Tufan Türenç

Mustafa’nın suçu kalemini kırmak ama satmamak

13 Mart 2009
YILLARDAN beri gazetecilik yapan, yirmiden fazla kitap yazan bir gazeteci...<br><br>Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilciliği’ni yapan, çok önemli haberlere imza atan ve günlük köşe yazan saygın bir gazeteci... Televizyon programları yapan, Türkiye’nin hemen bütün kentlerinde ve yurtdışında konferanslar veren bir gazeteci...

Laik, demokratik Cumhuriyet’e, Atatürk ilke ve devrimlerine, ülkenin kazanımlarına sahip çıkan bir gazeteci...

İktidarlara uşaklık yapmayan bir gazeteci...

Ülkesinin çıkarlarını daima ve daima kendi çıkarlarının önünde tutan dürüst ve onurlu bir gazeteci...

Böyle bir gazeteci, hangi ülkelerde iktidarlar tarafından düşman olarak seçilir?

Hangi ülkelerde bu niteliklere sahip bir gazeteci, terör örgütü üyesi ve yabancı bir ülke için casusluk yapıyor diye tutuklanıp içeri tıkılır?

Bu soruların yanıtlarını hepimiz biliyoruz.

Mustafa’ya iktidarın duyduğu kin ve nefretin nedenini de biliyoruz.

* * *

Dün arkadaşları olarak onun için Cumhuriyet’te toplandık.

Hepimiz onun kitaplarını imzaladık. Anlamlı bir gündü.

Mustafa Balbay’ın gerçek suçu ne diye sorarsanız, bizim mesleğin onur anıtı olan üstadımız Sedat Simavi’nin şu sözünü anımsatmak isterim:

"Genç gazeteci arkadaşlarıma: Kalemine daima efendi kal. Uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma."

Mustafa Balbay, Sedat Simavi’nin dediği gibi kalemine daima efendi kaldı. Uşak olmadı. Mecbur kaldığı zaman da kırdı ama satmadı.

İşte Mustafa’nın suçu bu.

Onun için onu tıktılar içeri...

Eğer Mustafa, kalemini satıp yandaş medyaya geçseydi ve bu iktidar için övgü dolu yazılar yazsaydı...

Tayyip Bey’in padişahlığını alkışlasaydı...

Hem cebini doldururdu, hem de Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın uçağından inmezdi.

Köşklerde, saraylarda ağırlanır, hediyelere boğulurdu.

Evet bütün bunlar olurdu.

Olurdu ama Mustafa, bugünün onurlu, yürekli Mustafa Balbay’ı olmazdı.

Biz kalemini satan değil, kıran Mustafa Balbay’ı seviyoruz.

Arınç, hukuk fakültesinin hangi kapısından çıkmış?

EVET bunu çok merak ediyorum. Hukuk okuyan, milletvekili olan, TBMM Başkanlığı yapan bir politikacının Van’da söylediklerine bakın:

"Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Aman Allahım neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah’a şükrediyorum ki, Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar. Siyasetle uğraşmışlar, darbelerle uğraşmışlar. Yasadışı güçlerle bile işbirliği yapmaktan çekinmemişler."

Hukukçu olduğunu ifade eden biri söylüyor bunları.

Oysa bu insanların henüz yargılanması bile başlamadı.

Onlara yöneltilen suçlar doğru mu, değil mi belli değil.

Ama bu zat, onları daha yargılanmadan idama mahkûm ediyor.

Tıpkı Irak’ta kelle kesenler gibi...
Yazının Devamını Oku

Sayın Başbakanımız her zaman haklıdır!

11 Mart 2009
BEN başbakanım adına size "One Minute... One Minute..." diyorum Sayın Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Hanım.<br><br>"One minute... One minute..." Sayın Clinton kusura bakma ama sen kim oluyorsun da benim başbakanıma akıllar veriyorsun?

Basına nasıl davranılacağını benim başbakanım senden mi öğrenecek ya...

Yok basına tahammül etmek gerekiyormuş, yok basınla politikacılar arasında oluşan gerginlik her zaman varmış. Bu olağanmış...

Sen bu akılları kendine sakla Sayın Clinton...

Sonra nedir o laik Türkiye mesajları?

Benim başbakanım laikliğin ne olduğunu senden mi öğrenecek?

Türkiye’nin ne olacağını sana mı soracak?

