Türkiye’nin önemli suluboya sanatçısı olarak değerlendirilen Akça’nın Ankara’daki atölyesine adımınızı atar atmaz üretkenliği görürsünüz. Sabri hocanın fırçasından çıkmış resimler atölyenin girişinde sizi karşılar. Atölye içinde nereye adım atsanız, hepsi birbirinden güzel suluboya, akrilik ve yağlıboya çalışmalar önünüze çıkar.
Geçen hafta Sabri hoca ile buluştuk. Nedeni Akça’nın 22 Ocak perşembe günü Peker Sanat’ta (Yıldız) açılacak sergisi. Hoca sergiye “Anadolu’da siyah-beyaz tutkusu ve analar beklemesin” adını koymuş. “Siyah-beyaz” vurgusunda hocanın koyu bir Beşiktaş taraftarı olmasının payı var. Ama o vurgu aynı zamanda Anadolu kadının 40 yılı aşkın süredir yaşadığı “evlat acısı”nı da yansıtıyor.
Bu serginin bir anlamda “Retrospektif” olma özelliği taşıyacağını da söylüyor Akça. “Analar neyi bekliyor ki hocam, beklemesin diyorsun” diye sorduğumda, Türkiye’nin 40 yıldan bu yana karşı karşıya olduğu terör belasına dikkat çekti. Bahçelievler Rotary Kulübü’nün de destek verdiği sergiden elde edilecek gelirin bir bölümünün terör gazilerine de verileceğini belirten Akça şunları söyledi:
“Kaç ana askere gönderdiği kuzusunun kokusuna doyamadan teröre kurban verdi, bilen var mı? Ben Anadolu kadının çektiği acının sesi olmak istedim.
Nasıl ki, Kurtuluş Savaşı sırasında kağnılarla mermi taşıyan kadınların resimleri yapıldıysa, onlar hakkında kahramanlık şiirleri yazıldıysa, yakın dönemde yaşadığımız olaylardan da sanatçıların etkilenmesi gerektiğini düşünüyorum. İşte ben bunu yapmaya çalıştım.”
Akça’nın kendisiyle özdeşleşmiş, karla kaplı, kadınların yollarda bekleştiği şirin Anadolu köyü peyzajlarının yanısıra, tuval üzerine yapılmış portre çalışmaları da var bu sergide. Kadın portreleri üzerine konuşurken Akça’nın birden Bedri Rahmi Eyüboğlu ile yaşadığı bir anısı geldi aklına:
“1951 yılında yetenek sınavını kazanarak girdiğim İstanbul Çapa Resim Bölümü’ndeyim. Taksim’de Bedri Rahmi’nin sergisine gitmiştim. Bana resimleri nasıl bulduğumu sordu. ‘Siz İstanbul’da yaşıyorsunuz, Anadolu kadını resmi yapıyorsunuz. Anadolu kadını boynu bükük, çarpık bacaklı değildir. Onları biz çizmeliyiz, çünkü biz onlarla yaşıyoruz’ dedim. Cevap olarak, ‘Söylemesi kolay, yap da görelim’ dedi. Bir hafta sonra elimde sekiz Anadolu kadını portresi ile yanına gittim. ‘Bunlara ne vereceğiz?’ dedi. ‘Satmak için yapmadım, siz istediğiniz için yaptım’ deyince o da bana ‘Ben de sana sekiz tane serigrafi baskımı vereyim o zaman’ dedi. Böylece ilk Anadolu kadınları portrelerimden kazanç sağlamış oldum. Ayrılırken de, ‘Bak yavrum bu tür çalışmalarını asla bırakma’ dedi.”
Böyle başlıyor Akdoğan Topaçlıoğlu, tuvale işlediği güzel yüzlü, uzun bacaklı, cazibeli kadınların yanı başında neden keçi figürlerine yer verdiğini.
Ama “Her çocuk keçi sahibi olabilir. Fakat keçinin hazin sonudur benim unutamadığım...Ki, asıl bundandır keçileri resmetmem” diyor Topaçlıoğlu. Gelin sanatçının kendi ağzından dinlemeye devam edelim, unutamadığı hazin öyküyü:
“Keçi ailemizin bir bireyiydi. Evde özel koltuğu vardı. Kimi zaman kedi gider onun koltuğuna otururdu. O da boynuzlarıyla koltuğa doğru uzanıp kediyi süsmeye başlardı. Kedi koltuğu boşaltır, keçimiz otururdu. Bir kış günüydü sanırım. Kalabalık bir misafir grubu geldi. Oldukça kalabalık. Tam hatırlayamıyorum ya da hatırlamak istemiyorum galiba. Kalabalık misafir grubu için keçi kesildi. Öyle sessizce donup kaldım. En net hatırladığım ise ağızımdan dökülen, ‘Vah benim keçim, kara keçim’ sözleri...”
