Tufan Türenç

Aman Hoca sakın konuşma, yoksa ipimizi çekerler

17 Aralık 2007
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün atadığı YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan üniversite rektörleriyle tanışmak istiyor. Bunun için Ankara’da toplanan Rektörler Komitesi Toplantısı’na geliyor. Oturuyor, adını sanını söyledikten sonra özgeçmişini okuyor.

Ardından akademik kariyeri hakkında bilgi veriyor.

Sonra da kalkıp salondan çıkıyor.

Yani rektörlerle tanışmıyor, sadece onlara kendini tanıtıyor.

Garip ve anlamsız bir davranış.

Rektörlere değer mi vermiyor?

O zaman neden gelip o toplantıya giriyor?

Yoksa dekanlık, rektörlük yapmadan YÖK başkanlığı koltuğuna oturtulmanın ezikliğini mi yaşıyor?

* * *

Kapıda bekleyen gazeteciler doğal olarak YÖK Başkanı’nın başına üşüşüyorlar.

Soruları yanıtsız bırakarak makam aracına atlayıp oradan uzaklaşıyor.

Aynı gün saat 14.00’te Meclis Başkanı Köksal Toptan’ı ziyarete gidiyor.

Gazeteciler yine yolunu kesiyor ve soru soruyorlar.

Yanıtlamadan yürüyüp içeri giriyor.

Köksal Toptan’ın makamına girince gazeteciler çekim için içeri alınıyor.

Meclis Başkanı, YÖK Başkanı’na gazetecileri göstererek "Sayın Başkan, YÖK ile ilgili söyleyecekleriniz varsa..." diyor.

Özcan, "Hayır yok hocam. Mümkün olduğu kadar bu işten kaçıyorum. Hem Sayın Cumhurbaşkanı tavsiye etti, hem de sayın Başbakan. ’Aman hocam. Bir şey söylersin, ipimizi çekerler’ dedi" diyerek konuşmak istemediğini söylüyor.

O sırada çekimde olan Kanal D kamerasının tepe üstü mikrofonu açık olduğu için bu sözleri kaydediyor.

TV kanallarının akşam haberlerinde de bu konuşmayı bütün Türkiye duyuyor.

* * *

Partilerüstü olması gereken bir cumhurbaşkanı...

Seçilmeden önce "Ben AKP’nin değil, 70 milyonun cumhurbaşkanı olacağım" sözünü veren bir cumhurbaşkanı...

YÖK Başkanı’nın tarafsız olmadığını, tamamen iktidarın adamı olarak bu makama getirildiğini belgeleyen Başbakan’ın "Aman konuşma ipimizi çekerler" sözleri.

Bu tablo, üniversiteler için AKP’nin beslediği niyetlerin ne olduğunu gösteriyor.

* * *

YÖK Başkanı bir saat sonra bu kez Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamalarla Cumhurbaşkanı, Başbakan ve kendisi arasındaki kumpası da ele veriyor:

"Rektörleri kendi hallerine bırakırsak konu edilen yasaklar da kendi kendine ortadan kalkar. Başörtüsü sorununun çözümünde Anayasa Mahkemesi kararlarına gerek yok. Bunlar üniversitelerin dışında konmuş yasaklardır. Öyle bir kural olabilir ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz."

Böyle diyor rektörlere YÖK Başkanı.

Onlara Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay kararlarını dinlememeyi, hukuka boş vermeyi öğütlüyor.

Gördünüz mü demokrat AKP iktidarının üniversiteleri kimlerin eline teslim ettiğini.

Haberiniz olsun, yakında üniversitelerde kıyametler kopacak.
Yazının Devamını Oku

Fazıl Say’ın isyanı

15 Aralık 2007
ALMAN Süddeutsche Zeitung Gazetesi’nin haberini okuyunca hemen Fazıl Say’ı aradım.<br><br>Ünlü piyanistimizin konserleri için yurtdışında olduğunu öğrendim. Kısa bir süre sonra aradı.

