Paylaş
Çünkü televizyon yoktu. Sinema hepimizin tek eğlencesiydi.
Ortaokula başladığımda yabancı filmlerin yanında Türk sinemasına karşı büyük bir ilgi duyduğumu anımsıyorum.
O yıllar Türk sineması altın devrini yaşıyordu. Yılda yaklaşık 200 film çevriliyordu.
Belki sinema açısından pek başarılı filmler değildi bunlar ama halkın hoşuna gidiyordu.
Çünkü o filmlerde herkesin dünyasından bir parça vardı.
Safa Önal adını o zamanlar ezberlemiştim. Ezberlemiştim çünkü izlediğim filmlerin senaryolarının çoğunda senarist olarak onun imzası vardı.
Safa Önal’ın tam 395 senaryosu filme çekilmiş. Bu dünya rekorudur.
“Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti” Sefa Önal’ın Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nda çıkan biyografisi.
Bu kitaptan öğreniyorum. Sefa Önal’ı yakından tanıyanlar onun için “Sinemanın kazancı ama edebiyat dünyasının kaybıdır” derlermiş.
Yaşamını okudukça bu sözün gerçek olduğunu anlıyor insan.
¡ ¡ ¡
Safa Önal’ın senaryo yazımında bu kadar büyük başarı kazanmasının en büyük nedeni kuşkusuz edebiyata olan tutkusu. Bunu şöyle anlatıyor:
“Ben 11-12 yaşında okumaya başlamışım. Erken bir okuma fırlamasıydım ben, bir okuma piçiydim.
Reşat Nuri Güntekin’in ortaokul kitabımızdaki ‘Eksi Bir Yara’ adlı hikâyesi bütün ömrümü çizmiştir, beni hâlâ etkilemekte, götürmektedir. Bana ‘Dünyada yazı yazmaktan daha güzel bir şey yok’ dedirtmiştir.”
Safa Önal döneminin ünlü yazar ve şairlerinin çoğundan etkilenmiş, onların tadına doyulmaz Türkçeleriyle dil ve yazım donanımını zenginleştirmiş.
Bugünkü kuşakların okumaya karşı olan ilgisizlikleri, ünlü Türk yazarlarını tanımamaları Safa Önal’ı derin bir yeise sürüklüyor:
“Son sekiz yılım bazı sinema okullarında üniversite mezunu veya üniversitede okumakta olan gençlerle sinema sohbetleri, senaryo çalışmaları yaparak geçmekte. Onların bu konuda ne kadar hazırlıksız, ne kadar okumamış, hatta hiç okumamış, yani hafif argo ile ne kadar ‘tın tın’ olduklarını görmenin kederi vardır bende.”
¡ ¡ ¡
Kitaptan ilginç bir anı da şöyle:
Safa Önal’ı bir gün Türk sinemasının efsane yönetmeni Lütfi Akad çağırır. Önal heyecanlanır. Buluşurlar. Usta yönetmen “Ben Türkan Şoray filmi yapmak istiyorum. Karşısında da İzzet Günay’ı oynatmayı düşünüyorum” diyor.
Önal “Nasıl bir şey? Bir ön hazırlığınız var mı?” diye soruyor.
Akad “Ben bir film gördüm. Adamın atını çaldılar ve kaçıp gittiler. Adam peşlerine düştü. Aradı, taradı buldu atını, aldı, geri döndü. Şimdi sen bunu nasıl yapmak istiyorsan yap sonra bana gel konuşalım” diye yanıtlıyor.
Safa Önal’ın kolu kanadı kırılıyor. Akad ona hiçbir ayrıntı vermiyor.
Ünlü senaryocu hemen kitaplarına sarılıyor. Sonunda Akad’ın bilmecesini, Türkan Şoray’ın olağanüstü güzelliği ve oyunculuğuyla izleyenleri büyüleyecek unutulmaz bir sevda hikâyesi yazarak çözüyor.
Lütfi Akad daha sonra senaryoya dönüşecek öyküyü çok beğeniyor ve hep birlikte Türkan Şoray’a gidiyorlar.
Önal öyküyü okumaya başlıyor. Bir süre sonra Türkan Şoray birden ayağa kalkıyor ağlayarak salondan çıkıyor. Çıkarken de çok etkilendiğini söylüyor.
Bir süre sonra dönüyor “Varım ben bu işte, varım” diyor.
Öykünün gerisini okumaya gerek kalmıyor.
Türk sinemasının başyapıtlarından biri olan “Vesikalı Yarim” filminin yaradılış öyküsü işte böyle.
Paylaş