13 Şubat 2009
ERDOĞAN’a göre "Hamdolsun rakamlar iyi"."Ben ’Teğet geçecek’ dedim, bazıları bunu dalgaya aldı" diyor. IMF ise son raporunda şöyle diyor:
"G-20 ülkeleri arasında önlem almayan tek ülke Türkiye. 2009’da dünya yüzde 0.5 büyüyecek, Türkiye yüzde 1.5 küçülecek."
Ankara’da Ekonomik Koordinasyon Kurulu Toplantısı...
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’e şu soruyu yöneltiyor:
"IMF ile görüşmeler neden gizli tutuluyor? Neden şeffaf davranmıyorsunuz? Anlaşmayı zora sokan pürüzleri neden söylemiyorsunuz?"
Nazım Ekren yanıt vermiyor, topu Ekonomiden Sorumlu Bakan Mehmet Şimşek’e atıyor.
Şimşek mikrofonu açıyor, "Söyleyemem" diyor ve kapatıyor.
* * *
Financial Times Gazetesi’nin yorumu da şöyle:
"Türkiye 2009’da 15-20 milyar dolarlık bir finansman açığıyla karşı karşıyadır. Derin resesyonu önlemek için IMF parasına ihtiyacı vardır."
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Danışma Konseyi, kriz nedeniyle toplanıyor.
Toplantıda konuşanlar, hükümeti gerekli önlemleri almadığı için sert dille eleştiriyorlar.
Toplantı sonunda yayınlanmak üzere çok sert bir bildiri hazırlanıyor.
Bazı üyeler bildirinin biraz yumuşatılmasını öneriyor ama bu öneri reddediliyor ve bildiri yayınlanıyor:
"Hükümet krizi yönetememiş ve güven ortamını sağlayamamıştır. Hükümetin sanayi işletmelerinde yaşanan ciddi sorunlara ’Kendi çözüm yolunu bul’ şeklinde yaklaşması büyük hatadır. Artık beklemeye tahammülümüz kalmamıştır."
Giderek kararan ekonomik tablo, yukarıdaki eleştirileri ve değerlendirmeleri doğrular nitelikte.
Aralık ayında sanayi üretimi yüzde 17.5, imalat sanayii yüzde 19.9 geriledi.
Uzmanlara göre bu gerileme, önümüzdeki aylarda daha da hızlanacak.
İç talep daralıyor, ihracatta hızlı bir düşüş yaşanıyor, üretim geriliyor.
İşyerleri, fabrikalar birbiri ardına kapanıyor.
Gelirler azalıyor, giderler büyüyor, işsiz sayısı hızla artıyor.
Buna bağlı olarak cari açık, bütçe açığı büyüyor.
* * *
Tayyip Bey ise hükümete "Bir an önce önlem al" diyen işadamlarına kızıyor, "Zuladaki paraları çıkarın" diyor.
Kendisine biat etmeyen medyayı yalancılıkla suçluyor.
"Bunları satın almayın" çağrısını sürdürüyor.
IMF’ye kafa tutuyor. Seçimde oy toplamak için sadaka dağıtımını engelleyeceğini bildiği için görüşme sürecini uzatıyor.
Ekonomik kriz ortalığı kasıp kavururken "Hamdolsun rakamlar iyi" diyor.
Türk halkıyla Egelilerin dediği gibi düpedüz "maytap geçiyor".
Anlıyoruz ki Başbakan’ın ekonomik kriz, işsiz kalan insanlar, iflaslar, kapanan işyerleri, fabrikalar, mutfaklardaki yangın pek umurunda değil.
Başbakan’ın aklı fikri çocuklarının kurduğu ortaklıklarda.
Hamdolsun, onların kazançları tıkırında.
