bakılacak yer finansman gelişmeleridir. Yani odak, “ne kadar para geldi?” sorusunda yoğunlaşmalı.
Mart ayı verileri gösteriyor ki, 3.2 milyar dolarlık cari açık; ağırlıkla 2.4 milyar dolarlık bir bilinmeyen kaynakla, yani Net Hata Noksan (NHN) kalemiyle yapılırken, finansman için gelen para sadece ve sadece 64 milyon dolar olmuş. Yetmemiş, 700 milyon dolar da rezerv kaybetmişiz.
İlk çeyrek toplamı olarak bakılırsa durumun vahameti daha açık ortaya çıkıyor; 2014 ilk çeyreğinde Türkiye’nin tam anlamıyla “ani duruşla” (sudden stop) karşılaştığı tescillenmiş oluyor. İlk çeyrekte toplam cari açık 11.5 milyar dolara gerilerken, finansmanda sıfır çekmişiz. Yaklaşık 5 milyar dolar rezerv kaybı olurken, 6.6 milyar dolar bilinmeyen kaynaklardan giriş olmuş. Bunun, ithalat ya da borç geri ödemelerinin yurtdışındaki mevduat kaynaklarıyla yapılmış olmasından kaynaklanabileceğini sanıyorum.
Bu yılın üç aylık dönemindeki bu ‘ani duruş’, en son 2009 krizinin en derin anında, ilk çeyrekte görülmüştü.
Nisan başından itibaren gelişmekte olan ülkelere yeniden fon akışı olduğundan, Nisan ve Mayıs görece daha iyi finansman koşulları sağlandığı açık; bunun göstergesi bugünlerde tanık olduğumuz döviz kurundaki gerileme. Ancak bunun önemli bir ferahlama sağladığı şüpheli. Çünkü birincisi, ABD’deki para politikasındaki rota değişikliğinde yeni süreç işliyor. Biraz bu sürecin uzaması Türkiye’ye sadece biraz süre kazandırır. İkincisi, Türkiye’deki siyasal kriz çözülmüş değil.
Üç aylık cari açık yüzde 31 daraldı
Bir süre sonra şunu duyarsak hiç şaşmayacağım; “aldığımız önlemlerle, cari açık küçülüyor”. Hayır; ilgisi yok. 2011’de de olmuştu; gevşek para politikasıyla kredi genişlemesini yavaşlatma ve cari açığa fren sağlama planı tabii ki işe yaramamıştı. Sonunda kur zıpladı, faiz 4-5 puan yukarı çekildi; bunun sonucu kredi genişlemesi hızla yavaşladı, cari açık küçüldü.

Yazının Devamını Oku

Yeni bir ‘avans’ döneminin sonuna yaklaşırken

12 Mayıs 2014
“Uluslararası raporlar, yeniden zayıf makro göstergelere atıf yapmaya başladılar; yükselen mali piyasa göstergelerinin geçici olduğu vurgulanıyor.”

