10 Nisan’a kadar sürecek olan sergiyle ilgili Turani Hoca’yı telefonla aradım. Bir süredir rahatsız olduğu haberleri alıyordum. Hoca, zatürre başlangıcı atlatmış, evinde dinleniyor. Doktor kontrollerini de ihmal etmediğini söyledi. “Siz güçlüsünüz, bunu da yenersiniz” deyince, “Bakalım göreceğiz. Bir ara rahmetli Yaşar Kemal gibi olmuşum, nefes alıp vermekte zorlanmışım. Ama şimdi daha iyiyim” karşılığını verdi. Sergiye katılıp katılmayacağına dair net bir şey söylemedi. Doktorlar ise “Katılmazsanız iyi olur” demiş. Hocayı fazla yormamak için telefon konuşmasını kısa tuttum. Bu sergide de Turani’nin klasikleşmiş soyut ve soyut-figüratif çalışmalarının ağırlıkta olacağını düşünüyorum.
Turani ressam kimliği ile birlikte Türk resim sanatına düşünsel açıdan da önemli katkılar sağlamış bir isim. Güzel Sanatlar Sözlüğü, Dünya Sanat Tarihi ve Çağdaş Sanat Felsefesi onun en bilinen yazılı eserlerinden bazıları. İki kez aldığı devlet resim ödülünün yanısıra birçok ödüle layık görülmüş bu değerli ismin 2010’da açtığı bir sergi için hazırlanmış katalogta kaleme aldığı “Yaşamdan Notlar” yazısı onun dünya görüşünü anlayabilmemiz açısından önemli kesitler içeriyor. İşte bu notların son bölümünden bazı alıntıları sizlerle paylaşmak istedim. Söz Adnan Turani’de:
“...Dünyamızda yaşam için çok önemli birçok şeyin tadının kaçtığı ortada. Bu duruma paralel olarak endüstriyel teknolojili liberal ekonomi ile adeta robotlaşmış toplum bireylerinin oylarına dayanan yönetimlerin ortaya çıkardığı bu sonucun sorgulanması gerektiği de dikkati çeker durumda(...) Önümüzdeki yakın yılların tüm dünya ülkeleri için son derece önemli bir yaşam savaşı verme dönemi olacağı açık. Aslında dünyamızın geleceği hakkında neredeyse yüz yıldır çok karamsar görüş belirten bilim ve düşünür kişiler az değil(...) Sorun ve soru şu: Dünyanın ümitsiz durumunu yaratıp tadını kaçıranlar, insanlığa binlerce yıldır yaşama sevinci veren o yüce güzel sanatların tadını da kaçırdıklarını acaba akıl edebiliyorlar mı? Ve böyle olumsuz kirli bir dünya ortamında, bize binlerce yıldır yaşama sevinci veren gerçek sanatı da kirletme bir yana pislettiklerini düşünebiliyorlar mı?
Dolayısıyla insana yaşama sevinci vermeyen, sanatçı algısına, sanatın yüceltici değerlerine sırt çeviren Batı dünyasının acımasız kapitalist ekonomili sisteminde, sanatı dışlayanların sanatçı ilan edildiği, yüceltildiği, bizzat onların yazarlarının kitaplarında belgelenmekte. Bu durumun böyle devam edip etmeyeceği ya da ne şekilde devam edeceği ve sonuçları hususunda ise bir öngörü gündeme getirilmiyor. Yalnız 1913’te New York’ta ‘Acaba sanatsız bir sanat olamaz mı?’ diyen Marcel Duchamp’ın daha sonraları yaptığı bir başka açıklamada, ‘Endüstriyel ülkelerde artık eskisi gibi yüceltici bir sanat kalmayacak. Eğer aranırsa ancak endüstride fazla ilerleyememiş toplumlarda gerçek sanatın yapıldığı görülebilecektir’ demekteydi. Umarım, Duchamp haklı çıkmaz ve insanlık yaşama sevincinin kaynağı olan yüce sanatlara sırtını dönmez.”
