Türkiye ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 4.3 büyüdü. İyi haber; bunun yarısından fazlası (2.7 puanı) ihracattan geliyor. Cari açık açısından hane halkı tüketiminin hız kesmesi de iyi haber. Kötü haber, yatırımların katkısı negatif, büyümenin kalitesi düşüyor. Buna uzun vadeli sürdürebilirlik açısından bakılırsa ihracat da dahil. Olasılıkla büyüme oranı kademeli olarak gerileyecek.
Büyümenin kaynakları şöyle; İhracat 2.7 puan, net iç talep 3.1 puan katkı yapmış. Yani toplamda yüzde 5.8’lik bir katkı gelmiş; yüzde 4.3’lük üretim artışı ile farkı yani 1.47 puanı stoklardan yemişiz.
Yatırımlar sıfırlandı
İç talepte ise hem iyi haber, hem de kötü haber var; birincisi hane halkı tüketimi yavaşlıyor. Son 5 çeyreğin en düşük katkısı gelmiş; 2.35 puan. Bu, cari açığı küçültmek isteyen bir ülke için iyi haber. İç talep içinde kötü haber özel yatırımlarda; özel yatırımlar ilk çeyrekte yüzde 1.35 küçülürken toplam büyümeyi de 0.3 puan aşağı çeken bir etki yapıyor. Ekonomi politikası yapıcılarının, özel kesim yatırımlarındaki son 10 çeyrekteki gerileme ve durulmayı ciddiye alır gibi bir halleri yok. 2011 son çeyreğinden bu yana, özel yatırımların milli gelire katkısı 1 puanın altında. 10 çeyrek ortalaması ise 0.40 puan küçültücü yönde.
Kamunun tüketim harcamalarında belirgin bir değişiklik olmasa da (tüketim ve yatırım) ilk çeyrekte son bir yılın en düşük katkısı olmuş; yüzde 8.5’luk kamu tüketim harcaması 0.8 puanlık katkı yapıyor. Kamu yatırımlarıyla beraber ise 1 puan. Öyle sanıldığı gibi kamu yatırımlarından gelen yüklü bir katkı yok. Kamu yatırımlarının 4.3’lük büyüme içindeki katkısı sadece 0.16 olmuş.
Klişe tescillendi; eğlence ve kültür harcamaları arttı
Hane halkı tüketimi büyümeye 3.2 puan katkı yaparken, bunun 0.3 puanının yerleşik olmayanlara ait olduğunu, yani yabancılardan geldiğini not düşelim. Hane halkı tüketiminde ilk çeyrekte en çok dikkat çeken kalem ‘eğlence ve kültür’. Bu kalemdeki büyüme yüzde 10, 3.2 puanın 0.50’si eğlence ve kültür harcamalarından geliyor. Bu katkı, 2009 krizinde son çeyrekte ve 2010 ilk çeyrekte bu kadar yüksekti. Türkiye ciddi bir anayasal güçler krizine girerken, siyasal kriz derinleşirken, yurttaşlar yerel seçim öncesinde kendini eğlence ve kültür harcamalarına vermiş. Dolayısıyla ‘ekonomik kriz, askeri darbe ve baskı dönemlerinde eğlence ve kültür harcamaları artar’ klişesi bir defa daha tescilleniyor.
Finansal kesimden milli gelire rekor katkı
Maliye Bakanlığı bu yılın rekortmen Kurumlar Vergisi mükelleflerini açıkladı. Listeye bakınca gördüklerim şunlar:
2012 Toplam tahakkuk 14.5 milyar TL iken 2013 için 9.8 milyar TL tahakkuk oluşmuş. Yüzde 21 düşüş var.
İlk 100’ün 2012 ‘de 23’ü banka ve katılım bankası iken, 2013’de 18’e düşmüş.
İlk 100’de 2012 için banka ve katılım bankasının payı % 63 iken 2013’de yüzde 44’e gerilemiş.
2012’de bankalar 9.2 milyar tahakkuk gerçekleşirken, 2013’de 4.3 milyara gerilemiş
2013 için oluşan ilk 100 listesinde geçen yıla göre ING, HSBC, Denizbank, Citibank, Anadolu Bank ve Alternatif Bank yer almazken, Aktif Yatırım Bank bu yıl listeye girmiş.
2012 için verilen beyannamelerde 8 kurumlar vergisi mükellefi adını gizlerken, 2013 verilen beyannamede 15 mükellef gizlemiş.
Bankalardaki kan kaybının nedeni çok açık; faizlerin yükselmesi. Faizler yükselince bankaların kar marjları daraldı. Hızla gelir kayıpları ortaya çıkmış. Hani ‘faiz lobisi’ suçlamalarını anımsayalım. Pek de iddia edildiği gibi değil.
