Uğur Gürses

2 ayda 10 milyar dolar rezerv kaybı

30 Mart 2015
Üzerinde ‘faiz indir’ baskısının başladığı 16 Ocak gününden 20 Mart gününe iki ayda Merkez Bankası rezervleri tam 8.5 milyar dolar azaldı.

Açıklanmış bu verilere ilave olarak, Merkez Bankası bilançosundan 20 Mart-26 Mart arasında da yaklaşık 1 milyar dolarlık bir azalış hesaplıyorum.
Bu süreci yapılan kimi teknik hatalar da besliyor. En başta, kamu enerji şirketlerine toptan döviz satış kararı alınması ve Merkez Bankası’nın kur yükselişine karşı başlattığı kısmi sıkılaştırmayı Beştepe zirvesinden sonra gevşetmesi de geliyor.


Bir Merkez Bankası’nın, hangi yöne olursa olsun döviz müdahalesinin başarılı olabilmesi için önce ulusal parasına dair sıkılaştırma ya da gevşetmeyi planlarına dahil etmesi gerekiyor. Yoksa başarılı olması olanaklı değil. Bizdeki gibi ‘aman faizlere dokunmayalım, kızıyorlar’ kaygısı birinci sıraya gelir oturursa işleri karmaşık hale getirip durumu kötüleştirirsiniz. Döviz kurundaki düşüşler, ‘alım fırsatı’ ya da ‘çıkış fırsatı’ olarak görülmeye başlanır. Sonra da konu, rezervlerin seviyesine gelir.


Aralık ayı ortasında Merkez Bankası, piyasada toptan döviz talebi gösteren kamu enerji şirketlerinin döviz ihtiyaçlarını karşılama kararı aldı. Bu kararın en olumsuz taraflarından biri rezervlerde erime yaratacak olmasıydı. Hele ki cari açık, kısa vadeli borç ve uzun vadeli anapara ödemelerinin toplamının döviz rezervlerinin yüzde 150’sinden fazla olduğunun gün aşırı konuşulmaya başlanıp herkesin rezervlere gözünü dikeceği bir döneme girerken.
Kamu enerji şirketlerinin döviz ihtiyaçlarının karşılanması kararı alındığında, Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonu (döviz varlıkları ile döviz borçları arasındaki fark) tam 40 milyar dolardı. 26 Mart günü akşamı itibariyle bu tam 35 milyar dolara geriledi.


Yazının Devamını Oku

Moodys’den batık kredide 2009’a yaklaşma uyarısı

27 Mart 2015

Kredi dereceleme kuruluşu Moodys’in Pazartesi yayımlanan raporunda güçlenen dolar kurunun dış açığı olan ülkeleri hırpalayacağına dönük değerlendirmesi henüz soğumadan, ertesi günü Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin “Türkiye’nin artık cari açık diye bir sorunu kalmamıştır. Böyle sağlıklı bir ekonomik iklimden tefecilere, spekülatörlere ekmek çıkmaz. Türkiye dış borç anlamında da artıya geçmiş durumda. Bankacılık yapımız her şeye rağmen çok güçlü. Tek problemimiz faiz oranlarının hala çok yüksek oluşu” demesi paha biçilmez.

Paha biçilmez; çünkü bu açıklamanın öncesinde de ertesinde de dereceleme kuruluşu Moodys tarafından tersi bir saptama yapılıyor. Öncesinde, dış dengeler açısından kırılganlık saptaması var. Sonrasında da, Türk bankacılık sistemine dair yıllık değerlendirmede, üst üste yeniden negatif görünümün altı çizildi. Hele ki; bankacılık sistemindeki batık kredi oranının toplam kredilere oranının yüzde 2.9’dan yüzde 3.5-4’lere çıkacağını tahmin ettiğini de açıklamış. Bu oran, son 5 yılın en yüksek batık oranına çıkış demek. 2009’daki küresel kriz sırasında en tepe noktanın yüzde 5’in biraz üzerinde olduğunu da not edelim.