Hele o "Türkiye’yi ılımlı İslam ülkesi olarak görmüyoruz" demek ne anlama geliyor ya.

Benim başbakanım İslam’ın ılımlısı ılımsızı olmaz, İslam İslam’dır demedi mi?

Sen benim başbakanıma hangi cesaretle laik demokratik Türkiye’den yana olduğunu söylüyorsun?

Sen kim oluyorsun da benim başbakanıma ders vermeye kalkıyorsun.

Benim başbakanım seninle daha konuşmaz.

Haberin ola.

Bunu da böyle bil.

* * *

Evet Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın haddini bildirdikten sonra şimdi gelelim öteki konulara.

Örneğin medyaya...

Ya bu medya kim oluyor da AKP’nin mitingleri hakkında ileri geri yazılar yazıyor.

Yok kalabalıklar azmış da, fotoşop tekniğiyle fotoğraflar kalabalık gösteriliyormuş da...

Neler zırvalıyor bu yandaş medya böyle?

Bir de Adana mitingi için olmadık yalanlar üretiliyor.

Yok efendim sayın başbakanımızın Adana mitinginde 45 bin kişi yokmuş da 13 bin kişi varmış.

Yok fabrika işçilerini adam başı 25 liraya meydana taşımışlar.

Bakın, yalanlara bakın...

Bunlar hep bu yandaş medyanın uydurmaları...

* * *

TUBİTAK’ın Bilim ve Teknik Dergisi’nin Mart sayısında Darwin kapak konusu yapılmış...

Ama yönetim bu kapağı iptal etmiş.

Dergi içindeki yazıları da çıkarttırmış.

Derginin yayın yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman apar topar görevden alınmış.

Görüyor musunuz neler uyduruyor bu yandaş medya?

Sıkılmadan neler yazıyorlar?

Dinciler Darwin’e evrim teorisiyle insanın maymundan türediğini savunduğu için kızıyorlarmış.

Onun için kapağı değiştirtip Darwin’i attırmışlar.

Zaten TUBİTAK’ın kadrosunu başbakanımız değiştirdiğinden beri bu kurumla uğraşıyorlar.

Yok bu kurumun bilimsel niteliği kalmamış, yok bu kurumda artık bilimsel çalışmalar yapılmıyormuş filan falan...

Darwin olayı da bunu kanıtlıyormuş...

Bunları uyduruyorlar...

Sayın başbakanımızı da kızdırıyorlar.

Yandaş medya işte, ne olacak.
Yazının Devamını Oku

O bir sinema dáhisi

9 Mart 2009
FİLM bittiğinde soluğum kesilmişti.Bir süre oturduğum koltuktan kalkamadım. <br><br>Güzel ülkemin yaşadığı insanlık dramını tam 112 dakika nefes almadan izlerken ruhumda kaldıramayacağım fırtınalar yaşadım. Işıklar yandığında, büyük acıları yıllardan beri yaşamanın ağır yükünü birden omuzlarımda hissettim.

Yorgun ve bitkin düşmüştüm.

Ülkemin insanlarının çektiği acıları apaçık ve dürüstçe yansıtan film beni öyle sarsmıştı ki, kendimi boşlukta kalmış çaresiz bir insan olarak algıladım.

Neden sonra kalkıp, üç koltuk ötemde filmi izleyen Mahsun’a sessizce sarıldım.

"Hadi yemeğe gidiyoruz" dedi.

Önceden konuşmuştuk filmden sonra birlikte yemek yiyecek, izlenimlerimizi paylaşacaktık.

Salondan çıktık.

Lokantanın önüne geldiğimizde Mahsun’a bir kez daha sarılıp kutladım ve bütün içtenliğimle şöyle dedim:

"Kusura bakma... Bende yemek yiyecek hal kalmadı."

Yüzüme baktı ve ısrar etmenin insafsızlık olacağını anladı. Sustu.

Sessizce ayrıldık.

* * *

Yukarda anlattıklarım, Mahsun Kırmızıgül’ün "Güneşi Gördüm" filmini bir grup gazeteciyle izledikten sonra sürüklendiğim ruh durumumdur.

Size, 25 yıldır yaşadığımız acıları inanılmaz bir yalınlık ve çarpıcılıkla anlatan "Güneşi Gördüm" filmini anlatacak değilim.

Nasıl olsa milyonlarca insan gibi gidip izleyeceksiniz.

