Tufan Türenç

Vali Bey’in çağdışı pisuvar takıntısı

14 Ağustos 2009
1950-1970 yılları arasında Türk siyasetine damgasını vuran ünlü politikacı Osman Bölükbaşı sözünü esirgemeyen, eğilmeyen, bükülmeyen dürüst bir insandı.

TRT kurulduktan sonra, bir türlü özerkliğini koruyamayan bu kuruma fena halde takmıştı.

İktidarın borazanı haline gelen TRT’yi sürekli eleştiriyordu.

O nedenle adı “Tırt Osman”a çıkmıştı. 

Ama o buna aldırmaz TRT’yi eleştirmeyi sürdürürdü.

Bir de “Asfalt Osman” vardı.

İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar...

Matrak adamdı. Espri makinesiydi.

Altyapıyı tamamlamadan İzmir’in yollarını asfaltlamakla ünlüydü. Onun için halk ona

Yazının Devamını Oku

Bravo Ersin Tatar

12 Ağustos 2009
KKTC Maliye Bakanı Ersin Tatar bizim Babıáli’den arkadaşımızdır. <br><br>Gazeteci değildir, usta bir finansçıdır. Uzun yıllar gazete gruplarının mali işlerini yönetmiştir. Bir süre önce doğup büyüdüğü Kıbrıs’a yerleşti.

Politikaya atıldı ve maliye bakanı oldu.

Tatar, bakanlık koltuğuna oturduğunda hazinenin tam takır olduğunu gördü.

Sonra devletin mali durumunu inceledi. Baktı ki durum içler acısı.

Türkiye’nin gönderdiği yıllık yardım 4 ayda bitmiş.

Ama memur maaşları inanılmaz boyutta. 10 bin, 15 bin lira alanlar var.

Göreve yeni başlayan memurun maaşı 2 bin liranın üzerinde.

Bazıları bir maaş, bazıları 3-4 maaş ikramiye alıyor.

Daha vahimi memurların çoğuna maaşları kadar mesai veriliyor.

Tatar, hemen fazla mesailere kısıtlama getiriyor.

Her 2 ayda bir uygulanan eşel mobil sistemiyle enflasyon oranında maaşlarda yapılan otomatik artışın 6 ayda bir yapılmasına karar veriyor.

* * *

Vay sen misin bunları yapan!

Bu çiftliğin düzenini bozan.

Sendikalar hemen ayaklanıyorlar.

Sağlık sektöründe alınan süresiz eylem kararı hastaneleri felç ediyor.

Ercan Havaalanı ve gümrüklerde memurlar, fazla mesai yapmıyor.

Kamuda örgütlü 25 sendika da Maliye Bakanı’nın tedbirleri geri almaması halinde süresiz grev tehdidinde bulundu.

Ama bizim Ersin Tatar bu tehditlere kulak asmıyor.

Benim tanıdığım Tatar asla geri adım atmaz, yolundan dönmez.

Çünkü o yürekten bağlı olduğu ülkesini korumaya kararlı.

"Teslim olmayacağız ve hükümet olarak ülke ekonomisini düzlüğe çıkartacağız. Daha atılacak çok adım var" diyor.

"Bizim yardım alabileceğimiz tek yer Türkiye. Türkiye bizim IMF’miz. Bu yüzden de ilk adım olarak devlette tasarruf tedbiri aldım. Bundan sonra yeni istihdam yapmayacağız. Gereksiz yurtdışı geziler ve harcamalar olmayacak. Türkiye’den iste, al, sonra da dağıt dönemi bitti" diyor.

"Vergi adaleti getireceğiz ve ülke ekonomisinin kayıt dışılığına son vereceğiz. KKTC’de kayıtdışı ekonomi en az yüzde 30" diyor.

KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu da geçenlerde İstanbul’da yaptığı bir konuşmada aynı sıkıntıları dile getirdi.

Kıbrıs’ta gençlerden bugün sahip olduklarının kıymetini bilmelerini, ülkelerine sahip çıkmalarını istemiş, onları şöyle uyarmış:

"Bakın eğer anavatanımız olmasaydı Filistin olurduk."

