30 Ocak 2009
KENDİSİNE yandaş olmayan, biat etmeyen gazetelerin alınmaması için kampanya başlatan Başbakan, Kılıçdaroğlu’nu niye muhatap aldı dersiniz?<br><br>Oysa Kadir Topbaş Bey, Kılıçdaroğlu’nu muhatap kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Koca Başbakan’ın, İstanbul bile olsa bir kentin belediye başkan adayıyla böyle bire bir polemiğe girmesi hiç yakışık alır mı?
Üstelik bu Başbakan, muhalefetle diyalog kurmaya bile tenezzül etmiyorsa bu daha şaşırtıcı değil mi?
Neyse, biz Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına bakalım.
Kılıçdaroğlu, yolsuzluk iddialarının tepe yaptığı bir belediyeye başkan adayı oldu.
Seçimi kazanırsa işi epeyce zor.
Belediyeye çöreklenen yiyiciler ordusunu nasıl temizleyecek?
Birilerinin ceplerine trilyonlar akıtan hortumları nasıl kesecek?
Bu kadar büyük bir rantı paylaşanlar, bu hortumları halka döndürmesine izin verecekler mi?
* * *
Bana göre Kılıçdaroğlu işe doğru yerden başladı.
"Çizmeleri giyip varoşları adım adım dolaşacağım" dedi.
1973 ve 1977 seçimlerinde Ecevit, büyük kentlerin varoşlarından topladığı oylarla birinci parti çıkmıştı.
Büyük kentlerin belediyelerini de ona varoşlardan gelen oylar kazandırmıştı.
Bugün aynı varoşlar, AKP’nin oy depoları.
Kılıçdaroğlu, varoşlarda yaşayanların alt gelir grubu olduğunu, AKP’nin bu insanları sadakaya muhtaç ettiğini çok iyi biliyor.
Çaresizlik içinde olan bu insanlar, iktidar partisi tarafından dağıtılan gıda paketleriyle, bedava kömür ve harçlıklarla avutuluyor.
O insanlar, kendilerine harcanması gereken belediye gelirlerinin AKP yandaşlarına akıtıldığını göremiyor.
O insanların haklarının, dağıtılan o sadakalardan çok daha fazla olduğunu birisi onlara anlatmıyor.
AKP’nin onları bir lokmaya muhtaç edip sadakayla oyaladığını da anlatmıyor.
İşte bunu yapacağı için Kılıçdaroğlu’na büyük öfke kusuyorlar.
* * *
Dün bütün dinci basın, Kılıçdaroğlu’na saldırıyordu:
"Niye varoşlara gidiyorsun? Niye onlara sadaka dağıtmayacağını, sosyal devletin yapması gereken yardımları yapacağını söylüyor, kafalarını karıştırıyorsun?" diyorlar.
"Niye pişmiş aşa su katıyorsun?" diye öfkeleniyorlar.
Kılıçdaroğlu dürüst, düzgün bir insan. Bunu devlette yüklendiği çok önemli görevlerde de defalarca kanıtlamış bir bürokrat.
Siyasete girmiş ama yolsuzluklara bulaşmamış, tersine yolsuzluklarla savaşmış bir insan.
Devletin en büyük kurumlarını yönetmiş, anamuhalefet partisinde çok başarılı bir yöneticilik dönemi geçirmiş.
Kılıçdaroğlu, Türkiye’de yolsuzlukların tepe yaptığı bir noktada, en büyük rantların ham hum şaralop yapıldığı bir kente tam zamanında aday oldu.
"Yolumu bulmaya değil, yolunu bulanlardan hesap sormaya geldim" diyor.
AKP’liler, Kılıçdaroğlu’na dürüst olduğu, hesap sormaya geldiği için öfkeleniyorlar.
Bundan sonra akşamları TV’lerinizin haber saatlerini sakın kaçırmayın.
Çünkü şenlik başlıyor.
Yazının Devamını Oku 28 Ocak 2009
BAŞBAKAN hálá krizin boyutunu algılayamadı. "Var... Yok..." ikilemi arasında.<br><br>Hükümet olarak her türlü önlemi aldıklarını söylüyor ama uzmanlar bu önlemlerin yeterli olmadığı kanısındalar. Örneğin Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, boğuşmaya başladığımız kriz için şu tanımı yapıyor:
"Aspirinle tedavi dönemi geçti artık, iş ameliyatlık."