Sanırım siz de film bittikten sonra benim gibi allak bullak olacaksınız.

Canım ülkemin ve insanlarımın yaşadığı bu dramın, kardeşin kardeşi gırtlaklamasının anlamsızlığını siz de benim gibi iliklerinizde duyup ürpereceksiniz.

Ben hiçbir filmde -buna Hollywood’un süper prodüksiyonları dahil- böyle bir deprem yaşamadım.

Mahsun Kırmızıgül’ün inanılmaz bir sinema yeteneği olduğunu artık herkes anlayacak.

Yalnız Türkiye değil, dünya da anlayacak.

Ben, Türk sinemasının boyutlarını katbekat aşan bu yetenekli adamın dünya sinemasına çok nitelikli yapıtlar armağan edeceğine eminim.

Onun ileride Oscar’a uzanması benim için sürpriz olmayacak.

Cumhurbaşkanı nerede?

O vali istifa etmek zorundadır.

Çünkü artık o vali devletin valisi değil, Tayyip Bey’in valisidir.

Çünkü o valinin oturduğu koltuk devletin değil, Tayyip Bey’in koltuğudur.

Çünkü o vali devlet için çalışmamaktadır, Tayyip Bey’in partisi için çalışmaktadır.

Çünkü o vali militan bir validir.

Zaten bunun için Tayyip Bey meydanlarda o valiyi kimselere yedirmeyeceğini açıklıyor.

O valinin devletin değil, kendi valisi olduğunu itiraf ediyor.

Tayyip Bey yürütmenin başıdır.

Devletin başı ise cumhurbaşkanıdır.

Devletin başı Tunceli’de devletin kurallarını, yasalarını çiğneyenlere neden "Durun" demiyor?
Yazının Devamını Oku

Vladimir Spivakov ve Stradivarius kemanın öyküsü

7 Mart 2009
ÜNLÜ Rus keman virtüözü ve orkestra şefi Spivakov, dünyanın en ünlü Stradivarius kemanlarından birine sahip şanslı bir sanatçıdır.<br><br>Geçen pazar günü dünyanın en ünlü kemancılarından biri olan Spivakov’u Cemal Reşit Rey’de dinleme olanağını bulduk. Stradivarius kemanı, onun eşsiz yayı ve parmakları ile zaman zaman inledi, zaman zaman da coştu.

Önce Stradivarius kemanlarını biraz anlatmak istiyorum.

Gizemi hálá çözülemeyen bu sihirli kemanları, 1644-1737 yılları arasında yaşayan İtalyan keman yapımcısı Antonio Stradivari üretti.

Stradivari yaşamı boyuncu tam 512 keman, 588 de viyola, viyolonsel, arp ve çello üretmiş.

Ama onun yaptığı kemanları ondan sonra gelen çocukları dahil hiç kimse üretemedi.

Stradivari’nin ürettiği kemanların sırrı bugün bile çözülmüş değil.

Bu 512 kemandan kaçı günümüze kadar gelmiş, bu konuda da kesin bir bilgi yok.

Ama şurası gerçek ki, her geçen gün sayıları azaldığı için değerleri inanılmaz artıyor.

Bugün bir Stradivarius keman, bir hazine demek.

* *Ê *

Rusya, komünist rejim döneminde Avrupa’da satılan bütün Stradivarius kemanları almış.

Uzmanlar, bugün Rusya’da 15 civarında Stradivarius keman olduğunu ileri sürüyor.

Sovyet yönetimi, bu Stradivarius’ları ülkenin uluslararası ün ve ödüller kazanmış üstün başarılı keman virtüözlerine armağan ediyormuş.

Ancak sanatçılar, Stradivarius kemanlara yaşadıkları sürece sahip olabiliyorlarmış.

Sanatçı öldükten sonra kemanlar yine devlete geçiyormuş.

İşte Vladimir Spivakov bu ayrıcalıklı sanatçılardan biri.

Spivakov, Moskova Devlet Konservatuvarı’nda okurken 13 yaşında Leningrad’da düzenlenen Beyaz Geceler Yarışması’nda birinci olunca dikkatleri üzerine toplamış.

1967 yılında konservatuvardan mezun olan Spivakov, solist olarak konserler vermeye başlamış.

1975 yılında Amerika’da verdiği konserler yaşamının dönüm noktası olmuş ve ünü bütün dünyaya yayılmış.