Alman gazetesine verdiği "Türkiye’den ayrılmayı düşünüyorum" demecini sordum.

"Doğru, gerçekten de düşünüyorum" dedi.

Canım sıkıldı.

Ünlü piyanistin ülkesini ne kadar sevdiğini biliyordum.

Sırf "ay yıldızlı" pasaportla dolaşabilmek için sürekli vize işkencesine katlanıyordu.

Oysa dünyada birçok ülke kendisine pasaport vermek için sıraya girmişti.

"Hiçbirinin teklifini kabul etmedim. Ben Türk’üm, konserlerim için Türk pasaportuyla dünyayı dolaşmak istiyorum" demişti.

* * *

Beş kıtada her yıl 140 konser veriyor Fazıl Say.

İstanbul’daki evinde yılda topu topu 4 gece yatabiliyor.

Onun Floransa Müzik Festivali’nin final sanatçısı olarak ünlü "Piazza della Signoria" meydanında verdiği ve 20 bin kişinin izlediği konserini anımsadım.

O gece bir Türk olarak büyük gurur duymuş, Fazıl’a gösterilen olağanüstü ilgi beni çok duygulandırmıştı.

Konser bitiminde insanlar onu dakikalarca alkışlamışlardı.

Telefondaki sesinden üzüntüsünün ne kadar büyük olduğunu anladım.

Ülkesi için endişeliydi.

Gazeteye ve bana söyledikleri onun ruh halini yansıtıyordu:

"Bizim Türkiye rüyamız öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı, biz yüzde 30 onlar yüzde 70. Bizi dışlıyorlar. Çankaya’daki davete bir sürü ıvır zıvır adamları çağırdılar, beni çağırma gereği bile duymadılar. Bu iş böyle devam ederse kızımı da alıp bir başka ülkeye yerleşeceğim."

Sonra da sordu: "Doğru değil mi bu söylediklerim?"

* * *

Kaç yazı yazdım, "Türkiye’nin yetiştirdiği ama sayısı pek fazla olmayan dünya çapındaki sanatçılarımızla ilgilenmek gerekir" diye.

Tanıdığım bakanlara söyledim. Cumhurbaşkanının, başbakanın ilgilenmesi için uyarıda bulundum.

Aldırmadılar bile.

Bir iktidarın dünya görüşü ne olursa olsun, sanata, sanatçıya bu kadar duyarsız davranmaya hakkı yoktur.

Laik demokratik cumhuriyet ilkelerine, çağdaşlığa ters düşen gelişmeler insanların ruhlarında çöküntülere neden oluyor.

Sanatçılar ise bundan çok daha fazla etkileniyorlar.

Ülkedeki tersine gidiş Fazıl Say’ı bu noktaya getirdi.

Birçok sanatçımız da aynı ruh hali içinde.

Kimi yurtdışında kalışlarını uzatıyor, kimi oralara yerleşmek için hazırlıklar yapıyor.

Türkiye talihsiz bir dönemden geçiyor.

Toplumun günlük yaşam özgürlüğü ciddi şekilde tehlikede.

Laik, demokrat, çağdaş kafalı insanları içine alan cendere giderek daralıyor.

Hemen her alanda dünya çapında insan yetiştirmede verimli bir toplum değiliz.

Hiç değilse kendi çabalarıyla yetişen insanları kaybetmeyelim.

Ülkeyi yönetenler bilsinler ki, hepsi gelip geçecek ve hepsi unutulacak.

Ama Fazıl Say’lar dünya var oldukça yaşayacak.
Yazının Devamını Oku

Mühim olan türban gerisi faso fiso

14 Aralık 2007
ESKİ YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Çankaya’da Cumhurbaşkanı Gül’e Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ne yaptığı rektör atamasını soruyor: "Neden birinci sıradaki adayı değil de, ikinciyi atadınız?"