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2009
TÜRKİYE’de hep tanık olduğumuz ve alıştığımız olaylardır bunlar. <br><br>Birtakım uyanık işadamları, daha kolay para kazanabilmek, işlerinin kolay yürümesini sağlamak için politikacılara hep aynı tezgáhı kurarlar. Politikacıların çoğu da bu tezgáha bile bile düşerler. Bu tezgáh kabaca şudur:
Bazı uyanık işadamları politikacıların çocuklarını himayelerine alırlar.
Sakın yanlış anlamayın, dostluk uğruna yaparlar bunu.
Onlarla ortak iş kurarlar.
Ama bu iş kurulurken gerekli sermayenin tümünü işadamları koyar.
Politikacıların çocuklarının cebinden bir kuruş çıkmaz. Onlar sadece kára ortaktırlar.
Aslında bu düpedüz politikacıların çocuklarının parmaklarını oynatmadan ceplerini parayla dolduran bir rüşvet oyunudur.
Bazı dürüst ve onurlu politikacılar böyle tezgáhları yemez, çocuklarının birtakım uyanık işadamlarıyla bu tip ortaklıklara girmelerine kesinlikle izin vermez.
Bazıları ise buna güle oynaya göz yumar.
O ortaklıkların işleri tıkır tıkır yürür.
Çünkü devletin her türlü gücü arkalarındadır.
* * *
Bazı meslektaşlar, bu tip ortaklıklar için "Ne var bunda? Politikacının çocukları ticaret yapamayacaklar mı?" diye sorarlar.
Bunun ticaret olmadığını, uyanık işadamlarının politikacının çocuğunun cebine para koyduğunu unuturlar.
Bu tip ortaklıklar yasaldır ama ahlaka uygun değildir.
Şimdi bir örnek vermek istiyorum.
Bunu Hasan Pulur da yazmıştı.
Eski başbakanlardan Adnan Menderes’in en büyük oğlu Yüksel Menderes Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra İsviçre’ye gider ve siyaset bilimi okur.
Okulunu bitirdikten sonra Ankara’ya döner.
Babasına iş hayatına atılmak istediğini söyleyerek kendisinden izin ister.
Adnan Menderes buna itiraz eder ve oğluna şöyle der:
"Ben siyasette ve devlet hizmetinde olduğum sürece sen serbest hayata atılıp ticaret yapamazsın. Ben senin devlet memuru olmanı istiyorum. Ticareti kesinlikle düşünme..."
* * *
Babasının kesin tavrını gören Yüksel Menderes saygıyla şu yanıtı verir:
"Emredersiniz... İzin verirseniz Dışişleri sınavlarına katılmak için başvurayım."
Yüksel Menderes Dışişleri sınavını kazanır ve diplomat olur.
Dışişleri’nde çalıştığı süre içinde basamakları diğer meslektaşları gibi tek tek çıkar.
Babasının hiçbir zaman gücünü kullanmaz.
Çok başarılı bir meslek hayatı olur.
1965 yılında politikaya girer ve Aydın’dan milletvekili seçilir.
Ölünceye kadar da ticaret yapmaz.
Daha sonraki dönemlerde politikacıların böyle bir duyarlık içinde olmadığını görüyoruz.
AKP iktidarında ise neler olduğunu yinelemeye gerek yok.
Başbakan’ın, bakanların yalnız çocukları değil, damatları da başarılı birer ticaret adamı oldular.
Hatta bunların arasına Cumhurbaşkanı’nın 17 yaşındaki oğlu da girdi.
Eee atalarımız ne demiş: "İş bilenin, kılıç kuşananın."
Ne güzel işler tıkır tıkır yürüyor, çocukların cepleri doluyordu.
Şu Kılıçdaroğlu denen adam da nereden çıktı?
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2009
AKP’li okurlar Tayyip Bey’in Kılıçdaroğlu’na neden bu kadar kızdığını sanırım şimdi anlamışlardır. <br><br>Kılıçdaroğlu hafifçe dokundu, bakın neler oldu. Kim bilir bundan sonra neler çıkacak?
