Oysa bu dışsallaştırma söylemi kamuoyuna şu mesajı veriyor; ‘bizim ekonomimiz o kadar kırılgan ve zayıf ki her zaman oyun yaparak, kumpas kurarak dengesi bozulabilir’.
Bu yüzden; politika hatalarını halı altına süpürme çabası, bizatihi savunma çabası içinde olunan kuruma, düzene ya da yapıya zarar veriyor. Hani artık her eleştiri ya da ve karşı görüşe yapıştırılan şu sözle ifade edilirse; ‘algı operasyonunun’ hasını ‘dışsallaştırma’ çabasında olanlar bindikleri dala yapıyorlar.
Her ekonominin yapısal olarak kırılgan tarafları olabilir. Akıllı politikacılar bu kırılgan tarafları bilirler ve buna uygun politika önlemleri alırlar. Hassas olan bu noktalara dokunmazlar. Hata ile işleri karıştırdıklarında ‘yandık bittik, batıyoruz’ diye ‘cadı avına’ çıkıp en önden koşanlar neden en güvenli durması gerekenler olamıyor?
Kur hareketine ambalaj
16 Ocak’tan bu yana Merkez Bankası’na ‘faiz indir’ baskısıyla başlayan döviz kuru hareketinin arkasındaki bu hatayı ‘normalleştirmek’ için son olarak “efendim döviz kuru artıyor çünkü dışarıda dolar güçleniyor; euro-dolar paritesi düşüyor” bahanesi piyasaya sürüldü. Peki, doğru mu?
Benim yanıtım şurada; aynı anda birçok şeyle uğraşan Merkez Bankası’nın bu dalgayı nasıl karşılayacağına, hangi araçları kullanacağına bağlı. Daha fazlası; bu araçları eli kolu bağlanmadan rahatça kullanıp kullanamayacağına.
MÜDAHALE AMA NASIL?
Döviz kurundan rahatsız olan bir merkez bankasının taktik olarak iki temel adımı doğru biçimde atması gerekiyor. Birincisi, girdiğinde düşürebileceği doğru yeri gözüne kestirmesi gerekiyor. İkincisi ise girdiğinde etkili biçimde müdahale edebilmesi gerekiyor.
Dövize müdahalede iki kanal açılabiliyor; biri düzenli döviz satım ihaleleri yapmak, diğeri ise doğrudan bankalararası piyasaya girerek satış yapmak.
Merkez Bankası döviz satım ihalelerinde pek de duruşunu değiştirmiş değil, sadece yöntemi değiştirdi. Her gün sattığı döviz miktarı 40 milyon dolar seviyesinde, bunu yüzde 50 artırabiliyor. Döviz satım ihaleleri, hem piyasaya küçük de olsa döviz likiditesi sağlamanın bir yolu, hem de gelen talebi ölçmenin bir aracı.
Doğrudan döviz satışı, döviz kurunda altı pek de dolu olmayan ‘köpüğü’ piyasaya göstermek ve sonrasında da kurun düşüşüne kapı açmak için önemli bir araç. Ancak, yanlış zamanda, yanlış kur seviyesinde yapılacak bir müdahale, güçlü bir döviz talebi üzerindeki ‘battaniyeyi’ kaldırmaya da dönüşebilir. Bu durumda müdahaleyi ‘eline yüzüne bulaştırmak’ olarak tanımlanabilir. Geçen yıl 23 Ocak’taki 3.1 milyar dolarlık doğrudan döviz müdahalesi Merkez Bankası’nın tarihteki en kötü ve başarısız müdahalesi olarak tarihe geçmişti. Müdahale sonucunda kur 1 kuruş dahi düşürülememişti.
TL’SİZ KURU DİZGİNLEMEK MÜMKÜN MÜ?