Aralık-Şubat döneminde, gelişen ülkeleri içine alan finansal çalkantı sırasında en sert etkilenen ülke Türkiye oldu. Neden sonuç ilişkisi, o dönem de gösteriyordu ki; FED’in tahvil alım programını kısma kararı yanında gelişen ülkelerdeki bu türbülansa ivme veren bir kaynak da Türkiye olmuştu. Çünkü FED’e ilave olarak, Türkiye’de yaşanan yolsuzluk ve rüşvet soruşturması aynı zamanda bir politik bir krize de dönüşmüştü.
Finansal çalkantının en derin olduğu nokta Ocak sonu idi. O dip noktayı geride bırakırken, üç temel belirleyici eşik geçildi; biri Merkez Bankası faiz artırdı, siyasal kriz çözülmese de yerel seçim sonuçlandı, dış finansal konjonktürde geçici de olsa daha ılıman bir hava oluştu.
Geride kalan hafta, Aralık ortasında başlayan krizin finansal piyasalarda yarattığı kayıpların önemli ölçüde geri alındığı bir hafta oldu. Merkez Bankası’nın yüklü faiz artırımı yaptığı 28 Ocak günü baz alınırsa Kasım sonuna göre yüzde 16 artan kur, yüzde 11 gerilemiş oldu. Borsa ve 2 yıllık tahvil faizi ise neredeyse aynı seviyeye geri dönmüş oldu.
Şubat başından bu yana bakılırsa diğer gelişen ülkelerdeki finansal piyasalar da hızla toparlandı. Gelişen ülkelerdeki çalkantının önderi mali piyasa olan Türkiye’nin, düşüşte önde giderken toparlanmada da önde olması şaşırtıcı değil. Zira Aralık ayını izleyen birkaç ay sonraki dönemde, piyasalar için; gelişmiş ülke merkez bankalarının ne yapabileceği ile ilgili ‘siyahlardan’ çok ‘griler’ belirmeye başladı.
Mali piyasalarda ‘kaçarken’ de ‘koşarken’ de önde olan uluslararası yatırımcılar bu ‘grileri’ okumakta oldukça hızlı olduklarından, gelişen piyasalardaki finansal parametreler de hızla düzeldi. Peki ya enflasyon, büyüme, cari denge gibi temel göstergeler?
İşte son okuduğum uluslararası raporlar, yeniden bu göstergelere atıf yapmaya başladılar; bu mali piyasa göstergelerinin geçici olduğu vurgulanıyor. Örneğin, kur çıktı indi ama yüzde 7-7.5’luk bir cari açık sorunu hala önümüzde duruyor. Çalkantının ardından elimizde, fiyatlama davranışındaki bozulmanın ortaya çıkması ile belki de daha patolojik hale dönüşme riski olan enflasyon kaldı. Bu da ekonomik yavaşlamaya karşı faizi aşağı çekme olanağını daraltıyor.
Akışa bıraktığınız bir ekonomi politikanız varsa sermaye hareketlerinin sizi getirdiği nokta bir nevi ‘hafif hafif ısınan kazandaki kurbağaya’ benzer bir durum olabilir. Çalkantı sonrası düzeldiğini düşündünüz her yeni ‘denge’, yeni potansiyel türbülansların eşiği olabilir.

Yazının Devamını Oku

Vergi rekortmenleri listesinde patinaj

9 Mayıs 2014
“İstanbullu rekortmen mükellefler ‘zemin’ kaybediyor; gelir vergisinde İstanbullu mükellefler, ilk 100’deki toplam tahakkukun yüzde 87’sini oluştururken, bu yıl yüzde 82’sine gerilemiş.”

Maliye Bakanlığı her yıl olduğu gibi bu yıl da gelir vergisi rekortmenleri listesini açıkladı. Malum, bu liste yüksek kazanç ve dolayısıyla yüksek vergi tahakkuku oluşan bireysel vergi mükelleflerini sıralıyor. Bu listede benim dikkatimi başka bir şey çekti. Bakın o ne?
Bu listeler etrafında bir sürü tartışma yapıldı. Ama şunu merak ediyordum; listeler Türkiye ekonomisindeki makro gelişmeleri nasıl yansıtıyordu? Örneğin 2012’de Türkiye ekonomisi yüzde 2.05 büyürken, enflasyon da yüzde 6.2 oldu. Cari fiyatlarla ekonomi yüzde 9 büyüdü. Bunu, fiyat artışlarını da içeren bir hasılat büyümesi gibi görelim. 2013’de ise ekonomi yüzde 4 büyürken, enflasyon da yüzde 7.4 oldu. Cari fiyatlarla ekonomi yüzde 10 büyüdü. İki yılda cari fiyatlarla nominal büyüme toplam yüzde 20’yi buluyor.
İlk 100 vergi rekortmeni listesine bakınca bu tablo tam görünmüyor. Görünen şu; birincisi, 2012’de nominal yüzde 9 büyüyen bir ekonomi varken, vergi rekortmenlerine tahakkuk eden vergi yüzde 5 küçülmüş. İkincisi, 2013’de vergi rekortmenleri listesi ekonomideki nominal yüzde 10’luk artışa paralel hareket ederken, listeyi çoğunlukla oluşturan İstanbul mükelleflerinin tahakkuklarındaki artış sadece yüzde 2.7’de kalmış.
İki yıllık özette ise ekonomide yüzde 20’lik bir nominal büyüme sağlanırken, ilk 100 listesinin vergi tahakkuku sadece yüzde 5.3, İstanbul mükelleflerinin vergi tahakkuku ise yüzde 2 büyüyebilmiş.
Vergi rekortmenlerinin bireysel gelirinden bahsediyoruz; ya şirketleri yatırım yapmış dolayısıyla elde ettikleri gelir ve temettüleri daha az olmuş, ya da şirketlerinde sermaye artırımı yapılmış. En son olasılık ise kazançları azalmış. Genel bakış, sonuncu faktörün daha baskın olduğunu düşündürüyor. Hele en sonda işaret edeceğim listedeki kent kaymaları da hesaba katılırsa.
Hükümete yakın çevrelerde, ‘İstanbullu büyük iş adamları hem hükümeti sevmiyorlar hem de hükümetin icraatları sayesinde vergi rekoru kırıyorlar’ sözü hem doğru durumu yansıtmıyor, hem de bu tabloda pek de doğrulanmıyor.
Rekabetçi bir sanayinin varlığı için, şirketlerin iktidarlarla baki yatırım yapılması, ekonomik faaliyette bulunmaları nerede görülmüş? Ülkenin köklü kuruluşları, sabit sermaye yatırımlarını üst üste ekleyerek, müşteri tabanı ve hizmet şebekesi kurarak 40-50 yılı aşan bir süreçte oluşuyor. Bu kuruluşların belli bir dönemde elde ettikleri kazançları nasıl olur da tek başına o dönemin iktidarına kredi yazılır? Geride kalan on yıllardaki yatırım ve birikimleri ne yapacağız?

