Uğur Gürses

Başçı ‘yoğurdu üfleyerek mi yiyor’?

1 Kasım 2014
Merkez Bankası dün açıkladığı yılın üçüncü Enflasyon Raporu’yla enflasyon tahminlerini yükseltti.

Merkez Bankası 2014 sonunda enflasyonu yüzde 8.4 ile 9.4 arasında, orta noktasını ise yüzde 8.9 olarak tahmin ediyor. Bu orta nokta, Temmuz ayındaki tahmin aralığının tavanından 0.4 puan yukarıda.
2015 sonu için tahmin edilen enflasyon oranı yüzde 4.6 ile 7.6 aralığında, orta noktası da yüzde 6.1 tahmin edilmiş. Merkez Bankası’nın 2016’ya kadar yılsonu nokta enflasyon hedefi yüzde 5 olarak belirlenmişti.
Başkan Erdem Başçı bu tahminlerin ‘getiri eğrisini yataya yakın tutmak suretiyle para politikasındaki sıkı duruş’ varsayımı ile yapıldığını not ediyordu. Bu ‘sıkı duruşun’, piyasaya para verirken kullandığı yüzde 8.25’lik repo faizi oranını değil, son bir aylık dönemde yüzde 11’e yaklaşan gecelik faiz oranını kastettiğini de anlattı. Başçı, bu sıkı faizin ‘herkes kani olana kadar’ yatay tutulacağını vurguladı.
Tahminlerin temelinde; birikimli kur etkilerinin azalmaya devam edeceği, gıda enflasyonun geçmiş yıllar ortalamasına döneceği ve başta petrol olmak üzere düşen emtia fiyatları öngörülerinin belirleyici etkenler olduğu da vurgulandı.
Dünkü ortaya konulan açıklama, tahmin ve politika çerçevesinin bize anlattığı birkaç unsur var; birincisi, Erdem Başçı’nın özellikle gelişen ülkelerdeki sermaye hareketlerindeki çıkışların Türkiye’ye etkileri konusunda da tedirgin olduğu anlaşılıyor. Geçmişte politika faizini düşük tutarak bunu hafife almanın bedelinin 5 puanlık sert faiz artırımı ile sonuçlandığını en iyi öğrenen Başçı olmuştu. İkincisi, para politikasının asgari doğrularını yapma konusunda elinin epeyce rahatladığının izleri var. Bu rahatlamanın özellikle Erdoğan’ın Başbakanlığı Ahmet Davutoğlu’na bırakmasının etkisinin olduğu anlaşılıyor. Nitekim Davutoğlu’nun ‘eski dostuma baskı yapmam’ demesi her ne kadar tartışılabilir olsa da, asgari doğruyu yapma konusunda Başçı’nın elini rahatlatıyor. Bu da, faizi geçici bir süre yüksek tutma konusunda bile politik baskı engelini kaldırıyor.
Enflasyon tahminlerinin en temel unsuru, döviz kurundan gelen etkinin ‘azalmaya devam edeceği’. Bu, aslında bize enflasyonun gelecek görünümünde en önemli etkeninin döviz kuru olduğunu söylüyor. Son bir aylık dönemde Merkez Bankası’nca gecelik faizlerin yüzde 11’e yaklaştırılmasının nedeni de aynı zamanda. Eylül ortasından bu yana dolar kurunun 2.20’nin üzerine çıkması belli ki Başçı’yı tedirgin etti. Öyle ki, hemen likidite kısıldı, gecelik faizlerin yüzde 11’e yaklaşması sağlandı. Çünkü döviz kuru yukarı doğru seyrettikçe dolarizasyon eğilimini kaşıyacak; hem döviz borcu olanların alımlarıyla, hem de gidişattan spekülatif kazanç için dövize yatırım yapmak isteyenler nedeniyle kur iyice artacaktı. Bu da enflasyon beklentilerinin yeniden daha kötü biçimde bozulmasına yol açacaktı. Bu yüzden, gecelik faizlerin yükselmesi sağlandı.
Peki, tahminler tutabilir mi? Merkez Bankası’nın sıkı duruşu yeterli mi?

