Dumlupınar Üniversitesi Geleneksel Türk El Sanatları ve Çini İşletmeciliği ile Dokuz Eylül Üniversitesi Heykel Bölümü mezunu olan sanatçı, yüksel lisansını Gazi Üniversitesi Bileşik Sanatlar Bölümü’nde yapmış. Marmarisli, geleneksel sanattan sonra neden heykel eğitimi almaya karar verdiğini, “İleride anne olduğumda, çocuklarıma tek bir bakış açısıyla yaklaşmak istemiyordum. Farklı değerleri, disiplinleri öğrenerek harmanlamak, bir arada görmek, eleştirmek, okumak, bana, aileme ve çevreme çok şey katacaktı. Bu nedenle heykel benim dönüm noktamdır diyebilirim. İyiki gözümü üç boyutlu görmeye alıştırırken, beynimi, benliğimi ve sanatımı da buna hazırlamışım” sözleriyle anlatıyor.
Marmarisli’nin eserlerinde “kadın, anne ve çocuk” konusu ön planda. Sanatçının, kadın ve çocuk figürleri yapmasındaki ana neden, milenyumla birlikte kadının mesleğindeki yeri, idealleri ve anne olmanın sorumluluğu içindeki sıkışmışlığı. Kadın olduğu için pek çok hemcinsinin yaşadığı sorunsalı öne çıkarmayı hedeflemesi de bir diğer etken. Marmarisli, çalışmalarıyla ilgili özetle şunları söylüyor:
“Kadın tarih boyunca bereketi, doğurganlığı, birleştiriciliği temsil ettiğinden dolayı, “Bereket, Toprak Ana, Kybele, Kadın, Anne” benim için vazgeçilmez ifade biçimleridir. Eserlerimi ‘formsal ifadelerle’ güçlendirirken, bunu ışık-gölge, doluluk-boşluk kovalıyor. Bazı yerlerde çizgiler son buluyor ve onu göz tamamlıyor. Tam bir oyun gibi aslında. Soyut heykellerimde de anne-çocuk teması ağır basar. Çünkü anne kavrayıcıdır ve koruyucudur. O nedenle mutlaka bir ana kütle ve içeri doğru aldığı, koruduğu yavrusu vardır. Soyut bazı çalışmalarımı bronza aktararak kalıcılığını sağlıyorum. Seramik, kil, metal, taş, polyester, ahşap çalışmalarımı da sürdürüyorum elbette.”
Şu sıralar ahşap çalışmalarına ağırlık veren sanatçı, eserlerini toplumla paylaşmak, özellikle çocukların sanatla buluşmasında katkı sağlamak amacıyla çeşitli sanat festivallerine katılmaya özen gösteriyor.
Aynı zamanda çalıştaylar düzenleyerek, anne-çocuk, baba-çocuk, aile günleri etkinlikleriyle günümüz koşuşturmacası içinde olan ailelerin buluşma günlerini gerçekleştiriyor. Çocuklara ve stresli geçen gün sonu da yetişkinlere huzur ve terapi niteliğinde çini, seramik ve heykel dersleri veren sanatçının, bir diğer önemli özelliği de Türkiye’de ilk kez patlamış uçak bombası (şarapnel) parçalarıyla dört eser üretmiş olması. Bu eserlerden biri Ereğli Demir-Çelik Fabrikası’nda “Erdemir-Çelik ve Yaşam” isimli Heykel Ödülleri daimi sergisinde bulunuyor. İjlal Marmarisli’nin eserleri Yıldız’daki Sepa Sanat’ta görülebilir.
İstanbul’un büyüsünden etkilenmiş bir sanatçı olan Taşkıran, kentin tarihi dokusunun, sokaklarının, yalılarının, çeşmelerinin, çarşılarının, Boğazın ve tarihi yarım adanın kendisine ilham verdiğini söylüyor. Anadolu folklorüne ve kültürüne olan hayranlığı da Taşkıran’ın eserlerine yansıyor. Resimde ışığa önem veren sanatçılardan olan Taşkıran, “Vurgulamak istediğim asıl konuyu, ışığın yardımıyla izleyiciye sunup, diğer alanları bunu destekleyici unsurlar olarak değerlendiriyorum. Ben resmi yaparken değil, onu kurgularken yoruluyorum. Resimlerimin bitmiş hali benim için hiç sürpriz olmuyor. Çünkü bitmiş halini sanki önceden görüyorum. Renklerle aramda bir aşk yaşarım, onlarla konuşur, sohbet ederim. Benim yaşam enerjim resim yapmaktır” diyor.