Topaçlıoğlu’nun atölyesindeki çalışmalarını izlerken, aslında keçilerin de kadınlar gibi çekici ve güzel olduklarını idrak ediyorum. Topaçlıoğlu’nun atölyesinden de bahsetmeyelim. Ben böylesine derli toplu, zemin katta olmasına rağmen sabahtan akşama kadar güneş alıp, insana enerji yükleyen bir atölye görmedim desem yalan olmaz. Her odada ayrı bir şövale ve üzerlerinde bitmiş veya bitmek üzere olan bir resim.
Sadece keçi figürü değil Topaçlıoğlu’nun güzel kadınlarını çevreleyen. Büyük tekerlekli bisikletler de var, esen rüzgarda dalgalanan saçlara eşlik eden atlar da...Bunların gerekçesini de şöyle anlatıyor Topaçlıoğlu:
“Başta söylediğim gibi doğa ile iç içe geçmiş bir çocukluğum oldu. Her türlü hayvanın dostluğuna, bahçede, bostanda yetişmiş her çeşit sebze ve meyvenin tadına vardım ben. Atlar vardı peşinden koşup gittiğim. Düşer pantolonum yırtılırdı. Yama yapılırdı bizim zamanımızda pantolona, çoraba. Öyle bir yama yapılırdı ki, özenirdiniz yamalı pantolon giymeye. Sekiz kardeşiz. Hepimiz eğitimde başarılıyız. Her yaz tatili öncesi babamdan karne hediyesi olarak bisiklet istiyoruz. Nahiye müdürü adam nasıl alsın her birimize bir bisiklet? İşte resimlerimde gördüğünüz at da, bisiklet de özlemimdir benim. Ama şunu da söyleyeyim at da, keçi de son derece estetik hayvanlar.”
Topaçlıoğlu’nun resme olan ilgisi daha çocukken başlamış. Çocuk yaşta çizdiği ve amcasından, “Yalan söyleme bunu sen çizmiş olamazsın” diye tokat yemesine neden olan fili gözü gibi sakınıp saklıyor. İlk ve orta öğrenim yıllarında okulun her duvarına dört mevsimi gösteren devasa takvimleri boyayıp hazırlamak da onun göreviymiş. Daha sonra gelen Gazi Üniversitesi yılları...
2015’in ilk yazısı Korkmaz’ın kısmeti oldu. Engin Korkmaz, yeni yıldaki ilk sergisini 9 Ocak Cuma günü uzun yıllardır birlikte çalıştığı Galeri Soyut’ta (Yıldızevler) açıyor.
Korkmaz sadece bu sergiyle ilgili değil, geçmişteki ve gelecekteki sergilerini de kapsayacak bir anlayışla, sanata nasıl baktığını şöyle özetliyor:
“Benim için resim hayatı çevreleyen karmaşık düzenin bir yansıması ve fark yaratabilme mücadelesidir. Hayatı anlamlaştırabilmek için yaratıcı düşüncenin yardımı ile yaşam alanını yeni baştan kurgulama mücadelesinin plastik bir yansımasıdır diyebilirim. Yaratıcı düşüncenin temelini ise, içimde önceden kurgulamadığım anlık, değişken duygu ve sezilerin oluşturduğunu söyleyebilirim.
Resim adına yaşam dediğimiz bu kaotik duruma ve bir türlü içselleştiremediğim karmaşaya karşı rastlantıların olanaklarından da yararlanarak yeni bir düzen oluşturabilme mücadelesinin, tuval yüzeyindeki yansımalarıdır benim için.”