Moodys, Pazartesi günkü raporunda, doların güçlenmesi karşısında Türkiye, Malezya ve Şili gibi yüksek borcu olan ülkelerin etkileneceğini, geri ödeme maliyetinin daha yüksek olacağını not ediyor. Türkiye ve Güney Afrika gibi büyük cari açığı olan ülkeler, sermaye akımlarındaki zayıflamaya karşı ve açıklarını kapamakta gereken finansmanı bulma konusunda kırılgan durumdalar. Döviz kuru artışında da en kırılgan ülke olarak Türkiye işaret edilmiş; 2015 için tahmini yüzde 5’lik cari açıkla ilk sırada. ‘Kırılganlık Özeti’ sırasında da birinci ülkeyiz.

Moodys’in bankacılık kesimi ile ilgili Çarşamba günkü raporunda, Türk şirketlerinin bankalardan kullandığı kredilerin yarısının döviz cinsi (çoğunluğunun da dolar) olduğuna işaret edilerek, TL’deki son değer kaybı ve dalgalanmanın bu şirketlerin borç geri ödeme durumunu zorlaştırdığına dikkat çekiliyor. Son 5 yılda ortalama yıllık yüzde 25’lik artış olan kredilerde; son 2-3 yılda borç alanlar için yükselen kur ve faiz ile durgunlaşan ekonomik büyüme ortamında test dönemi yaşanacağı kaydediliyor.

Dolayısıyla Bakan Zeybekçi’nin durumu hafife alması dereceleme kuruluşları açısından ‘yönetişim riski’ olarak da görülebilir. Seçmen önünde yapılan hamasi ‘had bildirme’ konuşması, ‘ekonomi yönetimi akil biçimde yürütülüyor mu?’ sorusuna, ‘durumun farkında değiller’ kaygısına yol açabilir. Haksız da sayılmazlar.

Ne yazık ki hafife alma konusunda Merkez Bankası da aynı kafada; Başkan Erdem Başçı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Beştepe’de yaptığı sunumda, Güney Afrika’nın yüzde 6’lık cari açığı sorun olarak belirtilirken, Türkiye’nin yüzde 5.9’luk cari açığı bir sorun olarak gösterilmiyordu. Nasıl ki 2013 yılında yüzde 8’e yakın bir cari açık verirken, yüzde 7-8’lik enflasyon ortamında kör gözüm parmağına faizleri yüzde 4.5’e indirip ‘negatif reel faize alışın’ açıklamasıyla adeta yangına körükle koşan bir Merkez Bankası vardıysa bugün de Bakan Zeybekçi’ye de şaşmamak gerekiyor.

Ancak içerideki popülizm dışarıda çalışmıyor; Türkiye’ye Fitch gibi ‘yatırım sınıfı’ derecede not veren iki kuruluştan diğeri Moodys, hem kur artışı, hem ekonomik yavaşlamanın derinleşmesi ile negatif izlemede tuttuğu ülke ve bankacılık sisteminin notunu aşağı çekmeye yakın duruyor. Moodys’in hem pazartesi günkü değerlendirmesi, hem de geçen yıl 11 bankasının notu aşağı çekilmiş bankacılık sistemi için ikinci kez yeniden negatifte tutma kararı aldığı değerlendirmesi, 10 Nisan’da olası bir not indirimine zemin hazırlıyor olabilir. Türkiye’nin kredi notu değişmese bile, 2009 ölçüsünde batık kredi oranı, bankacılığın yeni kredi döngüsüne ‘tapa’ niteliğinde. Ne yazık ki; Ankara içinde bulunduğu siyasal kriz içinde bunun hiç de farkında gibi durmuyor.

İktisatçı Rudiger Dornbusch’un şu sözünü unutmayalım: “Krizin gelmesi sandığınızdan çok daha uzun zaman alır; olması düşündüğünüzden çok daha hızlıdır."

