Biri TÜYAP Kitap ve Sanat Fuarı diğeri ise çağdaş resmin tanıtıldığı Contemporary Istanbul. Contemporary sıkça medyada yer aldığından ben TÜYAP’ın sanat bölümüne değineceğim. Nedense Beylikdüzü’ndeki fuar alanında yapılan bu devasa etkinlik sadece “Kitap Fuarı” olarak bilinir. Oysa TÜYAP’ta iki dev salon resim, baskı, heykel vs. gibi görsel sanatsal faaliyetlere ayrılır. Buralarda galeriler, sanatçılar eserlerini sergileyip, satış yaparlar.
İLGİSİZLİĞİN NEDENLERİ
TÜYAP’taki bu sanatsal etkinliğin yeteri kadar bilinmemesinin en önemli nedeni çoğunlukla Contemporary ile aynı döneme denk gelmesi ve medyada sadece kitap fuarının yer bulmasıdır. Bana göre bir diğer önemli nedeni de, TÜYAP’taki sanat fuarına katılan özellikle genç kuşak ressamların özensizliği, alternatif olacağım diye gereksiz yere dağınıklığı ve fuarı gezen sanatseverlere karşı ilgisizliği. Bu yılki fuarda bazı genç ressamların eserlerini sergiledikleri bölümde resimlerini portatif duvarlar yerine yerlere rastgele atıp bıraktıklarına bizzat şahit oldum. Eğer resimleri yere rastgele atıp, hem de başında durmadan sergilemek “Çağdaş sanat anlayışının bir ibaresi” sayılıyorsa, kusura bakmasınlar bunu ne ben anlayabiliyorum, ne de sanatseverlerin büyük çoğunluğu. Zaten TÜYAP’ta da sanatseverlerin çoğunlukla bilinen galerilere ve ressamlara ilgi duyması, gençlere “Biz nerede hata yapıyoruz” sorusunu sordurmalı. Elbette bir ülkedeki yönetim anlayışı da, siyaset dışındaki yaşamın diğer alanlarını da dolaylı veya dolaysız etkiliyor. Maalesef Türkiye’nin şu anki yöneticileri sanata ve sanatsal etkinliklere gereken ilgiyi göstermiyor. Bu durum da, TÜYAP’taki sanat fuarının hak ettiği düzeyde duyulmamasında rol oynuyor.
ANKARALI GALERİLER
TÜYAP Sanat Fuarı’nın Ankara boyutuna gelirsek. Serdar Kaya yönetimindeki Galeri Valör ile Mehmet Subaşı yönetimindeki Galeri Soyut, gösterişli şekilde fuarda yerlerini almışlardı. Aysel Gözübüyük de fuarın diğer Ankaralı galerilerinden birisiydi. Fuarı gezerken aralarında işadamı Erhan Peker, Ayhan Bozkurt gibi çok sayıda Ankaralı sanatsevere rastladım. İstanbul, Ankara ve İzmir dışında Türkiye’nin çok az sayıdaki kentinden fuara katılım olması ise tabii ki üzücüydü.
MADENCİLER UNUTULMAMIŞTI
Bu arada Soma, daha sonra Ermenek’te yaşanan maden faciaları, TÜYAP Sanat Fuarı’na da konu olmuştu. Türkiye’de figür resmin önde gelen ressamlarından olan ve hüzün yansıtan figürleri ile bilinen ünlü kadın ressam Neş’e Erdok’un Soma faciasından sonra yaptığı resim, fuarın en ilgi çeken yapıtlarından birisiydi. Evin Sanat Galerisi’nin reyonunda sergilenen 130x190 cm. boyutlarındaki eser, Erdok’un en son yaptığı resim. Erdok’un tuval üzeri yağlıboya resminde, Soma’daki kazada yaşamını yitiren 301 madenci ile onların aileleri ve hayatta kalan diğer madencilerin çektiği acılar, ölen bir madenci ve ailesi üzerinden anlatılıyordu.
ANKARA’DA MİNİ TÜYAP
Cimok’un eserlerinin sergileneceği yerin adresi bu kez Yıldız’daki Peker Sanat. 20 Kasım’da açılacak olan sergi, 18 Aralık’a kadar sürecek.
