Bu kısa haberde, Van 100. Yıl Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel çok acı bir gerçeği açıklıyor, şöyle diyordu:
“13 bin öğrencimiz var. Bunlardan sadece 100 kişi üç öğün yemek yiyebiliyor. Geri kalanı gününü bir adet poğaça ile geçiriyor.
Öğrenciler para harcamamak için evden, yurttan dışarı çıkmıyor ve devamsızlık hakkını sonuna kadar kullanıyor. Üniversitemizde sadece bin öğrenciye her gün ücretsiz öğle yemeği verebiliyoruz.
Bin öğrenciye kumanya paketi dağıtıyoruz. Geriye kalan 11 bin öğrenci, fiyatı bir milyon lira olan (bugünün 1 lirası) öğle yemeğini bile parasızlık nedeniyle yiyemiyor.
Kırsal kesimden gelenler ekmek arası patates veya haşlanmış yumurta yiyor.”
Bu haberi okuduktan sonra Prof. Ayşe Yüksel’i aradım hemen.
Anlattıkları iç karartıcıydı. Üniversitede büyük bir açlık yaşanıyordu.
Bu haberden sonra bir yazı yazdım. Yazıyı şöyle bitirmiştim:
Önce “Kürt açılımı” diye isimlendirilen sonra “demokratik açılım” olarak değiştirilen bir süreç Başbakan Erdoğan tarafından başlatıldı.
Sürecin planlaması, stratejisi hakkında aradan iki aya yakın bir zaman geçmesine rağmen muhalefet partileri ile toplum bu konuda bir bilgiye sahip değil.
Ortalıkta bir sürü söylenti dolaşıyor.
Bunların en önemlisi de PKK’nın silah bırakması ve tasfiyesi...
PKK silahı bırakmayı kabul eder, tasfiyeye razı olur mu?
Bu sağlanabilir mi?
Ayrılıkçı terörü sıfırlamak olası mı?
Bu konuda önümüzdeki en iyi örnek PKK ile aynı amaçlarla terör eylemleri yapan İspanya’daki terör örgütü ETA.
Ümit 40 küsur yıldır Fransa’da yaşıyor.
Orada bir Fransız kadınla evlendi, ondan bir kızı oldu.
Eşini kaybettiği ve kızı başka bir kentte çalıştığı için şimdi Güney Fransa’da küçük bir köyde yalnız yaşıyor.
Cennet gibi olduğunu söylediği köyünde tek başına bir yaşam sürdüğü için pek mutlu değil.
Sık sık Türkiye’ye gelip akrabaları ve dostlarıyla özlem gideriyor.
Sonra da yalnız cennetine dönüyor.
Türkiye’de ne kadar kalacağını sordum. Kırılgan bir sesle şöyle yanıt verdi:
“Bilmiyorum, buranın tadı tuzu yok. İnsanın sinirleri bozuluyor onun için çok kalacağımı sanmıyorum. Aklıma esince basıp gideceğim.”
Merkezin inşaatının 354 günde, rekor sürede tamamlanması onu gururlandırmıştı.
Ben de çok mutluydum, ben de gururluydum.
İstanbul artık göğsünü gere gere dünyanın en büyük kongre organizasyonlarına kapılarını açabilir.
İnanıyorum ki, böylesine güzel ve modern bir merkez İstanbul’u Avrupa’nın önemli kongre merkezlerinden biri yapacak.
Zaten İstanbul kongre yapmak isteyenlerin favori kentiydi.
Ama tesislerinin yeterli olmayışı, trafiğinin berbatlığı zaman zaman üyelerin çok istemelerine rağmen İstanbul’un seçimini engelliyordu.
Kongre vadisi, büyük ve tam donanımlı salonları, ofisleri, çevredeki güzel ve modern otelleri ile İstanbul’u artık kongre için ideal bir kent haline getirdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ve Kadir Topbaş’ı da bu projenin tamamlanmasını hızlandırdığı için kutluyorum.
Erdoğan, oradaki saygın zevatın ve televizyonlarda canlı yayını izleyen milyonlarca insanın gözlerinin içine baka baka şöyle dedi:
“Benim basın kuruluşları üzerinde siyasi ya da ekonomik baskı kurma hakkım ve yetkim yok.”
Kendileri Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıdır. Öyle diyorsa öyledir.
Devam ediyor:
“Basın gayet özgür bir şekilde beni eleştirdi, eleştiriyor. Biz eleştiriye değil, hakarete, iftiraya karşıyız...”
Başbakan kendisini izleyen herkesi “geri zekâlı” olarak kabul ediyor olmalı.
Çünkü sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Türkiye bir hukuk devleti. 7 yıl öncesiyle kıyaslanmayacak kadar özgür, demokratik bir ülkedir...”
Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Makyavelcilik” şöyle tanımlanıyor:
“Politikada amaca ulaşmak için ahlaka aykırı da olsa, her türlü aracı hoş gören anlayış, Makyavelizm.”
Melih Gökçek’in siyasi geçmişini başından bu yana gözden geçirirseniz bu tanıma uygun bir felsefesi olduğunu görürsünüz.
Melih Gökçek’in hedefe varmak için her yolu denemek, her türlü oyunu oynamakta bir an bile tereddüt etmediği ortadadır.
Beceriklidir, tuttuğunu koparır.
Ankara Havaalanı ile kent arasındaki binlerce gecekonduyu yıkmayı ve o görüntü kirliliğini temizlemeyi başarmak her babayiğidin harcı değildir.
Melih Bey bunu başarmış bir insandır.
Ama yıllardan beri Ankara’yı yönetirken kullandığı yöntemler ise rahatlıkla tam bir Makyavelcilik olarak kabul edilebilir.
Gerçekten de Aydın Doğan vergi konusunda çok duyarlıydı.
Bu duyarlılığı nedeniyle de yıllardan beri vergi rekortmenleri arasında yer alıyor.
Türkiye ve İstanbul vergi rekortmeni olarak sayısız ödül aldı.
Peki Aydın Doğan’ın bu duyarlılığı bugünkü iktidar tarafından nasıl değerlendiriliyor?
Bunu bütün Türkiye, hatta dünya izliyor.
Akıl almaz, dünyanın dudağını uçuklatacak kadar ölçüsüz vergi cezaları yazarak.
Vergi kaçakçılığıyla suçlayarak.
Hangi mantık, hangi akıl ve hangi vicdan buna isyan etmez?
Bunun dışında çok sayıda okula kitaplık kazandırdılar, topladıkları kitapları gereksinimi olan ilköğretim okullarına dağıttılar...
Gençlik kampları, gençlik kurultayları ve çeşitli sosyal, kültürel etkinlikler düzenlediler, çocuklar için eğitim programları, doğal afetlere karşı bilinçlendirme çalışmaları yaptılar...
Ama bir türlü yaranamadılar.
Yaranamamayı bırakın bu çalışmalarıyla iktidarın hedefi oldular.
Çünkü tüzüklerinde şunlar yazılıydı:
“Atatürk devrimleri ile elde edilmiş hakların korunması, genişletilmesi ve yaygınlaştırılması, çağdaş eğitimle çağdaş insan ve topluma ulaşılması, evrensel insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin korunması ve geliştirilmesi, bireylerin tüm insan hakları ve özgürlüklerinden yararlanmasının sağlanması, eğitimde fırsat eşitsizliğini gidermek amacıyla okullaştırılmasını arttırma, kadınların eğitimli ve meslek sahibi olmasının desteklenmesi...”