Rifat Bey’in başında bulunduğu meslek örgütü Türkiye’nin en büyüğüdür.
Üyelerinin ağırlıklı bölümü muhafazakár olduğu için TOBB’un yöneticileri sert muhalefet yapmazlar.
Ama bıçak kemiğe dayanmış olmalı ki, Başkan Hisarcıklıoğlu Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’ndaki toplantıda üyelere bakın neler söylüyor:
"Türkiye’nin durumu Porsche ve Ferrari’yi sollamaya çalışan bir Murat 124’e benziyor. Enteresan bir Maliye Bakanımız var. Bütün dünyadakiler somurturken, bizimki gülüyor. Bugün her vatandaşın hakkını arama ve bilgi edinme hakkı var. Ancak aranızda hakkını arayabilecek bir babayiğit var mı? Hakkımızı aramaya kalktığımızda ’Şu defterlere bir bakalım’ diyorlar..."
* * *
Hükümet sadece işadamlarına değil, bütün topluma korku salıyor.
Cumhuriyet yanlıları, muhalefet yapan medya, sendikalar, dernek ve vakıflar, sivil toplum örgütleri, iktidar yandaşları dışında herkes, herkes sindirilmiş durumda.
AKP tam bir korku toplumu yarattı.
Bu stratejinin nedeni açık.
AKP iktidarı gırtlağına kadar yolsuzluklara bulaşmış halde.
Bunların konuşulmasını, kirli çamaşırların ortaya dökülmesini önlemek için muhalefet yapan bütün sesleri susturmayı amaçlıyorlar.
Bunun için her şeyi göze alıyorlar.
Yargıya bile baskı yapıyorlar.
Ne yapsalar boşuna, mızrakları çuvallara sığdıramayacaklar.
Perişan hale getirdikleri insanları daha ne kadar sadakayla avutabilecekler?
Dikkat! Televizyonlardaki yarışma programlarına tam 2.5 milyon kişi başvurmuş.
Sırada bekleyen bu çaresiz insanlar üç beş kuruş kazanma umudu peşindeler.
* * *
Geçen yıl binlerce işyeri kapandı. Yüz binlerce insan işsiz kaldı.
Tarım bitti, pek çok sektörde sanayi durma noktasına doğru hızla sürükleniyor.
Hizmet sektörü perişan, fabrikalar birbiri ardına kapanıyor.
İhracat pike pozisyonuna geçti.
İnsanlar büyük sıkıntı içinde, sadece günlük zorunlu harcamalarını yapabilecek duruma geldi.
Alt gelir grubu, sosyal devleti bir kenara itip sadaka dağıtan iktidarın insafına kaldı.
Uzmanlar, 2009’un daha da kötü olacağını ve hükümetin acil önlemler alması gerektiğini söylüyor.
Türkiye bu yıl 57 milyar dolar faiz ödeyecek.
Hükümet nereden bulacak bu parayı?
Büyüme yüzde 1.5 olacak diyen var, sıfır olacak diyen var, -2 olacak diyen var.
Başbakan Erdoğan ise, Demirel’in söylemine sığınıyor, "Borç yiğidin kamçısıdır" diyor.
Milyonlarca yoksul ise dağıtılan 100 lira 150 lira yardım paralarını almak için birbirini çiğniyor.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2009
DÜN sabah gazeteden arayıp Orhan Duru’yu kaybettiğimizi söylediler.Dondum kaldım.<br><br>Uzun zamandan beri kanserle boğuşuyordu. Direndi ama sonunu getiremedi. Babıáli’nin dev bir çınarı daha devrildi.
Böyle hüzünlerde insanın yüreğini kaplayan ateş, yaşamı çekilmez hale getiriveriyor.
Benim 40 yıllık dostum, sırdaşım, iyi günde kötü günde hep sırt sırta verdiğim kader arkadaşım yok artık...
İhanetlerin en bol yaşandığı bir meslek olan gazetecilik yaşamımızda bir kez bile birbirimize bilerek veya bilmeyerek ihanet etmedik.
Dürüst olduk, dost olduk, birbirimiz için hep yüreğimizi çekinmeden ortaya koyduk.
1986 yılında Güneş Gazetesi ikimize de teklif yaptı.
Orhan’la birlikte Güneş’e geçtik.
* * *
Sanırım 1970 yılıydı. Milliyet’te palazlanmaya başlayan gepegenç bir muhabirdim.