Sanırım, Korkmaz’ın iç dünyasının resimle bütünleşip, dışa vurumunu en iyi anlatan isimlerden birisi de, sanatçının yaşamında önemli bir yeri olan Bursa Uludağ Üniversitesi’nden Prof.Dr. Ahmet Şinasi İşler. İşler, Korkmaz’ın sanat dünyasını şöyle yorumluyor:
“Bilindiği gibi hayatta gerek soyut, gerekse somut her şey karşıtı ile vardır. Karşıtların mükemmel bir uyum içinde olduğu kainat ise döngüsel bir tekrarla devam etmektedir. Doğada var olan karşıtları karşısına alan her insan hayatını aklı ve duyguları ile düzenlemek zorunda kalır. Aslında mükemmel bir düzenin var olduğu bir çevrede yaşayabilmek için ya da varlığını devam ettirebilmek için yeni bir düzen gereksinimidir bu. Engin Korkmaz’ın resimlerinin içeriğinin temelinde aralarındaki yapısal zıtlığın tavan yaptığı figüratif ve figüratif olmayan ögeler yer almaktadırlar. İlk bakışta dikkat çeken iki zıt nitelikteki görsel öge gurubunun hangisinin ön plan yada geri planda olduğunu anlamak sanatçının eserlerinde insan hayatına öykünerek kullandığını düşündüğüm ‘denge ilkesi’ nedeniyle oldukça zordur. Figüratif ve figüratif olmayan ögelerin birbirine eşit hiyerarşik yapısı ile yakalanan denge resimlerin içeriğinde var olan zengin renk ve biçim çeşitliliğini düzenleyen kurgusal anlayışın temelini ya da yapı taşını oluşturmaktadır. Duyguların esnek ve özgür niteliği ile biçimlenen oldukça hareketli organik biçimler alt biçim gruplarını, alt biçim grupları ise bir ya da birden fazla biçim temel biçim yapılarını oluşturmaktadır. Oldukça disiplinli çizgisel yaklaşımın ön plana çıktığı stilize biçim tekrarlarından oluşan kurgusal yapıda akıl temelli bir düzenleme anlayışı ön plana çıkmaktadır. Geometrik yapıdaki biçim tekrarlarından oluşan örüntü içinde yer alan simgeleşmiş figüratif detaylar bazen resmin ilgi merkezini oluşturmakla birlikte her zaman resmin biçimsel düzenleme anlayışına kavramsal özellik eklemekte ve resimle gerçek hayat arasında sağlam bir köprü görevini üstlenmektedirler. Sanatçı eserlerinde, oldukça karmaşık insan hayatını düzenleme formülünün içeriğinde her zaman var olan ‘akıl’ ve ‘duygu’ temelli iki yaklaşımı kendine özgü bir anlayışla kullanarak çağdaş bir anlatım dili oluşturmuştur. Engin Korkmaz, hayatın devamlılığının temeli olan zıtlık ile ‘kaosun’ yerine oldukça dengeli olmakla birlikte öz kültürümüze yabancı olmayan bir uyumlu bütün oluşturmuştur.”
Çalışmalarını halen Bursa’daki atölyesinde sürdüren Engin Korkmaz, Erzurum-İspir doğumlu. 1992 yılında Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş Eğitimi Bölümünü, 1997 yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Yüksek Lisans Programını tamamlayan sanatçı, 1996 yılından itibaren öğretim görevlisi olarak aynı üniversitede Eğitim Fakültesi Resim-İş Eğitimi Bölümünde temel tasarım, grafik tasarım ve yazı derslerini yürütüyor.
Son dönemde ağırlık verdiği mitolojik yaklaşımların yanısıra, doğa, insan davranışları, sevgi ve özgürlük gibi temaları tuvaline yansıtan sanatçı, eserlerinin yapımında fırça yerine parmaklarını kullanmayı tercih ediyor.
Güventürk, 1978 yılında ağaç maketleri ve heykelleri üzerinde çalışırken, sonradan özgün bir yağlı boya tekniğine dönüşecek olan çalışmalarının ilk adımlarını keşfetmiş. Maket ve heykelleri elleriyle boyarken keşfettiği bu tekniği yıllar içinde geliştirerek kendine has, özgün bir hale dönüştürmeyi başarmış. 1979 yılından bu yana yağlı boya resim çalışmalarını bu teknikle sürdürüyor. Sanatçı, “Araç olarak ellerini olduğu kadar duygularını ve beynini de kullanarak seyirci ile iletişim kurmayı ve duygularını aktarmayı arzuladığını” vurguluyor. Tarzı nedeniyle “Yeni sürreal” akımcı olarak tanımlayabileceğimiz Güventürk’e göre resim, özü itibariyle içinde yaşadığımız ya da içimizde yaşattığımız zaman ve mekanlarda olup bitenlerin hikayesi.
FIRÇA VE SPATÜL YOK
Fırça ve spatül kullanmayı gerektirmeyen tekniği, sanatçının sürekli yeni buluşlarına ve uygulamalarına olanak tanımasını sağlamış. Güventürk, çalışmalarını, eserler belirli aşamalara geldikçe sergilemekte, sürekli gelişen tekniğin son görüntülerini sanatseverler ile paylaşmayı tercih etmekte. Tüm insanların özlediği, hissettiği duyguları ya da beklentilerini tuvaline aktarmaya çalıştığını ifade eden sanatçı, “Resimlerimde kullandığım her sembol bir anlam ifade ediyor. Gerçeküstü anlatımla izleyicide masalımsı bir etki uyandırmayı hedefliyorum. Yaşamımda sadece kendim olmak istedim. Aynı düşünceyi sanatsal yaşamımda da sürdürerek, özgünlüğün ve bağımsızlığın arayışını başlattım. Resimlerimi ortaya çıkarırken duyduğum ve tarifi mümkün olmayan bir heyecanı, onları insanlarla paylaşırken de duymaktayım. Kolay anlaşılabilir, olabildiğince sıcak ve ruh taşıyan resimler üretmek için emek veriyorum. Bu duygu benim çalışmalarımın en önemli hammaddesidir” diyor.