ÇANAKKALE’DE SAĞLIK
Bu yıl Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı ülke genelinde birçok etkinlikle kutlanacak. Bu kapsamda size Ankara’dan ilginç bir serginin haberini duyurmak istedim. Artık adı Ankara ile bütünleşmiş Güven Hastanesi’nin Çayyolu’nda hizmet verecek tesisleri için 19 Mart Perşembe günü açılış töreni düzenlenecek. “Güven Çayyolu Sağlık Kampüsü”nün açılışı nedeniyle özel koleksiyondan toplanmış bir sergi açılacak. Bu serginin özelliği, Çanakkale savaşları sırasında cephede ve cephe arkasında hizmet veren sağlık personeliyle ilgili olması. Sergi için PTT’de sınırlı sayıda pul da bastırılmış. Bu özel etkinliğin davetiyesinde serginin amacı şöyle dile getiriliyor:
“Çanakkale Savaşında milletimizin ve devletimizin sergilediği askeri yetenek ve kahramanlık çokça işlenen konulardandır. Bu acı savaş boyunca kahramanlığın başka bir türlüsünü de doktorlarımız, hemşirelerimiz, onlara yardımcı olan diğer sağlık personelimiz ve yardım gönüllülerimiz göstermiştir. Ne yazık ki kahramanlığın hikayesi anlatılırken onların hatırası bir nebze ihmal edilmiştir. Unutulmamalıdır ki, özünde silahlı bir mücadele olan savaşta, asıl amaçları insan sağlığını korumak ve sürdürmek, yaygın deyişle insanlara hayat vermek olan bu insanların rolü özellikle savaşın yaptığı tahribat içinde eşsizdir.”
Ankara’nın çıkardığı en büyük değerlerden birisi olan, Yalçın Gökçebağ, Zahit Büyükişleyen, Veysel Günay, Zeki Serbest, Yusuf Toprak ve daha birçok ünlü ressamın hocalığını yapmış Erol’un eserlerine şu sıralar eğer çıkarsa müzayedeler üzerinden ulaşabilmek mümkün.
Turan hocanın hem kendisinde, hem de ailesinde elbette çok sayıda resim var. Bazı büyük galerilerin konsinyelerinde de Turan Erol resimlerine rastlayabilirsiniz. Ancak kimse Erol’un resimlerinden oluşan bir sergi açmıyor, açamıyor. Belki yanılıyorum ama ben bunun “Galerilerin ellerinde bir sergiyi dolduracak kadar resim bulunmaması ve hocanın yakın çevresinde bir Turan Erol sergisi düşüncesinin olmamasından” kaynaklandığını düşünüyorum.
Şiirlere bile konu olmuş “Turan Erol mavisi”nden, muhteşem Bodrum peyzajlarından, tekne kaburgalarından, ona has kıvrımlı zeytin ağaçlarından, Milas’tan, verandalardan, karlı Or-An yollarından, Ankara’nın kömür depolarından, vazolara yerleştirilmiş mor renkli enginar çiçeklerinden vs. resimseverleri mahrum bırakmak ne derece doğru bir strateji, bu tartışılabilir. Ancak ben, Ankara’da önemli bir galeri sahibinin, “Uzun zamandır, kimse Turan Erol resmi sormuyor” sözünü önemsediğimi belirtmek isterim. Aynı galericinin, “Öyle bir an gelir ki, resim, evde kalmış evin en güzel kızı haline dönüşür. Çünkü fazla naz aşık usandırır” açıklamasını da uyarıcı nitelikte buldum.
Ben de bir ressamın eserleri “gerçek sanatseverlerin” dünyasında ne kadar çok görücüye çıkarsa, o ressamın eserlerinin daha da kıymetleneceği, isminin sanat dünyasına iyice kazınacağı ve unutulmayacağını düşünenlerdenim.
Yaşayan az sayıdaki ustalardan birisi olan Turan Erol’un ultramarin mavisiyle insanı nasıl büyülediğini, başka dünyalara götürdüğünü, Erol’un resimlerinden oluşan kataloglara bakınca görebilirsiniz. Bu nedenle ben de “Sanatseverler Erol’un eserlerinden oluşan sergilerden mahrum kalmamalı” temennisinde bulunanlar arasında yer alıyorum.
ANKARA MI İSTANBUL MU?