Bir gün yazı işleri müdürümüz Hasan Pulur, yanında esmer, zayıf, uzun boylu biriyle geldi.
Hepimize tanıştırdı, "Orhan Duru. Artık bizimle çalışacak" dedi.
Adını biliyordum ama kendisini hiç görmemiştim. El sıkıştık, başarılar diledim.
Orhan Ankara büroda çalışmaya başladı. Haber müdürüydü.
Çok iyi ve saygın bir gazeteciydi. Olağanüstü bir kalemi ve anlatım gücü vardı.
Usta bir kara mizahçıydı. Ayrıca harika hikáyeler yazıyordu. Çok sayıda ödülü vardı.
Zaman zaman telefonla konuşurduk. Ankara’ya gittiğimde büroya uğrardım, uzun uzun sohbet eder, dertleşirdik.
Bizim meslekte dertler hiç bitmez. İki gazeteci bir araya geldiği zaman sabahlara kadar gazeteyi konuşurlar.
1980 yılında İstanbul’a geldi. Genel yönetmen Turhan Aytul ayrılmıştı. Orhan ile Brüksel’den gelen Mehmet Ali Birand, birlikte bu görevi yürüttüler.
Dostluğunda, arkadaşlığında hiçbir değişiklik olmadan o dönemi yürüttü Orhan.
Ama ikili yönetim yürümedi. Mehmet Ali Brüksel’e döndü. Orhan ise ekonomi müdürlüğüne getirildi.
* * *
Sonra yukarda anlattığım gibi Güneş macerasını yaşadık birlikte.
1988’de önce ben ayrıldım Güneş’ten, iki üç yıl sonra da Orhan ayrıldı.
Kaderin cilvesi işte, ikimiz Hürriyet’te buluştuk.
1990’da ilk özel televizyon olan Star kuruldu. Milliyet ve Güneş’te birlikte çalıştığımız Yekta Okur Star’ın başına getirildi.
Bir gün beni aradı rahmetli Yekta.
"Senden Orhan Duru’yu almak istiyorum. Onu almaya kararlıyız" dedi.
Orhan’a söyledim. Yekta ile konuştular ve Orhan bizden ayrılarak Star’a geçti.
Televizyoncu olmadığı halde haberleri başarıyla yönetti.
3-4 yıl sonra yapılan habercilik için "Bu benim işim değil" diyerek meslekten çekildi.
Onurlu, yürekli, dürüst, dört dörtlük bir adamdı.
Hem Babıáli’nin, hem de Türk edebiyatının koca bir çınarı devrildi.
Sevgili arkadaşımı yarın toprağa vereceğiz.
Tanrı’nın onu cennetinde ağırlayacağına bütün kalbimle inanıyorum.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2009
TÜRKİYE demokratik bir hukuk devleti değil mi? Parlamenter demokrasiyle yönetilmiyor mu?<br><br>AKP iktidarı sabahtan akşama hukuku ve parlamenter sistemi savunmuyor mu? Başbakan kürsülerde 70 milyona eşit mesafede durduklarını, vatandaşlar arasında en ufak bir ayrım yapmadıklarını söylemiyor mu?
Laikliği, çağdaşlığı, demokratlığı kimselere bırakmadan yapmıyor mu bunu?
Bu konuda yapılan eleştirilere öfkelenip kürsülerde sık sık şöyle bağırmıyor mu:
"Beyler bakkal dükkánı işletmiyoruz, biz burada devlet yönetiyoruz."
Şimdi bakalım devlet mi yönetiyor, yoksa bakkal mı işletiyor?
* * *
CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü 9 Eylül 2008 tarihinde, bundan dört buçuk ay önce TBMM Başkanlığı’na bir önerge verdi.
Önergede Başbakan’ın yanıtlamasını istediği şu soruları sordu:
1- Adana Ceyhan’da rafineri kurulması için tarafınızdan Çalık Grubu’na veya ortaklarına söz verildiği doğru mudur? Çalık Grubu burada rafineri işlemlerine ne zaman başlayacaktır?
2- Rafineri kurmak için söz verdiğiniz Çalık Grubu dışında bu işe başkalarının yatırım yapmasını engellediğiniz doğru mudur?
3- Partinize yakın şirketlere söz verildiği için ülkemizdeki girişimcilerin yatırım yapmalarının engellenmesinin nedeni, iktidarınıza yakın sermaye grupları yaratma çabası olarak değerlendirilebilir mi?