Yazının Devamını Oku

Fed musluğu kapattı

30 Ekim 2014
ABD Merkez Bankası Fed, dün özetle şu kararları açıkladı: 3. aşama trilyon dolarlık tahvil alımı sona erdirildi.

Faizler de ‘makul bir süre’ yüzde 0.25’de kalacak, sonra artırılmaya başlanacak. Fed’in elinde bulundurduğu tahvillerin de vadesi geldikçe anaparaları yeniden tahvile yatırılacak. Fed tahvil alımını sonlandırma kararında, alımlara başlanan döneme göre işgücü piyasasında önemli iyileşmeler sağlandığını not ediyor.


MAKUL SÜRE 6 AY
Fed’in, faizlerin yüzde 0.25’de tutulacağı ‘makul süre’ olarak tanımladığı dönemin 6 ay olduğu çok açık. Fed Başkanı Janet Yellen, sonradan daha muğlâk yanıtlar verse de koltuğa oturduğu ilk hafta ‘6 ay’ diye ağzından kaçırmıştı. 2012’de faizlerin uzun süre yüzde 0.25’de tutulacağı garantisi verilirken de açıkça telaffuz edilen tarihleme ‘2015 ortasına kadar’ idi. Fed kararı öncesinde, kimi analistlerde küresel yavaşlama ve Euro’nun değer kaybı gibi nedenlerle Fed’in tahvil alımına devam etmesi umutları yeşermişti. Kararın açıklanmasıyla birlikte, ABD’de tahvil faizlerinde sert yükseliş, borsada düşüş gözlendi. Euro da değer kaybetti.


Yazının Devamını Oku

İsveç’ten sıfır faizli merkez bankacılığı

29 Ekim 2014
İsveç Merkez Bankası (Riksbank) dün faizleri yüzde 0.25’den sıfıra çekti; yanlış okumadınız sıfır.

Bu, piyasaya faizsiz para sürmek anlamına geliyor. Peki, bu kadar basit mi? Biz de yapabilir miyiz? Gelin bakalım.

İki yıl önce enflasyonu yüzde 1’in altına inen İsveç’te, son bir yıldır ortalama yıllık enflasyon yüzde -0.2’de seyrederken, Eylül ayında da yüzde -0.4; yani son bir yıldır fiyatlar binde 4 gerilemiş demek bu. Teknik terimle deflasyona girmiş demek. Ya enflasyon hedefi? O da yüzde 2’de duruyor. Hedefleme yapan bir merkez bankası için, bunun altı da üstü de makbul değil.

Son çeyrek yüzyılda, 1990’larda girdiği durgunluk-deflasyon sürecinde ilk kez Japonya faizleri sıfıra yaklaştırmıştı. 2008 krizi sonrası faizi sıfıra yaklaştıran birçok merkez bankası oldu; ABD yüzde 0.25’e, Avrupa ise kademeli olarak indirerek yüzde 0.05’e çekti.

Geçmişte de para politikasında öngörülebilirliği artırmak için faiz patikası ilan etmek, 2009 krizinde de negatif faiz uygulamak gibi yaratıcı yeniliklere öncülük eden İsveç Merkez Bankası, bu defa da piyasaya para verirken faiz almayan, faizi sıfır yapan ilk merkez bankası oldu.

İsveç Merkez Bankası, bundan böyle piyasaya parayı sıfır faizle verirken, diğer taraftan rezerv fazlası olan bankalar bunu kendisine getirirse bankaların mevduatına yüzde 0.75 faiz alacak. Riksbank, Temmuz’da yeniden negatif mevduat faizine dönmüş, yüzde 0.50 faiz almaya başlamıştı.

2015’de yüzde 3’e yakın büyüme beklenen İsveç’in sorunu deflasyon; İsveç Merkez Bankası’nın amacı, 2016’ya kadar enflasyonu yüzde 2’ye doğru ittirmek. Bunun için de hem piyasaya faizsiz para sürerken, elde para tutmak isteyenleri de cezalandıracak biçimde negatif mevduat faizi alacak. Negatif faizin bir başka hedefi de ulusal parası kronun değerlenmesini önlemek, tersine değer kaybı yaratıp deflasyonist etkiyi kırmak.