Dün kutlanan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Ankara’daki bir çok galeride kadın konulu veya kadın ressamlardan karma sergiler açıldı. 11 Mart çarşamba günü de ATO Congresium Kongre ve Sergi Sarayı’nda “ArtAnkara-Çağdaş Sanat Fuarı” açılacağını da duyurayım. 15 Mart’a kadar sürecek olan fuarla ilgili yapılan yorumlara bakarsanız biraz, “Madem İstanbul’un çağdaş sanat fuarı (Contemporary İstanbul) var, Ankara’da neden olmasın” anlayışıyla düzenleniyormuş. İki etkinliğe katılım karşılaştırıldığında, İstanbul ile Ankara arasında İstanbul lehine ciddi düzeyde fark görüldüğü belirtiliyor. Bu doğru olabilir ama ben yine de “Her başlangıç iyidir” diye düşünenlerdenim. Bu nedenle fuarı gezmenizi öneririm. Önereceğim bir diğer sergi de Galeri Valör’de (Yıldızevler). İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Feyhaman Duran, Refik Epikman, Cevat Dereli, Nuri İyem, Ferruh Başağa, Ömer Uluç, Şeref Bigalı ve daha birçok usta isimden oluşan karma sergi, insana adeta güzel sanatlar müzesi tadı verdiriyor. Ve insanlığın 20. yüzyılda iki kez dünya genelinde yaşadığı, günümüzde ise hala birçok yerde karşılaştığımız savaş olgusu. “Barış”ı asla unutmamamız için CerModern’de 11 Mart’ta açılacak “Bir savaş nasıl hatırlanmalıdır?” konulu sergiyi de kaçırmayın. Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyeli sanatçıların ülkelerinden uzakta neler düşündüklerini merak ediyorsanız adresiniz Yıldız’daki Jan Sanat olmalı. Suriyeli sanatçıların “Mümkünse Mutluluk” isimli karma sergisi 14 Mart’ta açılacak. Sanat ve Sanatkarlar Topluluğu Kültür Deneği’nin (SAKÜDER) kuruluşunun 10. yıldönümü nedeniyle geçen hafta dağıttığı sanat ödülleri sonrası açılan sergi de 25 Mart’a kadar Devlet Resim Heykel Müzesi’nde görülebilir.
KENTTE NE VAR?
Yükselen tepki, gelecek için duyulan endişeler karşısısında toplumun sağduyu sahibi her kesimine “İyi ki güçlü kadınlarımız var” dedirtti.
Ankara’da yaşayan genç kuşak ressamlardan Mira Koldaş’ın 6 Mart Cuma günü Galeri Valör’de (Yıldızevler) açılacak sergisinin de ana konusu kadın. Koldaş, resimlerinde çoğunlukla enstrüman çalan, dans eden kadınları işlemiş. “Neden kadın?” sorusuna Koldaş şu yanıtı veriyor:
“Kadın evde, sokakta, atölyede vardır. Var olmaya da devam edecektir. Dünyayı güzelliklerin ve kadınların kurtaracağına inananlardanım. Resimde erkeğin kadına bakış açısı çoğunlukla erotizm kokar. Oysa kadının çok farklı yönleri vardır. Kadın ne kadar erotik olursa olsun aslında doğal ve saftır. İzleyici, bir de kadın ressamın elinden bu saflığı görsün istedim. Evet, bu bir meydan okumaksa, ben de bunu resmimle yapmayı düşledim. Ayrıca sanatçı protest bir duruş sergilemeli, düzeni sorgulamalıdır. Sanatçı, gidişatı olduğu gibi kabullenemez. Direnmelidir. Sanatçı için direniş, her yerdedir. Sokakta, evde, ülkede...”
Sanat hayatının başlarında kübizmden etkilendiğini belirten Koldaş, daha sonra renkçiliğin kendisinde ağır bastığını belirtiyor. “Çalışmalarımda rengin de vurucu olmaya başladığı bir sürece girdim. Derken kendi çizgi ve renk anlayışım içerisinde yaşanmışlıklara yorum katmak zevk vermeye başladı” diyor. Koldaş bir ressam için sürekli ve düzenli çalışmanın önemini anlatırken de, “Ressamın eli kıskanç bir sevgili gibi nankördür. Parmaklar hep çalışmak ister. Desen şüphesiz resmin vazgeçilmez yapı taşı. El boş durmamalı, hep karalamalı. El ve parmaklarla arayı iyi tutmakta yarar var. Gereken zamanı ayırmazsanız onlar da ilk fırsatta size ihanet eder. Hep başa dönmek zorunda kalırsınız” uyarısı yapıyor.
Koldaş’ın ressam olarak bir diğer faaliyeti de dar gelirli ailelerin resme meraklı çocuklarına gönüllü olarak yardımcı olmak. “Hafta sonları yaşları 7-12 arasında değişen 15 çocukla birlikte resim yapmaya çalışıyoruz. Her şeyden öte yeni nesillerle bildiklerimi paylaşmak, onların bakış açılarını olumlu yönde değiştirmeye elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum ” diyor.