Hep yazıyoruz, AKP iktidarı gırtlağına kadar yolsuzluk bataklığına gömülmüş.
AKP’li belediyeler, AKP’lilerin yönettiği kurumlar...
AKP’nin devletin kilit noktalarına getirdiği bürokratlar ve de politikacılar...
Nereyi eşeleseniz yolsuzluk ve talan fışkırıyor.
Bakın Tosun’un altından neler çıktı?
Tayyip Bey’in aile dostu işadamı Remzi Gür tarafından verilen binlerce dolarlık burslarla İngiltere’de, Amerika’da eğitim gören çocuklarının yaptığı ortaklıkları görüyoruz.
Son bomba Atagold’da patladı.
Tayyip Bey’in küçük oğlu ile büyük oğlunun eşi fre-shop’çuluk yapıyorlar.
Ama bugüne kadar bundan kimsenin haberi olmadı çünkü bu ortaklık herkesten gizlendi.
Türkiye bunu Kılıçdaroğlu’nun işaretiyle öğrendi.
Tayyip Bey Kılıçdaroğlu’na kızmakta haksız mı?
* * *
Bu Atasay Kuyumcuk’un sahibi, Tayyip Bey’in çocuklarına Atagold firmasında ortaklık vererek yardımcı olan Cihan Kamer ailenin çok eski bir dostu.
Tayyip Bey’in mal beyanında büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın düğününde takılan kilo kilo altınları Cihan Bey’e bozdurduğunu ve oğlundan 120 bin dolar, 55 bin mark borç aldığını belirtti.
Mal varlığındaki artışı da böyle açıkladı.
Yani Cihan Kamer, Erdoğan’ın son derece güvendiği bir dostu.
Zaten Tayyip Bey’in çeşitli alanlarda yatırımları ve faaliyetleri olan Cihan Kamer’i yurtdışında da çeşitli makamlara takdim ettiği de yoğun olarak konuşuluyor.
Dostluğa, dostlukla yanıt vermek doğal değil mi?
Şimdi kamuoyu Kılıçdaroğlu’nun elindeki belgeleri ne zaman açıklayacağını ve altından neler neler çıkacağını büyük bir merakla bekliyor.
Ancak kimse fazla umutlanmasın.
Tayyip Bey’in dokunulmazlığı var. Kendisine kimse dokunamaz.
Onun için AKP’liler yüreklerini serin tutsunlar.
Bir hukuk skandalı
HURŞİT Tolon olayı hukuk devleti için yüz karası bir olay.Mahkeme, Savcı Zekeriya Öz’ün Tolon’a yönelttiği suçlamaları dayandırdığı delillerin yetersiz olduğuna karar verdi.
Yani Savcı Öz’e "Bu delillerle bu kişiye dava açamazsın" dedi mahkeme.
İstanbul Üniversitesi Ceza Hukuku Profesörü Fatih Mahmutoğlu’nun şu değerlendirmesi Tolon olayının sorumluları için bir vicdan yarası olmalı:
"Bu karar, mevcut deliller çerçevesinde kişinin neredeyse suç işlemediğine ilişkin, beraat hükmüne yakın, suçsuz olduğuna yakın bir muhteva içermekte."
Durumun ne kadar vahim olduğu ortada.
Elinizde delil olmadan bir insanı alıp 7 ay cezaevinde yatırmak hangi hukuk anlayışına sığar?
Bu insanın hukuk tarafından paramparça edilen onuru, insan hakları nasıl onarılacak?
Ya beyin tahribatına uğrayarak en yakınlarını bile tanıyamaz hale getirilen Şener Eruygur’a karşı işlenen insanlık suçunun hesabını kim verecek?
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2009
4 Temmuz 2003 Cuma günü Irak’ın Süleymaniye kentinde Türk milletinin onurunu kıran bir olay yaşandı. <br><br>O gün, ABD’li askerler, Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’nu bastılar. Orada görevli 3 subay ile 8 astsubayı tutsak aldılar.