Cumhurbaşkanı Gül her zamanki gibi gülüyor ve şu yanıtı veriyor:

"Birinci sıradaki adayı yönetim deneyimi olmadığı için atamadım. İkinci sıradaki aday deneyimliydi, onu tercih ettim."

Cumhurbaşkanı’nın bu yaklaşımını çok olumlu buldum. Sevindim de.

Demek ki Gül, atamalarda deneyimi çok önemsiyor.

Rektör seçiminde en fazla oyu alan Prof. Dr. Gaye Usluer’in yerine deneyimli olan ama daha az oy alan Prof. Dr. Fazıl Tekin’i seçiyor.

Bu konuşmayı kafamın bir yerine not ettim.

"Bakalım Cumhurbaşkanı bundan sonraki atamalarda da bu yaklaşımını sürdürecek mi" diye düşündüm.

* * *

Sonra aklıma geldi, Cumhurbaşkanı’nın TRT’ye yaptığı atama bu yaklaşımla taban tabana zıttı.

Rektör atamasında deneyime büyük özen gösteren Cumhurbaşkanı, TRT’ye atama yaparken nedense bunu hiç dikkate almamıştı.

Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in üç kez kararnamesini geri çevirdiği Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı İbrahim Şahin’i TRT Genel Müdürlüğü’ne atayıvermişti.

İbrahim Şahin, AKP’ye yakın bir isim.

Başbakan Erdoğan, İbrahim Şahin için çok ısrarlı oldu.

Onun için Sezer’in atama kararnamesini üç kez geri çevirmesine rağmen adayını değiştirmedi, bu nedenle de TRT uzun bir süre vekille yönetildi.

Ama bundan daha önemlisi, İbrahim Şahin’in yayıncılıkla uzaktan yakından bir ilgisi yoktu.

TRT gibi dev bir yayın kuruluşunu yönetecek deneyimden ise tamamen yoksundu.

Birinci sıradaki rektör adayını deneyimsiz diye seçmeyen Gül, İbrahim Şahin’i AKP istiyor diye TRT’nin başına atamakta bir sakınca görmüyordu.

Bu olay, Gül’ün atamalarla ilgili ölçütlerinin ilkelere dayanmadığını, tamamen keyfi olduğunu gösteriyor.

* * *

Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde YÖK’e yaptığı atamada da deneyim ölçütünü bir kenara itti.

Kenara itti diyorum, çünkü yönetici olarak hiçbir deneyimi olmayan Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ı YÖK Başkanlığı’na getirdi.

Prof. Özcan 1989 yılında doçent olmuş, profesörlük unvanını ise ancak 14 yıl sonra 2003’te alabilmiş.

Bunun nedeninin "akademik yetersizlik" olduğu yolunda bilgiler var.

Ayrıca yeni YÖK Başkanı’nın bir süre ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nü yönetmenin dışında bir deneyimi de olmamış.

Ne dekanlık, ne rektör yardımcılığı, ne de rektörlük yapmış.

Ama Cumhurbaşkanı Gül’ün keşfiyle tepeden inme bir atamayla YÖK Başkanlığı’na getirilmiş.

Sanırım Prof. Özcan’ın Cumhurbaşkanı’nı en fazla etkileyen yanı, türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasından yana olması.

Çünkü AKP’liler için en önemli sorun, türbanın üniversiteye girmesi.

Gerisi ayrıntı.

Özerklikmiş, bilimsel özgürlükmüş, bilimsel nitelikmiş, araştırma olanaklarıymış, çağdaşlıkmış...

Bunların ne önemi var.

Mühim olan türban... Gerisi fasa fiso...
Yazının Devamını Oku

Fethullah Gülen dönmek için ne bekliyor

12 Aralık 2007
BENİM bildiğim kadarıyla Fethullah Gülen’in Türkiye’ye dönmesine engel bir durum yok.<br><br>Bunu iki yıl önce, o zamanki Adalet Bakanı Cemil Çiçek de söylemişti. "Ben araştırttım, hakkında açılmış bir dava veya soruşturma yok. Onun için istediği zaman Türkiye’ye dönebilir" demişti.