Yazının Devamını Oku

Fitch bir gece ansızın gelebilir

23 Mart 2015

Kredi dereceleme kuruluşu Fitch’in Cuma gecesi açıkladığı Türkiye’nin kredi not görünümü değerlendirmesi, ülkemizde yaşanan ekonomik durgunluğun ve politik krizin tescili bir bakıma; notun düşme potansiyeli politikadan, yükselme potansiyeli reform ve düşük enflasyondan geçiyor.

Fitch’in her yıl yaptığı değerlendirmenin iki belirgin açısı var; biri, yaşanan politik gelişmelerin not düşüşüne yol açabilecek önemli üç potansiyel faktörden ikisi haline gelmiş olması. Diğeri ise potansiyel olarak not artışına yol açacak ve bununla Türkiye’nin daha ucuza borçlanmasına kapı açacak olan işlerin arasında enflasyonu düşürmenin ve reformların yine sayılmış olması.

Fitch, durağan olan görünümde hiç değişikliği yapmadan hemen not indirimine neden olacak üç olumsuz unsur arasında bu yıl, iki politik ve yönetişim sorununa işaret ediyor. Biri, küresel yatırımcının risk iştahında dalgalanmalara karşı ekonomik tamponlarını zayıflatan unsurların; politika itibarı ve uyumundaki erozyonun devam etmesi. Bunun bugünkü adı; eski itibarından eser yok ve kötüye gidiyor. Beştepe ayrı, hükümet ayrı, işini yapması beklenen Merkez Bankası ve BDDK gibi kurumlar ayrı yerde.

Diğeri ise giderek değişken politika oluşturulmasına yol açan, kamusal etkinliği azaltan ve aynı zamanda görece zayıf bir iş ortamına neden olan temel kamu kurumlarının kalitesindeki bozulma. Bunun bugünkü adı da; kurallar ve kurumların işlemiyor olması, keyfi yönetim demek.

Bu iki unsurun yaşadığımız politik krizin, güçler ayrılığının fiilen işlemez hale gelmesinin, kurumların ve kuralların çökmesi ile yakından ilgisi var. Fitch’in işaret ettiği; bunların ekonomik işleyişe, pratiğe belirgin biçimde yansıması halinde hiç beklemeden notun indirilebileceğidir.

Son yaşananlarla ilgili durum saptaması da Fitch’in metnine girmiş. Hükümet iç kamuoyuna son bir ayda yaşanan ‘kur artışının pariteden olduğu’ hikâyesini anlatıyor; hatta ‘art niyetli kredi dereceleme kuruluşları hakkımızda olumsuz değerlendirme yazıyor’ da diyebilir. Ancak Hazine’nin para ödeyerek kredi dereceleme notu ve değerlendirme istediği kuruluş olan Fitch, açık biçimde şunu yazmış; ‘Türkiye’de politika tutarlılığı ve itibarının, aynı kredi notuna sahip grupta yer alan ülkelere göre daha zayıf olduğu dikkate alınıyor. Faiz indirimlerinin hızlandırılması yönünde Merkez Bankası üzerindeki politik baskı, düşük petrol fiyatlarının olumlu etki ile küçülen cari açığı maskeledi ve TL dolara karşı yılbaşına göre yüzde 10 düştü’.

Başbakan Davutoğlu’nun bu aybaşında New York’ta yatırımcılarla yaptığı toplantılardan birinde, bir kadın fon yöneticisinin sorduğu art arda sorularıyla Başbakan’ı epeyce terlettiğini anlattı kaynağım. Sorular da Beştepe’nin Merkez Bankası üzerinde kurduğu faiz baskısı ve hükümetin ekonomi politikasının nerede durduğu üzerineymiş.

Türkiye’nin notu neden artmıyor?

Yazının Devamını Oku

FED doların gazını aldı

19 Mart 2015
Dün toplanan Amerikan Merkez Bankası (FED) karar organı Açık Piyasa Komitesi, daha önce faizlerin artırılması sürecindeki duruşunu tanımlayan ‘sabırlı’ kelimesini açıklama metninden çıkardı.