KUTLUAY VE “SEROTONİN”
İstanbul, New York, Paris, Nice, Strasbourg, Roma, Floransa, Berlin, Bratislava, Seul, Şikago ve Singapur’da karma ve kişisel sergiler açan ressam ve tasarımcı Aslı Kutluay, “Serotonin” adını verdiği dokuzuncu kişisel sergisini geçen cuma Taurus AVM’deki Platform A’da açtı. Sergi, 19 Mart’a kadar devam edecek. Sergiye adı verilen “Serotonin”, mutluluk hormonu demek. Bu hormonun eksikliğinde insanlar depresyona yakalanıyor. Aslı Kutluay, 19 Mart’a kadar sürecek sergisiyle ilgili, “Bir sanatçı olarak sergimde izleyicilerime, değiştirebiliyorsak üzüntülerimize sebep olan koşullara savaş açma cesaretine sahip olabilmeyi, bu motivasyonu benim nasıl yakaladığıma dair ve benim yaşam öyküme ait mutluluk reçeteleri sunuyorum” diyor. Sanatında hayal kurmanın en önemli yaratıcılık ve yaşama sevinci olduğunu vurguluyor Kutluay. Kendi yetiştiği coğrafyanın çıkmazlarını, zenginliklerini, hayalperestliği izleyicilerine bir çözüm yolu olarak öneren Kutluay’ın sergisinde, “Duende, Zen Kaçıkları, Benim Renkli Kabilem, Derinliklerde, Maskelere Veda, Benzinsiz” gibi oldukça özgürlükçü, hümanist, çevreci ve insanın zaten sahip olduğu değerleri keşfetmesiyle ortaya çıkabilecek bir aydınlanmayı işaret eden temalar göze çarpıyor.
KENTTE NE VAR?
Klavyenin başına geçip öyle dakikalarca durursunuz. Zorlandıkça zorlanırsınız. Ama bilirsiniz ki, eninde sonunda yazmak zorundasınız” derdi. Her hafta cumartesi gününden önce yazıyı hazırlardım. Cumartesi oldu hala ne yazacağım belli değildi. Yazıyı yetiştirme derdindeyken, masama bırakılan iki katalog kurtarıcım oldu.
Birisi Arda Sanat’tan gelen Devrim Erbil sergisi, diğeri ise Ankasanat’ın gönderdiği İsmail Acar sergisi kataloğu. Zaman dar, hemen katalogların sayfalarını karıştırmaya başladım, hepsi birbirinden güzel resimler. Devrim hocanın kataloğunda 1937 yılında Uşak’ta doğduğu ile başlayan yaşamından kesitler, açtığı sergiler ile aldığı ulusal ve uluslararası ödüllerin listesi de mevcut. Katalog bilgilerinden, Erbil’in Arda Sanat’ta üçüncü kişisel sergisini açtığını anlıyoruz. 26 Şubat’ta açılacak sergide Erbil’in yine kendine özgü İstanbul çalışmaları ağırlıkta. 60 yılı aşan sanat hayatını geride bırakmış Erbil gibi bir ismin sergi duyurusuna kısaca yer vermek büyük haksızlık olurdu. Çareyi, Devrim hoca ile 2012 Ağustos’unda yapılmış bir röportajdan alıntılar yapmakta buldum. Özellikle genç sanatçılara fayda ve katkı sağlayacağını düşündüğüm bölümleri seçtim. Buyurun keyfini çıkarın:
“(...) Ortaokulda sanatçı kimliğine sahip hocalarım beni keşfettiler ve yönlendirdiler. Liseye geldiğimde artık bir tutku halinde resim yapıyordum. Lisedeyken sergiler açmaya başladım (...) Tabii ben kendim de bilmiyordum akademiye girdiğim zaman orada profesör olacağımı, devlet sanatçısı olacağımı, hem yurt içinde hem yurt dışında ünlü olacağımı, resimlerimin para edeceğini, hayatımın çok daha farklı olacağını (...) Elbette sanat bir yaratıcılıktır. Temelinde özgünlük farklılık vardır. Fakat bu yaratıcılık zekâ ister, birikim ister, dünyayı tanımak ister, kendine özgü bir dünya görüşünün olmasını ister. Daha doğrusu sabır gerektirir, ısrar gerektirir, inat gerektirir. Bu yaratıcılık bütün bunların bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Yaratıcılık dediğiniz güç, yani eskilerin ilham perisi dedikleri kavram elbette sizi bir gün gelip yakalayabilir. Ama o geldiği zaman sizin de çalışma halinde olmanız gerekiyor (...) Ben sanat sadece elit bir zümre içinde kalsın istemiyorum, halkın içine de girmeli. Tekniklerle uğraşmam, hocalık yapmam da bu yüzden. Bu çaba sadece benim verdiğim bir çaba değil. Benden önceki kuşak da bu çabayı verdi. Hocam Bedri Rahmi de Cumhuriyet Gazetesi’nde