Gülen’in yakınındakilere de sormuştum neden dönmediğini.

Sağlık durumu nedeniyle orada kalması gerektiğini, çünkü tedavilerinin sürdüğünü söylediler.

Gazetecilik dürtüsüyle Amerika’ya gittiğimde sordum, soruşturdum.

Doktorlar önemli bir sorunu olmadığını söylediler.

"Bir damarında tıkanıklık vardı, o da balonla açıldı ve stend yerleştirildi" dediler.

Bir de eskiden beri devam eden şekeri var.

Yani anlayacağınız sağlık nedeni ile Amerika’da kalmak zorunda olduğu gerekçesi doğru değil.

* * *

Amerika’da kalış süresi uzayınca Gülen’in yakınları lafı değiştirdiler.

"Bugünkü siyasi ortam dönmesi için uygun değil" demeye başladılar.

Ancak bir süre sonra AKP iktidar oldu.

Böylece siyasi ortam uygun hale geldi.

Buna rağmen Fethullah Gülen Türkiye’ye dönmedi.

Demek ki "Hocaefendi"nin bir bildiği var.

Ya da bizim bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz bir korkusu var.

Bir sürü söylenti dolaşıyor ortalıkta:

"Birilerinin elinde Gülen’le ilgili bazı kasetler var. Eğer Gülen dönerse başını belaya sokacağı kesin olan bu kasetler derhal piyasaya sürülecek. Kıyamet kopacak."

Bunlar doğru mu?

Gülen’in başını belaya sokacak kadar vahim içerikli kasetler gerçekten var mı?

* * *

Son günlerde Fethullah Gülen’in dönmesine ortam hazırlayacak bazı hareketler olduğunu görüyorum.

Bazı internet siteleri "Halkı O’nu özledi" diye dramatik haberler yapıyorlar, görüntüler yayınlıyorlar.

Görüntülerde Gülen vaaz veriyor, sık sık da ağlıyor.

Haber bazı TV kanallarında da yer alıyor.

Sonra... İlk kez AKP milletvekilleri Meclis’te Fethullah Gülen’i göklere çıkaran konuşmalar yapıyorlar.

Bazı bakanlıkların kadrolarının "Fethullahçılarla dolduğunu" o bakanlıklarda çalışanlar açık açık söylüyorlar.

Bu konuda bir polis müdürünün bile şikáyet ettiğine tanık oldum.

Son olarak sürpriz bir şekilde Cumhurbaşkanı tarafından YÖK Başkanlığı’na atanan ODTÜ’lü Profesör Yusuf Ziya Özcan’ın da Fethullah Gülen’e yakın olduğu iddia ediliyor.

Özcan’ın kendi açıklamalarından üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasından yana olduğunu öğreniyoruz.

* * *

Gelişmeler çok ilginç... Daha da ilginçleri yolda.

İktidarının ilk döneminde temkinli gitmeye çalışan AKP iktidarı, radikal adımlar atmaya başladı.

Çok uzaklarda olmasına rağmen Fethullah Gülen’in iktidar partisi üzerindeki ağırlığı giderek artıyor.

AKP’nin Türkiye’nin üzerine geçirmeye çalıştığı "İslam şalı" tüm ülkeyi kapladı kaplayacak.
Yazının Devamını Oku

Akıl defterinden notlar

10 Aralık 2007
AKP hükümetleri döneminde borçlanma oranı yüzde 120 oldu. Ülkemizin iç ve dış toplam borcu 445 milyar dolara yükseldi. Aynı dönemde 173 milyar dolar borç ödedik. Aylık faiz ödememiz 3 milyar dolar oldu.

Borçlanarak borç ödüyoruz.