Kişisel sergiler dışında birçok karma sergiye de katılan sanatçı, çalışmalarını Ankara’daki kendi atölyesinde sürdürüyor. Güventürk’ün eserlerini “www.rcartshop.com”da görüp, sahip olabilirsiniz.
NURİ BİLGE CEYLAN ANKARA CERMODERN’DE
Cannes Film Festivali’nin büyük ödülü Altın Palmiye’ye layık görülmüş ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraf sergisi İstanbul’dan sonra Ankara’da. Ceylan’ın 26 Mart’a kadar sürecek “Panaromik Bakış” isimli sergisini Cer Modern’de görebilirsiniz. Ceylan’ın bu kaçırılmaması gereken sergisiyle ilgili,
Her yılın aralık ayında illa ki bir yazı, çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden Yalçın Gökçebağ’a ayrılır. Bunun nedeni Gökçebağ’ın yaz aylarındaki rehavetten kurtulmak istercesine sonbaharla birlikte şövalenin başına oturup, yıl sonu sergisine hazırlanmasıdır.
Tuvale işlenen kompozisyonlarda en ince ayrıntısına kadar hassasiyet gösterildiği için, Yalçın hocanın resimleri öyle çabuk bitmez. Ciddi bir emek vardır resimlerinde.
Daha önceleri olduğu gibi, mesai sonrası yanına uğradığım Gökçebağ’ın, bugün yıllardan beri birlikte çalıştığı Armoni Sanat Galerisi’nde (Yıldızevler) sergilenmeye başlanan eserlerin büyük bir çoğunluğunun yapımına şahit oldum. En küçüğü 50X60 cm. ebatında olan resimlerin nasıl yapıldıklarını çok iyi biliyorum.
Hocanın boş tuvali özel odasından alıp, kendi tabiriyle tuvalden davuldan çıkmışcasına ses alana kadar köşelerini çakıp gerdirmesi... Şövaleye yerleştirip, şöyle bir geri çekilerek kafasında kurduğu kompozisyonun önce kaba desenini çizmeye başlaması... Sonra tekrar geriye yaslanıp, perspektif, denge ayarının istediği gibi olup olmadığını tartması... Tuvale ilk dokuyu atması... Kimi zaman arzuladığı renge ulaşamayınca “Hay Allah” deyip, en kısa süre içinde kafasında canlandırdığı rengi bulmak için yoğun bir arayışa girmesi... Kimi zaman bir iki dakika önce elinde tuttuğu fırçayı, nereye koyduğunu unutup, hep birlikte fırçayı aramaya başlayışımız... Fırça bulunduktan sonra, “Bunların bir çoğunu atmam gerekiyor ama kıyamıyorum işte” diye mırıldanmaları... Yurt dışından özel olarak getirttiği kağıt paletinin yırtılması halinde, onu kullanmaya devam etmek için yamayışı... Artık bir efsane halini almış figürleri-ki bana göre insanı çıldırtacak sabırla-resme yerleştirmesi... Onun vazgeçilmez klasikleri olmuş çay tarlası veya tepeden bakış hasat resimleri için fırçayı, çok sevdiği hocası Turan Erol’un deyişiyle “pıtpıt” tuvale vurması... Hele bir çoğunu kendisinin yaptığı fırçadan iyi sonuç almaya başlamışsa, keyfinin yerine gelmesi...Bir diğer Gökçebağ efsanesi olmuş “ışık” ve “gölge” hesaplarını yapıp, tuvali adeta dantel gibi örmeye başlaması... (Bu arada Gökçebağ’ın resimde ışık konusunda artık Hürriyet-Ankara’da bir yazı yazması gerektiğini düşünüyorum) Resim bittikten sonra tuval üzerinde nereye imza atacağını, denge bozulmasın diye en az 5-10 dakika düşünmesi... Sanatsevere ayıp olmasın, görgüsüzlük olarak algılanmasın diye imzayı saklamak için çabalaması... Ve sonunda her şey bitip içine sindikten sonra resmi “Hooop...Hadi bakalım sen de langırt köy sandığına” diyerek, şövaleden indirmesi... Bugün muhtemel hemen hepsinde “satıldı” anlamına gelen kırmızı nokta göreceğiniz resimlerin en özet haliyle yapılışı böyle. Yukarıda yazdıklarımdan birisine özellikle dikkat çekmek isterim. O da “Bir çoğunu kendisinin yaptığı fırçalar” ifadesidir. Bu sanırım Gökçebağ’ı taklit etmek veya sahtesini yapmaya yeltenenlerin en zorlandığı konu.