yazıyordu, konferanslar veriyordu. Cemal Tollu, Yeni Sabah’ta yazardı. Nurullah Berk, müze müdürüydü, yazı yazardı. Ben de kendi adıma bir koltukta üç beş karpuzu taşıdım. Müze müdürlüğü, sanat yazarlığı, sanat etkinlikleri içinde bulunma, hocalık, sanatçılık, konferanslar(...) Anadolu’da yaşayan insanlar ister istemez geçmişten bu yana aktarılan uygarlığın etkisinde ve o nedenle de özel bir duyarlılığa ve yaratıcılığa sahip bireyler. Akademide yetenek sınavı yaptığımızda 30-40 kişi çıkardı ki başvuranlar içinde ne sanat eğitimi görmüş ne yeteneğini geliştirici bir kursa gitmiş ne de bir müze görmüş. Bu yetenek genlerden geçiyor. Anadolu sanatçının yetişmesi için çok büyük bir ortam ama o yetenek tek başına yeterli değil(...) Sanat Anadolu’ya yayılmaya başladı ama bu çocukları o kurumlarda yetiştirecek eğitmen sıkıntısı var.” (www.unisbul.com’da yer alan kariyer.net’teki Devrim Erbil röportajından derlenmiştir)
ACAR’IN DOĞU VE BATISI
Devrim Erbil sergisinden bir gün sonra Ankaralı sanatseverler İsmail Acar’ın 27 Şubat’ta Ankasanat’ta açılacak sergisini gezebilirler. Acar’ın bu sergisi de semazenler, kaftanlar, nar ve lale içerikli natürmortlar ile İstanbul ağırlıkta. Bu haftaki yazıyı da Ankasanat’ın Acar için hazırladığı katalogdan kesitlerle bitirelim:
“Acar resminde Batı ve Doğu arasında bir var olma çabasını yansıtır (...) Acar’ın resimlerine bakmak beraberinde sanat ve toplumlararası sorgulama süreçlerinin yüzyıllar boyu Doğu ve Batı olgusu açısından tanığı olmakla da eş değer bir anlam taşır. Yüzyıllardır Doğu formu Batı’ya nazaran hep içsel anlatımları sorgular bir serüvenin takipçisi olarak mekan ve zaman kurgusunu belleğinde sabitlerken bir anlamda zamansızlığa sonsuzluğa dair kavramlar, hafızayı kendine merkez edinir(...)Sanatçının sorgusu, Doğu ve Batı arasında olan günümüz dünyasındaki olgu çelişkilendirmesine bir cevap arayışıdır. Bu formlararası farklılığın ortak kesişme alanına atölyesini inşa eder. Kendi bahçesinde yetiştirdiklerini bizlerle paylaşır. Yaşamı ve üretimi için kendine seçtiği şehir, Doğu ve Batı’nın kesiştiği yer İstanbul’dur ve İstanbul’a dair tüm formlar onun ilgi alanındadır.”
KENTTE NE VAR?
Selim Cebeci-28 Mart’a kadar (Galeri Nev/GOP), Memduh Kuzay-26 Şubat’ta açılacak (Mart Sanat/GOP), Bünyamin Balamir-25 Şubat’ta açılacak (KAV Sanat/ Yıldız), Suna Özkalan-27 Şubat’ta açılacak (Medya Sanat/Çankaya), Özcan Kandemir-Yarın açılacak (Gözde Sanat/A.Ayrancı), Şaban Okan- Yarın açılacak (Bilkent Üni. Kütüphane Galerisi), Ayşe Mutlu-Yarın açılacak (Galeri N/ GOP), Peker Sanat Ödülleri Sergisi-Yarın açılacak (Peker Sanat/Yıldız), Kadın Ressamlar Derneği 45. yıl sergisi-26 Şubat’ta açılacak (Galeri Kara/Kızılay).
Sanırım bunda her iki kentte düzenlenen çalıştayların yanısıra, gençlerin İstanbul’a geçiş yapma için Ankara’nın önemli bir durak olduğunu düşünmeleri de rol oynuyor.
Eskişehir özelinde, geçmişte uzun yıllar Anadolu Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmış, kendisi de bir sanatçı olan Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in katkılarını unutmamak gerekir. Türkiye’de artık bilinen, yabancı koleksiyonerlerin de eserlerine ilgili gösterdiği, 1996-2012 yılları arasında Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak çalışmış Hakan Esmer’in, gençlerin kabuklarını kırarak Ankara’ya açılmalarını cesaretlendirmesini unutursak haksızlık etmiş oluruz. Elbette Türkiye’nin genç ressamlarına kendilerini göstermeleri için resim yarışmaları düzenleyen Peker Sanat, Mustafa Ayaz Müzesi, Platform A ve burada ismini sayamadığım daha bir çok gerçek ve tüzel kişileri de vurgulamak zorundayım. Tabii ki bu gençlerin eserlerini sergilemelerine imkan tanıyan galerileri de...