Riksbank, aynı anda aslında geçmişte kullandığı ama son 5 yılda FED’e mal olan ‘ileri dönük kılavuzluk’ mekanizmasını da kullanıyor. 2016 ortasına kadar da faizleri yükseltmeyeceği sinyalini açıkça veriyor.

İsveç Merkez Bankası, 2009’daki krizin başlamasıyla faizleri indirmiş, ancak 2010’dan başlayarak faizleri yüzde 0.25’den yüzde 2’ye kadar yükseltmişti. O dönem banka içinde de tartışmalar olmuştu; faiz artırımında da karşı çıkan, bugünkü gibi sert faiz indirimleri içeren daha gevşek bir para politikasını da savunan önde gelen iktisatçılardan Lars O.E. Svensson bankadaki başkan yardımcılığı görevinden 2013’de ayrılmıştı. Dışarıda ise Nobelli iktisatçı Paul Krugman, İsveç’in para politikasının faiz indirmekte geç kalmasını ‘sadomonetarist’ para politikası olarak tanımlamıştı.

Yazının Devamını Oku

Avrupa bankalarında 25 milyar euroluk gedik

27 Ekim 2014
Avrupa Merkez Bankası dün Euro Bölgesi’ndeki 130 büyük banka için yaptığı bilanço testlerini tamamladı ve sonuçları açıkladı; 25 bankaya yaklaşık 25 milyar euro ilave sermaye konulması gerekiyor.

Bilanço analizi yapılan 130 büyük bankanın aktif toplamı 22 trilyon euro. Bu büyüklük, ‘neden 130 banka?’ sorusunun yanıtını da veriyor; 130 banka, Euro Bölgesi’ndeki tek bankacılık denetim mekanizması içine giren banka aktiflerinin yüzde 82’sini oluşturuyor.

Açıklanan verilere göre; bankaları en çok ilave sermayeye ihtiyaç duyan ülke İtalya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs. Bu üç ülkenin bankalarına konuşması gereken sermaye sırasıyla 9.7 milyar, 8.7 milyar ve 2.3 milyar euro olmak üzere toplam 20 milyar euro.

İtalyan bankalarından en yüksek sermaye konulması gereken banka Banca Monte dei Paschi di Siena’nın ilave olarak 4.2 milyar euroya ihtiyacı var. Türkiye’de Yapı Kredi’nin ortakları arasında olan Unicredit’in ise sermaye eksiği görülmüyor.

Yunanistan’da ise bir süre Türkiye’de bankacılığa Tekfenbank’ın çoğunluk hisselerini satın alarak giren ve 2011’de satarak çıkan Eurobank, 4.6 milyar euro ile en çok sermaye ihtiyacı olan banka oldu. İkinci sırada ise Finansbank’ın hisselerini elinde bulunduran National Bank of Greece var; 3.4 milyar euro. Bu iki Yunan bankasının yaptığı açıklamaya bakılırsa; aldıkları önlemlerle bu ihtiyacın toplamda 350 milyon euroyu geçmeyeceği ileri sürülüyor.

Raporda dikkat çeken, Almanya ve Fransa gibi iki büyük ülkenin bankalarının kayda değer bir ilave sermaye ihtiyacının olmaması. Her iki ülkeden de bir bankanın, 250 milyon euroyu geçmeyen ilave sermayeye ihtiyaç duyduğu raporda yer alıyor. Bunun sırrı; test başladığında bu ülke bankalarının hemen iyileştirmelere girişmelerinde. Test bitene kadar rasyoları iyileşmiş. Ayrıca, 2011’deki çalkantıda sert biçimde etkilenen İspanyol bankalarından sadece biri, bu test sonucunda 32 milyon euroluk sermaye ilavesine ihtiyaç duyuyor.