Terörist muamelesi yapıp ellerini kelepçelediler, başlarına çuval geçirip Kerkük Havaalanı’na götürdüler.
Ertesi gün askerlerimizin sorgulamaları yapıldı, sonra helikopterlerle Bağdat’a yollandılar.
AB Başmüzakereciliği’ne atanan Egemen Bağış, "Davos fatihi" Erdoğan’ı "Askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde neredeydin" diye eleştirenlere yeni bir kahramanlık öyküsüyle yanıt verdi.
Bağış, olay duyulur duyulmaz ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’yi aradıklarını ve onunla Başbakan arasında geçen konuşmayı anlattı.
Meğer Başbakan, Cheney’ye tıpkı Davos’taki gibi kükremiş ve "Bizim çocukları çabuk serbest bırakın" demiş.
Cheney, "Durumları çok iyi Sayın Başbakan" diye karşılık verince Başbakan daha da öfkelenmiş ve şöyle demiş:
"Bana onlar iyi demeyin. Ben hapis yatmış biriyim. Gözaltında, hapiste olan kişinin durumunu bana anlatmayın, bunu kabul edemem."
Bağış, "Başbakan’ın bu sözlerinden sonra askerleri serbest bıraktılar" diyor.
* * *
Egemen Bağış’ın bu söylediklerinin ne kadarı doğrudur, bilemeyiz.
Çünkü AKP iktidarında, devlet adamlarıyla yapılan konuşmalarda tutanak tutulmuyor.
Gerçekten böyle bir konuşma geçmiş midir, yoksa bu Egemen Bey’in Erdoğan’a yaranmak için uydurduğu bir senaryo mudur?
Çünkü 11 askerimiz bu konuşmadan sonra serbest bırakılmamış, tersine o gece havaalanında tutulmuş, ertesi gün sorgulanmışlardır.
Sorgulamadan sonra onlara Guantanamo tutsaklarına yapıldığı gibi turuncu elbise giydirilmiş, elleri kelepçelenmiş, başlarına tekrar çuval geçirilerek helikopterlerle Bağdat’a götürülmüşlerdir.
Askerlerimiz ertesi gün, yani pazar günü yeniden sorgulanmışlardır.
Bu arada yoğun diplomatik temaslar sürdürülmüş ve ertesi sabah serbest bırakılmışlardır.
* * *
Türk askerleri, Başbakan ile Cheney’nin konuşmasından tam üç gün sonra serbest bırakılıyor.
Cheney’nin söylediği gibi gözaltında tutuldukları süre içinde durumları hiç de iyi değildi.
Büyük aşağılanma ve hakarete varan muameleye tabi tutulmuşlar.
İki kez sorgulanmışlar.
Turuncu tulum giydirilmiş, kelepçelenmiş ve başlarına çuval geçirilmiş.
Üstelik bu 11 askerin hiçbir suçu yoktu.
Türk Özel Kuvvetleri Komutanı Binbaşı Aydın Eser, olaydan sonra şunları söyledi: "Biz burada yasal olarak bulunuyoruz. Benim rütbemi hiçe sayıp kötü muamele ettiler. Kafalarımıza çuval geçirdiler, ellerimizi kelepçelediler."
AKP iktidarı, Türk milletinin gururunu inciten bu olaya karşı Amerika’ya hesap soramadı.
Olay, yenilip yutuldu.
Egemen Bağış, boşuna Başbakan’a kahramanlık senaryoları yazmaya kalkmasın.
Böyle komik senaryolara kimseyi inandıramazsınız.
Sadece Amerikalıları güldürürsünüz, hepsi bu.
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2009
HEPİMİZ biliyoruz ki Tunceli’de dağıtılan beyaz eşya, koltuk takımları ve halılar seçim rüşvetidir. Bunu Tayyip Bey ve arkadaşları da biliyorlar.
