Cem, bu yıl sanat yaşamının 50. yılını kutluyor. Bu vesileyle Bilkent’teki RC Art Gallery’de açılan ve 9 Aralık’a kadar sürecek olan Yakup Cem sergisini görmenizi tavsiye ediyorum. Özellikle oryantalist resime ilgi gösterenlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir sergi.
Resime olan ilgisi çocuk yaşlarda başlayan sanatçı, ilk eğitimini minyatür alanında ünlü bir hoca olan Hacı İslamiyan’ın yanında almış. Daha sonra, yeteneklerini hat ve tezhip gibi farklı alanlarda kullanıp birçok eser üretmiş.
Sanatçının çalışmalarında, Osmanlı ve Türk kültürünün büyük etkisi olduğu gözlemleniyor. Daha önce yaptığı İran ekolü minyatür ve tezhipleri, Türk ekolleriyle sentezleyerek kendine özgü yeni bir stil geliştiren Cem, Osmanlı padişahlarının tuğralarını, insan ve hayvan figürleriyle zenginleştirip, Rumi tarzda tezhiplerle bezemiş.
Yakup Cem’in natürmortlarında, Avrupa objeleri yerine Anadolu tarihinde, özellikle Osmanlı döneminde kullanılan malzemelerden kurduğu kompozisyonlar ağır basıyor. Savaş gereçlerinden yatağanlar, kılıçlar, alemler, kalkanlar, miğferler, zırhlar ile günlük eşyalardan kitaplar, divitler, kalemler, saatler, lambalar, çömlekler, taslar, kumaşlar ve elbiseler natürmortlarda öne çıkan objeler olarak görülüyor. Her detayın büyük bir özenle işlendiği bu eserlerde resmedilen Kur’an sayfaları, Hilye-i Şerifler ve fermanların üzerinde yazan yazılar okunaklı olup, orijinallerine de sadık kalınılmış. Sanatçının bazı tablolarında saf altının yanısıra, zümrüt, yakut ve inci gibi değerli taşlar kullandığı da görülüyor.
Sergiyi gezdiğimde sanatçının bazı eserlerinde ince ayrıntıları çıplak gözle görebilmenin mümkün olmadığını da gördüm. Bazı eserlerdeki ince ayrıntılara ancak mercek kullanarak vakıf olabiliyorsunuz. Sanatçının elinden çıkmış Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Yavuz Sultan Selim gibi Osmanlı padişahlarından bazılarının portreleri de etkileyici. Aynı zamanda serginin küratörlüğünü de yapan RC Art Gallery’nin kurucusu Rahmi Çöğendez, “Ankara’nın ses getiren sergilerinden birine ev sahipliği yapmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Sanatçının 35 eserinin yer aldığı serginin bir kısmı minyatür, bir kısmı oryantalist eser seçkisinden oluşuyor” diyor. Yakup Cem’in, 1999’da Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yıldönümü nedeniyle İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi tarafından şükran plaketi ile onurlandırıldığını da hatırlatmakta fayda var.
KENTTE NE VAR?
Rukiye Epli Dede(resim)-Duygu Şenocak (baskı)-8 Aralık’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldız), Mustafa Salim Aktuğ-21 Aralık’a kadar (Atlas Sanat/Çankaya), Uğur Mine Tamay-17 Aralık’a kadar (Valör Sanat/Yıldız), Ali Candaş-1 Aralık’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mah.), Nazlı Er-1 Aralık’a kadar (Ata Sanat/Ulus), Hayati Misman-1 Aralık’a kadar (Sevgi Sanat/Yıldız), Harun Antakyalı-7 Aralık’a kadar (Krişna Sanat/Çankaya), Eda Gecikmez-8 Aralık’a kadar (Galeri Nev/Kırlangıç Sokak), Salar Ahmadian ve Mehmet Bayraktar-16 Aralık’a kadar (CerModern/Sıhhiye), Semih Kaplan (resim/seramik)-Tamer Derican-6 Aralık’a kadar (Galeri Soyut/Yıldız), Zahit Büyükişleyen-10 Aralık’a kadar (Armoni Sanat/Yıldız), Serap Selçuk Atabaş-Nadire Özbek-6 Aralık’a kadar (BoHo Art/Kale), Feyza İlkyaz-16 Aralık’a kadar (Detay Sanat/Kocatepe), Muammer Durmuş-15 Aralık’a kadar (Emin Antik/Kale), Haluk Evitan-12 Aralık’a kadar (Medya Sanat/Çankaya).