Diyeceğim şu: Gökçebağ, tuvalde kimi zaman dalga dalga, kimi zaman kıvrak bir nehir gibi akıttığı çay tarlalarını ya da yakından baktığınızda her sapını ve başağını fark ettiğiniz tepeden bakışlı tarlaları, fırçaların fabrikadan çıktığı haliyle yapıyor diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Her eserde neredeyse her bir yerin, her bir figürün fırçası ayrı bir Gökçebağ yapımı. Nasıl yapıldığı da bir sır. Onun için taklitçilerin ve sahtecilerin işi zor.
Evet, gelelim sergide yer alan eserlere. Gökçebağ klasikleri süslemeye devam ediyor bu yıl da Armoni’nin duvarlarını. Tepeden bakışlı hasat, çay tarlası, kış, kara tren, portakal toplayanlar, Bodrum’dan peyzajlar vs...
En iyisi bugünden itibaren 14 Ocak’a kadar sürecek sergiyi içinize sindirerek gezin. Biliyorum tabloların yanındaki kırmızı noktalardan dolayı içinizi çekeceksiniz, ama ne yapalım bu da bir Gökçebağ klasiği. Kolay sahip olunulmuyor.
“Tuvalin başına geçmeden önceki ruh haliniz nedir?” sorusuna bu yanıtı veriyor Remzi Taşkıran. İstanbul’un tarihi ve doğal güzellikleri, ara sokaklarındaki yaşam, çoğunlukla Taşkıran’ın fırçasından tuvale yansıyan kompozisyonlar olarak sıralanabilir. Taşkıran, sergilerine hazırlanırken günü birlik yaşam kaygılarından uzaklaşıp sanatının özgün temalarını oluşturmaya özen gösteriyor. Özellikle yöresel izlenimlere dayalı resimlerinde günlük çabalarının dışında, özgün resimlere imza attığı gözlemleniyor. Dolayısıyla Anadolu’nun değişik köşelerinden peyzaj ve insan figürleri Taşkıran’ın eserlerinde kendisini gösteriyor. Taşkıran’ın geçmişte bir söyleşisinde dile getirdiği sanata bakışı, ona göre hala geçerliliğini koruyor. Şöyle diyor Taşkıran:
“Bana göre sanat, duygu ve düşüncenin yetenek avantajıyla dışa vurumudur. Benim gibi eğitim almadan sanat yeterliliği olanlara ‘Allahtan vergili’ deniliyor, doğrudur. Çünkü ben rüyalarımda bile resim yapardım. Sanat bana göre para kazanma mesleği olmamalıdır yaşamın döngüsü ve profesyonellik bunu gerektiriyor. Resim yaparak geçiniyorum. Eğer hiç resim satamasaydım yine de resim yapardım. Nasıl ki canlılar yemeden yaşayamazlar, sanatçılar da üretmeden asla yaşayamazlar. Sanatla yaşama karşı her türlü duygu ve düşüncelerimizi ifade edebiliriz, olumlu ve olumsuz yönleri eleştirebiliriz. Sanat bir dışa vurum eylemidir. Sanatçı doğayı aynen taklit etmemeli, görünmeyeni görmeli ve hatta tamamen doğadan bağımsız kendi iç dünyasını soyut temalarla estetik bir biçimde ifade etmelidir. Ruhunu ve yüreğini ortaya koymalıdır.”
Taşkıran aynı zamanda ilginç bir yaşam öyküsüne sahip ressamlarımızdan. Doğduğu Adıyaman’da, ailevi nedenlerden dolayı küçük yaşta verildiği Adıyaman Yetiştirme Yurdu’nda 18 yaşına kadar devlet korumasında kalmış. Bu sırada resime olan ilgisinin öğretmenleri tarafından fark edilmesiyle, resim yapması için yönlendirilmiş. Yetiştirme yurdundan ayrılmasından sonra zor bir dönem geçiren Taşkıran, askerliğini yaparken resim yapmayı daha da geliştirmiş, askerliğini tamamladıktan sonra da İstanbul’da bir süre basın ressamlığı yapmış. Taşdemir’in eserlerini Ankara’da çoğunlukla Star Galeri’de bulabilir, Bilkent’teki RC Müzayede’deki satışlardan temin edebilirsiniz.
GENÇLERİN PARİS ÇIKARMASI
Dünyanın en önemli sanat merkezlerinden birisi olan Fransa’nın başkenti Paris bu yıl da genç nesil Türk ressamlarına ev sahipliği yaptı. Dışişleri Bakanlığı ile Paris Büyükelçiliği’nin katkılarıyla Türk ressamlar Louvre Müzesi-Carrousel du Louvre, Salle de Notre salonunda 1909 yılından bu yana gerçekleştirilen “Uluslararası Plastik Sanatlar” sergisinde yer adı. Hakan Esmer, Serdar Leblebici, Nurhilal Harsa, Filiz Pelit, Derya Ülker, Akın Yıldırım, Ayhan Çetin, Ercan Ayçiçek ve Savaş Karagözlü Louvre’da eserleri sergilenen ressamlarımız oldu. Paris Büyükelçisi Hakkı Akil ve eşi İnci Akil’in ağırladığı ressamlarımız, Türk resminin uluslararası sanat platformlarında kararlı ve nitelikli duruşunu, sanatçı heyecanı ve sorumluluğuyla yerine getirmenin mutluluğunu yaşadılar.