Daha önce de bu köşeye konuk olmuş olan Cimok’un yeni sergisindeki eserleriyle ilgili değerlendirmeyi bu kez sanatçının eşi Gül hanıma bıraktım. İşte eşinin kaleminden, Cimok’un “İstanbul resimleri” adını verdiği sergisiyle ilgili değerlendirmesi:
“Faruk Cimok için İstanbul’u resmetmek aynı zamanda yaşadığı ana, mekâna, çağa tanıklık etmek, yıllar sonrasına hatırlanacak görüntüler bırakmak anlamına da geliyor. Kompozisyonlarında olabildiğince doğal algılamalara ve gerçek görüntülere yer veriyor. Nesnel bir biçimde algılanıp ortaya koyulan bu görsel gerçeklik, Cimok’un resimlerinde yerini şiirsel bir anlatıma bırakır. Daha önceki çalışmalarında modern kent yaşamına ve onun getirdiği yabancılaşmaya karşı belirlediği ‘hicivsel tavır’ burada yerini daha çok anlatımcılığa ve belli oranda objektif bakış açısına bırakıyor. Yaşadığı zamana sadık kalarak, çevresinde gelişen günlük hayattan yaşam kesitlerini, keskin bir gözlem gücü ve nostaljik bir hava ile tuvaline aktaran sanatçının resimlerindeki strüktürel doku, pentür dili ve boya kullanım tekniği de bu nostaljik havayı destekler niteliktedir.
‘Malzemeye dayalı’ kendine özgü yöntemler kullanarak özel bir teknik geliştiren sanatçı eserlerinde empresyonist renk ışık anlayışı ile klasik bir çizim ustalığını birleştirmiştir. Resme olduğu kadar çizime, kompozisyona, ton ve renklere biçimlerin sağlamlığına ve kalıcılığına özen göstermiştir. Kırmızılar ve sarılar içinde patlayan renkler resmin genel özelliklerini oluşturur. Desenin resmin gerçek temeli olduğunu savunan sanatçının resimlerinde altyapı, resminin değerini önemli kılan en belirgin özelliklerden biridir. Kompozisyonlarında resmettiği tarihi eser ve yapıtlarını yaşamdan soyutlayarak yorumlamanın olanağı olmadığına inanan sanatçı, bu mekânları, insan-mekân ilişkisi içersinde tuvaline aktarır. Ona göre aksi takdirde hayatın içinden yaşayan resimler olmaz, resim kuru ve durağanlıktan öteye gidemez.
Şimdiye değin sergilediği resimlerde insanın hiçbir koşulda çevresinden, doğadan ve bütün bunların oluşturduğu yaşam bütünlüğünden soyutlanamayan bir varlık olduğunu vurgulayan Cimok’un yapıtlarında sanatsal ve toplumsal gerçek iç içe kaynaşmıştır. Resimlerinde toplumsal ve humoristik bir anlatım hâkimdir.
Figür tiplemelerinde karakterlerini, yapıtları işe uygun bedensel bir hareket, mizaç ve bakış doğrultusunda şekillendiren sanatçı, yüksek gözlem gücü ile yaşamı an ve an gözlemleyerek o ana denk gelen insan-mekân ilişkilerini can alıcı nüanslarla tuvaline aktarmaktadır. Sanatçının yaşamını anlamlı kılan kesitler, resimlerdeki bu ayrıntılarda gizlidir.
Resimlerindeki figürler karakterin, oranların, volüm ve planların derinlik, uzaklık gibi kavramların gölge ışıkla doğru olarak verilmesini öngören sağlam plastik değerleri içermektedir. Belgesel nitelikli, tarihi mekânlardan çalıştığı kompozisyonlarda resmin iç öğelerini tesadüfle değil bilinçle kurgulayarak sağlam bir estetik anlayışa sahip olmuştur. Figürlü bir anlatımla gündelik gerçekleri, yaşama dair öyküleri daha doğrusu yaşamın kendisini yüksek gözlem gücü ile tuvaline yansıtan sanatçının resimlerinin ana teması her an her yerde karşılaşabileceğimiz insan temeli üzerine oturmakta ve onların anlık tepkilerinin üstüne kurgulayıp resimsel bir dile dönüştürmektedir. Resimlerindeki bu öyküsel anlatım sanatçının zengin iç dünyasının bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Gerçek hayatın içinde akıp giden anları betimleyen sanatçının resimlerinde, hayatın tüm renklerini ve izlerini bütün netliği ile görmek mümkündür. Belgesel nitelikli gerçekçi kent görünümleri, günlük yaşam sahnelerini konu alan bol figürlü kompozisyonlarda güçlü bir desen anlayışı ve mekân düzenlemesi egemendir. Yaptığı resimler onun gözlem yeteneğini sergilemekle birlikte belgesel niteliklerinden çok pitoresk özellikler taşır.