Soyut çalışmalarıyla bilinen Misman’ın Sevgi Sanat Galerisi’nde (Yıldız) 1 Aralık’a kadar sürecek sergisi alışılagelmiş gravür baskılardan değil, tuval üzerine akrilik eserlerden oluşuyor.
Yaptığı eserleri izleyenlerin bakış açısına bir sınırlama getirmemek için isimlendirmediğini belirten Misman, buna gerekçe olarak “Ben resmin altına bir isim koyarsam onu yorumlamak isteyen sanatsever, mecburen benim koyduğum ismin etrafında dönmek durumunda veya o isimle ilişkilendirmek zorunda kalıyor. Oysa ben resimlerime bakanları serbest bırakıyorum. Kendi öz yaşamlarıyla nasıl bir ilişki kuruyorsa öyle bir ilişki kursun istiyorum” görüşünü dile getiriyor. Bir sanatçının olayları hangi teknikle yorumluyorsa o teknikle anılmasını doğru bulmadığını vurgulayan Misman, “Ben istediğim zaman gravür yaparım, bir başka gün yağlıboya çalışırım, bir diğer gün suluboya, ya da heykel yaparım. Bu sergide olduğu gibi akrilik çalışmalarımı sunuyorum şimdi. Demem o ki, sanat yaparken kullandığınız teknik o kadar önemli değil. Önemli olan sanat yapmak” diyor. Misman bir söyleşisinde, sanatını ve sanatçıyı nasıl tanımladığını da şöyle anlatıyor: “Ben objeleri olduğu gibi resmeden bir sanatçı değilim. Optik görüntüden hareketle kendime göre yorumlar getiriyorum ve bana ait bir yorumla onu başka bir biçime sokuyorum, soyutluyorum. Sanat bir şeyi olduğu gibi kopya etmek değildir. Bir şeyi yaratma, üretme sürecinde sanatçıyı etkileyen birçok koşul var. Bu etkilenme doğadan olabilir, toplumsal olaylardan olabilir, içinde yaşadığı koşullardan olabilir. İkliminden tutun da ekonomik koşullara kadar her şeyden etkilenebilir. Sanatçı, içinde yaşadığı toplumdan esinlendiği, onlardan algıladığı, içinde bulunduğu koşullara yorum getirdiği; kendi ideolojik bir yapısı varsa onun savaşını verdiği bir durumu kendine göre yorumlayıp tekrar topluma sunan kişidir.”
ANTAKYALI KRİŞNA’DA
Gündem asıl ilgi alanınız olan işlerde aniden yoğunlaşınca, hobi olarak yazmaya çalıştığınız resim yazılarında öncelik vermeyi düşündükleriniz bir anda aklınızdan çıkıyor. Emin olun, kimi gün öylesine bir yoğunluk yaşıyoruz ki, insan hangisine yetişeceğine şaşırıyor. Tam bir konuya odaklanmışken, bir bakıyorsunuz, sizlerin televizyon ekranlarında kırmızı şerit üzerinde yazılı olarak gördüğünüz “son dakika”lar birbirini ardına geliyor. Bu “son dakika”ların büyük çoğunluğu da, gazetelerin baskıya girmesine kısa süre kala gelir zaten. Bu durumda iyice allak bullak olursunuz. Biliyorum Devrim Erbil ismi tüm bu gerekçeleri hak etmiyor ama oldu bir kere. Oysa Erbil’in “İstanbul’dan sevgiler” adını verdiği sergisinin Grup Sanat’taki açılışına gitmiş, hocanın adıma imzaladığı sergi kataloğuna sahip olmanın mutluluğunu yaşamıştım. “Vakit geçti, artık bir başka Devrim Erbil sergisini yazarız” diye düşünsem de, Erbil hoca bir daha kimbilir ne zaman Ankara’ya gelecek? Ancak serginin bitiş tarihi 22 Kasım olunca bayağı rahatladım. Yani demem o ki, Devrim Erbil sergisini 22 Kasım’a kadar Grup Sanat Galerisi’nde (Hollanda Caddesi) hâlâ gezebilirsiniz.