Geçmişte vergi bilinci oluşturmak için ‘verginizi ödeyin; size yol, su, elektrik olarak dönecek’ denilirdi. Şimdi, ‘enayilerin’ ödediği vergiler herkese otoyol olarak dönüyor; bir takım ‘uyanıklar’ bunun bile geçiş ücretini ödemiyor, bu da affediliyor.
Vergi ve sigorta primlerinin uzun bir vadeye yayılarak epey çokça bir dilim halinde ödenebilmesi yönünde yeniden yapılandırılması, gecikme faizlerinin enflasyona endekslendirilmesi, idari para cezalarının ve ceza faizlerinin silinmesi, bildiğimiz af başka bir şey değil.
Bu vergi ve prim affına dair yasa teklifini getiren Ak Parti Milletvekili Hüseyin Şahin, kamunun 33.5 milyar TL’lik prim alacağından vazgeçileceğini, bu borcun ‘vatandaşın cebinde kalacağını’ anlatıyor. Vergi ve idari para cezalarında, kaçak geçilen köprü ve otoyol bedellerinde kamunun vazgeçtiği ve ‘vatandaşın cebinde kalan’ miktarı ise bilmiyoruz.
Şunu çok iyi biliyoruz ki; bir kısım ‘vatandaşın cebinde kalan’ bu kamusal mali yükümlülükler, yine bir kısım yurttaşlar tarafından ödenecek. Şuna şaşmamak olanaksız; Ak Parti iktidarı boyunca her iki-üç yılda bir getirdiği bu vergi ve prim afları ile yurttaşlarını ‘uyanıklar’ ve ‘enayiler’ olarak örtülü biçimde sınıflamayı ‘başardı’. Gelişmiş ülkelerde buna ‘ahlaki çöküntü’ deniliyor. Bunun şampiyonluğu da ülkemizde muhafazakar hükümete ait.
Bu af, hem yurttaşlar arasında böyle bir ahlaki çöküntü yaratıyor, hem de iş kesiminde haksız rekabete temel atıyor. Yılda kabaca 60 milyar dolar cari açık veren ülke, bunu başka ülkelerin tasarrufları ile finanse ediyor. Çoğu da gelir-geçer sıcak para ile. Doğrudan yatırım gibi kalıcı fonların miktarı son 5 yılda ortalama 9 milyar dolar. Yani açığın yüzde 15’i. ‘Doğrudan yatırım gelsin, sıcak paradan kurtulalım’ düşüncesiyle ülkeye yatırım yapabilecek yabancı yatırımcı ararken, iki yılda bir vergi ve sigorta prim affı ile bindiği dalı kesen başka bir ülke örneği bulunabilir mi?
Hele ki, ‘faizler düşsün yurtiçi yatırımcılar da yatırım yapsınlar’ diye Merkez Bankası’nın üzerine baskı kuran siyasetçiler bulunan bir ülkede?
Avrupa Merkez Bankası (ECB) dün piyasaya verdiği paranın faizini yüzde 0.10’luk indirimle yüzde 0.15’e çekerken, bankaların kendisinde tuttuğu mevduatların faizini de yüzde -0.10’a indirdi. Yani bankalar, Avrupa Merkez Bankası’ndaki hesaplarında para tutarlarsa üste faiz ödeyecekler.
Avrupa Merkez Bankası’nın negatif faiz uygulaması, bankaların ellerindeki likidite fazlasını kredi kanalına yönlendirmek için zorlayıcı bir etken olarak kullanılmaya çalışılıyor. Ancak, bankaların oradaki hesaplarının ne büyüklükte olduğu da, istenen sonuçla da en önemli unsur. Çünkü ECB piyasaya 650 milyar euro para verirken, bankaların ECB’de tuttuğu mevduat sadece 29 milyar euro. Bankaların bunu kendi cari hesaplarına kaydırmaları halinde etkisi olmayacak.
ECB’nin aldığı en önemli karar da, kredi kanalına gidecek bir mekanizma ile uzun vadeli biçimde 400 milyar euro para verecek olması. Hedefe dönük Uzun Vadeli Finansman Operasyonu (TLTRO) ile Avrupa Merkez Bankası, Euro Bölgesi’ndeki bankalara, mali kesim dışındaki kesimlere verdikleri kredilerin yüzde 7’sine kadar kredi verecek. Ancak hane halkına konut kredisi dışarıda tutulacak. ECB, 400 milyar euroluk 4 yıllık LTRO ihaleleri Eylül ve Aralık 2014’de yapacak. Ayrıca, Mart 2015’den Haziran 2016’ya kadar üçer aylık vadelerle tekrarlanacak. Tüm bu ihalelerin vadesi 2018’de dolacak.
ECB, ayrıca, bizde VDMK olarak bilinen varlığa dayalı menkul kıymet alımı için de hazırlık yapacağını ilan etti. Bunların da yine kredi bağlantılı varlıklar olabileceği konuşuluyor.