1961 yılında doğduğu Adıyaman’da, ailevi nedenlerden dolayı küçük yaşta verildiği yetiştirme yurdunda 18 yaşına kadar devlet korumasında kalan Taşkıran’ın sanat eğitiminde ressam Sadettin Çağlarca’nın rolü çok büyük. İstanbul’daki atölyesinde yaptığı resimlerle günlük yaşamını sürdüren Taşkıran, sergilerine hazırlanırken günü birlik yaşam kaygılarından uzaklaşıp sanatının özgün temalarını oluşturmaya özen gösterdiğini belirtiyor. Özellikle yöresel izlenimlere dayalı resimlerinde günlük çabalarının dışında, kendi yüreğinin, bilincinin, yeteneğinin ve eğilimlerinin öne çıktığını, böylelikle özgün resimlere imza attığını ifade ediyor. Taşkıran, geçmişte kendisiyle yapılmış bir röportajda yaşamını ve sanatını şöyle özetliyor:
“Yetimhanede geçen günler zor günlerdi tabii ki. Çocuksun ve kalabalık içerisinde yalnızlığı yaşıyorsun, beraberinde de var olma savaşı veriyorsun. Okul yıllarımda resim yapmak benim için bir hobiydi. Öylesine zaman geçirmek diyelim. Elimin ve ruhumun yatkın olduğunu hissetsem de bir gün ressam olacağım düşüncesine hiç kapılmadım. Sefalet çekmedim değil, çok çektim. Şimdi düşünüyorum da ‘iyi ki de çekmişim’ dediğim bile oluyor. Yokluğu yaşamadan, ne diğer yokluk çekenleri anlayabiliyor insan, ne de varlığın kıymetini. Hani sert rüzgarlar ağaçları daha da kökleştirir ya, işte öyle. Resimlerimde hep acı yok. Sevinçlerim, hayallerim de var. Ben rüyalarımda bile resim yapardım. Sanat bana göre para kazanma mesleği olmamalıdır yaşamın döngüsü ve profesyonellik bunu gerektiriyor. Eğer hiç resim satamasaydım yine de resim yapardım. Nasıl ki canlılar yemeden yaşayamazlar, sanatçılar da üretmeden asla yaşayamazlar. Sanatla yaşama karşı her türlü duygu ve düşüncelerimizi ifade edebiliriz, olumlu ve olumsuz yönleri eleştirebiliriz. Sanat bir dışa vurum eylemidir. Resime başladığım an ile bittiği anda, her fırça darbesinde benden kesitler mevcut. Ne zaman ki fırça önce havada kalır sonra yere bırakırım işte o resim tamamlanmış demektir. Sonrasında resim onu alana aittir zaten.”
KENTTE NE VAR?
MUSTAFA Ayaz-31 Mayıs’a kadar (M.Ayaz Müzesi/Balgat), Feyha Özsoy-19 Mayıs’a kadar (Kültür Bakanlığı Hasan Rıza Sergi Salonu/Çiğdem Mahallesi), Serap Bulat-Mustafa Bulat (heykel)-26 Mayıs’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldız), Sümeyye Yuşan (resim)-Mine Poyraz (seramik)-23 Mayıs’a kadar (Galeri Soyut/Yıldız), Canan Atalay-31 Mayıs’a kadar (Atlas Sanat/Cinnah Caddesi), Canan Atıcı-19 Mayıs’ta açılacak (Ata Sanat/Kale), Bağdat Demircioğlu-23 Mayıs’a kadar (Galeri N/GOP), Esin Seyrek-20 Mayıs’a kadar (Zülfü Livaneli Kültür Merkezi/Yıldız), Evrim Özeskici-22 Mayıs’a kadar (Nurol Sanat/Güvenevler), İhsan Çakıcı-26 Mayıs’a kadar (Detay Sanat/Mithatpaşa Caddesi), Henri Roousseau’ya saygı karma sergisi-13 Haziran’a kadar (Bilkent Üniversitesi Sanat Galerisi), Ustalardan karma-31 Mayıs’a kadar (Valör Sanat/Yıldız).
2010’dan bu yana Greyart adını verdiği atölyesinde üretimini sürdürüyor. Albayrak’ın flu insan hallerini şehir yaşamının değişik boyutlarında görebiliyorsunuz. Platform A’daki “Berrak Düşler, Saydam Gerçekler” isimli son sergisi de, İstanbul’un flu ve ıslak hallerini izleyiciye yansıtıyor. Eserlerdeki mekanların büyük bir çoğunluğu Beyoğlu civarından. Sanatçının boya resimleri ile birlikte eski duvar ve masa saatleri, ahşap çerçeveler, bağlama, eski tip tansiyon aletleri gibi birbirinden farklı üç boyutlu nesneler üzerinde çalışarak zaman kavramına gönderme yaptığı eserler de son derece dikkat çekici. Asetat fotoğraf ve led kullanılarak yapılan bu müdahaleler, eskiyen nesnelere sanat yoluyla yeniden ruh ve anlam kazandırmış.