MAVİ İSTANBUL’UN RENGİDİR
Sergiyle ilgili yazıya gelince de, imdadıma Erbil’in kültür ve sanat portalı “dünyabizim.com”da Ezgi Aşık ile yaptığı söyleşi yetişti. Tamamını okumanızı tavsiye edeceğim bu röportajda, Ankara’daki serginin adına uygun olarak, Erbil’in İstanbul sevgisini anlatan bölümü sizlerle paylaşmayı uygun buldum:
“(...)Mavi, huzurun, iç zenginliğinin ve derinliğinin rengidir. Zenginliği ve derinliği olan insanlarda maviye bir kayış vardır. İstanbul’da mavi, bambaşka bir mavidir. Çünkü İstanbul’da mavi turkuvazdır, mavi camidir, mavi çinidir, mavi her mevsimde zenginleşen denizin rengidir. Mavi, İstanbul’a yakıştığı kadar başka hiçbir kente yakışmaz. Mavi, İstanbul’un rengidir. Siz hem iç zenginliğine sahip olacaksınız hem bu mavilerle iç içe olacaksınız hem de maviyi sevmeyeceksiniz. Mümkün değil.(...)İstanbul’un hepimiz için bir önemi var. Çünkü İstanbul’da Türkiye’nin birçok yerinde olmayan bir şey var; tarih var, üç imparatorluğa başkentlik etmiş on bin yıllık kent var, kültürel birikim var. İstanbul her şey demek, İstanbul’un her köşesi benim farklı bir şiirsel yanımı kucaklar. Ben nasıl kuşları alıp kanatlarını suya değdiriyorsam, gökyüzünde bulutlarla kucaklaştırıyor ve insanların hayal güçlerini alıp götürüyorsam...İnsanlara resimlerimle 10 saniye mutluluk nefesi verebiliyorsam, bir sanatçı için bundan daha güzel bir şey olamaz.(...) Hayat çok düz ve detayları olmayan bir yer değil. Benim resimlerim yaşam gibidir. Hem kendileri yaşasın hem de yaşayanlar yaşamın getirdiği zorlukları o detaylar içinde ya kaybetsin ya da kendisini bulsun. O detaylar öyle detaylardır ki siz ona baktıkça ya içinde kaybolacaksınız ya da detaylardan bütünü görmeye başlayacaksınız.”
Sanatın özellikle kadının ellerinde yükselmesi iyi bir şey. Hayatın her alanında kadını ön planda tutsak, sanırım ülke olarak karşılaştığımız sorunların önemli bir kesimini yaşamazdık.
Marmarisli soyut kadın-çocuk silueti ve figüratif çalışmalara ağırlık veren bir isim. Ahşap çalışmayı seviyor. Metal, taş, polyester, kil ve seramik çalışmaları da yapıyor elbette. Önemli bir hatırlatma: 2011 Ağustos’unda Datça’daki mezarı kimliği belirsiz kişi veya kişilerce parçalanan usta şair Can Yücel’in anıt mezarının yeniden yapımında Marmarisli’nin de katkısı var. Ünlü heykeltıraşımız Mehmet Aksoy, Can Yücel’in parçalanan mezar taşını yeniden yaparken asistanlığını ressam Ebru Demirkıran ile birlikte İjlal Marmarisli yapmış.