Yazının Devamını Oku

Faizin kokusu 3 Haziran’da çıkar

7 Mayıs 2014
“Mayıs enflasyonu, fiyatlamalarda bozulma eğiliminin devam ettiğini gösterirse Merkez Bankası “faiz indirimini unutun” diyebilir”

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Enflasyon Raporu’nu sunarken, faiz indirimi için örtülü bir yol haritası sunmuştu kamuoyuna; önce kur, sonra bekleyişler, en son da enflasyondaki gelişmelere bakacaktı Merkez Bankası.
Kur ve bekleyişlerde görece iyileşme vardı. Bir de enflasyon yönünü tam olarak görebilseydik. İşte bu hava bir anlamda ‘iyi düşün, iyi olsun’ mottosuna bağlanmış bir atmosfer getirdi; uzun vadeli faizlerde yarım puana yakın düşüş oldu.
Ancak herhalde şu gözden kaçmış olmalıydı. Merkez Bankası epeydir hiç söz etmediği bir gelişmeyi Enflasyon Raporu’nda satır arasına sıkıştırmıştı; kur artışı gibi unsurlar bir tarafa, fiyatlama davranışındaki bozulma bankanın enflasyon tahmindeki artışın üçte birini oluşturuyordu.
Nitekim Pazartesi açıklanan Nisan ayı enflasyonu gösteriyor ki; her türlü dışsal etkiden ayrıştırılarak bakılan çekirdek enflasyon son 5 yılın rekorunu kırarak yüzde 2.2 artıyordu. Hele son üç aylık çekirdek enflasyon ortalamasının yıllıklandırılmış hali yüzde 16’ya erişiyordu. Bu durum, kur artışının enflasyona yansımasından daha ileri bir durumu gösteriyor; fiyatlama davranışındaki bozulmayı. Daha basit haliyle; kur artışı ile ilgisi olmayan sektörlerde enflasyon yükseliyorsa ikincil etki ya da fiyatlama davranışı bozulması ortaya çıkıyor demektir.
Örnek mi? İşte Merkez Bankası’nın dün yayınladığı teknik notta yer alıyor; mal kesimindeki yıllık fiyat artışı yüzde 9.76’ya erişirken, hizmetler kesimindeki fiyat artışı yıllık yüzde 8.61’e ulaştı. Mal kesimindeki artışın kur ve gıda fiyat artışından geldiğini biliyoruz, ya hizmetlerde? Bunun ikincil etkiler taşıdığı açık.
Yurtiçi üretici fiyatlarındaki gelişme ise Merkez Bankası’nca şöyle tanımlanıyor; “imalat sanayi fiyatlarının seyri tüketici fiyatları üzerindeki maliyet yönlü baskıların sürdüğüne işaret etmektedir”.
Asıl çarpıcı olanı şu; 2011’deki ve 2013’deki kurlardaki artış hareketinin çekirdek enflasyona yansıması ve izlenen faiz politikası grafikte yer alıyor. 2011’de çekirdek enflasyonun ulaştığı tavan yüzde 8.42 olarak gözlenirken, Merkez Bankası’nın piyasadaki geçerli gecelik faizleri bunun kabaca 3 puan üzerinde tutmaya çalıştığı gözleniyor. Şimdi ise Nisan’da yıllık yüzde 9.74’lük çekirdek enflasyon oranına karşılık, Nisan ayında piyasadaki gecelik faiz ortalamasının bunun 1 puan üzerinde olduğu dikkat çekiyor.

