Paylaş
Türkiye’ye yansıması henüz yüksek değil ama bu düşüşlere eşlik eden başka bir gelişme de tahvil faizlerinin görülmediği kadar sert biçimde düşmesiydi. Örneğin önceki gün ABD’de borsası yüzde 3’ye yakın düşerken, 10 yıllık tahvil faizi yüzde 2.20’lerden yüzde 1.89’a kadar gerileyip, yeniden yüzde 2.0’ye yükseliyordu.
Aybaşından bu yana Avrupa borsalarında; Almanya’da yüzde 13, İtalya’da yüzde 18, İspanya’da yüzde 14, Britanya’da yüzde 8’e yakın düşüş hesaplıyoruz. Bu düşüşlerin yarısı önceki gün ve dün gerçekleşti.
İşin ilginç tarafı da şurada; eğer kaygı varsa tahvil faizlerinin de yükselmesi beklenirdi. Ancak öyle olmadı; tersine tahvil faizlerinin düşmesi bize şunu söylüyor; bir süredir alttan alta “gelişmiş ülkelerdeki borsaların fazlasıyla şişmiş olduğu ve bir gün çökeceği’ yönündeki düşünce ani bir atak yaptı ve gerçekliğe dönüştü; borsalardan çık, hükümetlerin ‘şemsiyesi’ altına, güvenli limana demirle, tahvil al.
Bu hareket, deyim yerindeyse tüm piyasaları çalkaladı. Borsalar, tahvil piyasası, döviz kurları, altın fiyatları. Bunun gelişen ülkelere hemen bir yansıması olmadı. Ama bu kaygılar su yüzünde kalmaya devam ederse olacak.
En çarpıcı olanı şu; dalgalanmanın en iyi göstergesi VIX endeksi, hemen son üç yılın en yüksek seviyesine çıktı. Bu dalgalanma seviyesi, 2012 ilkbaharındaki Yunanistan krizi sırasında olmuştu. Bunun anlamı şu; inişler ve çıkışlar sert oluyor. Az önce yükselen bir varlık fiyatı, çok kısa sürede düşebiliyor. Devamı gelirse tüm ekonomiler için zor bir döneme girmemiz işten bile değil.
Peki, bu çalkantıya nasıl girildi?
Hafta başında yazmıştım; önce Avrupa ve Çin gibi büyük ekonomilere ilişkin büyüme tahminleri aşağı çekilirken, IMF tahminleri ile bu bakış genel bir kabul gördü. İlk akla gelen de şuydu; madem ekonomiler yavaşlayacak, hammadde ve enerji talebi düşecekti. Bunun üzerine petrol fiyatlarında sert düşüşler oldu. Örneğin ülkemizin de ithal ettiği brent tipi ham petrol 100 dolar/varil seviyesinden 90 dolara geriledi. Önceki gün ve dün de bu düşüş devam etti; bu satırlar yazılırken 83 dolar/varil seviyesinde idi. Yani; çok kısa sürede yüzde 20’ye ulaşan bir düşüş gerçekleşti.
Petrol kontratları mali piyasalarda bir mali varlık olarak alımı-satımı yapıldığından, bu sert düşüşün kimi büyük fonlarda büyük zarara yol açtığı, bunun da diğer varlıklara satış getirdiği konuşuluyor.
Neden ne olursa olsun ki mali piyasalar her düşüş ya da yükselişe bir neden ya da bahane bulmakta zorlanmazlar; genel olarak çoklu bir olumsuz havanın mali piyasalarda vücut bulması demek bu. Ukrayna krizinden, IŞİD tehlikesine ve Ebola paniğine kadar her türlü gelişmenin de eşikte olması; ekonomik yavaşlama ve buna karşı eldeki olanakların yetmediği karamsarlığı da eklenince sert düşüş ve ‘devamı gelecek’ kaygısı havayı birden bire bozuverdi.
Bu satırlarda birkaç gün önce aktarmıştım; daha önceki gün New York Times yazarı Nobelli iktisatçı Paul Krugman, bir diğer iktisatçı Rudiger Dornbusch’un bir mülkatta Meksika krizi üzerine söylediği sözleri aktarıyordu yazısında; “Krizin gelmesi sandığınızdan çok daha uzun zaman alır; olması düşündüğünüzden çok daha hızlıdır.” İşte son iki gün olup bitiverenler böyle bir havayı yansıtıyor.
Peki, bize yansıması ne olur?
Bu düşüşlerin bize ilk elden yansıması petrol fiyatı kanalından olacak; her 10 dolarlık düşüşün cari açığı 4 milyar dolar düşürmesi söz konusu. Cari açık iyileşecek. Otomatik fiyatlama bu düşüşü yansıtırsa enflasyon üzerinde de olumlu etkisi olacak. Ama bunlardan gelecek olumlu katkıyı yerle bir edecek tarafı, uluslararası piyasalardaki her yüksek çalkantının mali sistemdeki kuruluşları daha likit kalmaya, ‘evden dışarı çıkmamaya’ yöneltmesidir. Eğer devam ederse Türkiye gibi buralardan gelecek sermaye girişine bağlı olarak büyüyebilen ve zaten düşük bir büyüme patikasına giren bir ülke için bu gelişmeler iyi haber değil.
Paylaş