FED Başkanı Janet Yellen da, “metinden ‘sabırsız’ ifadesini çıkarmış olmamız, bundan sonra sabırsız olacağımız anlamına gelmemeli” diyor. FED verileri izleyecek belli ki.

Ancak FED ikinci olarak; karar metninde nisan ayında faizleri artırmayacağını da özel olarak belirtti. İşsizlikte biraz daha iyileşme sağlanması ve enflasyonun da orta vadede yüzde 2’ye yaklaşacağından daha emin olunduğunda faizleri artırmanın yerinde olacağı açıklandı.

Yellen, zamanlama konusunda asla ipucu vermek istemiyor.

Üçüncüsü; FED, üçer aylık dönemlerde açıkladığı büyüme, işsizlik ve enflasyon tahminlerini de aşağı çekti.

Yazının Devamını Oku

Beştepe ‘tatlıya’, Başçı ‘beklemeye’ bağladı

18 Mart 2015
Merkez Bankası, Ankara siyaseti tarafından kollarının bağlandığını teyit etmiş oldu; faizleri değiştirmedi. Beklemeye aldı; ama bunun ‘indirim için bekleme’ ile ‘artırım için bekleme’ gibi bıçak sırtı ve ucu açık bir durum olduğunu da not etmek gerekiyor. Üç eşik gelişme ve kur gelişmeleri belirleyici olacak.

Toplantı karar özetinden görülüyor ki; Merkez Bankası, uygulanan para ve maliye politikasının enflasyonu özellikle de enerji ve çekirdek enflasyonu olumlu yönde etkilediğini söylerken, geçen ay vurguladığı ‘enflasyon beklentilerinin iyileşmesi’ cümlesini çıkarmış. Nedeni de, piyasada enflasyon bekleyişleri bozuldu. Beklenti Anketi’nde, yılsonu için enflasyon bekleyişleri yüzde 6.77’den yüzde 6.98’e çıkmıştı. Nedeni mi? Döviz kurundaki artış tabii.

Banka, dünkü açıklamada bir taraftan ‘uyguladığım politika çekirdek enflasyonu olumlu etkiliyor’ derken, aynı zamanda şubat ayı toplantısında söylediği ‘kurul çekirdek enflasyondaki düşüşün devam edeceğini öngörmektedir’ sözünü ise metinden çıkarmış. Yine aynı kapıya çıkıyor, kur artışı çekirdek enflasyona yansıyacak.
Merkez bankaları pişmanlıklarını politika metinlerine yazmazlar ama Şubat’ta yüzde 11.25’lik faiz tavanını (gecelik borç verme) yarım puan düşürdüğüne pişman olmalı. Çünkü son 10 gündür gecelik faizleri yüzde 10.75’e yaklaştırdı. Normal koşullarda böyle bir çalkantıda enflasyona etkileri dikkate alarak tavan faizleri yükseltmesi beklenirdi. Ya da tersten bakılırsa bu durum, erkenden faizleri kesme konusunda ne kadar acul davrandığının da tescili.

Merkez Bankası, şimdi üç temel eşiği aştıktan sonra zor bir Nisan toplantısı yapacak; biri yarınki ABD Merkez Bankası Fed’in açıklaması, Cuma günkü Fitch’in kredi notu açıklaması, sonuncusu da bu iki açıklamadan sakince geçilirse yaşanan dalgalanmaların enflasyona düşüreceği ilk izlerin ne olduğunu gösterecek olan 3 Nisan’daki TÜİK enflasyon verileri.

Geçmişte bol sermaye girişi, merkez bankalarına daha gevşek durma olanağını sağlıyordu. Ancak bu defa farklı; Türkiye tam da seçime giderken, kur ve enflasyon gidişatını hafife alarak yapılacak hataların siyaset için de bıçak sırtı durum olduğu çok açık.