4- Ülkemizde kimin nereye yatırım yapacağına, rafineri kuracağına yabancı ülkelerin devlet başkanlarının karışması doğru mudur? Bu girişimlerin bağımsızlığımıza zarar verdiğini düşünüyor musunuz?
5- Başbakan olarak herkese eşit mesafede durmanız gerekirken, bazı şirketleri, medya kuruluşlarını kollamanız, bazılarına karşı düşmanca tavır göstermenizle ilgili olarak, Başbakanlık makamının tarafsızlığına gölge düşürdüğünüz eleştirileri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bakkal dükkánı değil devlet yöneten Başbakan Erdoğan, hakkında çeşitli ağır iddialar içeren bu önergeye yanıt vermedi.
9 Ocak 2009’da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’ndan tek paragraflık bir yanıt geldi:
"Manisa Milletvekili Sayın Şahin Mengü’nün Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği, Sayın Başbakanımızın da kendileri adına tarafımdan cevaplandırılmasını tensip ettikleri soru önergesi TBMM iç tüzüğünün 99’uncu maddesi gereği, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan alınan yazılı bilgiler doğrultusunda cevaplandırılarak ekte gönderilmektedir."
EPDK’nin yine bir paragraflık bilgi notunda Çalık Grubu’nun rafinerici lisansı için başvurduğu, bu şirkete 49 yıl süreli rafinerici lisansı verildiği, rafinerinin kurulması için de şirkete 60 ay süre tanındığı belirtiliyor.
* * *
Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün o günlerde tüm kamuoyu tarafından yoğun şekilde tartışılan iddialarına Başbakan’ın yanıt vermemesi, yerine Sanayi Bakanı aracılığıyla EPDK’nın bilgi notunu göndertmesi, Erdoğan’ın TBMM’nin anayasal denetim yetkisine saygı göstermediğinin kanıtıdır.
Başbakan’ın görevlendirdiği kişiler, aldıkları talimat doğrultusunda Mengü’nün 5 sorusunun sadece birini yanıtlamışlardır.
Öteki 4 sorudaki ağır iddialar konusunda bir yanıtları olmadığı anlaşılmaktadır.
Şimdi şu soruyu sormak gerekiyor:
"Bu önergedeki soruların bu kadar ciddiyetsizlik içinde yanıtlanmasına bakarsak Başbakan devlet mi yönetiyor, yoksa bakkal dükkánı mı?
Ne dersiniz?
Yazının Devamını Oku 23 Ocak 2009
ÇOK ünlü bir yazar, ödül aldığı gece bir kaza yapar ve kullandığı otomobil şarampole yuvarlanır. <br><br>Ayağı kırılan yazar kendinden geçer. Hemen arkasından gelen bir kadın, kar izlerinden bir kaza olduğunu anlar ve durur.
Şarampole yuvarlanmış arabadan iniltiler yükseldiğini duyar.
Hemen arabanın yanına gittiğinde, yaralı kişinin hayranı olduğu ünlü yazar olduğunu anlar.
Onu dışarı çıkarır ve arabasına koyarak çok yakındaki evine getirir.
Kadın, çevresinde konut olmayan ıssız bir yerde oturmaktadır.
Hemşire olan kadın yazarı hastaneye götüreceğine evinde tedavi eder.
Yazar kendine gelir ama akli dengesi yerinde olmayan kadın kimseye haber vermez ve onu tutsak eder.
İyileşmeye başlayan yazar buna direnince tutsaklığının sürmesi için kadın onun ayağını balyozla bir kez daha kırar.
Yazar, işkence ve korku dolu kapandan kurtulamaz ve kadının tutsağı olur.
Dehşet dolu günler sürerken bir fırsatını bulan yazar boyun atkısı ile kadını boğar ve bu kábustan kurtulur.
* * *
Anlattığım öykü korku romanlarının doruğundaki isim Stephen King’in Misery adlı kitabından oyunlaştırılmış.
Tiyatro Ayna’nın iki usta oyuncusu Dilek Türker kadını, Kazım Akşar da yazarı canlandırıyor.
Hollywood tarafından filme de çekilen Misery 1987’de yayınlandığı zaman dünyada büyük yankılar uyandırmıştı.
Dilek Türker ile Kazım Akşar olağanüstü bir oyun sergiliyorlar.