Varlı’nın yeni sergisi 14 Kasım Cuma günü Galeri Akdeniz’de (Yıldızevler) açılacak.
Sanat hayatında çok önemli bir yeri olan Abdurrahman Kaplan’ın belirttiği gibi mimar bir babanın kızı Varlı. “Çocukluk yıllarında sanatla içiçe yaşanan aile ortamı onun resme olan ilgisinde şüphesiz oldukça etken olmuştur. Ayrıca 2000’li yılların başında değerli sanat eğitimcisi Nevide Gökaydın ile de uzun bir süre çalışmış olması, kendisinin resimle ilgili birçok konuda bilgili, deneyimli ve özgüven sahibi olmasında önem rol oynamıştır” diyor Kaplan.
Varlı tuval üzerine akrilik de kullanarak kolaj tekniğinde yeni arayışlara girmiş bir sanatçı. Kıyılar, şehirler, kayıklar, çiçeklerle donattığı rengarenk resimlerinde gerçek ve soyut görüntüleri ustaca birbirine karıştırarak başka bir görüntü tekniğine ulaşıyor.
Varlı’nın tekniğinin ne olduğunu daha iyi anlayabilmemiz için, sanırım daha önceki sergileriyle ilgili yazılar kaleme almış olan dostumuz Celal Binzet’i dinlememiz gerekiyor:
“Konu sanat, -resim sanatı- olunca boyayla kağıdın akla gelmemesi olanaksız. Kuşkusuz, malzemeleri bunlarla sınırlayamayız. Ama başlangıç aşamasında olmazsa olmaz ikili bunlardır. Çoğunlukla kağıt yüzeyine boyanın sürülmesiyle ortaya çıkan bir oluşumdur sözü edilen durum.(...)Varlı’nın resimleri, iki farklı malzeme birlikteliğinin ilginç örneği olma durumunu yansıtıyor. İlginçlik, renkli kağıtların birer boya gibi algılanarak ve boyayla birlikte kullanılmasında. Bir anlamda, aralarında yapısal farklılığın bulunduğu bu malzemeler ortak bir kavram anlayışı içinde düşünülerek yoğrulmuş. Bu yönüyle, klasik kolaj çalışması çizgisi dışında, daha yoğun plastik ögeler taşıdığı söylenebilir. Gerçekten de her resmin, büyük bir emek, sabır ve titizlikle kurulduğunu görmek bu yargının haklılığını ortaya koymada.(...) Kesip biçerek ortaya konan biçimleri boyanın yapısıyla birleştirerek yeni bir anlayışta sunmanın kolay olmadığını vurgulamalıyız.”
LİRİK GÖRÜNÜM
Sanatçının eserlerinde nesnelerin birbiriyle uyum ve akışını da yine Binzet’in deyişiyle “lirik görünüm” olarak tanımlayabiliriz. Binzet, Varlı’nın eserlerini tanıtırkan şöyle diyor:
Ateş’in kişisel sergisi “Mitolojik Yansımalar” yarın m1886’da (Tepe Prime) açılacak.
Resimlerinde kullandığı kurdele imgesi ile özdeşleşmiş olan usta sanatçı, sergisinde çocukluğunu geçirdiği toprakların kültüründen ilham alarak yarattığı eserlere yer veriyor ve mitolojik ögelerin kendindeki yansımalarını tuvale aktarıyor. Ana Tanrıça Eurynome’den Toprak Ana Gaia’ya, Sümer ve Mezopotamya mitolojilerinin Ana Tanrıçası İnanna’dan Dante’nin İlahi Komedya’sındaki kutsal kayıkçı Charon’a kadar mitolojik figürler Ateş’in eserlerinde yer buluyor.