İKİ FARKLI DİSİPLİN
Sanatçı çalışmalarını genel olarak günümüz kent insanının en önemli sorunlarından biri olan hız ve devinim üzerine kurguladığını belirtiyor. Gündelik yaşantı içerisinde önemli bir yere sahip olan caddeler ve sokaklardaki koşuşturmaca, görsel temalarının başında geliyor. Fotoğraftan faydalandığını, iki farklı disiplin olan fotoğraf ve resim sanatını birleştiren bir anlatım biçimini sunduğunu ifade eden Albayrak’ın eserlerinde, başta fütüristler olmak üzere kübistler ve post kübistlerle bağlantı kurduğunu söylemek mümkün. Sanatçının şehir peyzajlarında, lekeci tarzda soyutlamalar da görüyoruz.
HIZIN YALNIZLIĞI
Türkiye’nin en hareketli merkezlerinden biri olan İstiklal Caddesi’ndeki gündelik yaşamın rutin akışını irdeleyen, insan kalabalığının sel olup aktığı hareketliliği gece ışıklarıyla birlikte doruğa ulaştırmayı amaçlayan Albayrak, “Resimlerimde teknik ve estetik unsurların dışında hız ve devinimle birlikte sorgulayıcı bir yaklaşım içerisine giriyorum. Günümüz kalabalık toplumlarında teknolojik yeniliklerle birlikte her işini kısa sürede bitirip her istediği yere en kısa zamanda ulaşma çabasında olan bireyin yalnızlaşmasını, bireysel ilişkilerin azalmasını ve kimliksizleşme sorunlarını irdeliyorum. Kapitalizmin bireyi her yönüyle kuşattığı bu dönemde sokaktaki insan üzerinden bu durumu ele alarak kalabalığın doruk noktasında olduğu bu ortamdaki yalnızlığını görselleştiriyorum” diyor. Sanatçı çalışmalarında kullandığı tekniği de, “Kendimi teknik açıdan sınırlamıyorum. Elde etmek istediğim sonucu görebilmek için birbirinden çok farklı tekniklerde çalışıyorum. Tuval üzerine yağlı boya, fotoğraf kağıdı üzerine bana ait kazıma tekniği ve fiberglas üzerine röntgen filmi uygulayarak çalışmalarımı oluşturuyorum. Ayrıca genel temaya ve içeriğe paralellik gösteren mekan kurgulamaları yapmaktayım” sözleriyle açıklıyor.
KENTTE NE VAR?
Mustafa Ayaz-31 Mayıs’a kadar (Mustafa Ayaz Müzesi/Balgat), Evrim Özeskici-22 Mayıs’a kadar (Nurol Sanat/Güvenevler), Dajana Hacısüleymanoğlu-Bugün açılacak (Çağdaş Sanatlar Merkezi/Çankaya), İhsan Çakıcı-26 Mayıs’a kadar (Detay Sanat/Mithatpaşa Caddesi), Behruz Kuul-14 Mayıs’a kadar (Çağdaş Sanatlar Merkezi/Çankaya), Mine Ataç Üke-15 Mayıs’a kadar (Krişna Sanat/Kennedy Caddesi), Ecmel Sarıkaya-14 Mayıs’a kadar (Çağdaş Sanatlar Merkezi/Çankaya), Esin Seyrek- Yarın açılacak (Zülfü Livaneli Kültür Merkezi/Yıldız), İlkyaz karması-25 Mayıs’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mahallesi), Sokak karması-28 Mayıs’a kadoar (Stillife/Yıldız), Karaca Koleksiyonundan Seçkiler-Yarın açılacak (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Büyük Müzayede-13 Mayıs’ta (RC Art/Bilkent Center).
24 Haziran tarihinin açıklanmasıyla döviz kurunda önlenemeyen yükseliş bir ara durur hale geldi, hatta gerilemeye başladı. Ancak bu olumlu rüzgar kısa sürdü. Ardından geçen hafta Merkez Bankası’nın faiz oranını 75 baz puan artıran açıklaması geldi. Piyasalara bakıldığında, bu açıklama da doların ateşini düşürmeye yetmedi. Ekonomideki durgunluk özellikle başta inşaat sektörü olmak üzere, hemen her alanda artık net görülüyor. Kimle konuşsanız, herkes paranın dönmemesinden şikayetçi. Çünkü ekonominin en önemli çarkını oluşturan tabanda büyük bir durgunluk var. İnsanlar para harcamıyor, nakitte kalmayı tercih ediyor. Alacağı olan parasını alamıyor. Borçlu olan “yok ki ne vereyim” diyerek ödemesini yapmıyor.