Başarılı bir döviz müdahalesinin en temel koşulu; TL piyasasında buna yeterli sıkılaştırmayı yapmış olması gerekiyor. Daha açık haliyle, günlük yüzde 2 yükseliş sergileyen bir döviz kuru varken, bir yandan da yüzde 7.5’la piyasaya TL verirse yükselişi beslemiş olur. Bu yüzden, Merkez Bankası’nın rahatsız olduğu bir kur yükselişini frenlemek için ikili sıkıştırmaya gitmesi kaçınılmaz. Bunun yolu da, ucuz fonlama kanalını kısarak, kendi parasını pahalı hale getirmek.
Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı Ocak sonunda ne demişti? Eğer 3 Şubat’ta açıklanacak enflasyondaki düşüş 1 puanın üzerinde olursa faizde karar alıcı organ olan Para Politikası Kurulu’nu 4 Şubat’ta toplayarak ara kararla faiz indirimi yapacaklarını ilan etmişti. Gelen sonuç, 1 puanın altında bir düşüşü gösteriyordu; yıllık enflasyon yüzde 8.17’den yüzde 7.24’e gerilemiş, düşüş de 0.93 puan olmuştu. Toplantı yapılmadı. Rutin toplantı tarihi olan 24 Şubat’ta politika faizi 0.25 puan düşürüldü.
Peki, aradan bir ay geçti, dün açıklanan enflasyon bu perspektiften değerlendirilirse ne görüyoruz? Şubat’taki fiyat hareketleri, Başçı’nın bir ay için işaret ettiği ve düşük gelen düşüş ölçeğinin iki aylık bir çerçevede daraldığını gösteriyor. Yani yıllık enflasyondaki düşüş iki aylık çerçevede sadece 0.62 puan olduğunu gösteriyor.
Erdem Başçı’nın politik baskı altında iken, atacağı adımları rasyonel hale getirerek piyasaya kabul ettirmek için yazdığı reçete, her daim yeni bir çıta bulup dikkati oraya çekmek şeklinde oldu.
Ocak sonunda faiz indiriminin hemen olması için ana zemininin, yıllık enflasyondaki 1 puanı aşan bir düşüş olmasına işaret edilirken, Şubat sonundaki PPK toplantısında 0.25’lik faiz indiriminin ana gerekçesi çekirdek enflasyondaki düşüşe çevrildi. Buna da temkinlilik adı verildi.
Dün açıklanan enflasyon verilerindeki iyi gelişme çekirdek enflasyondaki düşüş. I tanımlı en dar kapsamlı çekirdek enflasyon, aylık 0.14 puan düşmüş. Son üç aylık ortalama da yüzde 0.10’luk düşüş yönünde. Tüm bu iyi gelişmelere karşın yıllık artış yüzde 7.7 oranında. Mart-Mayıs arasında geçen yılki yüksek artış oranları hesaplardan çıkınca (baz etkisi), yıl ortasında belirgin bir iyileşme olasılık dahilinde.
Ancak iki temel sorun var; son iki aylık dönemde yükseliş gösteren döviz kuru ve enerji fiyatları. İkincisi de hala yüksek seyreden gıda fiyatları.
Merkez Bankası 17 Mart’ta olasılıkla 0.25 puanlık bir indirime giderken, buna çekirdek enflasyondaki iyileşmeyi işaret edecek. Nitekim Şubat toplantısındaki tutanaklardan bu görülebiliyor.
Merkez Bankası’nın çelişkisi şurada; Ocak’ta geçmiş enflasyondaki iyileşmeye çıta koyarak faiz indirimini öne çekmeye işaret ederken, Şubat’ta faiz indirimine giderken çekirdek enflasyondaki gelecek iyileşmeye işaret ediyordu.
Doların önceki aya göre yüzde 4.5 değer kazanmış olması bir yana Merkez Bankası günlük dalgalanmalarla da mücadele etmek zorunda. Peki bunun için silahları ne?