Yazının Devamını Oku

Kur oynaklığı büyümeyi vuruyor

16 Mart 2015
FAİZ indirmeye sabitlenen Ankara siyaseti, döviz kuru artışının getireceği olumsuz sonuçları görmezden geliyor.

Toplumun her kesimine yansıyacak olumsuzlukların başında enflasyon gibi ekonomik büyümede de sert yavaşlama geliyor. Geçmişte örneği çok; 2006’da ve 2009’da, yakın dönemde de 2011 Ekim ayında ve 2014 Ocak ayında Türkiye, zirveye ulaşan sert bir kur artışına tanık olmuştu. Bu kur artışının yaşandığı dönemleri izleyen çeyreklerde görece yüksek ekonomik büyümenin yavaşlamaya dönüştüğünü anımsayalım. Kur istikrarının olduğu dönemlerde ekonomik büyüme ivmeleniyor, oynaklığın arttığı ve döviz kurunun yükseldiği dönemleri ise ekonomik yavaşlama takip ediyor.
2015 Ocak-Mart arasında tanık olduğumuz ve hala da devam eden kur hareketliliği muhtemelen yavaşlayan ekonomiyi daralmanın eşiğine getirecek. Ocak ayı sanayi üretiminde gözlenen gerileme, henüz kur hareketinin etkilerini içermiyordu. Olasılıkla hava koşullarının da etkileri var. Ancak, şubat verileri ile daha iyi gözlenmeye başlanacak.
Tasarruf açığı olan ki bu açığın da kayda değer ölçüde yüksek olduğu bir ülkeyiz, bu açığı kapatan ve büyümenin yakıtı olan dövizin fiyatı yükseldiğinde, yüksek bir aralıkta dalgalandığında bizatihi büyümenin kendisi yara alıyor. Ne yazık ki siyasetçiler her defasında yeniden ve yineleyerek kırılgan kur dengesinde gerilimler yaratıyorlar.
Geride kalan iki aylık dönemde, ‘faiz indir’ baskısının temel motivasyonun politik olduğunu biliyoruz. Olasılıkla bunda, yaklaşan seçimlerde elde edilecek yeterli sandalye sayısıyla ‘Türk tipi başkanlık sistemini’ sağlayacak bir oy oranı, bunun için de yeterli bir ekonomik büyümenin sağlanması arzusu olduğu açık.
Hiçbir analitik tarafı olmayan biçimde, ekonomiyi ‘düğmeye basınca çalışan’ bir dokuma tezgahı biçiminde algılıyorsanız, tek başına Merkez Bankası faizi düşürünce ekonomik büyümenin yoluna girebileceği akla gelebilir.
Ancak sonuç ortada; yakın dönemde kur dalgalanmasını izleyen altı aylık dönem sonrasında ekonomik yavaşlama damgasını vurmuş. 2011 Temmuz-Ekim arasındaki kur dalgalanması sonucu 2012’de ekonomik büyüme 4 çeyrekte ortalama yüzde 2.4’e geriledi. Sonrasında 2012’de görece istikrarlı kur seyri ile 2013 büyüme ortalaması 4 çeyrekte ortalama yüzde 4 oldu. 2013 Temmuz-Ocak arasındaki kur dalgalanmasında da, 2014 ikinci çeyrekten itibaren görüyoruz ki yüzde 2’lere geriledi.
Bu defa, 2014 başındaki kur dalgalanması ve ekonomik yavaşlamanın sonuçlarını geride bırakamadan yeni bir çalkantıya girildi. 2015 Ocak-Mart kur dalgalanması olasılıkla, henüz yüzde 2-2.5’luk büyüme patikasından çıkamayan ekonomiye yeni bir darbe daha vuracak. Bu da sıfır-yüzde 2 arası yeni ve daha yavaş bir büyüme kanalı demek. Umarız ocak ayındaki sanayi üretim gerilemesi bunun başlangıcı değildir.