İşte bu hafta köşeyi Eskişehir çıkışlı çağdaş genç kuşağın iki ismine ayırdık: Raşit Altun ve Turgut Akarsu. İki sanatçının da eserleri 20 Mart’ta Galeri Soyut’ta sanatseverlerle buluşacak. Ayrıca Çıdam Melek ve Sırma Yıldız’ın heykellerini de bu sergide görebilirsiniz.
RAŞİT ALTUN
Gelin şimdi Altun’un “Araf” adını verdiği kişisel sergisiyle ilgili gözlemi özet haliyle Anadolu Üniversitesi’nden Erkan İznik’e bırakılım:
“Resimler, temel soruya yanıt arıyorlar; ‘Nereden geliyoruz?’ Renklerin mutluluğu, umutla gözlerimize dolmaya çalışırken insanlığın yüzbinlerce yıllık tarihini özetliyor. Görebilene…
Özellikle kadın sanatseverler tabloya uzaktan bakıp inceledikten sonra yanına giderek, acaba resmedilmiş tül perdeler gerçek mi, değil mi diye kaşla göz arasında tuvale zarar vermeden tırnakla test ederler. Tırnak testine rağmen emin olamayanlar, bir de sözlü olarak, “Bu tüller gerçek mi acaba?” diye sorarlar. “Hayır yağlıboya ile yapılmış” yanıtını alınca, bu kez “Fotoğraf çekebilir miyim?” diye izin isterler. “Çekebilirsiniz” yanıtını aldıktan sonra, tül perdeli, manzaralı, begonvilli, teneke kutular içindeki çiçeklerin dizili olduğu pencereleri, ev kapılarını yapan ressamla tanışmanın mutluluğunu yaşarlar, ondan tekniğini öğrenmeye çalışırlar.
Bu kadar girişten sonra sanırım Günseli Kapucu’dan bahsettiğimi anlamışsınızdır. İlginç bir yaşam öyküsüne sahip Kapucu. Babasının görevi nedeniyle çocuk yaşta gittiği ABD’de ortaya çıkmış resme olan merakı. Ağabeyi de aynı yeteneğe sahip olunca, bu ülkede gittikleri kolejde her yıl düzenlenen değişik etkinliklerin tanıtım resimlerini panolara yapmak Kapucu ile ağabeyinin görevi olmuş. Şöyle anlatıyor o günleri Günseli Kupucu:
“O yaşta kendi kendime defterime çizgi roman yapardım. Artık hayal gücüm neye yetiyorsa, onları resmederek konuştururdum. Bu yeteneğimi okulun müdürü keşfetti. Ağabeyim de fena resim yapmazdı. Okulumuz için yaptığımız resimler hem hocaların, hem de velilerin öylesine hoşuna giderdi ki, biz de bununla gurur duyardık.”
ABD sonrası Türkiye günleri başlıyor Kupucu’nun. Basketbola ilgi duyduğu için hem basketbol oynuyor, hem de basketbol oynayanları resmediyor. Modern figüratif tarzda çalışmalara yöneliyor. Kayık ve yelkenlilerle süslü deniz manzaraları da yapıyor birara. Ama onun tanınmasına asıl “tül perdeli pencere ve kapı” konulu resimler öncülük etmiş. Bir yağ markası olan “Vita”nın teneke kutularında açmış begonyalar tül perdelerini adeta gelin duvağına çevirmiş. Kapucu “Vita” kutusunun sanatı açısından önemini şöyle dile getirdi:
“Ankara’da o zaman en güzel Vita kutusundaki çiçekler Keçiören’deki tek katlı evlerin önünde olurdu. Hele de çiçekler açmış ise muhteşem görünürdü kutular. Vita kutularına baka baka kara kalem, pastel, suluboya resimler yaptım. Bu dönemde Vahap Demirbaş’ın bana çok yardımı dokundu. Sonra tül perdeli pencere ve kapılara geçtim. Vita kutularındaki çiçeklerle, begonvillerle süsledim pencere ve kapıları. Resimdeki sarı teneke kutusunun üzerine hiç çekinmeden ‘Vita’ diye yazdım. Kimi zamanda içinden tığ veya şiş geçen örgü yumağı koydum, pencerenin önüne. Tül perdeli resimlerim öyle ilgi görüp satılmaya başladı ki, ‘Tamam ben tarzımı buldum’ dedim.”