Başbakan Eroğlu Kuzey Kıbrıs’ın Filistin olmaması için zorlu bir mücadeleye giren Maliye Bakanı Tatar’ı sonuna kadar desteklemeli.

* * *

Bizde de yıllardır aynı savurganlık, aynı popülist anlayış yürütülüyor.

İki gün önce televizyonda izledim ve inanın yüreğim sızladı.

Bakanlar Kurulu toplantısı vardı. Bakanlar tek tek Başbakanlığa geliyordu.

Hepsinin makam araçları çil çil siyah Mercedes’ler.

Bu kadar lükse ne gerek var? Biz zengin bir ülke değiliz ki.

500 milyar dolardan fazla borcumuz var. Bütçemiz yıl sonunda 50 milyar açık verecek.

Piyasa kan ağlıyor, işçi, memur, dul, yetim, küçük esnaf perişan.

Büyük tüccar, sanayici sıkıntılı. İflaslar birbirini kovalıyor.

Milyonlarca insan işsiz güçsüz.

Aç ve yoksul sayısı artıyor.

Bunları düşününce televizyondaki sıra sıra Mercedes’lerin görüntüsü gerçekten insanın yüreğini sızlatıyor.
Yazının Devamını Oku

Hilmi Özkök Paşa’ya...

10 Ağustos 2009
KONUNUN vahametini bizim meslekten bir örnekleme ile anlatmaya çalışacağım. <br><br>Bir gün büyük bir gazetenin genel yönetmenine bir uyarı geliyor.

İddialara göre bazı haber müdürleri sayfalarını kendi çıkarları için kullanıyorlar.

Daha açıkçası yaptıkları veya yaptırdıkları haberler için para ya da armağan alıyorlar. Yine aynı çıkarlar doğrultusunda bazı haberleri sumen altı ediyorlar.

Böyle bir durumda genel yönetmenin önünde iki yol vardır:

İddiaları inceler, doğruluğuna inanırsa gereğini yapar ve o müdürlere işten el çektirir. İddiaların aslı astarı yoksa zaten sorun ortadan kalkar.

İkinci yol delil olmadığı için olayın üstüne gitmez. 

Ama meslekten ayrılıp köşesine çekildikten sonra bu konuda konuşmaz. Bu örnek hemen bütün meslekler için geçerlidir.

* * *

İşte bu nedenle eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün tutumunu hayret ve ibretle izliyorum.

Yazının Devamını Oku

Safa Önal’ın edebiyat ve sinema tutkusu

8 Ağustos 2009
BENİM çocukluğumda insanlar için sinema vazgeçilmez bir tutkuydu.

Çünkü televizyon yoktu. Sinema hepimizin tek eğlencesiydi.

Ortaokula başladığımda yabancı filmlerin yanında Türk sinemasına karşı büyük bir ilgi duyduğumu anımsıyorum.

O yıllar Türk sineması altın devrini yaşıyordu. Yılda yaklaşık 200 film çevriliyordu.

Belki sinema açısından pek başarılı filmler değildi bunlar ama halkın hoşuna gidiyordu.

Çünkü o filmlerde herkesin dünyasından bir parça vardı.

Safa Önal adını o zamanlar ezberlemiştim. Ezberlemiştim çünkü izlediğim filmlerin senaryolarının çoğunda senarist olarak onun imzası vardı.

Safa Önal’ın tam 395 senaryosu filme çekilmiş. Bu dünya rekorudur.

“Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti” Sefa Önal’

Yazının Devamını Oku

Saklı gizli süreçle sorunlar çözülmez

7 Ağustos 2009
BİR başbakan için en üzücü olay, vatandaşları tarafından protesto edilmek olmalıdır.

Düşünün bir AKP’li milletvekilinin dönerci dükkânında özel olarak hazırlanmış döneri keyifle yiyorsunuz.

Birden 6 üniversite öğrencisi size “Biz açız, harçlarımızı ödeyemiyoruz. Siz döner yiyorsunuz” diye bağırıyor.