Önemli husus, bu analiz ve testlerin 2013 sonu bilançoları itibariyle yapılmış olmasında. Dolayısıyla, milyarlık sermaye ihtiyacı olan bankaların bir bölümü, geçen bir yıllık sürede aldıkları önlemlerle sağladıkları iyileşme ile sadece birkaç yüz milyonluk sermaye artırımı ile açıklarını kapayacaklar.

Sermaye açığı olan bankalar bunu kapamak için iki hafta içinde bir plan hazırlayacaklar; bunu hayata geçirmek için de altı ayları olacak.

Bankaların sermaye açığını anlamak için yapılan analiz, ayrıca ilave olarak bir stres testi de içeriyor. Bu testte, olumsuz koşullara göre bankaların bilançolarının nasıl etkileneceğine de bakılmış. Örneğin üç yılda ekonominin birikimli olarak yüzde 6.6 küçülmesi durumunda nasıl etkileneceği varsayımı ‘ters senaryo’ içine dahil edilmiş. Bu sert senaryoda, bankaların toplam sermaye erimesi 263 milyar euro hesap edilmiş. Bu da, sermaye yeterliğinde sistemin ortalama yüzde 12.4’ten 8.3’e gerilemesi anlamına geliyor. İlave sermaye ihtiyacı da, ana senaryoda yüzde 8, kötü senaryoda yüzde 5.5’luk en düşük sermaye yeterliği çıtası konularak hesaplanmış. En çok etkilenenler, sermaye eksiği sıralamasındaki ülkeler.

Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası’ndan ‘bekle gör’

24 Ekim 2014
Merkez Bankası’nın dün faizleri değiştirmedi.

Banka yüzde 8.25’le piyasaya para verirken, faiz koridorunu da değiştirmeden yüzde 7.50 ile yüzde 11.25 aralığında bıraktı. Hiçbir şey yapmama duruşunun ardında bir neden var mı? Bana kalırsa evet; epey neden var.
Geçen hafta uluslararası piyasalarda tanık olunan yüksek bantlı çalkantı, muhtemelen Ankara’da Başçı’yı tedirgin etti. Neredeyse Mayıs ortasından bu yana gevşetilen 1 haftalık repo faizine, aradaki fark kapatılarak düşürülen gecelik faizler eşlik etmişti. Son bir aydır durum değiştirildi; gecelik faizlerin daha yüksek, yüzde 11 civarında oluşması sağlanıyor. Yani, Merkez Bankası piyasaya yüzde 8.25’le para verirken, gecelik faizleri yüzde 11’de tutuyor. Nedeni de Eylül başından bu yana tanık olduğumuz döviz kurundaki yükseliş. İşte bu yüzden, ‘Kur yükselir, enflasyon yükselir, beklentiler bozulur, uzun vadeli faizler yükselir’ sarmalı olasılığı Merkez Bankası’nı tedirgin etmiş olmalı.
Açıklamasında, gıda fiyatlarındaki yüksek seyrin enflasyon görünümündeki iyileşmeyi geciktirdiğini, uluslararası piyasalarda düşen petrol ve emtia fiyatlarının ise enflasyondaki düşüş sürecini destekleyeceğini not düşmüş. Merkez Bankası muhtemelen, ‘bekle gör’ pozisyonuna geçmiş görünüyor. Nedeni ise birkaç kalemde sayılabilir.
Birincisi, Merkez Bankası atfettiği enflasyon gerekçelerinde iyileşme sağlamadan faiz indiremeyeceğini, ‘önden koşarak’ kredibilite kaybettiğini artık fark edip hesaba katıyor olabilir.
İkincisi, bu ay sonunda açıklayacağı Enflasyon Raporu’ndaki enflasyon tahminini olasılıkla daha yukarı çekmesi, ekonomistlerin ve analistlerin tahminlerine yaklaştırması güçlü olasılık. Bu yüzden, önce beklentilerde ‘eşitlenme’ sağlayıp, sonra da enflasyonda iyileşme sağlandığında adım atmayı planlıyor olabilir.
Üçüncüsü, gelecek hafta 28-29 Ekim’de yapılacak olan Fed toplantısında ABD’deki parasal gevşetmeden nasıl çıkılacağının yol haritası ortaya çıkabilir. Malum, tahvil alım programı bu ay sonunda sona eriyor. FED’in faizi hangi ‘makul bir sürede’ artırmaya başlayacağının görüntüsü netleşebilir. Merkez Bankası da bu fotoğrafı, hatta piyasaya yansımalarını görmek istemiş olmalı.
Dördüncüsü, Avrupa’da da hem ekonomide, hem de Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) para politikasındaki yeni adımları fazlasıyla çalkantılı bu döneme yakıt sunuyor. Bu hafta sonu da, ECB tarafından yapılan Euro Bölgesi’ndeki büyük bankaların bilanço analizleri yayımlanacak. Bunun sonuçları gelecek hafta çalkantıya neden olabilir. Bu yüzden, ana gelişmelere eskiden ‘hedge fon’ yöneticisi gibi pozisyon alan Merkez Bankası yönetimi, şimdi olan biteni daha soğukkanlı analiz edip adım atmayı tercih ediyor olabilir.