Ateş kimdir, resime ilk adımı nasıl atmıştır ve bu günlere nasıl gelmiştir, tüm bunların yanıtlarını sanatçının web sitesinde bulabilirsiniz. Sanatçı değişik zamanlarda yaptığı söyleşilere de yer vermiş kendi sitesinde. Bu söyleşilerden birisinde Ateş, tuvale yansıttığı dünyasının nelerden kaynaklandığını şöyle anlatıyor:
“Kuşkusuz sanatçının en temel sorusu varolmaktır. Neden, niye nasıl sorularını sorar. Önce bir sanatçı olarak kendisi nasıl var olacak, ne olacak. Dolayısıyla ben kendi sanat anlayışımda da bunları sorgularken içe dönüyorum. Beni var eden o soyut kavramlar üzerinden, anamın babamın öğrettiği, dinden, sosyal kültürden öğrendiğim, gelenekten görenekten süzülüp gelen bilgilerin donattığı bir adamım ben. Netice itibarı ile kim ne derse desin Adanalıyım. Bütün bunların senteze uğradığı bir alan var. Bu alan iç dünyam. Ben oraya yolculuk yapıp önce kendimi ve kendim üzerinden dünyayı algılamaya çalışıyorum. Yaptığım şey budur.”
Ateş, “Bir sanat eserinin kalıcı olması için hangi unsurlar taşıması gerekir” sorusuna da şu yanıtı veriyor:
“Birincisi, bence bir sanat eserinin kalıcı olabilmesi önce o işin sanat eseri olmasıyla doğru orantılı bir şey. Bir işin sanat eseri olabilmesi için de olmazsa olmaz bir kural var. Bu kural da özgün olabilmesi! Bu özgünlük meselesi aslında ciddi bir meseledir ve hemen oluşan bir durum da değildir. Beslendiğiniz kaynakların samimi ve kendinize ait olması gerekiyor. Kendinize derken sahip olduğunuz veya ait olduğunuzu hissettiğiniz kültürün başlıca kaynaklarına yönelmeniz gerekiyor. Ama bu, şu anlama da gelmemeli: sanatçı dünyadaki bütün kültürlerden etkilenebilir, bütün daha önce yapılmış işlerden etkilenebilir, onlardan beslenebilir. Ama netice itibariyle sizin çıktığınız yer, durduğunuz yer, baktığınız açı çok önemli. Özgün olması, samimi olması bence en önemli kriter.”
Eserlerinde kültürel etkilerin gölgesinde oluşmuş soruları irdeleyen Ateş’in sergisi 7 Aralık’a kadar görülebilir.
Güç, hüzün, öfke, yalnızlık, kırılganlık onun kadınlarında karşınıza çıkar. Ama hangi ruh halinde olursa olsun kadının güzelliğini, kadına bahşedilmiş erotizmi abartıya kaçmadan hissedebilirsiniz.
Kadın erkek fark etmez, ruh hali ne olursa olsun tuvaldeki kadını gördüğünüzde içinizden “Güzel kadın” sesi yükselecektir.
Tuvaldeki kadının yüzünü örten başındaki şapka, sizi o kadınla birlikte hangi güzelliklere, erotizmin hangi boyutuna götürür, izleyici olarak artık kararı siz vereceksiniz. Yüzünü sizden saklayan kadın, düzgünlüğün ve dürüstlüğün sembolü olarak bacaklarını öylesine uzatır ki, tuvalden çıkıp üzerinize atlayacakmış gibi bir duyguya kapılabilirsiniz.
Ya da kadının hemen yanıbaşına iliştirilmiş boğa figürü, sizin nasıl güzel ama tehlikeli bir güçle karşı karşıya kaldığınızı gösterecektir. Demir parmaklıklar arasından hüzünlü gözlerle bakan kadınla birlikte siz de hüzünlenebilirsiniz. Veya resimde dengeyi sağlayan kuş figürleri kadar kendinizi özgürlüğe kaptırırsınız...