Bu olumsuz hava elbette sanat dünyasını da etkiliyor. Bir parça müzayedelerde hareketlilik olduğu söylenebilir. Ancak duyduğuma göre burada da sıkıntı, yukarıda belirttiğim gibi satın alınan eserin bedelini ödemede karşımıza çıkıyor. Gerçek sıkıntının özellikle galerilerde yaşandığını söyleyebilirim. Geçmiş yıllarla karşılaştırdığımda galerilerin bu yıl daha çok karma sergi düzenlediğinden bahsedebiliriz. Ben bu durumu, galerilerin yeni sergi açmak yerine ellerinde bulunan resimleri çıkarma veya konsinyeyi boşaltma gayreti olarak yorumluyorum. Çünkü bir ressama sergi açmanın maliyeti var. Davetiye bastırmak, davetiye postalamak, açılış partisi düzenlemek vs. Söyleseniz inkar edeceklerdir ama, ben bu yıl bazı galerilerde açılan sergilerde, sergi karşılığı ressamdan alınan eser dışında satış olmadığını gördüm.
Ressam temelli pek fazla sergi açılmayınca, sanatçı tanıtmakta bu sezon oldukça zorlandım. Ankara’da etkinliklere baktığınızda, bilinen birkaç galeride ressam temelli sergi açıldığını görüyoruz. Tercihim her yıl Ankara’daki galerilere mümkün olduğunca bir kez yer vermek. Hadi diyelim ki, çok sıkışık bir durum oldu aynı galeriyi yılda en fazla iki kez yazmaktan yanayım. Aksi durumda bu köşede hep aynı yerleri yazıyor algısı oluşur. Karma sergilere karşı mesafeliyim. Geçmişte karma etkinlikleri “Kentte ne var?” bölümünde duyuruyordum. Fakat açık söyleyeyim, bazı ressamlardan gelen, “Benim ismimi, falancanın arkasına yazmışsın” gibi kaprisli tutumları hiç çekme niyetinde olmadığım için karma sergi duyurularına yer vermiyorum. Aynı tutumu amatör çalışmalar için de gösteriyorum. Ayrıca, meslektaşları hakkında hiçbir kanıt ortaya koyamadan, “O sahte resim satıyor” söylentisi çıkaran galeri sahipleri ile bu tür dedikoduları oradan oraya taşıyan alıcı veya ressamlara da bu köşe hiç bir zaman açık olmayacak. Sahte resimle elbette amansız şekilde mücadele edilecek ama “kötü niyetli, kanıtsız çamur atıcılara” itibar edilmeyecek.
Sadede gelirsek. Türkiye gibi ne yazık ki çok fazla kitap okumayan, müzik dinlemeyen, resim almayan ülkelerde ekonomik durgunluk önce kültür ve sanatı vurur. İnsanlar hemen bu alanda tasarrufa giderler. Umarım erken seçim sonrası bu hava ortadan kalkar. Ekonomide beklenilen canlanmadan kültür ve sanat dünyası da hak ettiği payı alır.
HOCA ALİ RIZA
Bir yılda aynı yerle ilgili en fazla iki kez yazı yazmaktan yanayım dedim ya, TOKİ de bunu hak ediyor. TOKİ Başkanı Ergün Turan gerçekten Türk resim sanatı için müthiş işler yapıyor. Hatırlayacaksınız kısa süre önce bu köşede TOKİ’nin, Kütahyalı merhum ressam Ahmet Yakupoğlu’nun hayatı ve eserlerini tanıtan iki ayrı ciltten oluşan muhteşem çalışmasını tanıtmıştım. Bu kez TOKİ’den Türk resminin ünlü ismi Hoca Ali Rıza için hazırladığı iki ciltlik eser geldi. Hoca Ali Rıza kitabı beni çok heyecanlandırdı. Çünkü ben de Hoca Ali Rıza gibi Üsküdar-Bulgurlu’danım. Hoca Ali Rıza’nın desenleri arasında doğup büyüdüğüm Hanım Seti Sokağı’nı görmek heyecanımı daha da artırdı. Hala ayakta kalmayı başaran Namazgah’ı, çocukluğumuzun geçtiği Çilehane’yi, Bulgurlu Demirci Çeşmesi’ni, Oduncu Fethi Amcanın ahşap evini, Hoca Ali Rıza’nın desenlerinde görünce şaşırmadan edemedim. İstanbul’un özellikle Anadolu yakasının uzun bir süre değişime direndiğini, geçmişten kalan güzellikleri, benim çocukluğuma kadar koruduğunu gördüm. Ne yazik ki Hoca Ali Rıza’nın desenlerine, sulu boya ve yağlı boya tablolarına işlediği bu güzellikler artık yerini benim “ucube” diye tanımladığım rezidanslara bırakmış vaziyette. TOKİ, Türk resminin ustalarını tanıttığı için teşekkürü hak ediyor. Özel olarak basılmış bu kitaplar kitapçılarda satılmıyor. TOKİ yetkilileri kitapların sanatla ilgilenen yazar ve kurumlar ile Türkiye genelinde mimarlık ve güzel sanatlar fakültelerine gönderildiğini, üniversitelerin ilgili kütüphanelerinde bulunabileceğini söylediler.
KENTTE NE VAR?