MERKEZ Bankası üzerindeki ‘faiz indir’ baskısı devam ediyor ve bunun mali piyasalardaki sonuçlarıyla baş etmek yine Merkez Bankası’na düşüyor. Bunların başında da döviz kuru var. Döviz kurunun bir önceki aya göre yüzde 4.5 oranında yukarıda olması bir tarafa, hem günlük dalgalanma, hem de gün içindeki dalgalanma bandının geniş olması bir taraftan döviz yükümlülüğü olanlar için, diğer taraftan da ithalatçılar için (ki önemli bir bölümü ara malı ithal eden ihracatçılar) çok yıpratıcı bir hale geliyor.
Peki, bununla Merkez Bankası nasıl baş edebilecek? Merkez Bankası’nın elinde iki tür ‘silah’ var; biri TL üzerinden kullandığı likidite politikası ve faizler, diğeri de döviz satım araçları.
FAİZ ARTTIRDI
Ankara’daki siyasi zirvelerde bunu umursayan olmadığı çok açık; tersine Merkez Bankası’na ve başkanına yaylım ateşinin dozu dün çok ağır bir boyuta getirildi. “Vatanı satmak yüksek faizle kötü yönetimle emeği heba etmekle olur” sözüyle. Baskı arttıkça piyasadaki dolar kuru 2.5274’e, uzun vadeli faiz de yüzde 8.68’e çıktı. Gerçekten de siyasi zirvedeki kötü yönetim, uzun vadeli faizleri yükseltti; bir çuval inciri berbat etti. Erdem Başçı’nın rahatsız olduğunu yazmıştım. Dün “İstifa konusunda net bir yanıt alabilir miyiz?” sorusuna yanıtı yine dolaylı oldu, ortada bıraktı: “Kamu görevi verildiği sürece yapılır ve en iyi şekilde yapılır. Sağlığımız elverdiği şekilde bu görevin gereklerini yerine getirmeye devam edeceğiz”. Ne yazık ki ‘kör gözüm parmağına’ bu açıklamalar ekonomide ağır bir hasara yol açıyor. Belli ki rahatsız olan Başçı’nın bırakması isteniyor. Fazlasıyla yıpratılan Erdem Başçı’nın artık o koltukta oturması çok zor hale geldi.
Buruk bir ses tonuyla açtı telefonunu. Geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Antibiyotik kullanmaya başladığını söyledi. Hatta öyle ki dün sabah Merkez Bankası sözcüsü Yücel Yazar aracılığıyla ilettiğim geçmiş olsun dileklerim ulaşmış, teşekkür etti. Öyle görünüyordu ki; sürekli olarak gelişmeler ve hatta en küçük ayrıntı kendisine iletiliyordu. İstifa söylentilerini sordum; ‘istifasını sunduğu ve Başbakan’ın kabul etmediği, kendisini ikna etmeye çalıştıkları’ yönünde söylentileri aktardım. Buna ilk karşılığı “Başbakanlık açıklama yaptı” dedi. Başbakanlık açıklamasında Babacan ve Başçı’nın istifa ettiği haberlerini yalanlamıştı. Ben de Babacan ve kendisinden doğrudan bir açıklama gelmesi yerine, kamuoyunu diğer partilerin yalanlamaları ile baş başa bıraktıklarını söyledim. Bu defa, “böyle bir şey yok” dedi. Başçı, belli ki bunun ön plana çıkmasını istemiyordu. Sağlıkla ilgili açıklamanın ön planda tutulmasını arzu ediyordu.
Dün olan bitenlere ve arka plan gelişmelere bakılırsa belli ki Erdem Başçı rahatsız; Başbakan’a böyle devam edemeyeceğini deklare etmiş olmalı. Başbakan’ın da zaman kazanmak istediği ve Başçı’yı ikna etmeye çalıştığı belli.
O arka planda ne vardı?