İKİ ÜZÜCÜ HABER
Geçen hafta Türkiye’de gravür sanatının öncü isimlerinden olan Mürşide İçmeli’yi kaybettik. 1960 yılında gittiği Madrid’te özgün baskı dalında ihtisas yapan İçmeli, Gazi ve Bilkent üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra emekli olmuştu. Tanınmış ressamlarımızdan Nevzat Akoral’ın da eşini kaybettiğini öğrendim. İçmeli ve Akoral ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum.
KENTTE NE VAR?
Mümkün değil. Yıllardan beri dile getirmemize rağmen tasarruf bahanesiyle, ana caddeleri, sokakları geceleri karanlığa bürünmüş bir başkentten bahsediyoruz. Ne yazık ki, insana heyecan ve mutluluk veren, 52 haftadan oluşan bir yılın sadece son bir-iki haftasında kent yaşamına görsel açıdan da ayrı bir hava katacak olan ışıklı yeni yıl süslemesinin “günah sayıldığı” bir başkentte yaşıyoruz.
Bırakın Ankara’yı, İzmir ve İstanbul’un bazı semtleri dışında nerede var bu heyecan? Yerel seçimler öncesi CHP’nin Çankaya Belediye Başkanı adayı olan Alper Taşdelen’e “Seçilirsen yeni yıl öncesi Çankaya’yı ışıl ışıl donat” diye çağrı yapmıştım. 10 gün önce, şimdi Çankaya Belediye Başkanı olan Taşdelen ve bir grup arkadaşla birlikte yemek yedik. “Ne oldu, Çankaya’nın sokakları, caddeleri bu yıl ışıldayacak mı?” diye sordum. Olumlu yanıt alabildiğimi söyleyemem. Zaten ana caddeler, karanlıkla ilgili bu kadar şikayeti umursamayan Büyükşehir Belediyesi’ne ait. Taşdelen en azından Tunalı Hilmi ve Bahçelievler 7. Cadde’yi süslemek için sponsor arıyor. Oysa yılbaşı şenliği için illa Batılı ülkeleri örnek göstermenize gerek yok. Katı ve dayatmacı rejim konusunda pek farklı olmayan Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan’ın bile başkentleri ışıl ışıl bu zamanlar. Gördüğünüz fotoğraf geçen yılın Aralık ayında Bakü’den.
RESİMLE SEVİNDİRİN
Neyse, daha fazla içinizi karartmadan, Aralık ayının bu son günlerinde evinizi ya da sevdiklerinizi, hediye alacağınız bir tabloyla reklendirip, sevindirebileceğinizi söylemek istiyorum. Belki yeni yıl hediyeniz resim olur diyerek, yılbaşı öncesinde nerelerde, neler var bazılarını size duyurmak istedim. Abidin Dino, Fikret Mualla, Bedri Rahmi, Komet, Cihat Burak ve daha birçok usta ismin resimleri için adresiniz Tepe Prime’daki M 1886 olmalı. Nazlı Taylan’ın çini, resim ve ebru sanatından oluşan sergisi 12 Aralık günü Dam Sanat Galerisi’nde açılacak. Bilkent’teki RC Müzayede’nin 14 Aralık pazar günkü müzayedesinde birçok ünlü yerli ve yabancı sanatçı eserlerinin uygun fiyattan müzayedeye çıkacağını unutmayın. Peker Sanat’ta Yalçın Gökçebağ, Zafer Gençaydın, Habip Aydoğdu, Hakan Esmer, Hayati Misman ve daha bir çok ünlü ressam 18 Aralık’ta bu kez karşınıza daha uygun fiyatla satın alabileceğiniz desen çalışmalarıyla çıkacak. Ankara’da resim hayatına yeni bir soluk katmak amacıyla Yıldız’da açılan Jan Sanat’ın 6 Ocak’a kadar sürecek ustalardan karma sergisinde Refik Epikman, Sabri Berkel, Mehmet Ali Laga, Eşref Üren, Hamit Görele, Necdet Kalay, Hayri Çizel, Faruk Cimok, Selahattin Kara, Hüseyin Bilişik, Serdar Okan ve Muhsin Kut’un eserleri sizleri bekliyor. Yıldızevler’deki Valör Sanat’ın “Mini Tüyap” adı altında çağdaş ve usta isimlerin eserleriyle gerçekleştirdiği sergisi devam ediyor. Fikret Mualla, Turan Erol, İbrahim Safi, Mustafa Ayaz, Vahap Demirbaş, Günseli Kapucu, Aylin Güler, Hale Nurol, resimlerini görebileceğiniz