O tarihten sonra dünyanın en ünlü keman virtüözlerinden biri haline gelmiş.

* *Ê *

Ünü o kadar artmış ki, dünyanın en ünlü orkestraları ona eşlik etmek için sıraya girmişler.

Müzik eleştirmenleri, onu şöyle tanımlıyorlar:

"İnce nüanslarla seçkinleşen güzel ve dingin bir tonla, izleyici üzerinde eşsiz bir duygusal etki bırakan, coşkulu sanatçılık ve entelektüellik içeren bir üslubu var."

Spivakov
1997 yılına kadar hocası Yury Yankelevich’in verdiği Francesco Gobberti yapımı bir kemanla çalıyormuş.

1997 yılında bugün çaldığı Stradivarius keman, kendisine yaşamı boyunca kullanması için armağan edilmiş.

Bu eşsiz sanatçı, bugün 1979 yılında kurduğu Moskova Virtüözleri Topluluğu’nun hem şefi, hem de solisti.

İstanbul’da Moskova Virtüözleri ile birlikte verdiği unutulmaz konserinde Mozart, Pasculli ve Haydn çaldılar.

Hele çaldıkları Haydn’ın "Veda Senfonisi", sanırım İstanbullu sanatseverlerin belleğinden kolay kolay silinmez.
Yazının Devamını Oku

Lokum gibi sorulara lokum gibi yanıtlar

6 Mart 2009
ŞU anda unvanları gazeteci olan, ama gazetecilik yapmayan üç kişi malum televizyonlardan birinde Başbakan’a öyle güzel sorular sordular ki... Başbakan da onlara öyle güzel yanıtlar verdi ki...

Meğer yandaşlarının "Son Osmanlı Padişahı 1. Recep Tayyip Erdoğan" diye tanımladıkları bizim Başbakan ne kadar sakin bir insanmış!

Meğer ne kadar hoşgörülü ve adilmiş!

O ince ayarlı sorulara yanıt verirken inanın ağzından bal damlıyordu.

Uzun uzun vatandaşlarına ne kadar hakkaniyetli davrandığını anlattı.

Parti olarak, hiçbir belediyeye, kuruma, kuruluşa, işadamına vs... Kesinlikle ayrıcalıklı davranmıyorlarmış!

Hiçbir devlet kurumunun işine karışmıyorlarmış!

Maliye’nin kestiği ölçüsüz vergi cezalarıyla ilgileri bile yokmuş!

Yargıya kesinlikle müdahale etmiyorlarmış!

Hele partizanlık söz konusu bile değilmiş!

Bunları naralar atmadan, bağırmadan, çağırmadan söyledi.

* * *

Peki, Başbakan’ın malum televizyonda (Kanal 24), malum gazetecilerin üzmeyen, sinirlendirmeyen sorularına verdiği yanıtlar gerçek miydi?

Pek hoşuna gitmeyecek ama Tunceli’de yaşananlar, Başbakan’ın söylediklerinin bir tekinin bile doğru olmadığını gösteriyor.

Tunceli Bağımsız Milletvekili, AKP grubunu Meclis’te hop oturtup, hop kaldıran Kamer Genç’i aradım Tunceli’den.

Kamer Bey 1981’den beri siyasetin içinde. Şunu sordum:

"Bunca yıl siyaset yapıyorsunuz. Böyle bir olayla karşılaştınız mı?"

"Hiç böyle bir şey yaşamadım. Tunceli’de partizanlık diz boyu. Vali tam bir militan. Devlet görevlileri iktidarın hizmetinde. Korkunç bir yoksulluk var. AKP Tunceli’nin yapısını değiştirmek için var gücüyle buraya yükleniyor."

Kamer Genç Tunceli halkıyla bütünleşmiş bir politikacıdır.

Bu yoksul kentin, halkının haklarını her platformda yürekli bir şekilde savunur.

Gücünü halktan aldığı için koca AKP grubuyla tek başına savaşır.

Gerçekleri söyleyerek onları öyle zıvanadan çıkarır ki, sık sık linç edilme tehlikesiyle karşılaşır.

Ama AKP ne yaparsa yapsın Kamer Bey’i sindiremez.

* * *

Kamer Bey’e göre Tunceli’deki bütün devlet kadroları AKP taraftarlarıyla doldurulmuş.

Oysa Tunceli’de insanlar aç, perişan durumda. İşsizlik korkunç boyutlarda.