Yazının Devamını Oku

Başçı’dan piyasaya temkin, Ankara’ya havuç

1 Mayıs 2014
Merkez Bankası dün yılsonu için enflasyon tahminini yüzde 7.6’ya yükseltirken, ilerisi için de kademeli faiz indirimi sinyali verdi. Başkan Başçı şöyle yaklaşıyor; beklentiler iyileştikçe, gecelik faizlerin yüzde 10-12 arasında seyretmesine yol açan ilave sıkılaşmaya ihtiyaç azaldı, enflasyonda da iyileşme olursa bundan sonraki adım Merkez Bankası’nın yüzde 10 olan ana fonlama faizinin kademeli olarak inmesi olacaktır.

Başçı’nın kafasında şu var, ‘piyasadaki uzun vadeli (24 ay) enflasyon beklentisi yüzde 6.5 seviyesinde, Merkez Bankası’nın da piyasaya para verdiği ana fonlama faizi yüzde 10’da, bu faizi biraz aşağı çekebiliriz’. Yani Mayıs ya da Haziran’da başlayarak bu oranı, tahminimce yarımşar puan aşağı çekmek Başçı’ya göre normal olacak. Başçı şimdiki yüzde 10’luk faizi yeterince ‘sıkı’ olarak görüyor. 24 aylık enflasyon beklentisi ile bugünkü faizler arasındaki fark 1.5-2 puanın üzerinde ise bunu ‘sıkı duruş’ olarak niteliyor.

Geçmişte faizi görece daha düşük tutarak bunun primini siyasetçiye, enflasyonun düşme umudunu ise piyasalara sunan Merkez Bankası; şimdi, enflasyon mücadelesinde faizi yüksek tutarak piyasanın güvenini, faizin düşme umudunu ise siyasetçilere veriyor.

Merkez Bankası’nın 2014 sonu için enflasyon tahmini, Ocak sonundaki yüzde 6.6’lık tahmine göre 1 puan yukarı çekilirken, etkili olan unsurlar şunlar oldu; kur artışından 0.3 puanlık, gıda fiyat artışlarından 0.3 puanlık, ithalat fiyatlarından ilave 0.1 puanlık, fiyat davranışlarındaki bozulmadan da 0.3 puanlık ilave katkı eklenmiş.

Bu Enflasyon Raporu’nda en dikkat çekici olanı; Merkez Bankası’nın uzun bir zaman sonra ‘fiyatlama davranışındaki bozulma’ faktörünü saptamış olması ve dile getirmiş olmasıdır. Dolayısıyla fiyatlama davranışında yarım puana yakın bir bozulma ortaya çıkması, ileriye dönük olarak Merkez Bankası’nın sıkı durması gereğini güçlendiriyor.

İndirim gecikirse munzama faiz

Dünkü Enflasyon Raporu sunumundan anlaşılıyor ki; Başkan Erdem Başçı, Ocak sonundaki yüklü faiz artışının Merkez Bankası’na getirdiği kredibilitenin ne kadar çabuk kaybedebileceğinin farkında; öğrenme bedeli ağır olsa da. Bu yüzden temkinli bir politika çerçevesi izleyeceği izlenimi bırakıyor. Ama bir taraftan da üzerindeki baskıyı bertaraf etmek için ‘bundan sonraki adımın kademeli ve ölçülü indirim’ olacağı sinyalini de veriyor.