Stephen King’in usta anlatımı ile yaratılan dehşet ve korku iki usta tarafından başarıyla sahneye taşınıyor ve seyirciyi sarsıyor.
Türkiye tiyatrolarında ilk kez oynanıyor Stephen King.
İki kişilik bu oyunun ağırlığını ancak Dilek Türker ile Kazım Akşar gibi iki usta kaldırabilirdi.
Misery olağanüstü bir tiyatro olayı...
* * *
Oyunu çarşamba akşamı izledim. Eve, korku ve dehşet duyguları içinde döndüm.
Ertesi sabah, korku toplumu haline getirilen Türkiye’de, daha da ağırlaşmış bir havada başlayan bir güne gözlerimi açtım.
Ergenekon’un 11. dalgası başlatılmıştı. Yine evler basıldı, yine bir sürü insan ensesinden tutup götürüldü.
Oysa bir gün önce hukuk kurallarının çiğnendiği, uygulamalarda usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle büyüyen tepkilerden etkilenen Cumhurbaşkanı Çankaya’da zirve toplamıştı.
Zirveye yasama, yürütme ve yargı erklerinin başkanları çağrılmıştı.
Değerlendirmelerden sonra hukukun üstünlüğüne ve temel ilkelerine bağlı kalınması, uygulama usul yasalarına özen gösterilmesi çağrısında bulunulmuştu.
Ama aradan 24 saat geçmeden korku toplumu uygulamasına devam edildi ve 11. dalga tıpkı öncekiler gibi yürütüldü.
Bu işin, Çankaya zirvesine katılan erklerin kontrolünün dışına çıktığı anlaşılıyor.
Bu, Türkiye’nin hızla demokratik toplumdan korku toplumu olma yoluna girdiğini de gösteriyor.
11. dalgayı izlerken Stephen King’in bir odanın içinde yarattığı korku ve dehşeti bir kez daha anımsadım.
Stephen King sanki Türkiye’yi anlatıyordu.
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2009
BEN, biz, hepimiz Başbakan’ın Brüksel’e Avrupa Birliği ile soğuyan ilişkileri canlandırmak için gittiğini sanıyorduk. <br><br>Ama Başbakan bu gezisinde Avrupa Birliği’ni ikinci plana itip, Hamas’ın sözcülüğünü ve avukatlığını yaptı. Açıklamalarında Hamas’ın yüzde 75’le iktidar olduğunu, buna saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı.
Bununla da kalmadı, Hamas’la kendi partisi arasında paralellik kurdu.
"Biz de iktidara geldiğimizde benim için de ’belediye başkanlığı yapan başbakanlık yapamaz’ dediler" diye Avrupalılara göndermeler yaptı.
Ancak Hamas’ın avukatlığını yapan Başbakan çok önemli bir noktayı unuttu.
Hamas hem ABD, hem AB listesinde "terör örgütü" olarak yer alıyor.
Yani PKK neyse, Batı için Hamas da o.
Bir Avrupalı kalkıp PKK’nın avukatlığını yaparsa ne olacak?
Başbakan ona ne yanıt verecek?
"Sen PKK’nın avukatlığını yapıyorsun. Onun bir terör örgütü olduğunu bilmiyor musun?" diyebilecek mi?
Devlet adamları söyledikleri her sözü tartıp biçmek zorundadır.
Böyle gelişigüzel konuşurlarsa söyledikleri bir gün önlerine konuverir.
Tayyip Bey Hamas’ın avukatlığını yapacağına çoluk çocuk katledilen Filistin halkının avukatlığını yapmalıydı.
Avrupalılara Hamas göndermeleri yapacağına, onları, Filistin halkına karşı girişilen katliama yeterince karşı çıkmadıkları için uyarmalıydı.
Başbakan gezisinde AB sorunlarıyla sanki lütfen ilgilendi.
Pek inandırıcı olmasa da 2009’un ilişkilerin hızlandırılacağı yıl olacağını söyledi.
Sonra da her zamanki gibi 2004’ten beri duran sürecin sorumlusu olarak muhalefeti suçladı.
Bizim Başbakan’ın alıştığımız taktiği.
Sevaplar kendisinin, günahlar muhalefetin veya medyanın...
Şükrü Server Aya
ŞÜKRÜ Bey 78 yaşında. Ama öyle bir kitap çıkarmış ki, kendisine hayranlık duymamak olanaksız.