Bu insanlara iş verileceğine AKP’ye hizmet edeceklere veriliyor işler.

Vali tam bir parti militanı olarak çalışıyor.

Yoksul halkın oyunu toplayabilmek için beyaz eşya dağıtıldı, para dağıtıldı, kömür dağıtıldı, yiyecek paketleri dağıtıldı.

Sonunda, Valiliğe bağlı İl Özel İdaresi’nde AKP pankart ve bayraklarının bulunması bardağı taşıran damla oldu.

Yüksek Seçim Kurulu, seçimin düzenine ve dürüstlüğüne ilişkin kararı uygulamakta gösterdiği duyarsızlık nedeniyle Tunceli Valisi Mustafa Yaman hakkında idari ve disiplin yönünden gereğinin yapılmasını istedi.

İçişleri Bakanlığı da usulen iki ]müfettiş görevlendirdi.

Bundan hiçbir şey çıkmaz. AKP kendi valisine toz kondurmaz.

Erdoğan’a, söylediklerini yalanlayan bu gerçeklerle ilgili sorular sorulmadı.

Lokum gibi sorular soruldu. O da lokum gibi yanıtlar verdi.

Ne güzel işte...

Başbakan’ın istediği gazetecilik de bu zaten.
Yazının Devamını Oku

Farkında mısınız, ülke yanıyor Tayyip Bey...

4 Mart 2009
TÜRKİYE’de varlıklı-yoksul herkes büyük bir yangının ortasında kaldı. <br><br>İnsanlar, çaresizlik içinde bu yangından korunmak için çabalıyorlar. Çoluğuna çocuğuna akşam ekmek götüremeyen talihsiz insanlar silahlarını kafalarına, yüreklerine dayayıp intihara kalkışıyorlar.

Büyük işadamları kuruluşlarını ayakta tutabilmek için giderlerini kısıyor, personel azaltıyor, zaman zaman üretime ara vermek zorunda kalıyor.

Daha küçük işletmeler ortalığı kasıp kavuran yangına karşı kendilerini korumak için çırpınıyorlar.

Dayanma gücü kalmayan esnaf dükkanını kapatıyor.

Çiftçi tarlasını süremiyor, sürse tohum atamıyor.

İşsizler ordusu çığ gibi büyüyor.

Ülke toplumsal faciaya doğru sürükleniyor.

Başbakan ise bu yangını umursamadan meydan meydan dolaşıp yarattığı sanal düşmanlara karşı amansız bir savaş veriyor.

Kendisini, yolsuzlukları, ekonomik durumu eleştirenlere saldırıyor, devletin bütün gücünü onları çökertmek, yok etmek için kullanıyor.

* * *

Bütün dünya devletleri oturup ekonomik krize karşı önlem üstüne önlem alırken, AKP hükümeti hiçbir şey yapmıyor.

IMF ile bile yürütülen görüşmeleri, ekonomik dengeleri altüst edecek boyutlara gelen yerel seçim harcamalarını yapabilmek için uzattıkça uzatıyor.

Muhalefet partilerinin, ekonomistlerin, işadamlarının önerilerini elinin tersiyle geri çeviriyor.

Başbakan, söylenen bütün doğruları, bütün ciddi önerileri kendisine kurulan tuzaklar olarak algılıyor.

Meydanlarda halkı da yanıltarak, sanal düşmanlarıyla kahramanca boğuşuyor!

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl yayınladığı İnsan Hakları Raporu’nun Türkiye değerlendirmesine büyük tepki gösteriyor.

Başbakan’ın kimyası o kadar bozulmuş ki, kendi gazetecilerine raporu ABD’ye Doğan Grubu’nun yazdırdığını bile söyleyebiliyor.

Batı nihayet şunu net olarak görmeye başladı.

Başbakan Erdoğan hızlı bir şekilde demokrasi dışına doğru sürükleniyor.

Kendisi "Sultan" olma yolunda ilerliyor, ülkesini de Ortadoğu’ya doğru götürmeye çalışıyor.

Yıllarca onu cilalayan liberal arkadaşlarımız da bu saptamayı isteme istemeye kabul etmek zorunda kalıyorlar.

Hem Batı hem Türkiye’de liberaller, bu ülkeye ne kadar büyük bir kötülük yaptıklarını önümüzdeki dönemde daha iyi görecekler.