Marmarisli, eserlerinde kadına daha fazla yer ayırarak, hem bu topraklarda kadının yaşama kattığı berekete, koruyuculuğa, yaşamı devam ettiren doğurganlığına ve birleştirileceğine vurgu yapmayı; hem de onların kadın oldukları için yaşadıkları sorunları ön plana çıkarıyor. Marmarisli, günümüz kadınının ayrıca “mesleğindeki yeri, idealleri ve anne olmanın sorumluluğu” üçgeninde sıkıştığını, ama kadınlığıyla bunu aşabilecek güçte olduğuna inanıyor.
Genç nesillerin çini çalışmasını ve öğrenmesini de önemseyen Marmarisli, şu sıralar özel bir ortaöğrenim okulunda güzel sanatlar dersi veriyor. Öğrencilere pano, duvar tabakları, sehpa, vazo gibi ev eşyalarının yanı sıra takı üretimi, heykel ve resim sevgisi aşılamayı hedefleyen Marmarisli, “Hiç kimse ‘ben çizgi bile çizemem nasıl sanatla uğraşayım’ demesin. Adım adım yol aldıkça her şeyi başarabiliriz” diyor.
Merak edip sordum. Bir ressamın en önemli sermayelerinden biri çalıştığı elidir. İyce Tuncel, sağ elini hem de en hassas noktasından bileğinden kırınca, başlamış düşünmeye “ben ne yapacağım” diye. Hastanede deneyince bakmış ki, sağlam olan sol eliyle de desenler çizebiliyor. Derken başlamış yavaş yavaş sol eliyle çalışmaya.
Peki, ressamlığa başladığından bu yana sağ eliyle çalışan bir sanatçı nasıl başardı bunu? Kendisine bunu sorduğumda, “Dur, ben seni telefonda lafa boğmayayım. En iyisi yazayım” dedi. Bu arada sol eliyle yaptığı çalışmalarını 2 Kasım’da Kent Sanat Galerisi’nde sergileyeceğini hatırlattı. Sol elle üretilince serginin ismi de, “Sol aklım” olmuş. Buyurun okuyun, sağ eliyle üreten bir ressam, sol elini kullanmaya nasıl başlamış, beyniyle ona nasıl hükmetmiş:
“Sağ el bilekte yedi kırık... Üç saat süren ameliyatla takılan platin tabaka, çiviler ve kanca... Bir ay sonra platine bağlı çivilerden birinin sebebi belirsiz bir şekilde kırılması ve sonrasında ikinci ameliyat. Her şey sil baştan. Ama bu defa kalçadan kemik takviyesi vesaire vesaire...
Bu iki satır son üç aylık zorlu, sancılı, alçılı dönemimin kısa bir özeti. Bu süreçte herkes bana sürekli olarak ‘Funda belki de dinlenmen gerek bir süre resim yapmaman sana iyi gelecek, zaten çok çalıştın’ diyordu. Oysa bilmiyorlardı ki, ben resim yaparak yaşıyorum, üretmezsem, mutsuz, amaçsız, sıradan depresif bir varlığa dönüşürüm.
Edebiyattan plastik sanatlara, tiyatrodan sinemaya, söyleşilerden farklı atölye çalışmalarına kadar tüm programı bir yıl önceden belirlenir. Son derece profesyonel bir kadro tarafından yönetilir. CerModern, bu yıl da sezona önemli bir etkinlikle başladı: 5 Ekim’de açılan ve 10 Mart’a kadar sürecek olan Eren Eyüboğlu sergisi. Sanatçının yaşamı ve işlerinin anlatıldığı bu sergiyi görmezseniz çok şey kaçırmış olursunuz. Ankara dışındaki sanatsever dostlarınıza dahi tavsiye edebileceğiniz bir sergiden bahsediyorum.
Serginin tanıtımıyla ilgili herkesin sahip olabileceği çok güzel bir broşür hazırlanmış. Katlanarak kitap görünümüne bürünen bu broşürü açtığınız zaman, sanatçının kendi fırçasından çıkmış oto portresiyle karşılaşıyorsunuz. Çerçeveletip, evinize asabilirsiniz.