Bu kadar uzun bir girişten sonra sanırım Vedat Hazneci’ye “merhaba” demenin zamanı geldi. Hazneci, her yıl olduğu gibi bu yıl da yeni sezon sergisini Zerrin Özdemir-Aynur Pehlivanlı ikilisine ait Armoni Sanat’ta (Yıldızevler) açtı. Hazneci doğup büyüdüğü Merzifon’dan kopamayan bir sanatçı. Kadının her halini yansıtmaya çalıştığı eserlerini Merzifon’daki atölyesinde yapıp, çoğunlukla Ankara merkezli olarak sanatseverlerle buluşturuyor. 12 Kasım’a kadar sürecek sergiyle ilgili Hazneci’ye duygularını sordum. O da tipik bir sanatçı ruh haliyle anlattı:
“Yaratma Dürtüsü kitabının yazarı Anthony Storr, yaratma dürtüsünü dört ana başlık altında topluyor: 1- Ben de varım diyebilmek, 2- Karşı cinsi etkilemek (büyülemek), 3- Toplumda bir yer edinebilmek 4- Para kazanmak için. Bu dört ana başlık kişiye göre değişebilir, sıralama farklı olabilir. Her ana başlık birtakım duygusal sorunları içerir ve bu sorunları çözmek daha anlamlı, daha doyurucu bir dünyaya geçebilmek için bu dürtüyü yüzey üzerinde somutlaştırmak gerekir. Bu aşamada sizi zor, sancılı, bazen de çok keyifli bir süreç beklemektedir. İşimizi sevmek, kurallarını, inceliklerini bilmek, plastik sorunlarla baş edebilmek, belli bir yetkinliğe ulaşabilmek bizi sınırsız bir ifade özgürlüğüne ve bir hafiflik duygusuna ulaştırır. Yeri gelmişken bizlere bu konuda çok şey öğreten, çok emeği olan hocalarımız, Adnan Turani, Turan Erol, Mustafa Ayaz, Mürşide İçmeli, Hamza İnanç, Nevide Gökaydın’ı saygıyla anıyorum.
Resimlerimde kadın figürlerinin yanında boğa, elma, kedi, kayık gibi birtakım semboller kullanıyorum. Kadın ve sembollerle belli konu ve düşüncelere göndermeler (erotizm, yalnızlık, öfke, kırılganlık) yapıyorum ama her şeyden önce figür ve sembollerin resmin temel prensipleriyle uyum içersinde olmasına özen gösteriyorum. Düşünce aşamasından sonra artık resmin plastik sorunları olan renk, leke, çizgi ile yola devam etmek zorundasınız. Sonuç her zaman sizin istediğiniz gibi değildir. Ama bir sonraki resimsel serüven içerdiği bütün sürprizleriyle sizi beklemektedir.”
İki yabancı konuğumuzun birisi Macaristan’dan, diğeri ise Slovenya’dan.
Gelin tarihe dayalı bağlarımız nedeniyle önceliği ünlü Macar sanatçı Frigyes König’e verelim. 1955 yılında Macaristan’ın Szekesfehervar şehrinde doğan sanatçının, “Simyacı” adını taşıyan sergisi 15 Kasım’a kadar Beysukent’teki Güler Sanat’ta görülebilir. Macaristan Güzel Sanatlar Akademisi’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra yine aynı okuldan 1982’de yüksek lisans derecesini alarak mezun olan, 2000’de DLA doktora derecesini, 2002’de Habil Doktor ünvanını alan König, Macaristan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Sanatsal Anatomi, Çizim ve Geometri Bölümü başkanlığına atanmış. 2005’de aynı üniversitenin rektörlük görevine getirilip, 2013 yılına kadar bu görevini sürdüren, ulusal ve uluslararası birçok kişisel ve karma sergi gerçekleştiren König, akademisyen kimliğinin yanısıra, yaratıcı ve deneyci karakteriyle çağdaş sanatta birçok uygulamanın öncüsü olmuş bir isim.
1980’lerin başında, bilgisayardan yararlanarak dijital formasyonlar yaratması çağdaş sanatta bu alanda ilk örneklerden. Daha sonra gündemine aldığı “Kale Rekonstrüksiyonları” çalışmaları ve eserleri Macaristan’da bu dalda yapılan ilk derlemeler olarak kabul ediliyor. “Hareketin Topoğrafyası”, “Gorsium Kazıları” ve “Yüz Rekonstrüksiyonları” serileri de sanatsal değerlerinin yanısıra birçok bilimsel çalışmanın temelini oluşturmakta, akademik çalışmalara kaynak teşkil etmekte. König, dönemleri içerisinde “Yıkananlar”, “Rüya Şehri”, “Sütunlar” ve “Kalıntılar” serileriyle de sanat camiasında ses getirmiş, başta Macaristan Cumhurbaşkanlığı Ödülü, Barcsay Ödülü ve Munkacsi Ödülü olmak üzere birçok prestijli ödüle layık görülmüş. Sanatçının eserleri; Ludwig Müzesi, Macar Milli Sanat Galerisi, Macaristan Dışişleri Bakanlığı ve Kogart Çağdaş Sanat Koleksiyonu gibi önemli müze ve koleksiyonlarda yer alıyor. Çalışmalarına Budapeşte’de devam eden König’in Güler Sanat’taki sergisinde neredeyse bütün sanat hayatını kapsayan eserleri sergileniyor.