Tunceli halkının oyunu alabilmek için talimatla valiliğe dağıttırıyorlar.
Valilik eliyle dağıtmalarının nedeni seçim yasaklarından kurtulmak.
Yani minare ve kılıf meselesi...
İşin içinde akla hayale gelmeyecek bir cinlik daha var.
Bu dağıtılan eşyalarda en büyük pay Nazimiye ilçesine ayrılmış.
Nazimiye ilçesinin özelliği de CHP İstanbul Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç’in memleketi olması.
Hedef Tunceli ama Nazimiye’de de seçimi alırlarsa Tayyip Bey için kaymaklı kadayıf olacak.
Meclis’te sık sık canını sıkan bu ikili ile dalga geçecek.
Bakalım hesap tutacak mı?
* * *
Bedava kömür dağıtarak Türkiye’nin havasını karartan, insanları zehirleyen anlayış işi beyaz eşyaya kadar götürdü.
Çok merak ediyorum, kömür, yiyecek paketi, altın, para, yeşil kart ve de ihale dağıtan bir iktidar adil, dürüst seçim yaptığını nasıl savunacak?
Böyle bir demokrasi olur mu?
Kendisi kürsülerde istediği kadar demokrasi nutukları atsın, sergilediği keyfi yönetimin demokrasiyle ilgisi yok.
Kendisinden olmayana hayat hakkı tanımayan bir iktidarın demokrasiyi ağzına almaya hakkı olamaz.
İşadamları korkudan ağızlarını açamadıklarının nedenini şöyle açıklıyorlar:
"Eleştiri yaptığımızın ertesi günü maliyeciler tepemize binip defterlerimizi didik didik ediyorlar. Ama kendi yandaşları her türlü sahtekárlığı yapıyorlar."
Bir yandan bu iktidar, bir yandan kriz milleti canından bezdirdi.
Acaba Tayyip Bey’in, Abdullah Bey’in, Unakıtan Bey’in, Binali Bey’in oğullarının işleri ne álemde?
Bir ses çıkmadığına göre kriz onları teğet geçmiş olmalı.
* * *
Belli ki Tayyip Bey yurtta ve Arap dünyasında kendisine yapılan övgülerden çok mutlu.
Sanırım Batı’da çıkan yazıları, yorumları kendisinden saklıyorlardır.
Aman saklasınlar, Başbakan’ın morali bozulmasın. Zaten Batı ile ilişkiler de hızla soğuyor.
Baksanıza, Cumhurbaşkanı Suudi Arabistan’da, soykırımcı Sudan Devlet Başkanı El Beşir’in yardımcısı Türkiye’de Başbakan’la...
Şu gerçek eninde sonunda görülecek; Erdoğan Hamas avukatlığıyla hem kendisini hem de Türkiye’yi İran ve Hamas eksenine oturttu.
O coşkuyla Arap álemi Tayyip Bey’i halifeliğe kadar yükseltti.
Bütün bu gelişmeler doğal, çünkü Tayyip Bey’in ve AKP’nin dünya görüşü özde Batı’ya değil, Doğu’ya dönük.
Bu nedenle onların hedefi Atatürk’ün gösterdiği hedefle ters yöndedir.
Zaten laik, demokratik cumhuriyetle kavgalarının nedeni de budur.
Atatürk Batı uygarlığına ulaşan bir Türkiye düşünmüş, reformlarını ona göre yapmıştır.
Tayyip Bey ve arkadaşları ise hep bir İslam ülkesi yaratma düşü içinde olmuşlar.
İnanmayanlar büyük kentlerin varoşlarını ve Anadolu’yu şöyle bir turlasınlar. Ne kadar yol alındığını gözleriyle görürler.