Eren Eyüboğlu’nu keşfetmek, daha yakından tanımak için bulunmaz bir fırsat olan serginin küratörlüğünü CerModern İcra Kurulu Üyesi Zihni Tümer üstlenmiş. Eserlerinde folklorik özellikleri plastik değerlerle bütünleştiren, doğaya ve yöreye bağlı kalıp çağdaş ve özgün bir biçime ulaştırmayı hedefleyen Eren Eyüboğlu’nun, 1930’ların Paris’inden 1980’lerin İstanbul’una uzanan değişimlerine şahit olunan sergide sanatçıya ait seramik, kara kalem, yağlı boya, sulu boya ve guaj boya eserlerinin yanı sıra eskizler ve özel fotoğraflar da yer alıyor. 1988 yılında kaybettiğimiz bu önemli sanatçımızın sergisiyle ilgili hazırlanmış broşürde, kendi ağzından Türkiye ve sanatıyla ilgili söylediklerini sizler için özetlemeyi uygun buldum:
“Türkiye’yi hiçbir zaman ikinci yurdum olarak görmedim. 1936 yılından beri (Bedri Rahmi Eyüboğlu ile evlenip Türk vatandaşı olduğu tarih) anayurdum oldu. Daha önce bilmediğim tanımadığım nice değerler, bana çizip boyama, yaratma coşkusu veren değerler buldum yeni ülkemde. Romanya’yı (doğduğu ülke) ailemi, herşeyi bırakıp Türkiye’ye geldim. Bedri ile çok güzel günlerimiz oldu. Çok zor günler de yaşadım. Hiç pişmanlık duymadım. En iyi dostlarım burada, en güçlü resimlerimi burada yaptım. Anadolu’yu ve insanlarını çok sevdim. İnsan yeni bir yere gidince yeni şeyler buluyor. Kutuyu eline alıp resim yapmaya çıkan ressam neyin resmini yapacağını önceden bilmez. Bu bakımdan herşey bir ressam için enteresan olabilir. Bir an gelir, her konu bir hareket noktası olur, bir önem kazanır. Bunda ressamın ruh halinin de büyük tesiri vardır. Mesela Bursa’ya gitmiştim, kaç sene hiç peyzaja çıkmamıştım. Bursa’da bu serbestliği buldum. Tabiata susamış gibiydim. Günde 12-14 saat çalıştım. Gün yetmiyordu. Denizli’ye gittim. Pazarlarını, yörükleri gezdim. Ben de bu çağın sanatçısıyım elbet. Yeniliklerden etkilendim. Ama sonunda, her şey kaynağına dönüyor. Ben de kendi resmime döndüm. Kendi yoluma. Bu yolun önü tıkanık mı, açık mı; ilerledim mi, geriledim mi, yoksa yerinde mi saydım? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey var: Çalışmak. Yarım yüzyıldır sürdürdüğüm çabamı, ölüm elimden fırçayı alana değin sürdürmek. Bugün yaptığımdan kuşku duyarak, yarına güvenerek. Bugün başarısız bir resimle, yarın daha iyicesiyle. Yaşadım yaşayacağım kadar, çokça da resim yaptım.”
KENTTE NE VAR?
Yeni sezonda eylül ortasından itibaren sergilerin başladığının farkındayım. Ama yaz tatili öncesi bu köşede yazılara sonbaharın ortalarına doğru başlayacağımızı belirtmiştim. Gazeteciler açısından oldukça yoğun bir yaz mevsimini geride bıraktık. Aslında Türkiye çok uzun zamandır yaz aylarında hem iç politikada, hem de dış politikada baş döndürücü trafiğe ve gelişmelere sahne oluyor. Bu yaz, sanat dünyasında acıyı da yaşadık. Önce 8 Haziran’da Demirören Holding Kurucusu, Yönetim Kurulu Başkanı, sadece Türkiye’nin değil dünyanın önde gelen koleksiyonerlerinden sanat ve sanatçı dostu Erdoğan Demirören’i kaybettik. 45 gün sonra 23 Temmuz’da Ankaralı işinsanı, Erdoğan Bey’in dünürü, Hürriyet Yönetim Kurulu üyesi Tayfun Demirören’in eşi Reyhan Demirören’in babası, dostumuz, sanatsever ve koleksiyoner, birlikte seyahatlere çıktığımız, galerileri dolaştığımız, geleneksel haftalık öğle yemeklerinde buluştuğumuz, sevgili Ayhan Bozkurt’un aramızdan ayrılmasıyla kısa süre içinde ikinci kez sarsıldık. Her ikisinin de mekânı cennet olsun.