Korumalarınız bu 6 genci derdest edip götürüyorlar.

Çevredeki vatandaşlar polisin gençleri gözaltına almasına ıslıklar ve alkışlarla tepki gösterip, onlara destek veriyorlar.

Önünüzdeki döneri yiyebilir misiniz? Lokmalar boğazınıza dizilmez mi?

Tayyip Bey’in yerden yere vurarak suçladığı o üniversiteler öğrencilerin karınlarını doyurmak için bin takla atarak 1-1.5 liraya yemek çıkarıyorlar.

(Bunu başaran rektörleri terör örgütü kurmak, yönetmek ve terör örgütüne üye olmak suçundan demir parmaklıklar arkasına kapatıp yargılıyoruz.) 

YÖK ise harçlara yüzde yüzlere varan zamlar yapıyor.

Yazının Devamını Oku

Köksal Toptan AKP’ye fazla geldi

5 Ağustos 2009
KÖKSAL Bey’i Başbakan Erdoğan defterden sildi. <br><br>Gazete haberlerine göre Başbakan Toptan’ı isteyip istemediklerini AKP milletvekillerine sormamış bile.

Başbakan’ın Toptan’ı istememesi yanlış. 

Çünkü merkez sağdan gelen bir politikacı olarak Toptan, hem AKP içinde hem de Meclis Başkanlığı’nda önemli bir denge unsuruydu.

Siyasal ortamın gerginleştiği günlerde yaptığı makul açıklamalarıyla kamuoyunda yükselen tansiyonun düşmesini sağlıyordu.

Bu AKP gibi bir parti için çok yaşamsaldı.

Toptan’ın sağduyulu davranışı ve sözleri Tayyip Bey’in işini epeyce kolaylaştırıyordu.

Aslında iktidar Gül’ü cumhurbaşkanı yapabilmek için bir dengeye ihtiyaç duyuyordu.

Bu da Toptan’ın Meclis başkanı seçtirilmesiyle sağlandı.

Yoksa ne

Yazının Devamını Oku

Cindoruk’un çağrısı

3 Ağustos 2009
DEMOKRAT Parti Genel Başkanı ve “Merkez Hareketi”nin lideri Hüsamettin Cindoruk Çeşme’de Ege Sanayici ve İşadamları Derneği üyelerine önemli ve ilginç değerlendirmeler yaptı.

Satır başları şöyle:

Bugün Türkiye’yi kendisini mağdur ve mazlum sanan bir iktidar yönetiyor. Bu psikoloji içinde olan bir iktidar gerçek mağdur ve mazlumların hakkını arayamaz.

İktidar kendi mağdur ve mazlumluklarını kaldırmak amacıyla Anayasa’yı değiştirmek istiyor.

Askerle, yargıyla bu amaçla kavga ediyor. 

Bu iktidar din gücünü kullanmayı deniyor. Rejimi değiştirmek istiyor.

Bu nedenle Anayasa Mahkemesi ile karşı karşıya geliyor.

Anayasa Mahkemesi’nin bu iktidarla ilgili kararları AKP’nin sırtındadır.

Onun için iktidar Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmenin hesaplarını yapıyor. 

Yazının Devamını Oku

Babadan kızına mektup (*)

1 Ağustos 2009
Kumrucuğum, Halil Berktay diye bir tarihçi var Türkiye’de. Kendisi ne kadar iyi bir tarihçidir bilemem. Buna tarih konusunda uzman olanlar karar vermelidir. (...) Berktay Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde bana bir eleştiri yöneltti. "İslamcılığın artması karşısında endişe duyan Fazıl Say, örneğin 301. madde konusunda hiçbir hassasiyet göstermemiştir" dedi.

Bu doğru değil Kumru... 301. maddenin değiştirilmesini isteyenler arasında ilk imzayı atan senin babandır kızım. Şahitlerim Güvenç Dağüstün, Şenay Gürler, Orhan Pamuk ve Oral Çalışlar.