sanatçılardan sadece bazıları. Galeri Soyut’un her yılbaşı öncesi “Küçük şeyler” adı altında artık geleneksel hale getirdiği sergi bu yıl sonu öncesinde de var. 19 Aralık’ta açılacak sergide, Hakan Esmer, Sertap Yeğin, Serdar Leblebici, Behzat ve Hüseyin Feyzullah, Emre Lüle, Engin Korkmaz, Ercan Ayçiçek, Filiz Pelit, Hakan Erarslan, Metin Kalkızoğlu, Peruze, Turgut Akarsu, Ümit Türk ve daha birçok sanatçının küçük ebatlı eserlerini satın alabilirsiniz. Eğer İstanbul’un renk cümbüşü içinde sevimli hallerini görmek istiyorsanız o zaman 15 Ocak’a kadar Turan Güneş Bulvarı’nda Kent Sanat’ta açık olacak Daver Darende’nin “Mavi Rapsodi” isimli sergisini kaçırmayın. Natürmort sevenlere geçen yıl kaybettiğimiz Galip Nahit Noyan’ın Arda Sanat’taki sergisini tavsiye ederim. Fevzi Karakoç’un yağlıboya ve baskılarından oluşan serginin adresi ise Armoni Sanat. Hülya Koçulu Galeri Akdeniz’de, Raif Kalyoncu Gözde Sanat’ta ve Serap Atabaş Fırça Sanat’ta 12 Aralık’ta , Canan Atalay da Atlas Sanat’ta 16 Aralık’ta eserlerini sanatseverlerle buluşturacaklar. KAV Sanat ve Galeri Polart da, yılbaşı için duvarlarını irili,ufaklı resimlerle dolduran galerilerden. Çankaya Sanat ve Stillife da Ankara’nın “Galeriler semti” olarak bilinen Yıldızevler’de uğrayıp resim alabileceğiniz yerlerden bazıları. Gülay Yüksel, Ayşe Arkün, Gültekin Serbest, Mehmet Ali Doğan, Efkan Beyaz, Haluk Evitan, Halil Coşkun, Rabia Çalışkan, E.Yüksel Altıntaş ve Ercan Dural’un eserleri de, Çankaya’da Medya Sanat Galerisi’ndeki yılbaşı karma sergisinde görücüye çıkmış durumdalar. Eğer fotoğrafa meraklıysanız Taurus AVM’da Platform A’da Elif Tezcan’ın “Duy Gör Hisset” isimli sergisini gezmeyi unutmayın. Dışişleri Bakanlığı Suna Çokgür Ilıcak Galerisi’nde de sizleri Bülent Kılıç resimleri bekliyor. Maalesef bu haftalık yerimiz daraldı. İsimlerini yazamadığım galeriler ve ressam dostlar lütfen alınmasın. Bu nedenle özellikle tarihi Kale bölgesi başta olmak üzere Ankara’nın birçok semtindeki galeriler ve sanat evlerinde de tanınmış ressamların yılbaşı sergileri olduğunu hatırlatmak istiyorum. Gelelim son sözümüze: Sanat ve sanatçıya sahip çıkın. Galerilere girmekten, sergileri gezmekten, hatta eserlerle ilgili bilgi almaktan çekinmeyin. İlla ki resim satın alacaksınız diye bir şert yok. Sergi gezmenin bile, karanlığa mahkum edilmek istenen başkentteki günlük hayatınıza katacağı renkleri düşünün.
Tam Orhon’la ilgili yazıya başlamışken, bu kez Nilay Ayaz’dan, Mustafa Ayaz’ın “Dansa davet” isimli sergisinin Balgat’ta Ayaz Müzesi’nde 2 Aralık’ta açılacağının davetini aldım. Ayaz’ın davet duyurusunda yer alan “Sevgili sanatseverler, 2015 yılına girmemize sayılı günler kala sizleri, neşeye, coşkuya ve dansa davet ediyoruz” temennisine katılmamak mümkün mü?
Ayaz hocadan izin alarak, 5 Aralık’ta Galeri Nev’de açılacak “Mübin 90 yaşında. Benedicte Orhon koleksiyonundan ‘dip’tikler” isimli sergiye geçelim. 3 Ocak 2015’e kadar sürecek sergide sanatçının kızı ve varisi Benedicte Orhon tarafından seçilen eserler, 1924 doğumlu Orhon’un yaşamındaki üç kritik tarih olan, 1960, 1970 ve 1980 çevresinde odaklanıyor. Galeri Nev, sayıları kırka yaklaşan bu eserleri, ikililer (diptikler) halinde düzenleyerek, aynı tarihlerde ve özellikle de aynı ölçülerde gerçekleştirilmiş eserler arasındaki kuvvetli ilişkilerin altını daha da çiziyor.