Euro Bölgesi’nde enflasyon Nisan ayındaki yıllık yüzde 0.7’den Mayıs ayında yüzde 0.5’e geriledi. Uzunca bir süredir aşırı düşük bir enflasyon seviyesinin çok hızla deflasyona (fiyat düşüşlerine) evrilebileceği tartışılıyor ve Avrupa Merkez Bankası eleştiriliyordu. Almanlar ise aşırı düşük faizin mali sistemde, özellikle sigortacılık kesiminde hasara neden olabileceğine dair itiraz ediyordu.
Peki, bu kararların etkisi ne olacak?
ECB’nin faizleri düşürmesinin, bankaların mevduatlarına negatif faiz uygulamasının Avrupa ekonomisi için kayda değer bir etkisi beklenmiyor. Bu karar öncesinde de uzun vadeli faizler düşük olmasına karşın kredilerde gerilemeye tanık olunmuştu. Hatta Danimarka örneğini göstererek bunun ters etki bile yapabileceğini savunan analistler var. Kararların, beklentileri etkilemek gibi sinyal etkisinin daha büyük olması bekleniyor.
Dün açıklanan yüzde 0.4’lük aylık, yüzde 9.66’lık artış gösteren Mayıs ayı enflasyon verisi, enflasyon artışında bir yumuşama olduğunu gösterirken, bunu faiz indirimleri ile kutlamak için de erken olduğunu söylüyor.
Birincisi, çekirdek enflasyon hala yüksek duruyor. Dün TÜİK tarafından enflasyon verileri açıklandığında en çok merak ettiğim şuydu; çekirdek enflasyona ne olmuştu? Çekirdek enflasyon; gıda, içki ve sigara, enerji, kamusal zamlar ve vergi artışları dışlandığında enflasyonun ana eğilimini anlatır.
Mayıs ayında çekirdek enflasyon (I) yüzde 1.5 olurken, yıllık artış da yüzde 9.77’ye ulaştı. Bu oran, 2007 Mart ayından bu yana en yüksek seviye. 2011’deki kur artışı da bu yılın başındaki kadar sert olmuştu. Ancak çekirdek enflasyondaki yıllık artış oranı en yüksek yüzde 8.42 olmuştu. İşte bu yüzden, bu defa farklı bir eğilime tanıklık ediyoruz. Merkez Bankası’nın da bunun farkında olduğu anlaşılıyor. Çünkü uzun süredir ilk defa fiyatlamada ikinci etkilerden bahsetmeye başlamıştı.
Bir banka iktisatçısı çekirdek enflasyondaki (mevsimsellikten arındırılmış 3 aylık hareketli ortalamadan hesaplanan) yıllık artış eğiliminin yüzde 10.3-11.6 arasında olmasına işaret ederek, rahatlamak için çok yüksek bir seviye olduğunu vurguluyor.
İkincisi, enflasyon görece düşük gelmesinde genelde her yıl Mayıs’ta gerileyen gıda fiyatları, özel olarak da sebze fiyatlarındaki düşüş etkili oldu. Ancak, işlenmiş gıda fiyatlarında son bir yılda yüzde 10’u aşan yüksek artış ivmesinin de devam ettiği görülüyor.
Üçüncüsü, Yurtiçi Üretici Fiyatları Endeksi (YİÜFE) içinde imalat sanayi alt endeksindeki fiyat eğiliminin, Mayıs ayında kurlardaki düşüşle gelinen yeri pek de yansıtmadığı görülüyor. Yani imalat tarafında fiyat artış baskısı devam ediyor. Olasılıkla bu, döviz kurundaki gerilemenin kalıcı olamayabileceğini dikkate alan bir fiyatlama davranışı işareti.
Enflasyon bıçak sırtında faiz de
Merkez Bankası yüzde 9.50’de tuttuğu haftalık repo faizini indirmeye devam edebilir mi? Banka, önceki günkü Bakanlar Kurulu sunumunda enflasyonun Mayıs ayında tavan yapacağını, Haziran ayı verileriyle düşüşe geçeceği tahmini yer alıyordu.
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, yılda iki kez yapılan sunum için Bakanlar Kurulu’nun önüne çıktı. “Ne olacak?”, “nasıl geçecek?” sorularını hepimiz merak ettik. Çünkü Başbakan Erdoğan önceki hafta sonu çok sert biçimde Merkez Bankası’na ve Erdem Başçı’ya çıkışmıştı. Başçı’nın sunumuna bakılırsa ‘herşey çok güzel olacak inşallah’ kıvamında bir sunum olduğu anlaşılıyor.