Yazının Devamını Oku

Başçı’dan yeni bir karşılık deneyi

22 Ekim 2014
Merkez Bankası dün TL cinsi zorunlu karşılıklara faiz ödemeye başlayacağını ilan etti.

Bu kararla, yılsonuna kadar olan dilimde bankalara Merkez Bankası’nın ortalama fonlama faizinden 7 puan düşülerek faiz ödenecek. Yılbaşından itibaren de, sektörün mevduat ve öz kaynak toplamının kredilere oranına bakılarak; bu oranın üzerindeki bankalara, Merkez Bankası ortalama fonlama faizinin 5 puan düşülerek daha fazla faiz ödenecek.

Merkez Bankası’nın ortalama fonlama faizinin yüzde 8.25 civarında olduğu dikkate alınırsa mevduat ve öz kaynaklarına oranla sektör ortalamasına görece daha az kredi kullandıran bankalar, Merkez Bankası’nda tuttukları TL zorunlu karşılıklara daha yüksek faiz, yani yıllık yüzde 3.25 faiz alacaklar. Diğerleri ise yıllık yüzde 1.25 faiz alacaklar.

Merkez Bankası, bu mekanizma ile sektör ortalaması altında kredi açanlara prim vermiş olurken, bu uygulamanın gerekçesini “dengeli büyümeyi ve yurt içi tasarrufları güçlendirmek amacıyla çekirdek yükümlülüklere ilave bir destek sağlama” olarak açıklıyor.

Peki, bu ne getirir?

2010 sonrasında başladığı deneysel politika ile karşılık ödemeyi durduran banka, daha sonra da TL cinsi zorunlu karşılık yatırma yükümlülüklerini döviz olarak yerine getirebilme olanağı sağlamıştı. Bu mekanizmaya, Rezerv Opsiyon Mekanizması adı verilmişti. Bankalar, bu olanağı sonuna kadar kullanırken, kullanım oranı yüzde 91’e ulaşmıştı. Böylece bu uygulama olmasaydı normal koşullarda kabaca 80-90 milyar TL zorunlu karşılık tutulması gerekirken, bankalarca Merkez Bankası’nda tutulan TL karşılık miktarı yılbaşından bu yana ortalama 13 milyar TL seviyesinde. Yani bu olanak kullanıldığı için tutulan TL miktarı olması yedide bir oldu.

Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklara faiz ödemesi, bankaların fonlama maliyetini düşürür. Yani gevşetme demek. Kredi fiyatlamasına düşüş yönünde katkı sağlıyor. Ancak benim önerim; dünkü karardan fazla bir beklenti içine girilmesin.

Yaptığım hesaba göre; TL karşılıkların tamamını yine TL olarak Merkez Bankası’nda tutan bir bankanın efektif fon maliyetindeki iyileşme, en iyi yüzde 3.25 faiz girişi ile 40 baz puan, en kötü 1.25 faiz girişiyle 15 baz puan olacaktır. Bankaların TL karşılıkları çoğunlukla döviz olarak Merkez Bankası’nda tuttukları, sadece 7’de bir oranında TL karşılık tuttukları dikkate alınırsa bankacılık sisteminin fon maliyetlerindeki iyileşme de bu oranda azalacak, kabaca 5-6 baz puan gibi düşük bir katkı sağlayacaktır.