Yazının Devamını Oku

Beştepe sunumunun en çarpıcı sayfası

13 Mart 2015
Önceki günkü Beştepe’deki ekonomi brifinginde Başçı’nın sunumunda dikkat çeken bir tablo vardı; o da döviz kuru oynaklığını gösteren grafikti.

Çok açık biçimde, 2013 Haziran ayında nedeni Fed olan mali piyasa çalkantısının tüm gelişen piyasa ülkelerinde yaşandığı görülüyor. Türkiye, o tarihe kadar dalgalanmanın en düşük olduğu bir ülke iken, Fed’in bol para politikasından çıkış işareti ile 2013 Haziran sonrasında bu yeni duruma ayak uydurmadığı ve kur dalgalanmasının tavana yaklaştığı görülüyor. Seçilmiş 10 gelişen ülke parasının dalgalanma aralığını gösteren bantta, Türkiye’nin 2013 Haziran sonrasında kur dalgalanmasının en yüksek olduğu birkaç ülke arasında yer aldığı görülüyor. TL’nin dalgalanması, 2013 sonrasında gelişen ülkeleri içine alan bandın en üst kıyısında, yani tavanda seyrediyor.

Özellikle son bir buçuk aydaki kur dalgalanmasının nedeni olan Merkez Bankası’na faiz baskısı olduğunu bir tarafa bırakıp ‘pariteden oldu’ hikâyesi anlatılırken, Başçı’nın Beştepe’de Cumhurbaşkanı’na yaptığı sunumda bunun böyle olmadığı, bu grafik üzerinde rahatça görülüyor.

İşin ilginç tarafı; TL dahil 10 ülke parasının dalgalanma bandındaki en yüksek yerin yani tavanın bugünkü yeri, 2013 Haziran ayında Fed kaynaklı çalkantı sırasındaki dalgalanmanın tavanına göre daha aşağıda. Bunun anlamı; 2013 sonrasında Türk lirasının dalgalanmasının yapılan değerlendirmelerde atfedilen kırılganlığı gösterdiği ve en temel ivmesinin iç unsurlar olduğudur.

Zayıflatılan savunma

Faiz baskısıyla yüzde 14 artış gösteren dolar kuru, sadece parite hareketi ile olsaydı en fazla yüzde 5’lik bir artışı gösterebilecekti. Bu, tek başına sorunun içeride olduğunu söylüyor. Hele ki özellikle dış finansal dalgalanmaları karşılamak için savunmada yer alan bir kuruma yönelik suçlama ve hırpalama çabası bu süreci besledi.

Dış cephede doların euro ve diğer rezerv paralara karşı değer kazanma eğilimi hiç olmadığı kadar güçlü bir konjonktürde. Temel nedeni ise sadece Fed’in faizleri artırma zamanının yaklaşması değil, Avrupa’da giderek yayılan negatif faiz uygulaması ile Avrupa Merkez Bankası’nın fiilen tahvil alımını başlatarak piyasaya bolca euro sürmesi oldu. Japonya ise bir süredir bunu yapmaya devam ediyor.

Bu tabloda euro dolar paritesinin potansiyel olarak daha da düşmesi muhtemel. Özellikle bu çifte kaynaklı etkiyle güçlenen dolar dalgasının, kendi bahçesini temizlemekte geciken, çerçevesi belli bir ekonomi politikası olmayan bizim gibi ülkeleri daha fazla etkileyeceği çok açık. Bunun da ötesinde, siyasal kaygılarla ekonomi ve mali piyasalarda yaratılan ‘gürültü’, bu etkiyi daha da ileriye götürüyor, kırılganlık yaratıyor. Her şey bir tarafa, dışarıda bu kadar sıra dışı bir parasal çalkantı varken buna karşı ‘alan savunması’ yapacak olan, bağışıklık sistemi oluşturan finansal otorite Merkez Bankası’nın hırpalanması, örselenmesi anlaşılır gibi değildi zaten.

