Adalet Bakanı’nın açıkladığı “Yargı reformu!” büyük gürültüler koparacak.
Eğer iktidar kafasındaki değişiklikleri yapabilirse rejim ciddi şekilde zedelenecek.
Çünkü yargı güvencesi ortadan kalkacak ve hukuk devleti işlemez hale gelecek.
Reform bahane, yapılmak istenen “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” ile “Anayasa Mahkemesi”ni iktidarın organı haline getirmek.
Hukuk sisteminin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti özelliğinin en büyük güvencesi olan bu iki kurumun üye sayıları artırılıyor.
Yeni üyelerin seçimi TBMM ile cumhurbaşkanına bırakılıyor. Böylece her iki kurumdaki çoğunluk iktidar yanlılarının eline geçiyor.
Böylece iktidar savcı ve yargıç atamalarını dilediği gibi yapacak.
Anayasa Mahkemesi’nde de iktidar yanlısı üyeler sayı olarak çoğunluğu ele geçirecekler.
Kuşkusuz doğmazdı.
Açılıma bu kadar geniş güvensizlik duyulur muydu?
Asla duyulmazdı.
Kesin olan şudur; ülkenin böyle bir tartışmaya sürüklenmesinin nedeni iktidarın siciline duyulan güvensizliktir.
Denilecektir ki, bu adamlar son seçimlerde oyların yüzde 39’unu aldılar. Yükselen güvensizlik sesleri nasıl bu kadar güçlü çıkıyor?
Doğrudur.
Diyelim ki, yüzde 39 AKP’ye güveniyor. Onlar sessiz. Onlar bu açılımı kayıtsız şartsız destekliyor.
DTP oylarını saymazsak karşı taraftada en azından yüzde 55 var.
Siyasetin üslubuna hiç uygun olmayan o zehir zemberek açıklamayı yaparken gözlerinden şimşekler çakıyordu.
“Bu Amerikan projesidir diyenler bunu ispatlayamazlarsa alçaktırlar, namussuzdurlar” dedi.
70 milyonun önünde söylenen bu sözler Türkiye Cumhuriyeti başbakanına uygun düşmedi.
Sonradan “demokratik açılım” olarak değiştirilen “Kürt açılımı”nın Başbakan tarafından alelacele başlatılmasını “Amerika’nın bir empozesi” olarak değerlendiren yalnız Bahçeli değil ki...
Evet MHP lideri bu konuda çok sert bir politika izliyor.
Hem Cumhurbaşkanı’na, hem Erdoğan’a, hem de AKP’ye “Kürt açılımı” nedeniyle savaş açtı.
Her gün sert ve ağır suçlamalar yapıyor.
Bu suçlamalara tahammül etmek kolay değil.
Hafta başında izlediğim bir konser beni alıp başka âlemlere sürükledi.
Muhteşem bir ikiliydi konserin sanatçıları.
Emel Sayın ile Ferhat Göçer...
Mekân ise dünyanın en güzel ve büyüleyici su yolu olan Boğaz’ın hemen kenarındaki arenaydı.
Emel Sayın’ı sahnede izlemeyeli uzun yıllar olmuştu.
Ama usta sanatçının sesinin sıcaklığı, insanın içine işleyen tınısı hiç değişmemişti.
Şarkılarını yine aynı duyarlılıkla söylüyor, ustaca yaptığı “keriz”lerle (makam dışına çıkıp girmeler) süslüyordu.
Emel Sayın
Paşa’nın söylediklerinde bazı önemli çelişkiler olmasına karşın savcılara verdiği ifadesine göre sözleri daha net.
Savcılara verdiği ifadede görüşlerini aynı netlikle belirtseydi yargılanan silah arkadaşları için daha yararlı olabilirdi.
Oysa Özkök Paşa savcılara Şener Eruygur ile diğer kuvvet komutanlarının yaptığı iki darbe planının slaytlarını gördüğünü söylemişti.
Sonra da gelen bilgilere karşın yeterli delil olmadığı için herhangi yasal bir işlem yaptırmadığını...
Paşa’nın bu ifadeleri savcılar tarafından iddianameye kondu.
Özkök Paşa daha sonraki günlerde gazetecilere darbe iddiaları konusunda “Vardır da diyemem, yoktur da diyemem” şeklinde kafaları karıştıracak sözler söylemişti.
Özkök Paşa’nın savcılara yaptığı açıklamalarda kuşku uyandıracak sözler söylemesi bazı kesimler tarafından silah arkadaşlarını ihbar olarak yorumlandı.
İhbar bana göre ağır bir suçlama ama Özkök Paşa’nın ifadesinde haklarında soruşturma yapmaya gerek görmediği silah arkadaşlarını savunmadığı da bir gerçek.
Haber şöyleydi:
“İstanbul Sanayi Odası’nın Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu 2008 Araştırması’nda, kriz yılının sanayideki etkisini gösteren en önemli gelişme dar gelirliye ucuz ekmek üreten İstanbul Halk Ekmek’in, 136.5 milyon liralık ciroyla 397’nci sıradan ‘büyük sanayiciler sınıfına’ girmesi oldu.”
Halk Ekmek’in bir yıl içinde cirosunu bu kadar büyütmesi alt gelir gruplarındaki insanların ne kadar zor koşullarda olduğunu ortaya koyuyor.
İstanbul’da fırınlarda satılan normal ekmeğin fiyatı 80 kuruş.
Oysa belediyenin ürettiği “halk ekmek” 40 kuruş...
Yoksul insanlar, bu ekmeği alabilmek için sabahın erken saatlerinde “halk ekmek”i satan büfelerin önünde uzun kuyruklar oluşturuyor.
Bu kuyruklarda beklemek zorunda kalacak kadar yoksulluğa sürüklenen çaresiz insanların bazılarının utançlarından yüzlerini gizledikleri gözlemleniyor.
Ülkeyi yönetenlerin bu küçük ama çok önemli ayrıntıya özenle kafa yormalarını öneriyorum.
Medya da onun peşinden gidiyor.”
Tayyip Bey ise Özal’ı fersah fersah geride bırakıp her üç günde bir yapıyor bunu.
Bir sorun ortaya atıyor, bütün kamuoyunu tartıştırıyor.
Sonra o tavsamaya başlayınca bir başka konu atıyor ortaya. Medya yine balıklama atlıyor.
Kamuoyu işi gücü bırakıp bütün gün bunu tartışıyor.
Bu kısırdöngü sürüp giderken de Tayyip Bey istediğini sessiz sedasız gerçekleştiriyor.
Örnek istiyorsanız, işte iktidara geldiğinden beri ortaya attığı açılımlar...
Avrupa Birliği açımı... Yeri göğü inletmedi mi?
“Bir insanı özetlemek zor. Hele bir insanın kendisini özetlemesi imkânsız.
Bitmek tükenmek bilmeyen hayallerim var, hayal kırıklıklarım var, dostlarım var, düşmanlarım var, sevdiklerim, sevmediklerim var.
Yaptıklarım var, yapamadıklarım var.
Bunların hepsiyle birlikte bugüne kadar dopdolu bir yaşam sürdürüp giden bir insanım...”
Dahası var...
Yılmaz Hoca alçakgönüllü olduğu için bir insan ömrüne sığmayacak kadar bitmez tükenmez başarıları var.