Dünya ekonomisi daralırsa başımız çok kötü ağrır. Bugün 100 milyarı aşan sıcak para ile durumu idare ediyoruz.

Sıcak para akışı durursa, borç bulmada zorlanırsak, Türkiye altından kalkamayacağı bir ekonomik krize girebilir.

İnsan bunu düşünmek bile istemiyor.

* * *

İhracat artıyor, 100 milyar doları geçti. Bu çok iyi ama ithalatın daha hızlı artarak 150 milyar doları bulması endişe verici.

Dış ticaret açığımız 60 milyar dolar, cari açık ise 33 milyar dolar.

Her iki açık da tehlikeli boyutlara geldi. Ama hükümetin aldırdığı yok.

2008 bütçesi ile ortaya çıkan tablo da iç açıcı değil.

Bütçenin yüzde 27’si faize ayrılmış. Facia. Demek ki daha çok borçlanacağız.

Yatırımlara sadece yüzde 6 pay ayrılmış. Tarıma ise hepsi hepsi yüzde 2.5’çuk.

Bozdur bozdur harca misali.

İsteyen istediği övgüyü düzsün, gerçek şu: Bu bir yatırım bütçesi değil, bir borç ödeme bütçesi.

* * *

İşsizlik felaket. Resmi rakamlara göre yüzde 9. İş bulmaktan umudunu kesenlerle birlikte bu oran yüzde 12.

İşsizlik gençlerde yüzde 20, üniversite mezunlarında ise yüzde 38’e dayanmış durumda.

2002-2007 arasında 1 milyon YTL ve üzerindeki mevduat hesaplarının değeri 4 kat arttı. 3 milyon mudi mevduatın yüzde 92’sine sahip. 70 milyon mudiye ise kala kala yüzde 8 kalmış.

2002’de 6.6 milyar YTL olan kredi kartları borçları, 2007’de 84 milyar YTL’ye yükseldi.

Nasıl olmasın, asgari ücretli 419 YTL, emekli memur (en düşük) 716 YTL, işçi 548 YTL, Bağkur’lu 428, çiftçi 334 YTL maaş alıyor.

Zenginin kazancı arttı, fakirin umudu AKP’nin yardım paketlerine kaldı.

Gelir dengesi bozukluğu gerçekten ürkütücü.

* * *

Hükümet, rejimi yozlaştırmak, toplumun üzerine İslam şalını geçirmek için epey hızlandı.

Cumhurbaşkanı gece yarısı yargının ipini çekiverdi.

"Cumhurun başkanı" olmak iddiasıyla o koltuğu ele geçiren Abdullah Gül, yurtdışından gece saat 3.00’te gelerek yangından mal kaçırır gibi hakimler savcılar yasasını değiştiren yasayı onayladı.

Ne inceletti, ne üzerinde beş dakika olsun düşündü. Bir noter gibi bastı mührü.

Elveda yargı bağımsızlığı.

Sırada üniversiteler var. Sonra sıra kime gelecek dersiniz.

Bir yorumcu hükümetin ülkemizi babasının çiftliği gibi yönetmesi konusunda şu uyarıyı yapıyor:

"Hukuk devleti, hukuka uygunluğun iktidarın iyi niyetine, insafına bırakılmayıp yargı organları tarafından denetlendiği devlettir."

Yorumcuya katılıyorum ama benim şunca yıl görerek, yaşayarak öğrendiğim de şudur:

"İktidarlar hukuku hiç sevmezler. Onun için de Türkiye bir türlü hukuk devleti olamadı. Ama böylesini de hiç yaşamadı."
Yazının Devamını Oku

Beyaz Melek usta işi bir film

8 Aralık 2007
AYLAR önce Mahsun Kırmızıgül’le bir konserde karşılaştım. Heyecandan yerinde duramıyordu. "Öyle bir film yaptım ki inanamayacaksın. Kasım ayında galası var, seyredince çok beğeneceksin" dedi.