(...) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e 2007 yılının aralık ayında basın yoluyla bir soru yöneltmiştim: "Kültür ve sanatla uğraşan yurttaşlarımızı dışlıyor musunuz, dışlamıyor musunuz? Sanatçılar olarak endişe yaşıyoruz." Soruma hiçbir yanıt alamadım kızım.

Aynı soru çerçevesinde... 2003 yılında bestelediğim Metin Altıok Ağıtı’na sansür uygulamasını kınamıştım. Gül, o yıl iktidarda olan AKP’nin Dışişleri Bakanı’ydı. Sansürü uygulayan ise dönemin AKP’li Kültür Bakanı...

Elbette sorgulanması gereken bir sorudur bu Kumru. 2 Temmuz tarihinde 37 Türk sanatçısı, Sivas’ta radikal İslamcılar tarafından yakılarak öldürülmüştü. Bu vahim olay için "ağıt" niteliğinde bestelenmiş bir eser, olaydan on yıl sonraki ilk seslendirilişinde sansüre uğrayabiliyorsa eğer... Bu konuda hálá büyük bir sorun yaşanıyor bu ülkede demektir. Böyle bir durumda hakkımdır benim soru sormak...

........

Kanımca çok önemli bir noktayı "Müzik eğitiminin, Türk eğitim sisteminden dışlanması" konusunu ilk kez gündeme getirmiş oldum. Dönemin Milli Eğitim Bakanı böyle söyledim diye mahkemeye vermeye kalktı beni. Sonra verilere bakıp da anlayınca söylediklerimin doğru olduğunu, son anda kurtuldu bir hatanın içine düşmekten. Başbakan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ise aynı dönemde "Fazıl Say’a ihtiyacımız yok, istediği yere gidebilir" yorumunda bulundu.

İşte gördüğün gibi Kumru... İktidar partisi, ülkesinin bir sanatçısını söz ve davranışlarıyla tamamen karşısına alıyor.

(...) Bir kutuplaşma devridir şu içinde yaşadığımız Kumru... Sanatçıları, aydınları, hiç söylemediği, hiç düşünmediği şeyler yüzünden töhmet altında bırakırlar. Üzerlerine suç ve haksızlık sıçratırlar. İnsanı güçsüzleştirmek ve ezmek için her türlü iftira atılır bu dönemde.

Mesela yobazlığa ve ortaçağ karanlığına karşı olmak bile "antidemokratik" olarak nitelendirilir kimi çevrelerce. Kadınların kara çarşaf giymesinden yana olmak, insanların tarikat üyesi olmalarını desteklemek demokratik bir haktır bu çevrelerin gözünde! Tüm bunlara karşı olmak ve laiklikten yana olmak mı? Onun adı da "demokrasi karşıtlığı!" oluyor! İşte bu kadar vahim ve bu kadar ötekileşmiş durumdayız birbirimize kızım, maalesef...

.........

İşte böyle güzel kızım. Yaşamak, çalışmak, üretmek zor iş bu ülkede... Sen de üreteceksin baban gibi, buna inanıyorum. Ama bil ki kızım, saldırıya da uğrayacaksın bu yolda, hem de hayatın boyunca. Bunalacaksın, ama vazgeçmeyeceksin asla...

Bu mektubuma, yaşadığım sürece, kim bilir daha neler neler eklemek zorunda kalacağım. Turnelere gidip de haftalarca seni yalnız bırakan babanın o yerlerdeki günlerinin nasıl geçtiğini "Resital" başlıkla yazımda okursun kızım.

Kumru, bir şeyde "iyi" olmak zor... "İyiyi hissetmek" daha zor... "İyiyi hissettirerek hissetmek" ise iyice zordur... Bu son söylediğim, ancak ustaların işidir. Bu dünyanın gerçek anlamda "ustalara" ihtiyacı var kızım. Her konuda... Bunu sakın unutma...



(*) Bu yazı Fazıl Say’ın Doğan Kitap’tan çıkan "Yalnızlık Kederi" kitabındaki kızı "Kumru’ya Mektup"tan alınmıştır.
Yazının Devamını Oku