Gerekçe olarak da Başbakan ile Büyükanıt’ın arasındaki Dolmabahçe görüşmesini örnek göstermesi bunu anlatmıyor mu?
Baykal bu önemli görüşmenin Dolmabahçe olayındaki gibi halktan gizlenmesine karşı.
Demokrasilerde şeffaflık en önemli ilke olduğuna göre CHP liderinin bu isteği normal karşılanabilir.
Ama demokratik ülkelerde iki siyasi lider arasında böyle bir önlem alma gereği alışılmış bir şey değildir.
Türkiye diyor ki:
“Protokoller Dağlık Karabağ sorunu çözüldükten sonra hayata geçirilsin.” Zaten Zürih’teki imza töreninde iki ülke arasındaki kriz bir türlü aşılamayan bu anlaşmazlık yüzünden çıktı.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan törenden sonra yapacağı konuşma metninde bunu vurgulamak istedi.
Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu da Türkiye’nin Karabağ koşulunu dile getirmek istedi.
İlan edilen saat geldiğinde sorun aşılamayınca imza töreninin ertelendiği açıklaması yapıldı.
Sonra Amerika ve İsviçre devreye girerek taraflara baskı yapmaya başladı.
Sonunda Türkiye iki tarafın da konuşma yapmamasını önerdi.
Ermenistan buna da karşı çıktı ama Hillary Clinton ısrar edince Erivan protokollere imza atmayı kabul etti.
Dürüst, halkına yalan söylemeyen politikacıları ayrı tutarak politikada yalan üzerine yaşanmış bir öyküyü 1974 Kıbrıs çıkarmasının Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in anlatımıyla size aktarmak istiyorum.
Çıkarma harekâtı başarıyla tamamlanmış, Birleşmiş Milletler’in ateşkes çağrısı kabul edilmiş ve Türkiye, Yunanistan, İngiltere garantör devletler, Kıbrıs Türk ve Rum temsilcileri de taraflar olarak Cenevre’de barış için toplanmışlardı.
Toplantıda taraflar bir noktada buluşmuş, adanın geleceğini belirlemek ikinci toplantıya kalmıştı.
Şimdi Turan Güneş’in anlatısını* okuyalım:
“İkinci toplantı için Başbakan Ecevit’e Haluk Ülman’ı da kafileye dahil etmek istediğimi bildirdim.
Başbakan koalisyon ortağımız MSP’den de bir milletvekili almamı istedi. Erbakan’a başvurduk. Bize İstanbul’dan bir mühendisin adını verdi.
‘Aman hocam biz sizden parlamenter istemiştik’ dedim.
‘İsmini verdiğim arkadaş iyi Almanca bilir. Size orada çok yardımcı olur.’
“IMF-Dünya Bankası toplantısı dolayısıyla verilen davetlerden birindeydim önceki akşam.
Kokteyl sırasında büyük iş âleminden birçok kişiye rastladım, ayaküstü sohbetlerde merak edip sordum:
‘Başbakan Erdoğan’ın Al Capone benzetmesine ne diyorsunuz?’
Al Capone adını duyan hemen herkes yanımdan bir anda toz oldu diyebilirim.”
Hasan Cemal bunları yazdıktan sonra kendi kendine soruyor:
“Neden acaba?..
Erdoğan korkusu mu?..
- Evet maalesef doğru?
- Nasıl olur? Bir başbakan dünyanın en ciddi gazetelerinden birine nasıl böyle bir demeç verir.
- Tayyip Bey verir.
- Allah allah... İnanılmaz... Dehşet verici bir olay...
Şaşkınlığı bu kez endişeye dönüştü.
Yine selamı kelamı unutarak telefonu kapatıverdi.
Bu konuşmayı yaptığımız kişi yıllardan beri tanıdığım saygın eski bir politikacıydı.
Politikaya öğrencilik yıllarında bulaşmış, yıllarca TBMM’de milletvekilliği yapmış, çeşitli bakanlıklarda bulunmuş bir insandı.
Bu yazının
Sonra deniyor ki: “Maalesef Bekir Coşkun kendisine yapılan baskılar nedeniyle Hürriyet’ten istifa etmek zorunda kaldı.”
Bu doğru değil.
Bu kadar büyük yalanın ve iftiranın neresini düzeltelim bilmem ki...
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Çin artık dünyaya kafa tutacak çizgiyi yakalamış.
Gelişim ve değişimin hızı bundan sonra baş döndürücü olacak.
Kafama kazınan bazı verilerin satırbaşları şöyle:
Çin şu anda Japonya’dan sonra dünyada en fazla otomobil üreten ikinci ülke.
1000’den fazla yolcu uçağı var. Yılda 406 milyon kişi uçakla uçuyor.
Her gün 55 kişi dolar milyarderi oluyor.
Çin milyarder sayısı bakımından Amerika, Japonya, Almanya’dan sonra dünyanın dördüncü ülkesi. İngiltere 2008’e kadar dördüncüydü. Yerini Çin’e bıraktı.
Nüfusu 1 milyar 306 milyon, yüzölçümü 9 milyon 572 bin kilometrekare olan Çin’in gayri safi milli hasılası 1.6 trilyon dolar.
Yaklaşık 80 kilometreye yakın bu mesafenin iki yanının nasıl talan edildiğine tanık olursunuz.
Çok değil üç-dört yıl önce buralar yemyeşil alanlardı.
Şimdi hazineye ait bu alanlarda 20 katlı, 30 katlı dev blokların yükseldiğini hayretle görürsünüz.
AKP iktidarı TOKİ eliyle hepimizin hak sahibi olduğu bu alanları yapılaşmaya açtı ve buraları kat karşılığı müteahhitlere verdi.
Buralarda yapılan dev bloklar yoksul halka dağıtmak için değil.
Bunlar lüks sınıfına giriyor.
İnşaatı alan müteahhitler bu katların bir bölümünü arsa payı olarak TOKİ’ye veriyorlar.
TOKİ de buralardan elde ettiği gelirle sosyal konutlar yaptırıp evi olmayan dar gelirli insanlara taksitle satıyor.