28 Nisan-6 Mayıs tarihleri arasında yerli ve yabancı onlarca sanatçının katılımıyla Bilkent Center’da yapılacak festivalde, resimden müziğe, dans gösterilerinden ünlü isimlerin söyleşisine kadar birçok etkinlik sanatseverlerle buluşacak. Festivalde 40’ı aşkın Türk sanatçının yanı sıra aralarında Rusya, Gürcistan, Azerbaycan, Ukrayna, Umman ve Kuveyt gibi ülkelerin önde gelen sanatçıları yer alacak. Festival sosyal sorumluluk projelerine de destek verecek. ‘Blue Brush’ adındaki konseptte Rotary ve SERÇEV (Serabral Palsili Çocuk Derneği) sanat festivalinde birlikte çalışacak. Sanatçılar rotary için canlı performans eşliğinde resim yapacak. Hazırlanan resimler müzayede yoluyla sanat meraklılarına satılıp, elde edilen gelir de SERÇEV’e aktarılacak.
Bu kadar giriş yaptıktan sonra, sözü artık festivalin başkanlığını ve küratörlüğünü yapacak olan Rahmi Çöğendez’e bırakma zamanı:
“Ankara Türkiye’nin vitrini. Kente yılda 300 bin diplomatik giriş çıkış oluyor. Sanat evrensel bir dil ve bu diplomatik kişiler, yabancı misyon temsilcileri Ankara’da sanata oldukça önem gösteriyor ve takip ediyor.
Festivalde bambaşka bir dünya yaratmak istiyoruz. Politikadan, siyasetten, günlük sıkıntılardan uzak, pozitif bir atmosfer. Gri Ankara’yı sanatla yeşillendirmeyi amaçlıyoruz. Ankara’nın dolayısıyla Türkiye’nin böyle sanat etkinliklerine ihtiyacı var. Türkiye’de sanatın hak ettiği değeri görmesi, sanatın ve sanatçının sevilmesi için büyük çaba sarf ediyoruz. Bu alanda yenilikler yapmak ve sanatı daha ön plana çıkarmak amacıyla Ankara’ya değer katacak bir festival düzenlemek istedik. Bilkent Center yönetimiyle iş birliği içinde festivalin birincisini geçen yıl yaptık. İnanılmaz keyifli ve sanat anlamında verimli bir festival olmuştu. Festivalimize Ankara’da yer alan sanat mekanlarını, sanatçıları, sanatseverleri davet ediyoruz. Geçen yıl yabancı sanatçı sayısı 5’ti, bu yıl 16’dan fazla olacak. Ziyaretçiler 70’e yakın sanatçıyla tanışacak ve sanatı hakkında bilgi sahibi olacak. 9 gün dolu dolu sürecek festivalde birçok sanat şovu da yapılacak. Festival kapsamında 2015 Ukrayna güzeli resim yapacak, Dans Et Akademisi’nin 50 öğrencisinin dünyaca ünlü ressam Van Gogh’u ve hayatını canlandıracağı dans şovu sunulacak. 3 sanatçı 8 gün boyunca canlı performans eşliğinde büyük heykeller yapacak. Müziğin bir an olsun durmayacağı festivalde her yer sanat kokacak. Festivalde ayrıca saygın akademik kariyeri olan isimler tarafından seminerler düzenlenecek. Katılımcılara ise sertifika verilecek.”
İKON YÜZLER
Elbette başkentteki festivalle birlikte galerilerdeki sergi etkinlikleri de sürüyor. Bu hafta sizi tarihi Ankara Kalesi’ndeki BoHo Sanat Galerisi’ne götürmek istedim. Geçen cumartesi günü açılan ve 3 Mayıs’a kadar sürecek sergide Sera Uzel’in eserlerini görebilirsiniz. Türkiye’nin birçok kentinde sergi açmış olan Uzel, sergideki eserlerini özetle şöyle tanımlıyor:
Siyah-Beyaz düzenlediği sergilerle fark yaratmaya özen gösterir. Mustafa Horasan’ın 6 Nisan’da açılan ve 8 Mayıs’a kadar sürecek olan “Serseri örümcek” isimli sergisi de farklı tarzı ortaya koyuyor. Bu sergiyle ilgili Melis Golar’ın sanatçıyla yaptığı söyleşiden öğreniyoruz ki, aslında Horasan bir ressam değil, grafikçi. Horasan, “Ben aslında grafik mezunuyum ve resim yapmayı ressamlardan öğrendim. Akademik bir eğitimim yok resim alanında. Resmi resimle öğrendim. Fotoğraf çekerek, özgün baskı yaparak öğrendim. Resme ilgim babamın bana aldığı müze kitaplarıyla başladı. Bu bir refleks olarak devam etti. Bakarak öğrendim, sürekli kitapları inceleyerek öğrendim” diyerek, gayet açık yüreklilikle bu gerçeği ortaya koyuyor.