Gül’ün gerçek yüzü

YILLARDAN beri yazıp duruyorum. Abdullah Gül yüzünde sürekli gülen bir maske taşıyor.

Davranışları gerçek düşüncelerini yansıtmıyor.

O yemekler, toplantılar ve herkese dağıttığı mavi boncuklar da bir kandırmaca. Bunun kanıtı yaptığı atamalar. (YÖK üyeliğine yaptığı son atama İmam hatip kökenli, Yüksek İslam Enstitüsü mezunu bir hukukçu)

Bu atamalarda seçtiği isimler cumhuriyet’i, cumhuriyetin kazanımlarını, Atatürk ilke ve devrimlerini savunan, onlara bağlı olan insanlar değil.

Daha vahimi onlar laik, demokratik rejimin güvencesi olan anayasanın değişmez maddeleriyle kavgalılar.

Onlar bu maddeleri değiştirmek için yanıp tutuşuyorlar.
Yazının Devamını Oku

Tayyip Bey sanal düşmanlar yaratıyor

2 Mart 2009
BAŞBAKAN Erdoğan seçmenini kilitlemek için basit ve etik olmayan bir taktik uyguluyor. Sanal düşmanlar yaratıyor ve bu konuda yalan yanlış senaryolar üretiyor.

Bir kurnazlık yapıyor, kendisi, çocukları ve çevresi hakkındaki bütün iddiaları gölgeliyor.

Masum ve mağduru oynuyor.

Demokratik ülkelerde bir politikacının siyaseti bırakmasını gerektirecek bu iddiaları yazan medyaya sürekli saldırıyor.

Oysa dürüst bir politikacıya düşen bu iddialara açıklık getirmek olmalıdır.

Son taktiği de şu: Doğan Grubu yurtdışında hükümet aleyhine bir hava oluşturuyormuş.

Yani dünyanın en büyük basın kuruluşları bizim sözümüzle Tayyip Bey’i eleştiriyormuş.

Bakın nasıl.

The Waall Street Journal:

"
Tayyip Erdoğan medyayı susturan Putin’e benzetiliyor. Hükümetin kararı Doğan Grubu’nu susturmak anlamına geliyor."

Die Welt:

"Kesilen ceza hükümetin intikamı şeklinde değerlendiriliyor. Hükümeti eleştiren gazete kalmayacak."

Die Tageszeitung:

"Hükümet Doğan Grubu’na Deniz Feneri cezası kesmeye çalışıyor."

Frankfurter Algemeine:

"Türkiye Sultanı, uslu basını sever."

Fransız Haber Ajansı (AFP):

"Olayı Deniz Feneri haberi başlattı."

* * *

Tayyip Bey’e göre dünyanın en büyük gazetelerine bunları biz yazdırıyormuşuz.

Bunun olamayacağını en iyi Tayyip Bey de bilir.

Ama bu senaryoları yazıp oynuyor.

Amacı seçmenini hırslandırıp, oyunu artırmak.

Geçen seçim de bazı sanal düşmanlar yaratmıştı. Bundan iki yarar sağlıyor.

Hem kendisi, çocukları ve partisi hakkındaki ciddi yolsuzluk iddialarını geri plana itiyor, hem de yarattığı sanal düşmanlarla meydanlarda kahramanca çarpışan Kasımpaşalıyı oynuyor.

Bu arada geçim derdinden inim inim inleyen halkın sıkıntıları da konuşulmaz oluyor.

Ülke geriliyormuş, ekonomi berbatmış, Türkiye birliği, bütünlüğü ciddi şekilde tehlikedeymiş, Avrupa Birliği ile ilişkiler durmuş...

En önemlisi de Türkiye’de demokrasi rafa kalkıyor, yerine "Sultan Tayyip" dönemi geliyormuş.

Kimse bunlarla ilgili değil.

Yıllarca verdikleri destekle Tayyip Bey’in bu noktaya gelmesinde rolü olanlar şimdi oturmuş günah çıkarıyorlar.

İbo nereye?

BÜTÜN sorun, İbrahim Tatlıses’in yetişme tarzının oluşturduğu karakterinin ve kültürünün, Tanrı’nın kendisine verdiği sesinin ve yeteneğinin çok çok gerisinde kalması.

Ve bunun kişiliğinde yarattığı dengesizlikler ve iniş çıkışlar.

Ruhunda frenleyemediği bu fırtınalar nedeniyle gösterdiği davranışları ve söylemleri başını sık sık belaya sokuyor.