Senaryo seçenekleri içinde Başçı şunu vurguluyor; eğer enflasyon seyri ya da sermaye akımlarının azalmasından dolayı faiz indirimleri gecikirse Merkez Bankası, zorunlu karşılıklara faiz ödemek gibi makro ihtiyati önlemlerle kredi maliyetlerini gevşetecek.

Faizi gevşetmek için Merkez Bankası nereye mi bakıyor olacak? Sırasıyla döviz kurunda sakinleşme ya da döviz girişine, enflasyon beklentilerinde iyileşmeye, çekirdek enflasyondaki seyir ve eğilimindeki iyileşmeye. İlk ikisine bakarak faizlerin yüzde 11.5’den yüzde 10’lara doğru gerilemesine olanak tanıyor, sonra da yüzde 10’u da kademeli aşağı çekme sinyali veriyor. Tek soru şu; ne zaman başlayacak? Şimdilik piyasaya temkin, Ankara’ya da ‘havuç’ uzatmış durumda.

Yazının Devamını Oku

Hazine açıklamasının düşündürdüğü sorular

29 Nisan 2014
Hazine, açıkça söylemese de; İstanbul’daki yeni havalimanı projesinin bu borç üstlenimi kapsamında olmadığını vurguluyor.

Hazine, dün mega yap-işlet-devret (YİD) projelerinde kamunun borç üstlenimi hakkında bir açıklama yaptı. Piyasa Yapıcılığı kapsamında Cuma günü yapılan toplantıda, Hazine yetkilileri bankacılara çok açık biçimde İstanbul’da yapılacak olan havalimanının borç üstlenimi kapsamına girmediğini söylemişler. Peki, bunu açıkça ilan etmek zor mu? Yoksa Hazine karşı mı çıkıyor?
Açıklamada, ‘bundan sonrası için bir yol haritası belirledik’ deniliyor, burası doğru. Limitler, süreçler belirlenmiş, iyi de yapılmış. Ancak, kamuoyunun merak ettiği; geriye dönük olarak garanti kapsamına girecek olan 1 Aralık 2012-1 Ocak 2014 arası dönemdeki hangi ihalelere garanti verileceği açık bırakılıyor. Madem yeni havalimanına garanti verileceği konusu yanlış biliniyor; borç üstlenimi konusunda 1 milyar TL üzeri (Sağlıkta 500 milyon TL) kapsam dahilinde sayılı ihale var. Bunlar hangileridir, ilan edilirdi; kamuoyu da bilirdi.
Hazine, yayımladığı yönetmelikle, geriye dönük üstlenimlerde kendi kendini onay süreci dışında tutmuştu. Malum, yasaya göre Hazine’nin uygunluk görüşü vermesi gerekiyor. Dünkü açıklama, bir taraftan şu sinyali de veriyor; belli ki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bu olan bitenden rahatsız, elindeki ‘aletlerle’ önündeki soruna çeki düzen vermeye çalışıyor. Örneğin bu yasa, belli ki mega projelere destek vermek için çıkarıldı, ama şimdi Babacan yönetimindeki Hazine, yasal boşlukları bahane ederek garanti vermek istemiyor. Geçmiş ihalelere garanti verilecek mi? O zaman, sözleşmenin taslağında bile yoksa olmaz. Bizatihi Hazine görüşü alınarak Hazine Bakanı tarafından kabineye götürülmesi konusu yönetmelikle istisna haline getirilmiş, yani Babacan ‘ben bu işe bulaşmam’ diyor. ‘Siyasal irade’ yapacaksa Bakanlar Kurulu kararı alacak.
Kimlere borç üstlenimi taahhüdü verileceğinin kamuoyundan saklanması konusunu ise ‘özel sözleşme’ denilmesi geçerli ve makul bir gerekçe değil. Yeterince sermayesi olmayan şirketlerin boylarından büyük ihalelere girmesi kamuoyunca biliniyor da, bu şirketlere dış borç garantisi verilmesi mi ‘ticari sır’ olacak? Muhtemelen, Babacan bu konuyu yüz kızartıcı buluyor. Zira Resmi Gazete’de açıklanıyor olsaydı muhtemelen gözlerimiz, 17 Aralık soruşturmasındaki ‘olağan şüphelileri’ görecekti.
Hazine, açıklamasında, ‘sözleşme taslakları bile ihale dokümanlarının parçasıdır, başta olmayan bir garanti unsuru sonradan ilave edilemez’ denilerek haksız rekabet yaratacak bir borç üstlenim taahhüdü verilemez deniliyor. Sahi bu açıklama kamuoyuna mı? Yoksa garanti için Hazine’nin kapısını çalacak ihale almış şirketlere mi?
ugurses@hurriyet.com.tr