Yarattığı yapıtın kusursuz olduğuna yürekten inanıyordu. Bu inancın verdiği güvenle konuşuyordu.

Merakla beklemeye başladım filmi.

Daha sakin bir kafayla izlemek için galasına gitmedim.

Bir pazar günü izledim.

Özellikle belirtmem gerekir ki, Beyaz Melek yer yer soluk kesecek kadar çarpıcı bir film olmuş.

Anlaşılıyor ki, Mahsun’un içgüdüsel bir sinema yeteneği var.

Sinemacılar, yetenekli aktör ve yönetmenler için "Hayvani yanı var" derler.

Örneğin, ünlü yönetmen Elia Kazan anılarında, efsanevi aktör Marlon Brando’yu şöyle anlatır:

"Ona nasıl oynayacağını hiçbir şekilde anlatmanıza gerek yok. Çünkü Marlon, o hayvani yanıyla sizin istediğinizden çok daha mükemmel oynar rolünü."

İşte ben Beyaz Melek’i izlerken Mahsun’un bu "hayvani yanını" keşfettim.

* * *

Aynı zamanda filmin senaryosunu da yazan Mahsun, öyküyü inanılmaz insani ilmeklerle oya gibi örmüş.

Bizim çocukluğumuzda hiç bilmediğimiz, ancak günümüzde giderek yayılan yaşlılardan kurtulma dramını, sinemanın dilini ve görüntü gücünü kullanarak anlatmayı başarmış.

Bu sıcak insan öyküleriyle dolu filmde zaman zaman gülüyorsunuz ama daha çok hüzünlü bir girdabın içine yuvarlanmaktan kurtulamıyorsunuz.

Hem gülerken, hem de ağlarken, film sizi sıcacık sarıp sarmalıyor.

Filmdeki başlangıç planları, Tuz Gölü, Diyarbakır’daki karşılama, cirit gösterisi gibi sahneler, Hollywood ustalığı ve birikimiyle çekilmiş sanki.

Çok çarpıcı.

Müzik ise tartışmasız harika.

* * *

Oyunculara gelince...

Mahsun Kırmızıgül ve kardeşi rolündeki Sarp Apak çok başarılı.

Babayı oynayan Arif Erkin, konuşmadan da olağanüstü bir kompozisyon çizilebileceğini gösteriyor.

Köyünde her dediği kanun olan güçlü bir ağanın kansere yakalanarak nasıl çaresizlik içine düştüğünü sadece bakışları ve yüz mimikleriyle anlatma ustalığını yakalıyor.

Yıldız Kenter, Erol Günaydın, Gazanfer Özcan, Nejat Uygur, Toron Karacaoğlu, Lale Belkız, Tomris Oğuzalp...

Türk tiyatrosunun bu ustalarını anlatmaya gerek yok.

Hepsi filme değer katmışlar.

Ben bu ustaları gençken de çok izledim sahnelerde. O zamanlar da Türk tiyatrosunu sırtlarında taşıyorlardı.

Şimdi hepsi yaşlanmışlar.

Ama oyunculukları, yani o "hayvani yanları" dipdiri ayakta duruyor.

Toron Karacaoğlu, 1960’lı yıllarda Türk sinemasının pek çok jönünü konuşurdu.

Abdurrahman Palay, Hayri Esen ve Toron Karacaoğlu dublajın krallarıydı.

Toron Karacaoğlu’nun sesi hálá yıllara meydan okuyor. Sesinin tınısı güzelliğinden hiçbir şey yitirmemiş.

Bir de Yıldız Kenter’in Tuz Gölü’nün kenarındaki ölüm sahnesi ne kadar doğaldı.

Genç oyuncular bu filmi bir ders gibi tekrar tekrar izlemeliler.