İngilizce ve Türkçe ayrı ayrı baskıları yapılan kitabın adı "Soykırım Tacirleri ve Gerçekler".
İngilizce baskısı yurtdışında dağıtılmış. Türkçe baskısı da önceki gün Türk okurlarına tanıtıldı.
Kitabın özelliği şu: Şükrü Bey Türk kaynaklı belgeleri kullanmamış.
Kendisi bunu şöyle anlatıyor:
"Esas amacım, yabancıyı kendi sözleri ile utandırmaktı. Yabancılar Türkçeyi bilmediklerinden ve sunulan delilleri görmemeyi tercih ettiklerinden bahane bulamayacakları belgelerle konuya ışık tutmaya çalıştım."
Şükrü Bey’in şu satırları da çarpıcı: "Diaspora Ermenileri bütün Türkleri kötü ve katil ilan ederek ve dünyaya nefret satarak kazanç sağlamaktadırlar. Bizler, insancıl zaaf göstererek aynı etik düzeyde mukabele edemeyiz. Ancak bu tehlike, bizleri bilinçlendirmeli, içimizdeki Ermeni vatandaşları korumaya özendirmelidir. Ben bu olaylara dürüst ve tarafsız bir insan olarak yaklaşmaya çalıştım ve bildiklerimi sizlere sundum."
Şükrü Server Aya’nın uzun emeklerle hazırladığı, Ermeni diasporasının Türk milletine atmaya çalıştığı "soykırımcı" iftirasını yabancıların belgeleriyle ortaya çıkardığı, Derin Yayınları’ndan çıkan kitabı çok önemli bir belge.
Yazının Devamını Oku 19 Ocak 2009
YEREL seçimler için Erdoğan iki silahı birden kullanıyor. Bunlardan biri Ergenekon, öteki Gazze’de yaşanan facia. Bu iki silahın Erdoğan’a sağladığı avantaj çok yönlü.
AKP’ye bulaşmaya başlayan Deniz Feneri yolsuzluğu...
Kılıçdaroğlu’nun bulduğu belgelerle AKP’nin yolsuzluklarının ortaya dökülme sürecinin başlaması...
Yoksulluğun, işsizliğin, pahalılığın insanları isyan ettirecek boyutlara ulaşması...
Küresel kriz karşısında hükümetin önlem alamama aczi...
Terör ve teröre kurban verilen şehitler...
Oy toplamak için sosyal devleti yok eden hükümetin sadaka devletini yaratarak yaptığı partizanlık...
Hükümetin beceriksizliğinin yanında yasaları, hukuku, devlet geleneğini hiçe sayan tutumu...
Evet bütün bunlar, Ergenekon dalgaları ve İsrail’in Gazze’de yarattığı insanlık dramı sayesinde toplumun ve medyanın gündeminden düşüverdi.
Bunu bilen Erdoğan bu iki silaha Allah’ın ipine sarılır gibi sarıldı.
* * *
Ergenekon’un ne hale getirildiği ortada...
Suç çetelerinin ortaya çıkarılması için başlatılan operasyonlar bir korku toplumu yaratmaya dönüştürüldü.
Yargı, AKP karşıtlarını susturmak için iktidar tarafından kullanılıyor.
Ondan sonra Başbakan çıkıp kürsülerden bas bas bağırıyor:
"Hukuku rahat bırakın..."
Başbakan bir de dokunulmazlıkları kaldırarak kendisi ve arkadaşları hakkındaki dosyaların işleme konulabilmesi için hukuku rahat bırakma yürekliliğini gösterebilse...
Bakın o zaman kirli çamaşırlar nasıl dökülecek ortaya...
Hiç kuşkuları olmasın, bundan kaçış yok...
Bir gün AKP iktidarı iğneden ipliğe yargı süzgecinden geçirilecek.
Gazze faciasına gelirsek...
Erdoğan’ın İsrail’in Gazze’ye dönük vahşi saldırıları karşısında yürüttüğü politika tam anlamıyla iflas etti.
Ortadoğu’da attığı turlar, kendi kendine soyunduğu arabuluculuk rolleri...
Arap dünyasını, Batılı ülkeleri devreye sokmak için yaptığı girişimler tam bir fiyasko...
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ilk kez dünyada bu kadar hafife alındı.
Uluslararası temaslarında bir ağırlık koyamayan Başbakan bu kez söylemlerini sertleştirdi.