Önceki geceki Ali Babacan’ın istifa haberini dün sabah Erdem Başçı ile ilgili gelişmeler takip etti. Ömer Şahin’in Ankara Review sitesinde dün öğle yayımlanan haberine göre, Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı’nın dün yapılan Banka Meclisi toplantısına katılmadı ve vekâleti başkan yardımcılarından birine bıraktı. Bu haber yayımlandıktan hemen sonra, Merkez Bankası sözcüsü Yücel Yazar’ın “Başkan Erdem Başçı’nın sağlık kontrolü yaptırdığını, önemli bir sağlık problemi bulunmadığını ve yarın (bugün) öğleden sonra görevinin başında olacağını” söylediği açıklama yapıldı.
Oysa Merkez Bankası Banka Meclisi, aynı zamanda Meclis’in de başkanı olan Merkez Bankası başkanının programına göre toplanıyor. Yani başkan hasta ya da seyahatte ise başka bir gün toplanabiliyor. Kaldı ki, Başbakan Yardımcısının istifa söylentilerinin olduğu akşamın sabahında önemsiz bir sağlık sorunu nedeniyle hiçbir merkez bankası başkanı sağlık kontrolüne gitmez. Hele ki yeterince doktor istihdam eden bir kurumda.
Kontrollü gerilim
Ankara son iki gündür ekonomi yönetiminde istifa söylentileri ile çalkalanıyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı’nın istifa ettikleri ve vazgeçirilmeye çalışıldıkları söylentisi idi bu. Ancak istifa edeceği söylenen taraflardan değil, diğer muhataplardan yalanlama geldi. Nedeni de olasılıkla, böyle bir niyetleri olup karşı taraftan yanıt bekliyor olmalarında. Yani olasılıkla yanlış giden işlere karşı ‘rest’ demiş olmaları. Ancak açık etmemek istemelerinin nedeni de, öncesinde bunun sonuçlarını göğüsleyebilecek durumda olmamaları; potansiyel kayıpların peşinen kendilerine fatura edilmesini istemedikleri için olabilir.
Bugünkü koşullarda ekonomi yönetiminde ortaya çıkacak bir istifa, en başta istifa edecekleri ürkütüyor. Bu yüzden, ne Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın, ne de kol kanat gerdiği Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın istifa etme gerekçeleri ve niyetleri fazlasıyla olsa da istifa sonrası ortaya çıkacak sonuçlarından sorumlu tutulma tedirginliği içinde oldukları da çok açık.
Başçı, piyasaya verdiği paranın maliyetini yani haftalık repo faizini 0.25 puan aşağı çekerken ‘ölçülü’ etiketiyle piyasaları sakinleştirmeye çalışırken, Ocak ayında repo faizini aşağı çekip tavan faizi yerinde bıraktığı için Beştepe’nin hışmını üzerine çektiği yüzde 11.25’lik tavan faizini ise 0.50 puan indirdi. Oysa daha geçen ay ve hatta 30 Ocak’ta, yüzde 11.25’lik gecelik borç verme faizini, ‘enflasyondaki düşüşü kalıcı kılacak’ sıkılığın ölçüsü olarak piyasalara işaret ediyordu.
Başçı tüm bu olan bitenden sonra, tam bir ‘Tavşana kaç, tazıya tut’ taktiği izlemeye devam ettiğini gösterdi. Ne zamana kadar? Ta ki kur baskısıyla tavan faizi 3-4 puan yükselteceği ‘geceye’ kadar.