Yazının Devamını Oku

Ankara’da ‘cadı avı’ piyasası

27 Nisan 2014
“SPK yöneticileri, haklarında herhangi bir idari ya da adli suçlama ya da soruşturma olmadığı anlatılıp görevden alınmışlar.”

Tasarrufları yetersiz ülkenin sermaye piyasasını geliştirmek için uğraşan özerk bir kamu kurumunda üst düzey göreviniz var; bir sabah, kurumun tepe yöneticisi arıyor ve sizi görevden almak zorunda olduğunu anlatıyor. Soruyorsunuz “neden?” diye; yanıtı, hakkınızda herhangi bir suçlama, soruşturma olmadığı ama ‘ülkedeki genel atmosferin getirdiği şartlar’ nedeniyle bunu yapmak zorunda olduğu biçiminde. Sonra bu konuşma ayrı ayrı 13 üst düzey yönetici ile daha yapılıyor. Sonra da topluca bir veda konuşması yapılıyor.
İşte bunlar, geçen hafta Ankara’da; her iki günde bir ‘birinci sınıf hukuk olmazsa birincisi sınıf demokrasi olamayız’ diye konuşma yapan bir Başbakan Yardımcısı’na bağlı Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) cereyan ediyordu. 3 Başkan yardımcısı, 11 daire başkanı geçen hafta kendilerine bunlar anlatılarak görevden alındı. Hükümete yakın gazetelerde nasıl mı yer aldı? Şu şekilde; “Paralel temizlik”.

Ankara’daki kaynaklarım, görevden alınan 14 üst yönetici arasında çok farklı görüşlere sahip kişiler olduğunu, görevden alınan kişiler hakkında da herhangi bir idari ya da adli suçlama ya da soruşturma olmadığını aktarıyor. İdari ya da adli bir soruşturmanın konusu olmadan, hukuksuz biçimde görevden alınmaya ne denir? Tek bir açıklaması var; ‘cadı avı’.

Daha ilginç olanı şu; SPK’da görevden alınan 14 yöneticinin büyük bir bölümü, kendilerini bir ‘cadı avına’ toptan feda eden kurul başkanı tarafından göreve getirilmişti. Öyle görünüyor ki şöyle bir ‘idare-i maslahat’ tercih edilmiş; haklarında dedikoduyu geçmeyen iddialar olan birkaç kişiyi görevden alma baskısına karşı, herkesi toptan görevden alıp ‘yahu şunu unutmuşsun’ denilmemesini sağlamak.

Şunu merak ediyorum; bizatihi kendi atadığı yöneticileri, hukuksuz biçimde görevden alan, görevden alınanların da ‘paralel’ diyerek itibarlarının karalanacağını kestirebilen bir yönetici, görevden aldıklarının yerine atadığı yeni yöneticilerden, ‘mutfakta’ çalışan diğer uzmanlardan saygı görebilir mi?

BDDK ile başlayan Ankara’daki ‘cadı avı’ sadece SPK ile de sınırlı görünmüyor. Çeşitli sosyal medya platformlarında bir süredir Merkez Bankası’nın, Hazine’nin, Borsa İstanbul’un (BİST) kimi yöneticileri de hedef gösteriliyor.
Ankara kulislerinde, örtülü biçimde ‘cemaatçilikle’ suçlanarak görevden alınan bir BDDK yöneticisinin, sosyal demokrat eğilime sahip olduğu için ‘Ergenekoncu’ diye hedef gösterildiği günler anlatılıyor.