Acıyı yaşasanız da hayat devam ediyor. Çalışma tempomuzda pek fazla bir değişiklik olmadı yaz aylarında. Fazla yoğunluğun olmadığı günleri ise biraz olsun dinlenebilmek için değerlendirmeye çalıştık. Yaklaşık 10 gün önce deniz aşığı, sanatsever dostum Kaan Akdoğan’ın daveti üzerine Göcek’in dantel gibi işlenmiş doğa harikası koylarını gezdim. Elbette Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun 1974’te bir mavi yolculuk sırasında kaya üzerine yaptığı balık resmini görmek için ustanın kendi adıyla bilinen Taşyaka’ya yani “Bedri Rahmi koyu”na da uğramadan etmedik.
İşte mavi, yeşil ve turkuvazın birbirine karışıp harmanlandığı Göcek koylarında depoladığımız enerji ile yeni sezonu başlatıyoruz. Geçen yıllarda olduğu gibi Hürriyet Ankara’da pazartesi günleri başkentin resim dünyasında olan bitenleri sizlere duyurmaya, ressamları tanıtmaya, sergilerden haber vermeye çalışacağız. Bir aksilik olmadığı takdirde köşeyi düzenli olarak sürdürmeyi planlıyorum. Kimi zaman resimle ilgili değerli ressamlarımızın, sanat eleştirmenlerimizin düşünce ve duygularını da bu köşede bulabileceksiniz. Duyurularımız elbette sadece sergilerle ilgili olmayacak. Ankara’da yapılacak müzayedelerle ilgili bilgilere de bu köşede elimizden geldiğince yer vermeye çalışacağız. Kısacası geçmiş yıllarda olduğu gibi sanat dünyası, Hürriyet Ankara ayrıcalığını yaşamaya devam edecek. Geçen hafta başkentin resim dünyasında ne var, ne yok diye şöyle kısa bir tur yaptım. Görebildiğim kadarıyla galerilerin büyük çoğunluğunda karma sergiler var. Ekonomide yaşanan bazı sıkıntıların sanat dünyasını da etkilediğini söyleyebilirim. Dileğimiz ülke olarak bu sıkıntıyı biran önce aşıp, geride bırakmak. Yeni sezona bu hafta böyle genel bir giriş yaptık. Ankara’nın önemli sanat merkezlerinden birisi olan Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin bu yıl açılışının 20. yılı olduğunu, bu kapsamda bir takım etkinlikler yapılacağını da belirtmek isterim. Önümüzdeki haftadan itibaren daha ayrıntılı yazılarda buluşmak dileğiyle.
KENTTE NE VAR?
Işıl-Tanju Özışık-20 Ekim’e kadar (Nurol Sanat/Güvenevler), Aydın Ayan-10 Kasım’a kadar (Çağdaş Sanatlar Merkezi/Çankaya), Mustafa Salim Aktuğ-17 Ekim’de açılacak (Atlas Sanat/Cinnah Caddesi), Sema Ilgaz Temel-18 Ekim’de açılacak (Bilkent Üniversitesi Sanat Galerisi), Hasip Pektaş-13 Kasım’a kadar (Detay Sanat/Kocatepe), Ahmet Şinasi İşler-Alaybey Karaoğlu-20 Ekim’de açılacak (Emin Antik/Kale), Filiz Onat-Suna Özkalan-20 Ekim’de açılacak (Galeri M/Kızılay), Dilşad Atasoy-Günsu Saraçoğlu-25 Ekim’e kadar (Kent Sanat/Yıldız), Sibel-Cemalettin Sevim-19 Ekim’de açılacak (Medya Sanat/Çankaya), Ece Gauer-21 Ekim’e kadar (Sepa Sanat/Yıldızevler), Nurdan Bozkurt-30 Ekim’e kadar (Zülfü Livaneli Kültür Merkezi/Yıldız), Ali Fuat Sürer-20 Ekim’de açılacak (Ata Sanat/Ulus), Canip Taşkıran-17 Ekim’de açılacak (Mustafa Ayaz Müzesi/Balgat), Salim Başyiğit-20 Ekim’de açılacak (Platform A/Taurus AVM), Yeni nesil müzayede-21 Ekim (Bilkent Center).