Aynı Başçı, 27 Ocak’ta “yıllık enflasyon 1 puandan fazla düşerse ara toplantı yapıp karar alırız” demişti. Sözü edilen olası ara toplantı günü 4 Şubat idi. O gün gelmeden 30 Ocak’ta döviz kuru zirveye ulaştığında Merkez Bankası apar topar şu açıklamayı yapmıştı; “Yakın dönemde gözlediğimiz piyasa hareketleri Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) öngördüğü faiz indirim sürecinin temkin düzeyiyle uyumlu değildir. TCMB bütün politika araçlarını enflasyonda bu ay belirginleşecek düşüşün kalıcı olmasını sağlamak amacıyla kullanmaya devam edecektir.” Peki, o gün Merkez Bankası’na apar topar açıklama yaptıran ve o açıklamada bahsedilen ‘piyasa hareketi’ neydi? Döviz kuruydu. Ya seviyesi? Dolar kurunun 2.4o’ı geçmesiydi. Yarım dolar + yarım eurodan oluşan döviz kuru sepeti ise 2.60’a çıkmıştı. Sonra biraz gerilese de yüksek seyretti. Dolar kuru seviyesi 2.50’yi gördü.
Dün, aradan geçen 25 gün sonra karar alıcı Para Politikası Kurulu toplantıya girdiğinde, 30 Ocak’ta ‘faiz indirim sürecinin temkin süreciyle uyumlu olmayan’ kur seviyesi 2.48’de, döviz kuru sepeti ise 2.64’te idi. İkincisi, enflasyondaki düşüşün kalıcılığına en büyük tehdit kurdaki bu sert çıkıştı. Banka’nın açıklamasında bahsedilen ‘indirim sürecindeki temkinin’ katı bir temkine dönüşmesi gereği ortaya çıkmıştı.
Dün açıklanan karar özetinde, önceki metinlerde yer alan tüm ‘sıkılık’ tanımlaması kaldırılmış, ‘temkinli’ tanımlamasına çevrilmişti.
Kaldırılan kritik cümle
Merkez Bankası’nın ‘temkinli’ duruşa geçtiğini ilan etmesinde ilginç bir açı daha var; Ocak ayı toplantı özetinde “mevcut para politikası duruşu altında Kurul, enflasyonun 2015 yılının ortalarında hedefle uyumlu seviyelere geleceğini öngörmektedir” derken, bu cümleyi dünkü açıklamada kaldırmış. Yerine, ‘çekirdek enflasyonda düşüşün devam edeceği’ gibi ana temadan uzaklaştıran ve hedefle uyumlu olamayabileceğini düşündüren bir metne dönmüş. Yani daha bir ay önce hedefe yaklaşacağını söylediği enflasyon görünümü kötüleşmiş ama faiz indirmiş! ‘Bakın düşük indirdim, temkinliyim’ diyor.
Peki neden? Devamında yeni konulan cümleler ışık tutuyor; “Gıda ve enerji fiyatlarındaki artan oynaklığı da dikkate alan Kurul, faiz oranlarındaki indirimin ölçülü tutulmasını uygun görmüştür”. Gerçekten de büyük bir çelişki; bir taraftan kur artışı varken buna karşı en etkili silahı tavan faizleri yarım puan aşağı çekerken, bizatihi kur artışından etkilenen enerji ve gıda fiyatlarındaki artışa dikkat çekerek, ‘haftalık faizi 0.25 çektim, temkinliyim’ demek.
Bunun birkaç nedeni var; en baştaki iç neden, Merkez Bankası’nın faiz indirim görünümünün zayıflaması. Dışarıdan gelen arızi nedenler de var. Ancak görünüm, bunun sadece bir ‘mola’ olduğunu düşündürüyor.
Birincisi, faiz indirim ‘payandaları’ zayıfladı. Bu payandaların en güçlüsü fasit daire gibi ama gerçek bu; bizatihi döviz kurunun sakinliği idi. Bu kalmadı. Kuru ‘azdıran’ ‘baskıyla faiz indirimi’ görünümü idi, kur yükseldi indirimde yer kalmadı.