Merkez Bankası’nın TL karşılıklara bu mekanizma ile faiz ödeme kararının ardında, ROM mekanizmasının sermaye çıkışı olan dönemlerde çalışmaması var. Bankalar, borçlanma maliyeti yüzde 8-9’larda olan TL karşılık yatırmak yerine, borçlanma maliyeti yüzde 2-3’ü geçmeyen dövizleri yatırmayı tercih ediyorlar. TL faizlerinin daha da yükseldiği dönemlerde, karşılıkları döviz olarak yatırmak daha da cazip hale geliyor.

Yazının Devamını Oku

Servet dağılımında orta direk ‘bel veriyor’

20 Ekim 2014
Geçtiğimiz hafta yayımlanan Credit Suisse’in Küresel Servet Raporu’nda, Türkiye için şöyle bir çarpıcı sonuç vardı:

2000-2014 arası dönemde, üst yüzde 10’luk servet diliminin toplamdan aldığı pay hızla artıyordu. 2000 yılında yüzde 66.7’sini alırken, 2007’de yüzde 70.2’sine, 2014’de ise yüzde 77.7’sine ulaşmıştı. Bunun basit anlatımla özeti şuydu; zengin olanlar servetlerine servet katmışlardı. Nitekim servet dağılımı üzerinden hesaplanan GINI katsayısı bu kötüleşmeyi de teyit ediyor; yüzde 84.3
Raporun verilerine bakıldığında asıl çarpıcı olanı ise şurada; Türkiye’de 52.1 milyon yetişkin üzerinden hesaplanan servet dağılımına göre, 2014’de orta sınıfın servetinde düşüş olmuştu. Serveti 10 bin dolar-100 bin dolar arası olan yetişkinlerin oranı, 2013’deki yüzde 30.3’den 2014’te yüzde 22.8’e geriledi. Bu düşüşün 2012’deki yüzde 25.5’lik oranın da altı olduğunu anımsatalım.
‘Orta direğin’ yani orta sınıfın 10 bin dolar-100 bin dolar arası servet dilimine girdiği dikkate alınırsa, buradaki azalışın bir alt servet dilimine düşüşten kaynaklandığı görülüyor. Özeti şu; 2014 yılında Türkiye’de son dönemde gözlenen ‘orta gelir tuzağına’ düşüş olgusuna ilave olarak, hane halkının servetinde de ‘orta direğin’ düşüş öyküsü eşlik etmeye başlamış. Orta sınıf servet azalışı ile en alt dilime katılmış; Türkiye’de serveti 10 bin doların altında olan yetişkinlerin oranı yüzde 75.3’e çıkmış. Servet dağılımı görece daha iyi olan Almanya gibi ülkelerde bu oran yüzde 15-30 arasında. Ayrıca, gelişmiş ülkelerden çoğunda milyarder sayılarının gelişmekte olan ülkelerden düşük olması; örneğin Japonya’nın 15 adetle Türkiye’nin 37 adet milyarderinden düşük yer alması kayda değer.
Raporda yer alan verilere göre; Türkiye’de serveti 100 bin doların üzerinde olan kişi sayısı 1.1 milyon kişi. Bunun 79 bini, serveti 1 milyon doları aşan kişilerden oluşuyor. 2014 yılı için yapılan hesapta, geçen yıla göre milyon dolar üzeri serveti olanlarda 23 bin kişilik azalış var; 102 bin kişiden 79 bin kişiye gerilemiş. Milyarder sayısı da 40’dan 37’ye düşmüş.
Peki, bu yılın başındaki kur hareketi etkili oldu mu? Evet. Tabii ki kur yükselince dolar bazındaki değerler küçülüyor. Ya bizim gibi kur yükselişinden etkilenen diğer gelişen ülkelere ne olmuş? Brezilya, Hindistan, Rusya, Güney Afrika gibi ülkelerde bizdeki gibi servette yukarıdan aşağı bir çöküş görülmüyor. Orta direk servetinde düşüş de. Sadece Endonezya’da en alt dilimlerde azalış gözleniyor.
Türkiye’de dolar cinsinden hesaplanan servet gerilemesi hikâyesi de güçlenirse orta sınıfın ileri dönük olarak harcama ivmesi de azalabilir. Serveti gerileyen hane halkı, ileri dönük olarak harcama eğiliminde eskisi kadar iştahlı olmayacaktır. Ekonomik büyümedeki yavaşlamaya, orta sınıfın servet erimesi de eklenirse yavaşlama potansiyel olarak güçlenecektir.