Gökçebağ’ı atölyesinde sık sık ziyaret ederim. Bu yıl hem Gökçebağ’ın, hem de benim gündemimin yoğun olması nedeniyle geçmiş yıllara göre daha az görüştük. Aslında Yalçın hoca, son haftasına girdiğimiz Mayıs ayında atölyesinin bulunduğu Armoni Sanat’ta sergi açmayı planlıyordu. Ancak kısmet değilmiş. Hoca şimdi sergi için bu yıl sonunu düşünüyor.
Gökçebağ’ı ziyaret ettiğimde yaşamın hemen her alanından sohbet ederiz. Bu sohbetler içinde resim ayrı bir yer tutar. Yalçın hoca özellikle kendisini ziyarete gelen genç kuşak ressamlarla yaptığı sohbetleri anlatır. Onlara neler tavsiye ettiğini, özellikle işin başında neye dikkat etmeleri gerektiğini ayrıntısına kadar söyler. Bu sohbetlerden duyduklarımı ben de kaleme alıp, özetlemek istediğimi söyleyince Yalçın hoca, “Genç arkadaşlarımızın yararlanması için çok iyi olur” dedi.
FİYATLANDIRMA
Dinlediklerimi derleyip toparladığımda, Gökçebağ’ın gençlere tavsiyesinde fiyat konusu öne çıkıyor diyebilirim. Elbette üretilen ve tuvale yansıyan emeğin karşılığı olacak. Ancak hoca özellikle gençlerin, daha işin başında sanatseverleri ürkütecek boyutta fiyatlandırma yapmalarını doğru bulmuyor. Gençlerin eserlerine uygun fiyatlar koydukları takdirde, satışların artmasının kendilerini daha çok teşvik edeceğini, arz-talep dengesi içinde eserin fiyatının belirli bir süre sonra sanatçının istediği boyuta ulaşabileceğini düşünüyor Gökçebağ. “Zaten önce yapılması gereken, paradan daha çok sanatın duygusunu öne çıkarmak olmalı. Bu işin en önemli kuralı çalışmak, çalışmak ve bir daha çalışmak. Üreten kazanır” diyor.
TEKNİK VE ÜSLUP
Gökçebağ’ın üzerinde durduğu bir başka konu da, teknik açıdan üslup. Yalçın hocaya göre üslup, sanatçının kendine özgü fırça darbelerini tuvale yansıtmak. Yani sanatseverin o eseri gördüğünde, hangi ressamın olduğunu anlayabilmesi. Bunun daha kolay anlaşılabilmesi için, “Nasıl ki, çay tarlaları, tepeden bakış hasat resimleri Yalçın Gökçebağ’la özdeşleşmiş ise” diyerek, kendinden örnek veriyor. Bunun için oldukça bir zamana gereksinim olduğunu inkar etmiyor. Ancak sanatçının, sanat dünyasında bir yer edinebilmesi için kendi üslubunu yaratması gerektiğini vurguluyor. Bu nedenle gençlere üslupta hazıra konma anlayışından kurtulmalarını tavsiye ediyor. Hoca, resimde ışık unsurunun da son derece önemli olduğunu belirtip, bunun da gözardı edilmemesi gerektiğini vurgularken, “Elbette bu da çok çalışılarak zaman içinde edinilecek bir yetenek” diyor.
DESENİN ÖNEMİ