Kırk yıldır zirvede kalabilme savaşının onu ruhen yıprattığı da bir gerçek.

Bir süre kendi kendisiyle baş başa kalıp uzun bir hesaplaşma dönemi geçirmeli.
Yazının Devamını Oku

Her şeye rağmen sanat

28 Şubat 2009
ATATÜRK Kültür Merkezi’ni büyük bir onarım için haziranda kapattılar. Amaç Avrupa’ya 2010’da Kültür Başkentliği yapacak olan İstanbul’a yakışacak bir kültür merkezi yapmak.

Bugün şubatın son günü. Aradan tamı tamına 9 ay geçti.

AKM’ye çivi çakılmadı. Onarımın ne zaman başlayacağını ve biteceğini bilen yok.

Bana sorarsanız AKM’nin 2010’a yetişmesi giderek zorlaşıyor.

Bugün İstanbul’da opera ve bale oynanacak bir tek salon var: Süreyya Operası...

İstanbullu sanatseverler yatıp kalksın, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’e teşekkür etsin.

Çünkü perişan durumdaki Süreyya’yı İstanbul’a kazandıran odur.

Onun sayesinde bugün opera ve bale izleyebiliyoruz.

Bütün bu olumsuzlukların nereden kaynaklandığını anlatmaya gerek yok.

* * *

İçinde bulunduğumuz ortama karşın geçtiğimiz hafta inanılmaz kaliteli sanat etkinlikleri izledik.

Örneğin Süreyya’nın muhteşem ortamında Lehar’ın başyapıtı Şen Dul.

Harika bir müzik, rengárenk, cıvıl cıvıl bir konu.

Türkiye’de daha önce yüzlerce kez oynanan ve büyük beğeni ile izlenen operet bu kez de İstanbul seyircisinin büyük ilgisiyle karşılaştı.

Lehar’ın bu sıcacık yapıtı kapalı gişe oynuyor.

Yine geçen hafta Fazıl Say’ı Cemal Reşit Rey’de dinleme şansına yakaladık.

Konserin başlığı "Beethoven’la Bir Gece"ydi.

Ne geceydi ama? İnanın anlatmak zor.

Çağımızın dáhi yorumcusu Fazıl Say’ın ünlü bestecinin o gece çaldığı 17’nci, 23’üncü ve 32’nci sonatlarını tüm salon büyülenmiş gibi dinledi.

Fazıl Say çalarken insanın başını döndürüyor.

Türkiye’nin böyle bir virtüözü yetiştirmiş olması hepimizin gururudur.

* * *

Gelelim Lütfi Kırdar’daki Borusan Flarmoni’nin konserine.

Üç genç sanatçı, piyanoda Emre Elivar, kemanda Atilla Aldemir, viyolonselde Natalie Clein yine Beethoven’ın Piyano, Keman ve Viyolonsel İçin Konçertosu’nu çaldılar.

Bu harika konçertoyu o kadar güzel ve uyumlu bir şekilde yorumladılar ki tıklım tıklım olan salon onları dakikalarca alkışladı.

Orkestra daha sonra Korsakov’un Şehrazad Senfonik Şiiri’ni seslendirdi.

Şehrazad’ın müziğine o büyülü havayı veren nefesli sazlar olağanüstüydü.

Geçen haftanın son konseri İstanbul Devlet Senfoni’nin dinletisiydi.

AKM kapatıldıktan sonra sahipsiz kalan ve kendi yağıyla kavrulmaya çalışan koca İstanbul Senfoni göçebe hale getirildi.

Nerede salon bulunursa orada konser verebiliyorlar.

Yine imdada Selami Öztürk’ün yaptırdığı Caddebostan Kültür Merkezi ile Lütfi Kırdar yetişti.

Şef, ünlü Alexander Rahbari’ydi.

Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’nu çaldılar. Solist Rus gitarcı Dimitri İllarionof çok başarılıydı.

Orkestra, Rahbari’nin usta yönetiminde Ulvi Cemal Erkin’in Köçekçe’si ile Bela Bardok’un Konçertosu’nu çaldı.

İstanbul Senfoni’nin performansı olağanüstüydü.

Söylemek istediğim şu: Türkiye’de sanatçılarla sanatseverler sanata olan ilgisizliğe ve sevgisizliğe onurlu bir başkaldırı içindeler.
Yazının Devamını Oku