Beştepe’deki toplantı sonrasında sunum ve açıklamalara bakılınca; sonucun, mali piyasalara yansımasının ‘nötr’ yani ‘değişen bir şey yok’ olarak algılandığı görülüyor. Yeni ölçünün ise şu olduğu görülüyor; birincisi Merkez Bankası üzerinde ‘gürültü’ yaratacak olumsuz açıklama gelmemesi, ikincisi ise Merkez Bankası’nın bundan sonra ne yapacağı, nasıl davranacağı. Mali piyasalar sakin giderse bunun da en erken eşik gününün Salı günkü Para Politikası Kurulu toplantısı olacağı açık.

Yazının Devamını Oku

5 hamle, sıfır sonuç; girdap büyüyor

11 Mart 2015
TL faizlerini indirmesi yönünde baskı altına alınan Merkez Bankası, geçen yıl faizleri 5 puan artırdığı bir döviz kuru sepeti seviyesi ile karşı karşıya gelince, döviz piyasası ile ilgili kararları ardı ardına açıklıyor. İşin doğrusu; TL likiditesini sıkılaştırmadan bu adımlar alevlere bir bardak su dökmek demek.

Son iki gündür 5 hamle var, sıfır sonuç. Mali piyasadaki girdap büyüyor.

Merkez Bankası dün açıkladığı iki kararla, zorunlu karşılık olarak tutulan dövizlerin kısa vadede piyasaya likidite olarak girmesine, iki hafta sonrasında ise bir o kadarının yeniden Merkez Bankası’na geri dönmesine yol açacak. Yani 13 Mart’ta 1.5 milyar dolar piyasaya girecek, 27 Mart’ta 1.3 milyar dolar çıkacak. Ay sonuna geldiğimizde nette piyasada kalacak döviz miktarı sadece 200 milyon dolar olacak.

Bu kararın döviz piyasasına belirgin bir etkisi olmayacak. Çünkü Rezerv Opsiyon Mekanizması (ROM) olarak bilinen sistem çerçevesinde, TL karşılıklar yerine Merkez
Bankası’na yatırılan dövizlerin bir bölümü yurt dışından borçlanılan dövizler. Ayrıca, bankaların döviz piyasasından döviz satın almalarının nedeni şu aşamada yetersiz döviz likiditesi değil.

Tam tersine, Merkez Bankası’nın dün aldığı zorunlu karşılık kararlarına bakılırsa kendisi açısından şöyle bir sonucu var; bankalardan geçici olarak topladığı döviz karşılıklarını kalıcı bir döviz karşılığına çevirmiş oluyor. Yani kendi döviz rezervlerinin kalıcılığına dönük bir adım. Hele Fed’in normalleşme sürecine girdiği ve gelişen ülkelerden döviz sıkışıklığına ilerleyen bir süreçte, Merkez Bankası’nın kendi rezervleri için kalıcı bir politika reçetesi ortaya çıkarması, fena halde farklı bir mesaj veriyor; ‘herkes dolarlarına sahip çıksın, sarılsın’. Merkez Bankası bu adımın ilkini Ocak ayı başında atmıştı, şimdi dünkü adımla ikincisini atmış oldu. Kötü zamanlama.

Merkez Bankası önceki gün de, bankaların kendisinden döviz borç alma faizlerini indirmişti. Ancak, acilen Merkez Bankası’ndan döviz borçlanacak bir banka için faizin birkaç puan pahalı olmasının pek önemi yok. Merkez Bankası’nın bu adımı atmasındaki amaç, sinyal etkisi; yani piyasayı sakinleştirmek için adım attığı mesajı vermek. Ancak bankacılar likidite kaynaklı bir kur baskısından bahsetmiyor.

Ankara’nın ‘anons etkisi’ olmadı

Dünkü açıklamalar da anons etkisi açısından bir merak ya da sakinleşme getirmedi.

Yazının Devamını Oku