SLOVENYALI USTA
Joze Ciuha, Slovenya’nın yetiştirdiği en önemli isimlerden birisi. 90 yaşındaki sanatçı, şimdiye kadar 400 kişisel sergi açmış. Sanatçının 401. kişisel sergisi Slovenya’nın Ankara Büyükelçiliği himayesinde Yıldızevler’deki Galeri Valör’de açıldı. Satış yapılmayan sergide soyut ve soyut figüratif çalışmalar yer alıyor. 300’den fazla karma sergiye de katılmış olan sanatçının aldığı ödüller arasında Preseren Vakfı Ödülü, Jakopiç Ödülü, French Title of the Chevalier Güzel Sanatlar ve Edebiyat Ödülü, Avusturya Onursal Bilim ve Sanat Ödülü bulunuyor. Aynı zamanda Rusya Sanat Akademisi üyesi olan Ciuha’nın resimin yanısıra, grafik, mozaik ve edebiyat çalışmaları da var. Sanatçının sergisi 4 Kasım’a kadar gezilebilir.
LÜKSEMBURG’DA 12 TÜRK
Usta genç Türk sanatçıların etkinliği ise küçük ama ekonomik açıdan Avrupa’nın en güçlü ülkelerinden birisi olan Lüksemburg’da. 12 genç çağdaş sanatçının, resim, heykel ve seramikten oluşan “Yankı” isimli sergisi Lüksemburg’da 6 Kasım’da “Culture Inside Gallery”de açılıyor. 6 Aralık’a kadar sürecek olan sergide, resim dalında Ahmet Yeşil, Hakan Esmer, Serdar Leblebici, Filiz Pelit, Semih Kaplan, Peruze, Ümit Yiğit, Nurhilal Harsa; heykelde Akın Yıldırım, Yıldız Yılmaz, Selçuk Yılmaz; seramikte de Kemal Uludağ’ın eserleri Lüksemburglu ve diğer Batı Avrupalı sanatseverlerin beğenisine sunulacak.
KENTTE NE VAR?
Özellikle de çocuklarımızın sanata yönlendirilmesi, bir sanat dalını hobi olarak benimsemelerinin yaşamlarında ne kadar önemli olduğunu içeren çok sayıda elektronik posta almam beni de çok sevindirdi.
Ancak öyle bir yerden mesaj aldım ki, beni hem çok sevindirdi. Başkanlığını Metin Feyzioğlu’nun yaptığı Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) Balgat’taki yerleşkesinin artık sanatçıların atölye ve sergi salonu olarak kullanabilecekleri bir merkezi de varmış. Bu merkezin olduğunu TBB Genel Sekreteri Güneş Gürseler’in elektronik postama düşen mesajından öğrendim. Şimdiye kadar bundan haberim olmaması benim eksikliğim ama en kısa süre içinde merkezi ziyaret ederek kendimi affettireceğim. TBB, sanatçılara ne tür imkanlar sunuyor, isterseniz gelin bunu da Gürseler’in yazdıklarından öğrenelim:
“Türkiye Barolar Birliği 2008 yılı Eylül ayından bu yana Balgat’ta Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu yanındaki yerleşkede faaliyette bulunuyor. İdare binası, kongre merkezi, otel ve lokanta bölümlerimiz var. Sayın Feyzioğlu başkanlığındaki yönetim kurulu olarak 2013 yılı Mayıs ayında göreve seçildik. Bu süre içinde sanatsal faaliyetlere önem vererek öncelikle meslektaşlarımıza hizmet edecek bir merkez ve atölye oluşturduk, resim, heykel, ebru gibi çalışmalar sürdürülüyor, kongre merkezimizde çeşitli sergiler açıldı. Ayrıca son olarak, otelimizde sadece bu amaçla kullanılmak üzere bir sergi salonu hazırladık. Henüz açılışı yapılmayan bu salonumuzu çeşitli sergi ve etkinliklerle meslektaşlarımızın ve Ankaralıların hizmetine sunmak istiyoruz.”
TBB’nin bu imkanından yararlanmak isteyen sanatçılarımız genel merkezin (0312- 292 59 00) numaralı telefonundan bilgi alabilirler.