Yazının Devamını Oku

Başçı’nın mesajı: Faiz için ‘dudaklarımı oku’

25 Nisan 2014
“Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği sinyal şu; döviz kuru geriler ve sakin bir seyir izlerse beklentiler iyimser bir hale gelirse faizi aşağı çekecek.”

Merkez Bankası dün, piyasaya para verdiği ana kanaldaki faizleri indirmedi ama izleyen aylar için ‘belki’ anlamına gelen bir ‘dudak okuması’ bıraktı. Nereden mi anlıyoruz? Para Politikası Kurulu (PPK) toplantı özetinde yer alan metindeki değişen söylemden.
Banka’nın söylem ve eylemlerine bakınca faizin inmesi neye bağlı? Hemen söyleyelim; döviz kurunda seyre. Kurlar aşağı yönlü seyrederse ya da yükselme eğilimi göstermeden yatay biçimde seyredeceği bir eğilime girerse Merkez Bankası faizleri düşürme eğiliminde.
Merkez Bankası’nın karar verici kurulu PPK, ‘enflasyona ilişkin yukarı yönlü riskler’ söylemi yerine, Ocak ayındaki sıkılaştırmanın “yukarı yönlü risklerin orta vadeli enflasyon beklentileri üzerindeki etkilerini sınırladığını” söylüyor.
Merkez Bankası, enflasyonda haziran ayına kadar yükseliş olacağı yönündeki sözlerini de kullanmaktan vazgeçmiş. Bunun da beklentileri yönetmekle ilgili olduğu çok açık. Belli ki biraz bu söylemden vazgeçerse piyasanın beklentilerinin de iyileşeceği düşüncesinde. Bu yüzden, enflasyon beklentilerine ve fiyatlama davranışına bakılacağı yeniden not edilmiş.
Banka, Nisan ayının ilk haftasını izleyen dönemde gecelik faizleri düşürmeye başlamasını da şöyle açıklıyor; ‘azalan belirsizlik ve risk primi göstergelerindeki kısmi iyileşme’. Biliyoruz ki; Merkez Bankası haftalık repo kanalından yüzde 10’la verdiği paranın miktarını ayarlayarak, gecelik faizlerin yüzde 11.90 seviyesinden, yüzde 10.50-11 seviyesine inmesini sağlamıştı. Buradan hareketle, geç likidite penceresinde uygulanan yüzde 15’lik faizin, yüzde 13.5’e düşürüldüğü not edilmiş. Bu pencerenin pratikte hiç kullanılmadığını ve şimdilik pek bir önemi olmadığını not edelim.
Merkez Bankası, Nisan başına kadar piyasanın ihtiyacı olan TL likiditesinin yüzde 90’ını yüzde 10 faizle haftalık repo kanalından para vererek karşılıyordu. Kalan yüzde 10’luk miktarı da, gecelik vadede yüzde 11.5 ve yüzde 12 oranlarından faizle karşılıyordu. Böyle yaptığı için gecelik faizler bankalararası piyasada yüzde 12’ye yakın seyrediyordu. Merkez Bankası’nın ‘ilave sıkılaştırma’ olarak tanımladığı şey buydu. Nisan’ın ilk haftasından itibaren haftalık repo ile verdiği parayı artırdı ve piyasanın gecelik vadede ilave para borçlanmaya ihtiyacı kalmadı. Gecelik faizler yüzde 10.5’e düştü. Temel neden, döviz kurundaki gerileme idi. Kur düştükçe, Merkez Bankası gecelik faizi gevşetti.
PPK toplantısı öncesinde, son bir haftada gördük ki, döviz kurunda artış var; Merkez Bankası hemen gecelik vadede biraz ilave sıkılaştırma ile faizlerin yükselmesini sağladı. Grafikte de açık biçimde görülüyor ki bundan sonraki dönemde de farklı değil, Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği sinyal şu; döviz kuru geriler ve sakin bir seyir izlerse beklentiler iyimser bir hale gelirse faizler aşağı çekilecek. Banka, kur gerilemesi ile enflasyon bekleyişlerinin de daha olumlu hale dönüşeceğini bekliyor.

Yazının Devamını Oku