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2009
GÖZDEN kaçtı, Başbakan Erdoğan Davos toplantısına gitmeden önce son grup toplantısında Gazze’deki insanlık dramına değinmiş, şöyle demişti: "Bu süreç içerisinde beni en çok üzen şey şu olmuştur. Sayın Peres, bazı özel görüşmelerimizde hep ’Demokrasi özelleştirilmelidir, barış özelleştirilmelidir’ demiştir. Bu olaylar olduğu zaman kendi kendime sordum ve perşembe günü Davos’ta aynı oturumda bir arada olacağız.
Orada ben bunu kendisine soracağım. Demokrasinin özelleştirilmesini savunmuştunuz, herhalde bundan daha devletleştirilmiş bir demokrasi olmaz. Tamamen totaliter, otoriter bir mantıkla yapılmış harekát. Herhalde ruhunda otoriter ve totaliter bir yapının olduğu barış anlayışı ve özlemi olmaz."
Yaşanacakları bilmediğimiz için bu sözlerin üzerinde o gün pek durmamıştık.
Ama Davos’taki tartışmadan sonra söylenen sözler özel bir anlam kazandı.
Tayyip Bey o gün, AKP’li arkadaşlarına Davos’ta Peres’e İsrail saldırılarının hesabını soracağını açık açık söylemişti.
Nitekim olay panelin düzenlenmesini de Davos’un patronu Shwap’tan bizzat kendisinin istediğini biliyoruz.
Belli ki, Erdoğan, orada Peres’e bir çıkış yapmayı daha gitmeden önce kafasında planlamış.
* * *
Gerek Peres, gerekse moderatörlük yapan Amerikalı gazeteci, panelin sonunda gençliğinde futbol oynayan Erdoğan’a istediğinden de güzel toplar kaldırdılar.
O da fırsatı kaçırmayarak bu topları filelere yolladı ve "Davos fatihi" unvanını kazandı.
Yalnız unutmayalım ki, Erdoğan’ın "Davos fatihliği" Batı’da zerre kadar geçerli değildir.
Tersine Batı’da Davos’taki görüntü Erdoğan’ı ve Türkiye’yi İran ve Hamas çizgisine oturtmuştur.
Bunun Türkiye’nin yararına olacağını beklemek dünyayı hiç tanımamak demektir.
Ama Erdoğan’ın çıkışının Türkiye’de ve Arap dünyasında büyük iş yaptığı da bir gerçektir.
Yalnız şunu da akıldan çıkarmamak gerekir.
"Davos kahramanlığı"nın geçerli olduğu coğrafyalarda zeminler son derece kaygandır.
Bugün sizi alkışlayan eller, yarın en ufak ters bir olayda size karşı sallanan yumruklara dönüşüverir.
* * *
Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu yaşamsal sorunların tümü Davos’la birlikte unutuluverdi.
Hükümet ya aldırmıyor, ya da farkında değil ama durum vahimdir.
Ekonomi giderek kötüleşiyor.
İhracat yüzde 28 düştü.
Otomotiv’de ve otomotiv yan sanayiinde işten çıkarılanların sayısı 50 bini buldu.
Önümüzdeki günlerde bir 50 bin kişinin daha işsiz kalması bekleniyor.
Öteki sektörlerde de durum aynı.
İşsizlik hemen her alanda çığ gibi büyüyor. Yarın evine ekmek götüremeyen bu çaresiz insanlar sokaklara dökülecek.
Hükümet ise bunlara aldırmıyor, sadece ve sadece seçimi düşünüyor.
Seçimde yapacağı harcamalara sınır gelmesin diye IMF ile anlaşma görüşmelerini uzatıyor.
Bu da ekonomideki belirsizliği daha da derinleştiriyor.
Seçimde oy toplamak için milyonlarca ton kömür, koli koli yiyecek, bol bol para ve kaçak binalara tapu dağıtıyor.
Gündem de Davos rüzgárı ile dolduruluyor.
İyi ama Davos rüzgárı karın doyurmuyor ki...
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2009
ARTIK bu Davos defterini kapatmalıyız. Abartılmış kahramanlık duygularıyla naralar atmaya son verelim. Hiç zaman yitirmeden gerçek gündeme dönmeliyiz.