Yazının Devamını Oku

Küresel çalkantı geri mi dönüyor?

17 Ekim 2014
Önceki gün ve dün Avrupa borsaları ve ABD borsaları sert biçimde düşüş gösterdi.

Türkiye’ye yansıması henüz yüksek değil ama bu düşüşlere eşlik eden başka bir gelişme de tahvil faizlerinin görülmediği kadar sert biçimde düşmesiydi. Örneğin önceki gün ABD’de borsası yüzde 3’ye yakın düşerken, 10 yıllık tahvil faizi yüzde 2.20’lerden yüzde 1.89’a kadar gerileyip, yeniden yüzde 2.0’ye yükseliyordu.

Aybaşından bu yana Avrupa borsalarında; Almanya’da yüzde 13, İtalya’da yüzde 18, İspanya’da yüzde 14, Britanya’da yüzde 8’e yakın düşüş hesaplıyoruz. Bu düşüşlerin yarısı önceki gün ve dün gerçekleşti.

İşin ilginç tarafı da şurada; eğer kaygı varsa tahvil faizlerinin de yükselmesi beklenirdi. Ancak öyle olmadı; tersine tahvil faizlerinin düşmesi bize şunu söylüyor; bir süredir alttan alta “gelişmiş ülkelerdeki borsaların fazlasıyla şişmiş olduğu ve bir gün çökeceği’ yönündeki düşünce ani bir atak yaptı ve gerçekliğe dönüştü; borsalardan çık, hükümetlerin ‘şemsiyesi’ altına, güvenli limana demirle, tahvil al.

Bu hareket, deyim yerindeyse tüm piyasaları çalkaladı. Borsalar, tahvil piyasası, döviz kurları, altın fiyatları. Bunun gelişen ülkelere hemen bir yansıması olmadı. Ama bu kaygılar su yüzünde kalmaya devam ederse olacak.

En çarpıcı olanı şu; dalgalanmanın en iyi göstergesi VIX endeksi, hemen son üç yılın en yüksek seviyesine çıktı. Bu dalgalanma seviyesi, 2012 ilkbaharındaki Yunanistan krizi sırasında olmuştu. Bunun anlamı şu; inişler ve çıkışlar sert oluyor. Az önce yükselen bir varlık fiyatı, çok kısa sürede düşebiliyor. Devamı gelirse tüm ekonomiler için zor bir döneme girmemiz işten bile değil.

Peki, bu çalkantıya nasıl girildi?

Hafta başında yazmıştım; önce Avrupa ve Çin gibi büyük ekonomilere ilişkin büyüme tahminleri aşağı çekilirken, IMF tahminleri ile bu bakış genel bir kabul gördü. İlk akla gelen de şuydu; madem ekonomiler yavaşlayacak, hammadde ve enerji talebi düşecekti. Bunun üzerine petrol fiyatlarında sert düşüşler oldu. Örneğin ülkemizin de ithal ettiği brent tipi ham petrol 100 dolar/varil seviyesinden 90 dolara geriledi. Önceki gün ve dün de bu düşüş devam etti; bu satırlar yazılırken 83 dolar/varil seviyesinde idi. Yani; çok kısa sürede yüzde 20’ye ulaşan bir düşüş gerçekleşti.

Petrol kontratları mali piyasalarda bir mali varlık olarak alımı-satımı yapıldığından, bu sert düşüşün kimi büyük fonlarda büyük zarara yol açtığı, bunun da diğer varlıklara satış getirdiği konuşuluyor.

Yazının Devamını Oku