Orhon’un erken vefat etmesine karşın sanatının en derin ve en yüksek noktasına ulaşmış olduğunu ifade eden Benedicte Orhon, 1960’ları bir nevi renk arsızlığı, 1970’leri bu renkler içinden “Doğu” paletinde olanlara odaklanma, 1980’i ise renklerden bütünüyle arınarak koyu siyah içinde kaybolup yitme olarak özetliyor.
Mübin Orhon, 1947 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Mezuniyetinin ardından ekonomi yüksek lisansı yapmak üzere Fransa’ya gitti. Paris’teki ilk yıllarında Grande Chaumiere Akademisi’nde desen çalıştı. 1950–1953 arasında Salon de Realites Nouvelles, 1956-1957 yılları arasında Salon de Mai sergilerine katıldı. İlk kişisel sergisini 1956’da kentin avangard galerilerinden Iris Clert’de açtı. Bu dönemde Cesar, Takis, Messagier ve Giacometti ile yakın ilişkiler kurdu; aynı yıllarda Charles Maussion ile başlayan dostluğu vefatına kadar devam etti. 1964 yılında askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye geldi; İstanbul’da yaşadı ve sergilerine burada devam etti. 1973’te Fransa’ya döndü ve 1981’de Paris’te öldü. 60’lı yılların başında Robert ve Lisa Sainsbury çifti Orhon’un eserlerine ilgi gösterdi. Sanatçının vefatına dek artarak süren bu ilgi sonucu Orhon’un 63 eseri aynı koleksiyondaki Degas, Bonnard, Modigliani, Picasso, Balthus, Giacometti ve Bacon’ların arasına katıldı. Böylece Mübin Orhon, dostu Maussion ile birlikte, bu koleksiyondaki savaş sonrası “Paris Okulu” dönemini en geniş temsil eden iki sanatçıdan biri oldu. 1996 yılında Tate Müzesi’nin kurucuları olarak tanınan Sainsbury ailesi koleksiyonunda yer alan Mübin Orhon eserleri Ali Artun’un küratörlüğünde Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi’nde düzenlenen sergi ile ilk kez Türkiye’de de izlendi. 2011 yılında Galeri Nev, bu serginin kataloğunu Orhon ile Sainsbury çifti arasındaki mektuplarla zenginleştirerek yeniden yayımladı.
PEKER RESİM YARIŞMASI
Sanata ve sanatçıya destek olmak amacıyla “Onur Ödülü”, “Başarı Ödülleri” ve “Mansiyon”lar veren Erhan Peker’e ait Peker Grubu’nun bu yılki resim yarışmasına başvurular devam ediyor. Resim alanında yaratımda bulunan genç sanatçıları tanıtmak, çalışmalarını desteklemek, yapıtlarını izleyicilerle buluşturmak ve sanat dünyasına kalıcı değerler kazandırmak amacıyla düzenlenen yarışmanın yanısıra, üretim sürecinde büyük aşamalar sağlamış yetkin sanatçıları onurlandırmak amacıyla da her yıl bir sanatçıya verilen “onur ödülü”, bu yıl da takdim edilecek. Seçici kurulunda Doğan Hızlan, Prof. Dr. Turan Erol, Prof Dr. Ergin İnan, Yalçın Gökçebağ, Habip Aydoğdu, Erhan Peker ve İbrahim Karaoğlu’nun bulunduğu yarışmaya katılacak eserler 31 Aralık’a kadar Peker Sanat Evi’ne iletilebilecek. “Başarı Ödülü” kazanan üç sanatçının her birine 5 bin, “Mansiyon” alan 5 sanatçıya 2 bin 500 lira ödül verilecek. Yarışma koşulları ve resimlerin gönderileceği adresle ilgili ayrıntılı bilgiye “www.pekersanat.com” adresinden ulaşılabilir. Bu arada Taurus AVM’nin Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Ensari adına düzenlenen resim yarışmasında ödül kazanan Damla Torun Oğuz, Osman Arık ve Ezgi Yüksel’in eserlerinin yanısıra sergilenmeye değer görülen 33 resim aynı AVM’deki Platform A’da görülebilir.
KENTTE NE VAR?
Galip Nahit Noyan-4 Aralık’ta açılacak(Arda Sanat/Yıldızevler), Orhan Umut ve Talat Ayhan-17 Aralık’a kadar(Galeri Soyut/Yıldızevler), Jale Nejdet Erzen-6 Aralık’ta açılacak(Ankasanat/Doğukent Bulv.), Sibel Çetin-6 Aralık’a kadar(Galeri Gözde/Y.Ayrancı), Erdal Ateş-12 Aralık’a kadar(İ.Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Fethiye Alev Akseki-12 Aralık’a kadar (Ziraat Kuğulu).