Unutmayalım ki küresel kriz, zaten pamuk ipliğine bağlı olan ekonomimizi iyice sarsmaya başladı.
İşçi, memur, emekli, dul ve yetimler perişan durumda.
İşsizlik çığ gibi büyüyor. İşten atılan, evlerine ekmek götüremeyen insanlar çaresizlik içinde.
İşverenler ağlıyor, esnaf, çiftçi ağlıyor. İflaslar birbirini kovalıyor.
Binlerce işyeri, dükkán ve mağaza kepenk indiriyor. Ülke ekonomik bir girdaba doğru hızla sürükleniyor. Bu tehlikeleri el birliğiyle, omuz omuza vererek atlatmak zorundayız.
Davos’ta hırpalanan Türk-İsrail ilişkilerini onarmak için diplomatlarımız hemen devreye sokulmalıdır.
Onlar Atatürk’ün "Yurtta barış, dünyada barış" öğretisi ile yetişmişlerdir.
Onlar, "Monşer" değil, Atatürk’ün diplomatlarıdır.
Sokaklara yayılan ve giderek tehlikeli bir şekilde tırmanan Yahudi düşmanlığı ateşini söndürmek için politikacılar çok dikkatli davranmalıdırlar.
Kesinlikle popülist politikaları bir kenara bırakmalılar.
* * *
Yahudi kökenli bir okurdan mail aldım. Birlikte okuyalım:
"Bizler 500 seneyi aşkın bir süredir bu memlekette yaşıyoruz. Bugüne kadar demek ki kimseye kendimizi sevdirememişiz. Bugüne kadar hiçbir faydamız olmamış.
Benim adını gururla taşıdığım dedem, 1914’te Çanakkale’de şehit oldu.
Bu vatana helal olsun.
Ama başka bir devletin yapmış olduğu uygulamaların karşılığı, yapılanların faturası bize çıkmasın.
Gerçekleri anlamadığınız zaman tek taraflı yayıncılık böyle oluyor.
Bizler, 500 seneyi aşan bir süredir bu memlekette yaşıyoruz.
Her tarafı kana bulayan ve hiçbir zaman Türkiye’nin yanında olmayan bu insanlar yüzünden sokağa çıkamaz olduk.
Kusura bakmayın başınızı ağrıttık.
H.D."
Okurumun adını kendi güvenliği için açık olarak yazmadım. Bu mektuptan Yahudi kökenli vatandaşlarımızın büyük bir korku içinde oldukları anlaşılıyor.
Sokaklarda, maçlarda atılan İsrail karşıtı sloganlar bu insanları tedirgin ediyor.
O nedenle popülist politikalar yüzünden ülkede Yahudi düşmanlığı yaratacak söylemlerden kaçınılması gerekiyor. Bu insanlar Çanakkale’de bizimle omuz omuza bu ülkeyi korumuşlar.
İsrail’in yaptıkları yüzünden bizim onları bu ülkede korku içinde yaşatmaya hakkımız yok.
Seçim ucuzluğu
TAYYİP Bey lütfedip doğalgaz fiyatını indirdi. Sakın kara kaşımız, kara gözümüz için indirdiğini sanmayın.
Hepimizden biraz daha fazla oy alabilmek için yaptı bunu.
Yani bu doğalgaz indiriminin gerçek nedeni seçim. Aylardan beri doğalgaz fiyatlarında bir indirim yapılması gerektiğini yazıp çiziyoruz. İnsanların ağır doğalgaz faturalarını ödeyemediğini anlatmaya çalışıyoruz.
Kimse aldırmıyordu.
Ama sonunda seçim geldi çattı. Tayyip Bey de indirim yapmaya mecbur oldu.
Demek ki politikacıların hakkından ancak seçim gelebiliyormuş.