Konuşma coşkusu içinde devlet adamlığı konumunu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğunu unutacak, burada yaşayan Musevi vatandaşlarımızın güvenliklerini tehlikeye atacak kadar ileri gitti.
Hele Hanımefendi’nin dünya liderlerinin eşlerini toplamaya kalkıştığı zirve...
Arnavutluk dışında, Batı’dan bir tek "first lady" zirveye katılmadı.
Hiçbir ses getirmeyen zirveden akılda sadece Emine Erdoğan’ın Názım’dan şiir okuması ve ağlaması kaldı.
Slogana yanıt
AKP’nin değişmeyen sloganı:
"Durmak yok, yola devam..."
Bizim insanımızın inanılmaz bir mizah yeteneği vardır.
Ne de olsa Nasreddin Hocalar neslidir.
AKP’nin sloganına yanıtına bakın:
"Durmak yok, yola devam, Kılıçdaroğlu’na yakalanmadan..."
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2009
HÜKÜMET, yargı, polis ve de medya, iftira senaryoları üreten, sürekli yalan söyleyen Tuncay Güney adlı psikopatın oyuncağı haline gelmiş.<br><br>İnsanlar günlerden beri bu adamın saçma sapan konuşmalarını saatlerce dinlemek zorunda bırakılıyor. 70 milyonluk koskoca ülke, global krizin etkilerini azaltmak için harcaması gereken potansiyelini bir delinin yaptığı açıklamaları tartışarak tüketiyor.
Devlet içine çöreklenmiş suç örgütlerini ortaya çıkarmayı bir yana bırakıp, AKP iktidarına muhalefet yapanları içeri tıkmak, böylece "konuşma özürlü" bir Türkiye yaratmak için çalışan savcıların da bu psikopatı ciddiye aldıkları anlaşılıyor.
Onun ifadesini almak için girişimde bulunuyorlar.
Bu adamın iddiaları, iftiraları delil olarak kabul edilemeyeceğine göre acaba savcı neden bu ifadelerin peşinde koşuyor?
Hukuken kabul edilemeyecek 2500 sayfalık iddianame ile Tuncay Güney’in açıklamaları arasındaki benzerlik bu soruya yanıt olabilir.
* * *
Gelelim TRT’ye...
TRT, devletin radyo ve televizyonu.
TRT’de yayınlanan haberler, yorumlar, devletin resmi görüşü olarak kabul edilir.
O nedenle böyle bir yükümlülük taşıyan TRT, yayınlarında çok dikkatli olmak zorundadır.
İşte bu TRT, bu psikopatı canlı yayına çıkarıyor.
Eline simsiyah bir boya ve fırça veriyor.
Bu psikopat da önüne geleni karalıyor.
Aklına takılan herkese iftiralar atıyor, yalanlar söylüyor, tehditler savuruyor.
Devletin resmi yayın organı da canlı yayında bunları ciddi iddialarmış gibi hiç müdahale etmeden yayınlıyor.
TRT’nin bu kadar sorumsuzluk içinde olmasının bir tek açıklaması olabilir.
TRT, iktidarın verdiği görevi yerine getiriyor ve muhalefet yapanların karalanması için bir psikopatla işbirliği yapıyor.
Böyle bir yayın, böyle bir habercilik kabul edilemez.
TRT, iktidarın borazanı haline getirildi.
TRT’yi yönetenler büyük suç işliyorlar.
Her geçen gün tanık olduğumuz, yaşadığımız olaylar, Türkiye’nin yetisiz ellerde bir çıkmaza doğru sürüklendiğini gösteriyor.
Bakan’ın yemini ne oldu?
AKP iktidarı, yapılan zamlar nedeniyle doğalgaz kullanamayan halkın oyunu alabilmek amacıyla dağıttığı bedava kömürle insanları zehirliyor.
Kentlerde başlayan hava kirliliği, özellikle yoksul semtlerde tehlike boyutlarını kat be kat aştı.
Başbakan ve bakanları bu durumu yadsıyorlar.
Bu yadsımacıların arasına halkın sağlığından sorumlu olan Sağlık Bakanı Recep Akdağ da katıldı.
Recep Bey doktordur.
Okulu bitirirken kendisine "Hipokrat Yemini" ettirdiler.
Dürüst bir doktor bu yemine sadık kalır.
Yazının Devamını Oku