AYÇİÇEK’TEN “MUTFAK”
Bu yıl da Ankaralı sanatçılar Kayıhan Keskinok, Turan Erol, Adnan Turani, Yalçın Gökçebağ, Mustafa Ayaz, Lütfü Günay ve ismini yazamadığım birçok değerli ustaların etkinliklerini, onlarla sohbetleri okumaya devam edeceksiniz. Tabii ki, genç yetenekler de bu köşede misafirimiz olacak. Bu sezona geçen yıl açtığı sergilerde eserlerini ilginç bulduğum Ercan Ayçiçek’le başlamak istedim. Ayçiçek, geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da Galeri Soyut’ta sanatseverlerle buluşuyor. 17 Ekim’de Selda Eren ve Ceyhun Yaman’la birlikte açacağı serginin ismini “Mutfak” koymuş Ayçiçek. “Neden mutfak?” sorusu, “Son çalışmaların hepsi boş bir apartman dairesinin mutfağında yapılmış, yaşam alanlarımızın en üretken yeri olan mutfakta” diye yanıt buluyor. Ayçiçek, kömürün, füzenin, karakalemin imkanlarını zorlamaya çalışan, monokroma yakın anlayışla deforme insan ve hayvan figürlerini üst üste bindirerek farklı bir form ve desen anlayışı ortaya koymaya çalışmış sergisinde. Ayçiçek, kültür yozlaşması içinde debelenen, karanlık ve çarpık bir toplumun içerisinde karanlık ve çarpık figürler çizen ve boyayan bir sanatçı.
KENTTE NE VAR?
Her iki sanatçının eserlerinin büyük çoğunluğu kağıt üzerine, suluboya, guaj, çini mürekkebi veya kara kalem çalışmalardan oluşuyor. Geniş bir salonda sergilendikleri için eserleri yakından incelemek de son derece rahat.
Ankasanat’taki sergiyi gezmek benim için bir keyifti. Ancak sergiyi gezerken, biraz üzüldüğümü belirtmek zorundayım. Nedeni ise, Türk resminin bu iki önemli isminin eserlerinden oluşan bir sergiye benim tasarladığım düzeyde yeterli ilginin gösterilmemesi.
İnanın herhangi bir Avrupa ülkesinde, o ülkenin iki önemli sanatçısının birlikte sergisi açılsa, o serginin önünde kuyruk oluşur, insanlar haftalar öncesinden söz konusu sergiyi gezmeyi günlük programlarına dahil ederlerdi.
Aslında bu durum Türkiye’de sanatsal etkinlikler açısından uzun bir süredir şikayet konusu. Tamam, İstanbul’da ses getiren etkinlikler oluyor ve sanatseverler bunlara gereken ilgiyi gösteriyorlar. Ancak Türkiye’yi, genelde ait olduğunu iddia etti Batı dünyasındaki diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda çok geride kaldığımızı görüyoruz.
İnsan ister istemez düşünüyor, Bedri Rahmi ve Elderoğlu gibi iki ustanın sergisi açılmış, nerede güzel sanatlar okuyan öğrenciler, nerede amatör olarak resime ilgi duyanlar?.. Herhangi bir sergiye gittiğinizde illaki eser alacaksınız diye bir şart yok. Herşeyden önce resim bilginizi ve görgünüzü artımak için sergi gezmek şart.
Toplum olarak sanata çok düşkün değiliz ama devlet olarak da toplumu sanatsal etkinliklere teşvik eden bir şey yapmıyoruz. Ben, son dönemde bunun daha da geriletildiğini düşünüyorum. Gencecik beyinleri ilime, bilime, sanata teşvik edeceklerine, çocuk yaştakilerin başını örtmekle meşguller. Böyle bir anlayışın hakim olduğu ülkede inanın ileriki yıllarda sanatsal etkinliklere ilgi daha da azalacaktır. Bu durumda, bu ülkeden çıkmış önemli değerler eserlerini kendi topraklarında değil, sanata her türlü imkanı sunan ülkelerde sergileyeceklerdir.
Sanatı ileriye götürmek, güçlendirmek ve yaşatmak için anne babalara olduğu kadar, gençlere de önemli görevler düşüyor. Dayatmalara, özgürlükleri kısıtlamalara karşı “inadına sanat, inadına çağdaşlık, inadına özgürlük” demekten asla vazgeçmeyin.