SERGİ HEYECAN UYANDIRMALI
Horasan’ın oldukça uzun söyleşisinde sergisiyle ilgili özetleyebileceğim bir bölüm ise şöyle: “Sergi yapma fikri benim için çok heyecanlı bir fikir. Bunun bir tek yöntemi yok benim için, kimi zaman biriken dönemsel işlerimin bir araya gelmesinden de oluşabilir. ‘Serseri Örümcek’ de böyle bir sergi. Sadece bir isimle serginin ruhunu betimleyebilirim. Bazen de bir konuya kafayı takıp, o konuda araştırıp okuyabilirim. Yaşlanmak üzerine Londra’da yaptığım sergi ‘Vakti Gelince’ de böyle oluştu. Aslında her sergi benim için kendimi test ettiğim, kendimle boy ölçüştüğüm ve kendimi izleyici yerine koyduğum bir durak. Bir sanatçının sergisi bende merak uyandırmalı, gitmek istemeliyim (...) Kendimi heyecanlandıramıyorsam, kendi sergimi merak etmiyorsam onun bir esprisi kalmıyor. Sergi beni bir yerden bir yere taşımalı, bir geçiş süreci yaşatmalı, evrilmeli, başka fikirler doğurmalı. Bütün fikrim sergi yapmak üzerine değil, bütün fikrim öncelikle iş yapmak üzerine. Bu çok karışık bir süreç. Gerekçelerini çoğaltınca üretim gerekçelerini de çoğaltmış olursun. Tek bir gerekçe üzerinden iş üretmek benim yöntemim değil. Belirli bir konu üzerine çalışmak bir süre sonra tıkanmaya sebep olabilir. Ben kendi adıma gerekçelerimi çoğaltmaya çalışıyorum; okuduklarımı, kültürel birikimimi, tat aldığım şeyleri türetiyorum. Daha çok bilgilenmek, daha çok merak etmek ve yeni yeni söylemler oluşturmak istiyorum. Tabi bu ticari olarak riskli bir şey. Ama ben böyle bir riski çoktan göğüslemiş durumdayım. Bir resim üzerine o dönem çalışmak istemiyorsam, ki bu atölyede farklı sezonlardan yarım kalan bir sürü iş vardır; üstünü kapatıp yeni döneme geçebilirim. Benim için duygusu bittiyse bitmiştir. Kimi zaman geri de dönülebilir ama onun zamanını belirsizdir, bir gün gelir, beni bulur ve bir daha üret derse başka bir dille onu tekrar yapmak isteyebilirim.”
KÜLTÜR VE SANATÇIYA BAKIŞ
Horasan, “kültür” ve “sanatçı”ya bakışını da, “Kültür politikası diye bir şey olamaz, daha doğrusu kültürün politikası olamaz. Kültür bir politika, bir siyasal güç tarafından belirlenemez. En azından belirlenmemeli. Kültür kendi içinde oluşan, gelişen, tortulanan, sonra da kuşaktan kuşağa geçen, yaşayan, aurasıyla, enerjisiyle var olan bir mevhumdur. Sanatçı aciz insan değildir, her şeye rağmen üretecektir. Her dönemde de bu böyle olmuştur (...) Sanatçı kendini sistemin dışında tutabildiği, üretimine devam edebildiği sürece kendi, enerjisini devam ettirebilir. Ben ‘devlet bize yardım etsin’ düşüncesinde değilim. Ben devletten bir şey beklemiyorum, engel olmasın yeter diyorum, ki onu bile demiyorum artık. Çünkü biliyorum ki yurt dışına bir şey götüreceğim zaman önce gümrüğe götüreceğim işlerimi, büyük zorluklar çıkacak, vergiler, satmamak üzere götürdüğünü ibraz etmeler, bir takım şartlar vs.(...) Şevkimizi ve arzumuzu canlı tutmaya çalışıyoruz. Büyük bir zorluğumuz var ama her şeye rağmen var olmaya devam etmek zorundayız. Bu bir zorunluluk değil aşk, onu da ekleyeyim. Burada zorunluluktan bahsedemeyiz, bu bizim işimiz değil, bu bizim aşkımız. Yani içine doğduğumuz bir durum. Bu işi yapma isteği o kadar heyecanlı ve canlı ki, her şeye rağmen zaten devam edeceğiz” sözleriyle dile getiriyor.
KENTTE NE VAR?