Mahsun bu başarıyı burada noktalamamalı. O "hayvani yanı"yla yeni yapıtlar yaratmalı.
Yazının Devamını Oku

Bir şeffaf komedi

7 Aralık 2007
CAN alıcı soruyla başlayalım yazıya:<br><br>"Çalık Grubu neden ATV-Sabah ihalesinde tek kaldı?" Yanıt da can alıcı:

"İcazet bir tek Ahmet Çalık’a verildi de ondan."

6 gazete, 1 TV, 1 radyo, 10 dergiden oluşan ATV-Sabah grubunun satılma komedisine dönmek üzere "icazet"le ilgili bir olay anlatmak istiyorum.

* * *

Olayın kahramanı olan Türk işadamının ağzından dinlemiştim.

Bu saygın işadamı, Orta Asya cumhuriyetlerinden birinde bir fabrika satın almış.

Fabrikayı baştan sona yenilemiş, en son teknolojiyle donatmış ve üretime geçirmiş.

İşler son derece iyi gidiyor.

Bir süre sonra talebi karşılayamaz duruma gelmişler.

İhracat yapma olanakları da artınca hemen kapasiteyi artırmışlar.

İhracat için başvurmuşlar ama günler, aylar geçmesine rağmen bir türlü izin çıkmamış.

Sonunda bunun nedenini öğrenmişler.

İzni verecek olanlar "İcazet almazsanız bu iş olmaz" demişler.

Bizim işadamı "icazet" işini araştırtmış.

İş gidip devlet başkanına dayanmış. Meğer "icazet" ancak devlet başkanından alınabiliyormuş.

Uğraşmışlar ve devlet başkanına durumu arz etmek için randevu almışlar.

* * *

Saraya gitmişler, durumu başkana anlatmışlar.

"Biz ülkenizin en büyük fabrikasını kurduk. Binlerce işçi çalıştırıyoruz. Kapasiteyi artırdık. Ama bize bir türlü ihracat izni vermiyorlar."

Başkan başını sallamış, "Anladım" demiş, hemen sarayın fotoğrafçısını çağırtmış.

Fotoğrafçı gelince ayağa kalkmış, sağına bizim işadamını, soluna da fabrikanın genel müdürünü almış, fotoğrafçıya "Çek bakalım" demiş.

Sonra bizim işadamına dönmüş:

"Bu fotoğrafı al, büyüt ve fabrikanın girişine as. İzin vermeyenlerin istedikleri icazet işte bu."

Bizim işadamı hemen başkanın dediğini yapmış ve fotoğrafı kocaman yaptırtıp fabrikanın girişine astırmış.

Ertesi gün de ihracat izni gelmiş.

* * *

Bu sistem 5 yıldır Türkiye’de de aynen işliyor.

Son örnek de ATV-Sabah ihalesi.

İhaleye girmek isteyen grupların biri hariç hiçbiri "icazet" alamadı.

Onun için de kimisi erkeklik bende kalsın diye başlarda, kimisi de son anda ihaleye girmekten vazgeçti.

Sonuçta kala kala bir tek Çalık Grubu kaldı.

Çünkü ATV-Sabah grubunun Çalık Grubu’na verilmesi ta başında kararlaştırılmıştı.

Yani "icazet"i bir tek Ahmet Çalık almıştı.

Bir komedi oynandı, bitti.

İşin en komik yanı da tek katılımcı olmasına rağmen Çalık Grubu temsilcisi teklif zarfını ihale komisyonuna vermedi, gitti salonun ortasına konan cam sandığa attı.

Şeffaf ihale yutturmacası işte.

İhale topu topu 5 dakika sürdü.

Yazıya can alıcı bir soruyla başladık, can alıcı bir soruyla da son verelim:

"Çalık Grubu ’icazet’i kimden aldı?"