Başçı’nın özetle şunları anlattığı anlaşılıyor; FED’in çıkış sinyali faizlerin artmasına neden oldu. Bizde ise reel faizler kriz öncesine göre hala düşük. Cari açık veren diğer gelişen ülkelerde de faizler arttı. Türkiye’de kur artışı enflasyon açısından en etkili unsur. Kısa vadeli faizlerdeki geçici sıkılaştırma kur artışını frenlemek için etkili oldu, Lira’daki hızlı değer kaybı önlendi. Hatta rezerv artışı sağlandı.
Peki Başçı mealen ne söylemiş görünüyor? Merkez Bankası’na düşük ölçekli faiz indirimi yaptığı için hiddetlenen Başbakan Erdoğan’ı sakinleştirmek için, biraz zamana ihtiyaç duyulduğunu anlatan bir sunum bu.
Yani ‘biraz sabredin, faizi indireceğiz Başbakanım’ duruşu var sunumda.
Merkez Bankası’nın bu sunumunda, Başbakan’ın örnek verdiği ülkelerden ABD ve Japonya ile Avrupa ve İngiltere’deki enflasyon ve merkez bankalarının kısa vadeli faizlerinin seyrini gösteren bir grafik dizisi var. (Grafik yukarıda) Burada gösterilen de şu; merkez bankaları faizi yükselttikten sonra enflasyonun düştüğü gözleniyor. Başbakan’a ‘doğrusu budur efendim’ sunuşu olmuş. Geçmişte piyasalara ‘enflasyon orta vadede hedefle uyumlu’ hikayesi anlatan Merkez Bankası, şimdi anlaşılıyor ki aynı zaman avansını Başbakan’dan istiyor.
Siyasetçiye 24 saatin uzun olduğu Ankara’da, bakalım Başbakan mı, yoksa Merkez Bankası mı durumu idare edecek?
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, yılda iki kez yapılan sunum için Bakanlar Kurulu'nun önüne çıktı. "Ne olacak?", "nasıl geçecek?" sorularını hepimiz merak ettik. Çünkü Başbakan Erdoğan önceki hafta sonu çok sert biçimde Merkez Bankası'na ve Erdem Başçı'ya çıkışmıştı.
Erdem Başçı'nın sunumuna bakılırsa 'herşey çok güzel olacak inşallah' kıvamında bir sunum olduğu anlaşılıyor.
Başçı'nın özetle şunları anlattığı anlaşılıyor;
ABD'de FED'in çıkış sinyali faizlerin artmasına neden oldu. Bizde ise reel faizler küresel kriz öncesine göre hala düşük seyrediyor. Cari açık veren diğer gelişen ülkelerde de faizler arttı. Türkiye'de kur artışı enflasyon açısından en etkili unsur. Kısa vadeli faizlerde geçici olarak yapılan sıkılaştırma kur artışını frenlemek için etkili oldu, Lira'daki hızlı değer kaybı önlendi. Hatta rezerv artışı sağlandı.
Peki büyümeye, enflasyona, kredi artışına, cari açığa ne olacak?
İşte sunumun sonunda bunlara yanıtlar şöyle özetlenmiş:
1. Büyüme hızı yüzde 4'e yakın seyrediyor,
2. Enflasyonda tepe noktanın Mayıs verisinde gözleneceği, düşüşün ise Haziran verisinden itibaren başlayacağı tahmin ediliyor,
Asıl bunu en başta yapması gereken, iktidar partisi Ak Parti olmalıydı. Kuruluş yıllarındaki ‘ortak akıl’ bugüne dek taşınabilmiş olsaydı; ‘Biz nerede yanlış yaptık?’ sorusuyla Gezi’nin analizi peşinde koşmaları mümkündü.
Bu sorunun peşinden CHP koşmuş; Genel Başkan Yardımcısı Prof. Sencer Ayata’nın kılavuzluğunda 69 sayfalık Gezi Hareketi başlıklı bir değerlendirme hazırlanmış. Raporun, politikacı gözünden çok toplumbilimci gözünden hazırlandığı çok belli, iyi de olmuş.
CHP için Gezi Hareketi’nin, “ülkedeki özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi mücadelesi doğrultusunda atılmış tarihi bir adım” olduğu belirtiliyor.
“Kolektif bireyselcilik”
Prof. Ayata, Gezi hareketini ‘kolektif bireyselcilik’ olarak tanımlıyor; özellikle, kendilerine “hayır” denilmesine alışık olmayan gençlerin buyurganlığa ve yasakçılığa karşı çıkışları, başkalarının yaşamlarına müdahale etmesine güçlü ve kararlı bir tepki vermiş olduklarını not ediyor. Gençlerin ve kadınların; özgürlük, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk gibi ortak değerler üzerinden çağdaş dünya ile bağlantı kurdukları anlatılıyor. ‘Bir genç kuşak hareketi’ olarak tanımlanıyor.