Efgan Beyaz-19 Nisan’da açılacak (Sevgi Sanat/Çankaya), Harun Antakyalı-4 Mayıs’a kadar (Galeri Güven/Çayyolu), Lütfü Günay-19 Nisan’da açılacak (Armoni Sanat/Yıldız), Canan Atalay-18 Nisan’da açılacak (Atlas Sanat/Cinnah Caddesi), Ekin Saçlıoğlu-23 Nisan’a kadar (Galeri Nev/GOP), Erdoğan Seçil-30 Nisan’a kadar (Alev Sanat/Park Caddesi), Sera Uzel-21 Nisan’da açılacak (BoHo Art/Kale), Alaybey Karaoğlu-18 Nisan’da açılacak (Çağdaş Sanatlar Merkezi/Çankaya), Necati Ferahoğlu-Haydar Durmuş-Svetlana İnaç-25 Nisan’a kadar (Emin Antik/Kale), Resul Aytemur-20 Nisan’da açılacak (Geleri Soyut/Yıldız), Behruz Kuul-19 Nisan’da açılacak (Çağdaş Sanatlar Merkezi/Çankaya), Kayhan Aybatlı-25 Nisan’a kadar (Medya Sanat/Çankaya), Raşit Altun-26 Nisan’a kadar (Platform A/Taurus AVM), Zehra Sengir-30 Nisan’a kadar (Stillife/Yıldız), Ceyda Çoksezen-Nehir Balkan-İ.Toprak Güler-28 Nisan’a kadar (Ata Sanat/Kale), Mümtaz Demirkalp-21 Nisan’a kadar (Arte Sanat/Çayyolu).
Plastik sanatlara ilgili duyanların, eğitim görenlerin muhakkak bir şekilde edinip okuması, kütüphanelerinde bulunması gereken kitaplar bunlar.
İlki, merhum Ahmet Yakupoğlu hakkında. Yakupoğlu, sadece ressam değil aynı zamanda neyzen, minyatürist ve müzehhiptir. 1945’te İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra memleketi Kütayha’ya dönmüştür. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), Yakupoğlu’nun hayatı ve eserlerini her biri 510 sayfadan oluşan iki ayrı cilt halinde toplamış. Ciltlerden biri Yakupoğlu’nun Anadolu, diğeri ise İstanbul konulu eserlerine ayrılmış. Her iki ciltte Yakupoğlu’nun hayatında iz bırakan insanları, gelişmeleri ve hakkında çıkan yazıları görebiliyorsunuz. İki ayrı cilt halinde böylesine önemli eserin hazırlanmasına sağladıkları katkı nedeniyle TOKİ’yi kutlamak gerekir. Umarım TOKİ’nin hazırladığı bu eser özellikle Güzel Sanatlar Fakültelerinin kütüphanelerinde hak ettiği yeri bulmuştur. TOKİ Başkanı M.Ergün Turan’ın, sunuş yazısında belirttiği gibi Yakupoğlu, kendisi hakkında hazırlanan bu kapsamlı çalışmayı ne yazık ki, göremeden 2 Ekim 2016’da aramızdan ayrıldı.
Turan’ın sanatçımızla ilgili hazırlanmış iki ayrı cilt için kaleme aldığı sunuş yazısını özetleyerek, Yakupoğlu hakkındaki bölümü bitiriyorum: “Yakupoğlu, Cumhuriyet dönemi sanat ortamının en üretken ve sıradışı karakterlerinden biridir. Kendine has bir dünya kuran ve uzun yıllar resimlerine imza atmaktan bile çekinen Yakupoğlu, geleneklerine bağlı, çalışkan, titiz, samimi, mütevazı, memleket sevdalısı, şöhretten kaçınan, derviş-meşrep bir ressam ve gönül ehli bir musikişinastır. Hoca Ali Rıza ekolünün çağımızdaki temsilcisi olarak kabul görmüş olan Yakupoğlu’nun Kütahya’da başlayan sanat serüveni, İstanbul ve İskenderun’a, Ankara’dan İzmir’e kadar uzanır. Muhtelif vesilelerle gördüğü Bursa, Konya ve Amasya gibi birçok şehirden görüntüleri kayda geçiren Yakupoğlu’nun resimlerinin her biri, sanat değerlerinin yanı sıra birer belgedir. Büyük kısmı bizzat kendisi tarafından korunan ve geçtiğimiz yıllarda Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ne bağışladığı özel koleksiyonu başta olmak üzere, önemli koleksiyonlara girmiş 2000’i aşkın eseri arasından seçilerek oluşturulan bu kitapta, Yakupoğlu’nun İstanbul’a dair 400’e yakın eserine yer verilerek, önemli bir sanatsal birikim ve hafızayı görünür hale getirdiğimiz için mutluyum.”