Sizce kimden?
Yazının Devamını Oku

Cumhurbaşkanı Gül seçimini yapmalı

5 Aralık 2007
ÇANKAYA açısından "Vahamet" arz eden bir olay yaşadık.<br><br>Cumhurbaşkanı bal gibi atamasını yaptığı tek rektör olayında YÖK’ü suçladı. Rektör adayları ile ilgili YÖK dosyasında ikinci sırada olan Prof. Dr. Fazıl Tekin’in eşinin kara çarşaflı olduğuna dair bir bilgi notu bulunduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı bunu "inanılmaz bir olay" diye yorumladı.

"Çünkü araştırttım. Adam bekár çıktı. Böyle inanılmaz olaylar oluyor" dedi.

Açıklamayı okuyan, duyan tüm insanlar YÖK’ün yaptığının "rezalet" olduğunu düşündü.

Oysa bilgi notunu YÖK göndermemişti.

Dün öğle saatlerinde YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç’le konuştum.

Hem çok üzgündü, hem de şaşkındı.

Çünkü bir süre önce Cumhurbaşkanı’na yaptığı ziyarette Gül, bu bilgi notundan bahsetmiş, ama bunun YÖK’ten geldiğine dair bir imada dahi bulunmamıştı.

Prof. Teziç "Açıklama yapmak zorundayım. Yoksa bu iş YÖK’ün üzerinde kalacak" dedi.

Ve kısa bir süre sonra "Bilgi notuyla ilgimiz yok" diye açıklama yaptı.

* * *

Şöyle düşündüm.

Cumhurbaşkanı, Teziç’e bu olayı anlattığına göre bunun YÖK’ten gelmediğini biliyordu.

O zaman neden gazetecilerde YÖK’ten geldiği sanısını uyandıracak bir söylem kullandı?

Gül böyle bir söylem hatası yapacak kadar deneyimsiz bir insan değil.

O zaman konuyu saptırmayı mı amaçladı?

Peki YÖK’ün açıklama yapacağını nasıl düşünmedi?

İşte onun için "Olay Çankaya açısından vahamet arz ediyor" diye girdim yazıya.

Sonuç ne oldu?

Cumhurbaşkanı, Teziç’in açıklamasından kısa bir süre sonra açıklamasını düzeltmek zorunda kaldı.

Gül milletin cumhurbaşkanı olmak yerine, böyle AKP’nin cumhurbaşkanı gibi düşünür, "Her geleni" onaylarsa Çankaya kaynaklı daha da vahim olaylara tanık oluruz.

Komutanlar Cephesi

SON günlerin ellerden düşmeyen Fikret Bila’nın bu kitabı yakın tarihimize ait çok önemli, düşündürücü bilgileri içeriyor.

Öncelikle gazeteci arkadaşım Fikret Bila’yı kutluyorum.

Çok büyük bir gazetecilik olayına imza attı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıllarca yöneten Genelkurmay başkanlarını, kuvvet komutanlarını konuşturmanın ne kadar zor olduğunu çok iyi bilirim.

Bunu başaracak gazetecinin büyük bir saygınlığa ve güvenirliliğe sahip olması gerektiğini de bilirim.

Türk Silahlı Kuvvetleri 1992-1997 yılları arasında verdiği olağanüstü bir mücadele ile dünyanın en kanlı terör örgütü PKK’nın belini kırmayı başardı.

6 yıl süren bu zorlu mücadeleden sonra 2001-2002 yıllarında PKK’nın eylem yapama gücü sıfıra yaklaşmıştı.

Ancak son 5 yılda, AKP iktidarı döneminde bütün uyarılara rağmen siyasi kararlılıkta zaaflar ortaya çıkmış ve terör yeniden palazlanmıştır.

PKK yeniden büyük eylemler koyabilir hale gelmiştir.

Şimdi yeniden zorlu bir mücadeleye girilmiştir.

"Komutanlar Cephesi" bu zorlu yılları, daha sonraki dönemde yapılan yanlışları, siyasi ihmalleri bütün ayrıntılarıyla en yetkili kişilerin ağzından gözler önüne seriyor.
Yazının Devamını Oku