Türkiye’de siyasetçiler aynı davranışı gösterip ‘ayağa kalkıp’, her seferinde de aynı sonuçla ‘yerlerine oturuyorlar’. Tasarruf açığı olan ülkemizin; dövizi varlığı kıt, döviz borcu ise yüksek. Bir ay önce Merkez Bankası üzerinde başlayan ‘faiz indir’ baskısı döviz kurunu fırlattı, bu da en başta uzun vadeli faizleri yukarı itti. Kur artışının enflasyon beklentilerini bozması sürpriz değil. Bu da, Merkez Bankası’nın önünde bulunan potansiyel faiz indirimini alanını daralttı. İşte bunu gören mali piyasa oyuncuları, döviz kurundaki gelinen yüksek seviyeye dair beklentilerini değiştirdi. ‘Faiz düşmeyecekse, daha düşük bir faiz indirimi tablosu olacaksa kur daha fazla yükselmez’ beklentisi kısa vadede kuru aşağı çekti. Dolar kuru örnek alınırsa 2.50’li seviyelerden dün 2.4335 seviyesine kadar geriledi. Unutmayalım ki bu seviye bile bir ay öncesine göre hala yüzde 3 yüksek.
Kuru yukarı iten politik faktör de ‘görünürlüğünü’ azalttı; son bir haftada siyasal cepheden Merkez Bankası’nı hedef alan herhangi bir ‘faiz indir’ açıklaması olmadı.
Çarşamba günü Erdem Başçı’nın faizi aşağı çekmekte zorlanacağı en az 4 nedenin ortaya çıktığını yazmıştım. Enflasyonun düşüş seyrinde beklenen tablonun olmaması; son bir aydaki kur artışı ve dalgalanmasının hem fiyatlara yansıyacak olması, hem de fiyatlama davranışında bozulmayı körükleyebilecek olması; yüzde 6’lık bir akaryakıt fiyat artışının olması; Merkez Bankası’nın tahvil piyasasındaki verim eğrisini yatay tutma sözünün, o piyasadaki uzun vadeli faizlerin yükselmesi neneiyle faiz indirim koşulunu ortadan kaldırması.
Dışarıdan gelen etkiler de var; biri Ukrayna’da ateşkes ilanı jeopolitik riski askıya aldı, bunun mali piyasalardaki olumlu yansıması olarak döviz kuru biraz geriledi. İkincisi Fed’in Ocak ayı toplantısının tutanakları yayımlandı. Tutanaklardan pek de öyle bir yorum çıkarılmaz ancak; daha çok ‘faizlerde erken bir artırımın toparlanmaya sekte vuracağı kaygıları olduğunun’ öne çıkarılmasıyla, bir nevi ‘fed faizleri bir süre daha artırmaz’ umudu yükseltildi. Bunun da ‘bize faydası olacağı’ beklentisi ile döviz kuru düşüş eğilimini korudu.
Oysa kısa odaklı mercekten kurtulabilenler için Fed’in, faiz artırım etkilerinin bizatihi faizi artırımından önce harekete geçmesini istemediği ve bunu bir sanat sergiler gibi yönettiğine tanık olunuyor.
Dış gelişmelerin içeriye vereceği ‘rahatlığın’ sadece ‘kısa bir ara’ olduğunu anımsatalım. Hem Fed cephesindeki kararlı biçimde ama iyi biçimde iletişimi yönetilen bir faiz artırım süreci çoktan devrede. ABD’de tahvil faizleri yeniden yükselmeye başladı. Ayrıca, Fransa’daki enflasyonun 2009 krizinden bu yana ilk defa negatife dönmesiyle, parasal genişlemenin yanına ileride daha sert para politikası önlemleri alınması olasılığı arttı. Avrupa Merkez Bankası’nın, Avrupa’da euro içinde yer almayan ülkelerin bir süredir giderek derinleştirdiği negatif faiz uygulamasına sarılması ve euronun değer kaybının hızlanması giderek daha güçlü bir olasılık haline geliyor. Diğer taraftan da Yunanistan’ın eurodan çıkış olasılığı hala bir seçenek olarak orada duruyor.