HEYKELTIRAŞ BURHAN ALKAR
Yine cilt halindeki ikinci kitabımız Türkiye’nin dünyaca ünlü heykeltıraşı Burhan Alkar’la ilgili. Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde eserleri bulunan Alkar’ın bizzat hazırladığı kitabı, adıma imzalayarak takdim etmesinden çok büyük mutluluk duydum. Alkar’la anne tarafından hemşehri olmamız, mutluluğumu daha da artırdı. Rahmetli annem Bulgaristan’ın Veliko Tırnova kentinde doğup büyümüştü. Alkar da, Bulgaristan’ın Filibe kentinde hayata gözlerini açmış. Alkar’ın yaşamını okuduğumda, annemin anlattıklarıyla birçok benzerliklere rastladım. Her şeyden önce Balkan havasını solumuş bu insanların, doğup büyüdükleri yerleri unutamamaları, zorla göçün insanlık için nasıl bir dram olduğunu ortaya koyuyor. Burhan Alkar’ın babası Mehmet Bey de, Bulgaristan’dan gelip yerleştikleri Turgutlu’ya alışamamış. Annem de, hayatı boyunca Veliko Tırnova’nın güzellikleri bıkıp usanmadan anlatır, gençliğinde yaşadıklarına çok büyük özlem duyardı. Alkar’ın hayatını ve eserlerini tanıtan bu kitabı kitapçılarda bulmak mümkün değil. Arzu edenlerin, “burhanalkar@mynet.com” internet adresine başvuru yapmaları gerekiyor. Sözü fazla uzatmadan, Alkar’ın bu kitabı neden yayınladığına dair bizzat kendisinin kaleme aldığı önsöz yazısını özetlemekte fayda var sanırım:
Çalışmalarının içinde kullandığı ip ve halatla yakından tanıdığımız Ahmet Yeşil, Galeri Soyut’ta açılan sergisine “Sesler ve izler” adını vermiş. Yeşil’e, 18 Nisan’a kadar sürecek olan sergiye neden bu ismi verdiğini sorduğumda yanıtı “Sanatçı, sorduğu tüm soruların karşısında, kendi sanat dili ile yanıtını yaratır.
En doğru olan sesinizin bıraktığı izlerdir. Her sanatçı kendi gerçekleriyle, yaratıcı dünyasında, kendine ait yaratıcı süreçte izlerini bırakarak çoğalır. Malzemenin imkanlarıyla sürdürülen gerilim, sanatçının verimini doğrudan etkiler. Gerilim yerini uzlaşmaya bıraktıkça, sanatçının diliyle hayat arasındaki sürtüşme ortadan kalkar. Söz barışın işgaline uğrar. Söz tükenir, izler kalır” oldu.
Yeşil’le birlikte, Hasan Rastgeldi’nin fırçasından çıkmış eserler de galerinin duvarlarını süslüyor. Rastgeldi’nin 46. kişisel sergisi “Anadolu’dan” ismini taşıyor. Anadolu’da günlük yaşam ile doğanın sunduğu güzellikleri sanatçının kendi soyut anlayışıyla tuvale yansıttığını görebiliyorsunuz.
ALTUN’DAN “SIFIR”
Açılacak olan sergi genç sanatçı Raşit Altun’a ait. Platform A’da 11-26 Nisan arasında görülecek, sanatçının “Sıfır” diye adlandırdığı sergide son dönem eserleri sanatseverlerin karşısına çıkacak. Ağırlıklı figüratif çalışmalarıyla tanıdığımız usta ressamlarımızdan Yalçın Gökçebağ’ın, Altun’un soyut eserleri hakkında tanıtıcı bir yazı kaleme almasını ilginç buldum. Gökçebağ’ın, Altun’un çalışmalarıyla ilgili değerlendirmesi özetle şöyle:
“Raşit’in resimlerinde dikkatimi çeken 3 ana unsur var. Birincisi ışık, ikincisi şekil dediğimiz formlar, üçüncüsü de renk bütünlüğüdür. Raşit bu 3 ana unsuru resimlerinde muhakkak kullanarak büyük bir kompozisyon ortaya çıkartmaktadır. Bu kompozisyonlarda özellikle uyum, ahenk dediğimiz formların birbirleriyle olan ilişkilerini son derece ustalıkla kullanan genç bir sanatçımızdır. Ayrıca sürrealist bir akımın takipçisi olduğunu görmekteyiz. Raşit’in resimlerine baktığımızda şehir, insanlar ya da doğa adeta bir boza kıvamında bir su ya da bir nesnenin havaya uçuşmaları şeklinde anlık olayları da yakalamış ve bunu hissettiren formlar da kullanmıştır. Bu formlar gayet ustalıkla kullanıldığı için resmin bütünlüğünü bozmadan, ana temayı çok etkilemeden genel bütünlük kavramını resimlerinde görmemiz mümkün. Sanatta önemli iki husus vardır. Birincisi resmin bütünlüğü, ikincisi de değişiklik formasyonudur. İkisi de bir sanat eserinde muhakkak bulunması gereken önemli unsurlardır. Bütünlük içerisinde teknik yani renk bütünlüğü, şekil bütünlüğü ve de ritim bütünlüğü olması gerekir. Raşit bunu başaran genç bir sanatçı. Ben Raşit Altun’un resimlerinin özgün olduğuna inanıyorum. Böyle resim yapan var mı dünya da muhakkak vardır ama kendi imzasını yaratmış ve resimlerine baktığımızda bu Raşit Altun’un diyebiliyoruz. Bu da bir sanat eserinde bulunması gereken en önemli hususlardandır.”