Kapucu’nun anlattıklarından, gerçeğinden ayırt edilmesi çok zor tül perdeli resimleri yapmanın oldukça vakit aldığını anlıyoruz. Alt dokusu ve ana kompozisyonu işlendikten sonra her resim kurumaya bırakılıyor. En son iş tülü yapmaya kalıyor. “Her resmin üzerinden 4-5 seans geçiyorum” diyor Kapucu. Bu yıl TÜYAP’dan önce Bulgaristan’da da açacağı sergi için şimdiden çalışmalarına başlayan Kapucu’nun resim yapımı uzun sürdüğünden, eserlerine sahip olabilmek için en doğrusu birlikte çalıştığı Galeri Valör’le (Yıldızevler) irtibata geçmek.
YÜCE’Yİ KAYBETTİK
Geçen cuma günü Serdar Kaya’ya gelen bir telefonla Türk resminin bir çınarının daha devrildiğini öğrendik. Kütahya’nın Göveçci köyünden çıkmış ve yaşamını bu köyde sürdürmüş Hüseyin Yüce’yi 87 yaşında kaybettik. Yüce, uzun süredir Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim Araştırma Hastanesi’nde nefes darlığı rahatsızlığı sebebiyle tedavi görüyordu. Yüce, herhangi bir akademik öğrenim görmeden, iç güdülerinin yönlendirici etkisiyle resim yapan ve bu nedenle safyürek (Naif) olarak adlandırılan ressamlar gurubunun, Türkiye’deki önemli temsilcileri arasında yer alıyordu. Mekanı cennet olsun.
Sanatsever işadamı Erhan Peker’in, genç yetenekleri bulup ortaya çıkarmak ve desteklemek için artık her yıl geleneksel hale getirdiği, Peker Grup adına düzenlediği “Sanat Ödülleri” yarışmasının jüri toplantısına katıldım.
Başkanlığını Hürriyet Gazetesi Yayın Danışmanı ve yazarı Doğan Hızlan’ın yaptığı jürinin diğer üyeleri, Prof. Ergin İnan, Yalçın Gökçebağ, Habip Aydoğdu, Peker Grup sahibi Erhan Peker ve sanat eleştirmeni İbrahim Karaoğlu’ndan oluşmuştu. Yani bu toplantıya katılmam, oylamaya dahil olduğum anlamına gelmiyordu.
Hem yurt içinde, hem de yurt dışında kendisini ispat etmiş isimlerden oluşan jürinin eleme yöntemi, karar verme aşamasındaki düşünceleri, kritik durumlarda demokratik olgunluk içerisinde tutum takınması, kendi içlerinde eleştiriye açık olup tahammül göstermelerini görmek benim için önemli bir tecrübe birikimi oldu.
34 ilden gelmiş 157 resmin, aşama aşama elenerek, içlerinden hangilerinin başarı, mansiyon ve özel ödüllere layık görüleceğini belirlenmesi saatlerce sürdü. İlk tur sonrası verilen arada Peker Sanat’ın özel olarak hazırlattığı birbirinden lezzetli ikramları da buraya not düşmem gerekir.
Jürinin verdiği kararlar sonrası kimlerin ödül aldığını, bugün Hürriyet ana gazetedeki sanat sayfasında okuyabilirsiniz. Ancak Erhan Peker’in kendi adına verdiği özel ödüllerinden birisinin Şırnak’tan katılmış bir genç ressama gitmesini çok önemsedim. Sanatın ve sanat sevgisinin bu ülkenin dört bir yanına yayılması, uzun süredir içinde bulunduğumuz umutsuzluk ve karamsarlığı bir nebze olsun aydınlatacak önemli unsurlardan birisidir diye düşünüyorum. Tabii ki, büyük usta Turan Erol’a “Onur Ödülü” verildiğini de duyurmalıyım.
Jüri toplantısı sonrasında Doğan beyi (Hızlan), Ankara’nın önde gelen galerilerinden bazılarını gezdirme fırsatı da bulduk. Vakit darlığından dolayı hepsini gezemedik ama, KAV’da Hanefi Yeter sergisi, Ankasanat’ta Cumhuriyet döneminin ustalarından açılmış karma sergi, Armoni Sanat’ta Orhan Taylan sergisi, Doğan beyin başkentten en azından sanatsal açıdan iyi düşüncelerle ayrılmasına katkı sağlamıştır diye umut ediyorum.
Bu arada sanırım Doğan beye en güzel jesti ressam Sami Gedik yaptı. Sami’nin jürinin toplanacağı güne yetiştirmek için üzerinde uzun süreden beri çalıştığı devasa Doğan Hızlan portresinin, üstadı ne kadar çok heyecanlandırdığını birlikte gördük. Ellerine sağlık Sami Gedik, resminizi güle güle asıp, izleyin Doğan bey.