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2009
DAVID Ignatius, Washington Post yazarı... Ortadoğu uzmanı...<br><br>Davos’taki olay panelin moderatörü... Fitilin ateşlenmesinde önemli rolü var. Ignatius, Peres’in konuşmasından sonra söz isteyen Erdoğan’a söz vermek istemiyor. Erdoğan ısrar edince razı olmak zorunda kalıyor.
Ama Erdoğan sözünü bitirmeden kesmesi için omzuna dokunuyor.
İşte o dokunuş olayın patlamasına neden oluyor.
Ignatius’un bu hareketi kaba ve saygısızcaydı.
Bu hareket düpedüz terbiyesizlikti.
Tayyip Bey, moderatöre tepki göstermekte yerden göğe kadar haklıdır.
Ama ona kızıp Davos’u boykot etmesi ve paneli terk etmesi gereksizdi.
* * *
İsrail Cumhurbaşkanı Peres ise beni çok şaşırttı.
Bu kadar yıldır politikanın içinde olan ve binbir badireyi atlatan kişinin böyle bir üslup kullanması kabul edilemez.
Bağıra bağıra Tayyip Bey’e suçlamalarda bulunması, Peres gibi deneyimli bir devlet adamına yakışmayacak bir davranış oldu.
Zaten olaydan sonra, telefonla panel sırasındaki garip tutumuna açıklık getirme ihtiyacını duyması, davranışının yanlış olduğunu kabul ettiğini gösteriyor.
Peres 85 yaşındadır ve Nobel Barış Ödülü sahibidir.
Filistin’de bir insanlık dramı yaşanmaktadır.
Gerekçe ne olursa olsun İsrail’in gerçekleştirdiği harekátta yüzlerce masum insan ve çocuk ölmüştür.
İsrail, Hamas’ı cezalandırmak için bu kadar insanın ölmesini göze almıştır.
Yaşanan bu insanlık dramının acısı, Nobel Barış Ödülü’nü kazanmış bir insanın, hele Peres gibi deneyimli bir devlet adamının da yüreğini yakmalıydı.
İsrail Cumhurbaşkanı’nın konuya daha yumuşak ve yatıştırıcı bir üslupla yaklaşması beklenirdi.
* * *
Olaydan sonra Türkiye’de milyonlarca insan ile Arap dünyası, Erdoğan’ı "Davos fatihi" ilan etti.
Batılılar ise Chavez ile Ahmedinejad çizgisine oturtmaya başladılar.
İkisi de ülkemiz açısından son derece tehlikeli ve Türkiye’nin önüne ödenmesi zor faturalar koyacak gelişmeler.
Dilerim Tayyip Bey’in çevresi, bu iki tehlikeyi sezip bunu önleyecek mekanizmalar geliştirebilir.
Tayyip Bey, Peres’e karşı daha sakin davranmalı, onunla "Sen" diye konuşmamalıydı.
Öfkesini bastırıp daha ölçülü bir üslup kullanabilseydi ve moderatörün saygısızlığına öfkelenip paneli terk etmeseydi bu tatsızlık uluslararası bir olay olmazdı.
Hem Peres’e gereken yanıtları vermiş olur, hem de moderatörün engellemesini aşabilirdi.
Tayyip Bey, bir devlet adamının olgunluğunu ve sabrını gösteremedi.
Belki yaptığı, iç politikada ona artılar getirebilir ya da Arap dünyasından ona övgüler yağdırabilir.
Ama ya sonrası?
Tayyip Bey, Batı dünyasında Chavez ile Ahmedinejad çizgisine oturtulursa Türkiye bundan büyük zarar görür.
Bir devlet adamı, iç politikada puan toplamak uğruna ülkesinin uzun vadeli çıkarlarını tehlikeye atmamalıdır.
Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı mutlaka devam etmelidir.
Tayyip Bey, etrafıyla oturup Davos’ta tarumar ettiği bu ince ayarlar üzerinde ciddi şekilde düşünmelidir.
Yazının Devamını Oku