YETER SERGİSİ
1930 ilkbaharında, devlet demiryollarının eczanelerinde çalışan babası Hüseyin Bedri Bey’in atandığı Karapınar İstasyonu’nda çocukluğunun en mutlu günlerini yaşayan Kayıhan Keskinok’un, Adana seyahati sırasında gördüğü büyük önder Atatürk’ü anlatmasını kendi ağzından dinlemek ayrı bir tattır.
Keskinok için önemli tatlardan birisi de, bu yaşına rağmen elinden düşürmediği, rengine tutkun olduğu kırmızı şarabı ve şarabını yudumlarken, “Kemalist ve materyalist” olduğunu vurgulamasıdır. Türk resminin bu önemli ismi kendisi için yaptığı tanımlamayla aslında siyasi kişiliğini net bir şekilde ortaya koymaktan zevk alır.
Cinsiyet ayrımına girmeden kadını ve erkeği en zarif haliyle resmeden Keskinok, figürleriyle özellikle kadınları kendisine hayran bıraksa da, kompozisyonlarında dünya görüşünü tuvale yansıtmaktan geri kalmaz. Büyük önem verdiği ve “Teşebbüs etseler de asla yıkamayacaklar” dediği Cumhuriyet için insanların mücadelesini, insanoğlunun özgürlük haykırışını işlemeye devam eder. Baş kaldırışı estetik olgularla buluşturup, izleyiciye sunar.
Yazıyı okuduğunuz bugün Keskinok’un sergisi, Semra Sancak yönetimindeki Galeri Fırça’da (Hilal Mahallesi) açılacak. Kayıhan hocanın “Diriliş” adını taşıyan sergisi 19 Şubat’a kadar sürecek. Bana göre yılmaz Cumhuriyet savunucuları, Atatürkçüler, emekçiler, Gezi gençliği, aklınıza sosyal dinamikler açısından kimler gelirse, onların kendilerini bulabileceği bir sergi “Diriliş”. Kayıhan hoca, “Diriliş’in neyin simgesi” olduğunu şöyle açıklamış sergi davetiyesinde:
“Dünyada eşi benzeri bulunmayan büyük gençlik hareketinin, sonu ölümlerle ve sakatlıklarla dolu acı anıları, Cumhuriyetimizin önüne çekilen barikatların yıkılışı ‘Diriliş Sergisi’nin simgesi oldular. Ülkemizin ıssız bir köşesindeki çobanın, ürettikleri ellerinde kalan köylümüzün, yerin yüzlerce metre altında aydınlığı üreten madencilerimizin, doğal kaynakları ve haklarını korumak için günlerce yol tepen emekçilerimizin daha özgür, daha eşit bir yaşam özlemlerini ve bilinçlenmesini simgelemektedir ‘Diriliş’. Diriliş ‘retrospektif’ bir sergi değildir. Bu sergiye içerik olarak dramatik kişilik taşımayan resimler konulmamıştır. Nazım Hikmet’in Kuvai Milliye Destanı ile ilgili resimlerle, Köroğlu Destanı’nı günümüze taşıyan resim Diriliş sergisinin baş yapıtlarıdır.”
ANKARA MERKEZLİ ONLINE MÜZAYEDE
Aklınıza gelen her sektörde online bağlanmadan iş yapmak artık neredeyse imkansız hale geldi. Örneğin, “e-devlet” her alanda yapmak istediklerinizin önemli bir kesimini masa başında gerçekleştirmenizi sağlıyor. Bizim gazete bürosunda özellikle kadın çalışanlarımız, başta giysi olmak üzere bir çok ihtiyaçlarını internet üzerinden temin ediyorlar. Eskilerin tabiriyle “Mezat” yani müzayede de artık internet üzerinden yapılabiliyor. Birçok ülkede sadece sanat eserleri değil, her türlü ürünü açık artırma usulü satışa sunan şirketler mevcut. Artık Ankara çıkışlı resim, antika ve diğer sanatsal ürünlerin açık artırma usulü satılacağı bir “online-müzayede” var. Turan Akyürek yönetimindeki “online-müzayede”ye katılmak için “www.cankayasanat.com” adresine girip üye olmanız yeterli olacak. Dün başlayan ve 1 Şubat’a kadar devam edecek müzayedede, Fikret Mualla, Nuri Abaç, Adnan Turani, Mustafa Ayaz, Ümmet Karaca ve daha birçok ünlü sanatçının eserleri satışa sunulacak. Akyürek, “Online müzayedenin periyodik olarak devam edeceğini ve her yeni müzayedenin üyeler elektronik posta yoluyla bildirileceğini” söyledi.
İLK SERGİ HEYECANI